B.M. Genel Kurulu, 1 Kasım 1974 tarih ve 3212 sayılı kararından sonra, meseleyi 1975 Kasımında da tekrar ele aldı. 1 aleyhte (Türkiye), 9 çekimsere karşı 117 lehde oyla kabul ettiği 20 Kasım 1975 tarihli ve 3395 sayılı karar, 3212 sayılı kararın hemen hemen aynısı idi. Yani Türk askerinin Kıbrıs'tan çekilmesini istiyor ve adadaki her iki toplumu da, eşitlik esası üzerinden müzakerelere davet ediyordu.

Fakat toplumlararası görüşmeleri başlatan, başka bir deyişle Kıbrıs rumlarını Türk toplumu ile müzakerelere mecbur eden hadise, herhalde 13 Şubat 1975'de Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin kuruluşu olmuştur. Güvenlik Konseyi, 12 Mart 1975 günlü ve 367 sayılı kararında, bu kuruluşu kınamakla beraber, iki toplumu "eşitlik içinde" en kısa zamanda görüşmelere çağırıyordu.

Toplumlararası görüşmelerin ilki 28 Nisan-1 Mayıs 1975 günlerinde Viyana'da yapıldı. Bundan sonra yine Viyana'da dört toplantı yapıldı ise de, yine herhangi bir netice elde edilemedi. KTFD Başkanı Rauf Denktaş'ın teklifi üzerine, 27 Ocak 1977'de Denktaş-Makarios zirve toplantısı yapıldı. Bu toplantıyı, 12 Şubat 1977'de ikinci bir zirve toplantısı takip etti. Bu ikinci zirveye B.M. Genel Sekreteri Kurt Waldheim de iştirak etti ve onun da uzlaştırma çabaları ile, 12 Şubat 1977'de Denktaş ile Makarios arasında dört maddelik bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmada iki temel unsur vardır. Biri, iki topluma dayalı "federal bir cumhuriyet" esası kabul edilmiştir. Devletin yapısı ve anayasa sistemi, hep bu federal sistem esasına dayanılmak suretiyle müzakere edilecektir. İkinci unsur ise, toprak düzenlemesinin, ekonomik yeterlik veya verimlilik ve toprak mülkiyeti prensiplerine göre yapılacağıdır.

Durum bu şekilde kilitlenmiş iken, 3 Ağustos 1977'de Makarios öldü ve yerine Spyros Kyprianu cumhurbaşkanı seçildi. Bu değişikliğe rağmen, tıkanmış olan durum yine açılamadı ve görüşmeler dondu.

Ambargonun 1978 Eylülünde kalkmasından sonra, toplumlararası görüşmelerdeki tıkanıklığı açmak amacı ile bu kere Amerika aktif olarak araya girdi ve 13 Kasım 1978'de bir "Kıbrıs Planı"nı B.M. Genel Sekreteri Waldeim'e verdi. Genel Sekreter bu planı Türk ve Yunan tarafına ulaştırdı.

Amerika'nın teklif ettiği bu plan, 12 Şubat 1977 tarihli Denktaş-Makarios anlaşması ile 1960 Anayasasını birleştiriyor, fakat esas itibariyle federal sistemi kabul ediyordu. Planın 8'inci maddesi toprak meselesini ele alıyordu ve Türkiye'nin, Kıbrısta elinde bulundurduğu toprakların mühim bir kısmından çekilmesini öngörüyordu. Maddede, "Bu cümleden olarak Kıbrıs Türk tarafının, Kıbrıs rum tarafının lehine önemli ölçüde coğrafi ayarlama yapmaya razı olacağı anlaşılmaktadır" denildiğine göre, Türkiye'nin bu toprak fedakarlığına razı olduğuna hükmetmek gerekiyordu.

Bunun dışında, Amerikan planı, iki meclisli bir parlamento öngörüyordu, Meclislerden birinde, Türk ve rum toplumları nüfuslarına göre temsil edilecek, diğerinde ise eşit üyeye sahip olacaklardı. 1960 da olduğu gibi, Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcılığı ayrı toplumlara ait olacaktı. Her ikisinin de veto hakkı olmakla beraber, bu hakkın bir hayli sınırlandırıldığı anlaşılıyordu. Memuriyetler için "adil bir ölçü" deyimi kullanılmakta idi ki, bu noktada da 1960 anayasanının gerisine gidildiği anlaşılıyordu.

Bu plan, Türkiye'nin ada ile olan bağlarını kesiyordu. Çünkü bu plana göre, Kıbrıs Cumhuriyeti asker ve silahtan arındırılacak ve Kıbrıslı olmayan askeri kuvvetler Kıbrıstan çekilecekti.

Görülüyor ki, Amerikan planı, federal sistemi kabul etmekle beraber, Kıbrıs Türk toplumunun haklarını 1960 Anayasasından da daha geriye götürdüğü, Türk toplumuna ayrılacak toprakları iyice küçülttüğü ve Garanti Antlaşmasını da bertaraf ederek Türkiye'nin Kıbrısla olan bağlarını kestiği için, tamamen Türkiye'nin aleyhine idi. Bu sebepten, o dönemin Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Hürriyet gazetesine verdiği mülakatta, bu planın sade Amerikan planı olmayıp Batı Avrupa'nın da desteğine sahip olduğunu, Amerika ile Batı Avrupa'nın "burunlarını" Kıbrıs meselesine soktuklarını, bu planın, Kıbrıs meselesini "1974 öncesine" getirdiğini, dolayısıyla reddedilmesi gerektiğini söylemiştir. Tabi bu plan Türk ve Rum toplumlarına tebliğ edildiği için, Türkiye'nin reddi söz konusu değildi.

Amerikan planı Kıbrıs rumlarını da tatmin etmedi. Çünkü, Türk toplumuna, federal sistem içinde ayrı bir toprak ve kendi içişlerini kendilerinin idare etmesi yetki ve imkan veriliyordu.

Amerikan planı da tıkanıklığı çözemeyince, iş yine toplumların kendilerine düştü. Kıbrıs-Türk lideri Denktaş ile Kıbrıs rum lideri Kyprianu, 19 Mayıs 1979'da biraraya geldiler ve toplumlararası görüşmelere egemen olacak temel prensipleri bir anlaşma halinde tesbit ettiler. 10 maddelik bu anlaşmaya göre, toplumlararası görüşmeler, Birleşmiş Milletlerin gözetimi altında 15 Haziran 1978'de Lefkoşe'de başlayacak va 1977 Denktaş-Makarios anlaşması ile Birleşmiş Milletlerin Kıbrısla ilgili kararları çerçevesinde yürütülecektir. Görüşmeler toprak ve anayasa meselelerini esas alacak, fakat Maraş'a iskan meselesine öncelik verilecektir. Maraş konusunda bir anlaşma olur olmaz, bu anlaşma derhal tatbik edilecektir.

Taraflar, görüşmelerin neticesini tehlikeye sokacak her türlü hareketten kaçınacaklar ve iyi niyet, karşılıklı güven ve normal şartlara dönüş için her türlü tedbiri alacaklardır.

Görüşmelerde, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin askerden arındırılması meselesi de tartışılacaktır. Yani, Amerikan planı şimdi Kıbrıs Rumlarının eline yeni bir koz vermişti.

Bundan sonra toplumlararası görüşmeler Lefkoşe'de ve B.M. Genel Sekreterinin özel temsilcisi Peres de Cuellar gözetiminde yapılmaya başlandı. Bu görüşmeler de yürümedi. Anlaşmalara rağmen, tarafların görüşlerini bir noktada toplamak yine mümkün olmadı. Durum bu safhada iken Türkiye'de 12 Eylül 1980'de rejim değişikliği oldu ve toplumlararası görüşmelerde duraklamalar meydana geldi. Daha sonra, 5 Ağustos 1981'de Kıbrıs-Türk toplumu hem toprak ve hem de anayasa hakkındaki tekliflerini ihtiva eden "paket"i rum tarafına verdi. Fakat 18 Ekim 1981'de Yunanistan'da yapılan genel seçimler sonunda sosyalist Pasok partisinin iktidara gelmesi ve Papandreou'nun başbakanlığı ile, bir yandan Türk-Yunan münasebetleri bir gerginlik içine girerken, Kıbrıs meselesi ve toplumlararası görüşmeler de bir isteksizlik ve yavaşlama içine girdi. Çünkü, Papandreou, Türkiyeye karşı bir düşmanlık kampanyasının bayrağını açarken, Kıbrıs meselesini toplumlararası görüşmelerin çerçevesinden çıkarıp, milletlerarası platformlara götürme çabaları içine girdi. Bu macera politikası Türkiyeye bir zarar vermemiştir. Çünkü zaman Türkiye'nin lehine işlemektedir. Türkiye Kıbrıs'ta bugün sahip olduğu durumdan şikayetçi değildir.

Kaynak : Fahir ARMAĞANOĞLU - 20.Yüzyılın Siyasi Tarihi