YENİ CUMHURİYETİN ÇOK PARTİLİ HAYAT DENEMELERİ ve DEMOKRAT PARTİNİN SİYASET SAHNESİNE GİRİŞİ

Kurtuluş savaşının başarıya ulaşılması ve yönetim şeklinin cumhuriyet olarak ilan edilmesinden sonra demokratik rejimin tam olarak işlerlik kazanabilmesi için siyasi partilerin varlığı gerekmekteydi. Hatta Mustafa Kemal’in de en büyük arzularından birisi çok partili hayata geçmek olduğu bilinmektedir. Mustafa Kemal henüz hayattayken iki defa çok partili yaşam denemeleri yapılmış ancak ortamın ve yeni sistemin tam oturamayışı gibi nedenlerle başarı sağlanılamamıştır. Bunda din faktörünün etkilerinin olduğu da görülmektedir.

Çok partili hayat’ın ilk denemesi milli mücadele döneminde Mustafa Kemal’in yakın arkadaşları olan, ancak Cumhuriyet’in ilanının aceleye getirildiğini belirten Rauf Orbay, (ATATÜRK, 1990: s.563) Ali Fuat Cebesoy, Sabit Sağıroğlu, Kazım Paşa, Adnan Adıvar, İsmail Canbulut Beyler gibi mecliste II. grubu oluşturan milletvekillerinin 17 Kasım 1924 tarihinde resmen kurdukları Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile olmuştur.(AKŞİN ve Diğ., 1997: s.263-167) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programındaki 6. maddede ‘Fırka efkâr ve itikadatı diniyeye hürmetkârdır.’ (TUNAYA, 2003: s.148) ibaresi yer almaktaydı. Mustafa Kemal, parti programına böyle bir madde ekleyenlerden iyi niyet beklenilemeyeceğini, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programının “en hain kafaların” eseri olduğunu belirtmiştir. Bununla beraber yapılan inkılâpların karşısında bulunan kimselerin böyle bir programa sahip olan partiye ve buradaki tanınan şahsiyetlere sarılacaklarını ifade ederek TCF şiddetle tenkit etmişti.(ATATÜRK, 1990: s.601-603) Çok partili hayat’ın ve arzulanan demokratik rejimin başlangıcını oluşturan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası irticai unsurların barınağı olarak görülmüştür. Nitekim 1925 yılı şubat ayında başlayıp aynı yılın nisan ayı ortalarında kontrol altına alınan dini bir karaktere sahip olan Şeyh Sait ayaklanmasının çıkmasında rolü olduğu gerekçesiyle 4 Mart 1925 tarihinde Takriri Sükûn Yasası çıkarılmıştır. Yasanın 1’irinci maddesi şöyleydi:

İrticaa ve isyana ve memleketin nizamı içtimaisini ve huzur ve sükûnunu ve emniyeti ve asayişini ihlâle bais bilumum teşkilât ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşriyatı hükûmet, Cumhurbaşkanının tasdikile ve re’sen ve idare men’e mezundur.

Yasa, 2 yıl süre için yürürlükte kalacak ve gerektiğinde aykırı davrananları hükümet İstiklal Mahkemelerine verebilecekti. (DÜSTUR, 1934: s.144) Alınan tedbirlerden sonra da 5 Haziran 1925 tarihinde TCF resmen kapatılarak Vekiller Heyeti’nin bu partinin seddine dair raporunda şu cümlelere rastlanılmaktaydı:

...Fırkanın programında mevcut efkâra ve tahrikâtı irticakâreneye vesile ittihaz ettikleri sabit olmuş ve Fırkanın vaz’ı hazırı hakkında Hükûmetin nazarı dikkatini celbe müttefikan karar verildiğini nâtık mahkeme kararı Müddeiumumîlikten hükûmete tebliğ olunmuştur…
…Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının programında esas olan maddenin dini siyasete alet ittihaz etmek demek olup olmadığını tayini gibi Müddeiumumilere taallûk eden bir zemini mütalâaya girmeğe lüzum görülmez. Ancak programdaki maksat ne olursa olsun hükûmet bunun Fırkaya mensup bazı efrad tarafından hakikat ve fiiliyata teşvil ve irticaa vasıta olarak kullanıldığını istitlâatı muhtelife ve mütemadiye ve Cumhuriyet mahkemelerinin muhakemat ve mukarreratiyle sarahaten müşahade ve tesbit eylemiştir.

…Bu münasebetle vatandaşların bilhassa nazarı dikkat ve muhakemei salimesine arzolunur ki Allah ve vicdan arasında vasıtai telâki olan dinin bir takım makasıdı hususiyeyi istihsal için siyasete alet ittihaz edilmesi son defa tekrar görüldüğü veçhile memleketimizin tarihinde pek çok feci hâdisatın zuhuruna ve nihayet din namına tahakküm ve tagallüp dâiyesinde bulunan mürteci ve cebbarların keyfi idare ve istibdadına müncer olduğu ve Türk milletini asırlarca inhitat ve ıztıraba mahkûm eylediği mücerrep ve müsbittir. Büyük Millet Meclsinin kavanini mahsusası ile kat’iyen menedilmiş olan bu gibi faaliyetlere müsamaha etmemenin iradei milliyenin Cumhuriyet hükûmetine tahmil eylediği vezaifi esasiyeden olduğuna şüphe yoktur. (TUNAYA, 1952: s.621-622)

Çok partili hayat’a geçiş denemelerinin ikincisi Serbest Cumhuriyet Fırkasının kurulmasıyla olmuştur. Bu fırkanın kurulmasını Mustafa Kemal bizzat teşvik ederek çalışmalarda bulunmuştur.

Mustafa Kemal, Paris Elçisi Fethi Okyar’dan fırkayı kurmasını istemiş ancak laik cumhuriyet dâhilinde fırkanın siyasi faaliyette bulunmasına müsaade edileceğinin altını çizmiştir. Fırka bir takım görüşme ve toplantılardan sonra 12 Ağustos 1930 tarihinde kurulmuştur. (ÇAVDAR, 1999: s.297) Ancak fırkanın kurulmasıyla ülkedeki ‘gayrimemnun’ kitlelerin herhangi bir inanca bağlı olmadan yönetimde tek muhalif parti olan SCF’ye sarılmaları kısa süre içerisinde muhalefet çemberini genişletmiş ve ülke genelinde CHP’ye tepkiler belirgin bir şekilde artarak hız kazanmıştır. Bu tepkiler siyasi alanda rahatsızlık yaratmıştır. Bu tür gelişmeler üzerine 17 Kasım 1930’da Fethi Okyar Dâhiliye Vekâletine gönderdiği yazıda Mustafa Kemal’in partiden desteğini çekmesi ve partinin iktidara aday olabilmek için Mustafa Kemal ile çatışma durumunda kalınmasının parti yöneticilerini tedirgin ettiğini belirtip partinin kendi kendini feshettiğini bildirmiştir. (AKŞİN ve Diğ., 1997: s.107-108)

Terakkiperver ve Serbest Cumhuriyet Fırkaları içerisinde laik cumhuriyet yönetimine tepkide bulunan güçlerin hâkim olmasıyla rejime yönelik dinsel tepkiye dayanan muhalefet anlayışının doğması üzerine cumhuriyetçi kadrolar tarafından bu muhalefet anlayışının zaman kaybedilmeksizin ezildiği görülmektedir. (YÜCEKÖK, 1971: s.85) Yine 29 Eylül 1930 yılında Ahali Cumhuriyet Fırkası ve 29 Ağustos 1930’da Türk Cumhuriyet Amele ve Çiftçi Partisi kurulmuş ancak aynı yıl içerisinde kapatılma durumunda kalmışlardır. (TUNAYA, 1952: s.635,638) Görüldüğü üzere Mustafa Kemal’in sağlığında çok partili hayata geçiş çalışmaları yapılmış ancak bunda başarı sağlanamamıştır. Ancak II. Dünya Savaşı’nın dünya siyasetine yeni bir şekil vermesi ve Türkiye’deki muhalefetin etkinliği sayesinde bu emel, İsmet İnönü döneminde gerçekleşme olanağı bulmuştur.

İnönü döneminde ilk siyasi parti 18 Temmuz 1945’te Milli Kalkınma Partisi adıyla kurulmuştur. Partinin kurucuları arasında I. dönem TBMM (1920–1923) muhalefet grubu olan II. grubun önderi Hüseyin Avni Ulaş, Cevat Rıfat Atılgan ve iş adamı olan Nuri Demirağ yer alıyordu. (AYKOL, 1996: s.63) Parti programının 4’üncü maddesinde “müteceddit olmak, irtica ile birlikte memlekete muzır oldukları için komünizm ve bolşevizmi red ve tel’in ederek” yeniliklere açık ve inkılâpçı olduğunu belirtmişti. Yine programın 9. maddesinde ise dış politikada ‘İslam Birliği- Şark Federasyonu’ projesini benimsemiştir. (TUNAYA, 1952: s.635,638) Milli Kalkınma Partisi, katıldığı ilk seçimlerde meclis’te temsil hakkına sahip olamamış ve CHP’ye karşı muhalif parti özelliğini taşıyamamıştır. MKP’ye rağmen Türkiye’de tam anlamıyla çok partili hayat’a geçilmeyip ancak Demokrat Partinin resmen kurulmasıyla bu amaç gerçekleşecektir.

DEMOKRAT PARTİNİN SİYASET SAHNESİNE GİRMESİ

İsmet İnönü döneminde kurulan ilk siyasi parti olan MKP’nin ardından Türk siyasi hayatına damga vuran Demokrat parti 1946 yılının başında kurularak, çok partili hayat’ı gerçekleştirmiştir. Tüm yönleriyle günümüzde hala popülerliğini korumasıyla tartışmalara neden olan DP’nin kurulması bir anda olmayıp iç ve dış etkenlerin tesiriyle aşama aşama gelişmiştir. Dış nedenlerin en kapsamlısı olarak II. Dünya savaşının sonuçlarının, dünya ve Türkiye üzerindeki yansımaları olmuştur.
Türkiye, II. Dünya savaşının devam ettiği sıralarda izlediği tarafsızlık politikasını savaş sonrasında batılıların galibiyeti üzerine önce Almanya ve ardından Japonya’ya savaş ilan ederek batılıların yanında olduğunu göstermiştir. Bu tutumuyla da savaş sonrasındaki yeni dünyanın düzeninin ele alınacağı San Fransisko’daki Birleşmiş Milletler Konferansına katılmayı amaçlamıştır. Bunun için de uzun bir süre devam etmekte olan tek partili hayata son verip savaş galiplerinin genelinin arasında da hâkim olan demokrasi rejimine uygun olarak çok partili hayata geçmek gerektiğinin bilincine varmıştı. (KONGAR, 1999: s.22) 25 Nisan 1945’te San Fransisko’da toplanan galip devletler 1 Ocak 1942 tarihinde imzaladıkları Birleşmiş Milletler Beyannamesinin maddelerini tekrar onaylayıp bu örgüte katılmanın şartı olarak da ‘demokratik bir rejime’ sahip olmayı gerektiren maddeleri sıralamışlardır. Ancak konferansa katılma konusunda Amerika Birleşik Devletleri basınında Türkiye’nin siyasal düzeninin anti demokratik olduğu savunulmuş ancak Churchill’in gayretleriyle Türkiye konferansa davet edilmiştir. İsmet İnönü de konferansa katılacak heyete şu talimatı vermişti:

Amerikalılar çok partili demokrasiyi ne zaman kuracağımızı sizlere sorabilirler. Böyle bir soruya şöyle cevap verirsiniz: Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Atatürk büyük reformcu olmuştur. İnönü’nün rolü, reformları raylarında perçinleştirmek ve Atatürk’ün de arzu ettiği gerçek, tam demokrasiyi kurmak olacaktır. İnönü şimdiye kadar bu çığıra girmeyi istiyordu. Harbin ortaya çıkardığı çeşitli tehlike ve sorunlar buna imkân vermedi. Savaş bitince bu amacı gerçekleştirmek Cumhurbaşkanının en aziz arzusudur. (EKİNCİ, 1997: s.274-275)

İsmet İnönü, bu talimatıyla konferansta ABD’ne ve İngiltere’ye, Türkiye’de demokrasi rejiminin tam olarak gerçekleşeceği garantisini göndererek 1945 yılında Türkiye ile olan dostluk antlaşmasını tek taraflı olarak bozan Sovyetler Birliğine karşı batılı demokratların desteğini kazanmayı amaçlamıştır. 26 Haziran’da son bulan konferansın İnsan Hakları Bildirgesi’nin 20’nci maddesi’nin tek partili rejimle uzlaşmaması üzerine Sovyetler tehdidine güvence almak isteyen Türkiye, ABD desteğini sağlamaya çalışmıştır. Bunun için de yine İnönü’nün talimatıyla heyet başkanı Hasan Saka, Reuter Ajansına “Cumhuriyet rejimi siyasî bir müessese olmak sıfatıyla modern demokrasinin yolu üzerinde azimle gelişmektedir. Anayasamız en ileri demokrat anayasalarla mukayese edilebilir. Ve başkalarını da çok geride bırakır.” demişti. Konferanstaki heyet’te olan Ahmet Şükrü Esmer de gazetecilere Türkiye’nin müşterek güvenlik lehinde olduğunu ifade ederek “Türklerin Amerikan milletine büyük hayranlık” duyduğunu (EKİNCİ, 1997: s.276-277) belirten methiyeler sunmuştur.

San Fransisko Konferansı devam ederken İnönü 19 Mayıs’ta Gençlik ve Spor Bayramı törenlerinde yaptığı konuşmada çok partili hayata geçişin müjdesini veriyor idi. İnönü’nün söylevindeki demokrasi ile ilgili kısmı şöyleydi:

Memleketimizin siyasi idaresi; Cumhuriyetle kurulan halk idaresinin her istikamette ilerlemeleri ve şartlariyle, gelişmeğe devam edecektir. Harp zamanlarının ihtiyatlı tedbirlerle lüzum gösteren darlıkları kalktıkça, memleketin siyaset ve fikir hayatında demokrasi prensipleri daha geniş ölçüde hüküm sürecektir. En büyük demokrasi müessesemiz olan BüyüK Millet Meclisi, ilk günden itibaren idareyi ele almış memleketi demokrasi yolunda mütemadiyen ilerletmiştir. Büyük Millet Meclisin şimdiye kadar parlak bir surette ispat ettiği hakikat; halk idaresinin memleketi serbest düşüncelere ve hürriyet hayatına alıştırıp eriştirmesi ve geçmişte olan otoriter idarelerden daha kuvvetli olarak vatanda anarşiyi ve sözü ayağa düşürmeyi kaldırması olmuştur…(TURAN, 2003: s.31; EKİNCİ, 1997: s.278; KONGAR, 1999: s.31)

İsmet İnönü, 1 Kasım 1945’te TBMM’nde yaptığı açılış konuşmasında: “dışarıda ve içerde, bütün güç şartların yaman etkilerine karşı, Türk milletinin kaderini selamet yolunda yürütmek için” BMM sarf ettiği gayretlerden dolayı şükranlarını sunarken II. Dünya Savaşı döneminde izlenilen politikaları ve alınan kararları uzun bir söylevle açıkladıktan sonra demokrasi değinerek, demokrasinin gerekliliği için şunları söylüyordu:

Türkiye’de demokrasi usullerinin geçmişe ait hesapları yaparken, büyük devrimlerin 1923’ten 1939’a kadar meydana geldiği ve altı seneden beri de bir Cihan Harbi içinde bulunduğumuz unutulmamalı. Demokratik karakter bütün Cumhuriyet devrinde prensip olarak muhafaza olunmuştur. Diktatörlük hiçbir zaman kabul olunmadıktan başka, zararlı ve Türk milletine yakışmaz olarak itham edilmiştir. Büyük Meclisin her deneti yanında milletin vergileri ve harcadıkları üzerindeki, en ileri demokratik milletlerin hiçbirinden eksik kalmıyacak kadar kesin ve kavrayışlıdır. Bizim tek eksiğimiz, hükümet partisi karşısında bir parti bulunmamasıdır. Bu yolda memlekette geçmiş tecrübeler vardır. Hatta iktidarda bulunanlar tarafından teşvik olunarak teşebbüse girişilmiştir. İki defa memlekette çıkan tepkiler karşısında teşebbüsün muvaffak olmaması bir talihsizliktir. Fakat memleketlerin ihtiyaçları sevkiyle, hürriyet ve demokrasi havasının tabii işlemesi sayesinde başka bir partinin kurulması mümkün olacaktır. (TBMM Tutanak Dergisi, 1.11.1945: s.3,7.)

İnönü, demokrasiyi kabul ederken zamanın koşullarının bunu geciktirdiğine dikkat çekmekteydi. Nitekim CHP’li Berç Türker (Afyonkarahisar) de içinde bulunulan durumun ehemmiyetini izah ederken “Allahın” inayeti ve “yüce Milli Şefimizin” dâhiyane siyaseti sayesinde 6 sene süren harp kasırgasından masun kalındığını belirtmekteydi. (TBMM Tutanak Dergisi, 17.12. 1945: s.109)

Çok partili hayata geçişte 1945 yılı siyasi gelişmeleri etkili olmakla beraber özellikle de 25 Ocak 1945 günkü Toprak Reformu Yasasının esaslarının açıklandığı gün başlayan ve 14 Mayıs’ta TBMM’nde tasarının görüşülmesiyle devam eden “örgütlü ve sistemli bir muhalefet” anlayışı doğmuştur. Bu yasanın 17’inci maddesi büyük toprak sahiplerinin tepkisine neden olmuştur. Bu yüzden tasarı hakkında birçok toprak ağası milletvekili söz alarak muhalif konuşmalar yapmışlardır. (BİLA, t.y.: s.188-189) Toprak ağası birçok milletvekili söz almasına rağmen genelde mülk kaygısı güden konuşmalar yapmışlardır. Yalnız Adnan Menderes, yaptığı konuşmalarda demokratik rejim’in ilkelerine değinme cesaretini göstererek içinde bulunulan şartların daha da olgunlaşması gereği üzerinde durmuştur. Menderes, harbin getirdiği koşullardan dolayı başta ekonomi hamlesinin memleketin içinde bulunduğu şarlar itibariyle zor bir dönemece girildiğini belirtmesine rağmen bu durumdan kurtulmak için dünyada açılan yeni safhada Türkiye’nin yerini alması gerektiğini belirterek izlenilen yolun yanlışlığını da şöyle açıklıyordu:

Görülüyor ki takip edile gelmekte olan yol uygun yol değildir. Dünya harbinin doğurduğu ve memleketimize yüklediği güçlüklerin yanında bir de kolay tedbirlerin uzun süren düzensizliklere yol açtığını kabul etmek gerekir… Cumhuriyet maddî ve manevî milletimizin ve yurdumuzun çehresini tamamen değiştirecek önemde ve ölçüde eserler vermiştir. Ancak bunlarla yeterlenmeğe imkân yoktur. Çünkü bütün dünyanın ilerleme temposu o kadar hızlanmıştır ki asırların dünya ile aramıza koyduğu mesafeyi muhafaza etmek dahi güçleşmiştir. Hâlbuki mesafeyi azaltmak ve yetişmek zorundayız… Dünyada yeni açılmakta olan safhanın icaplarına ve gerçeklerine uyarak yepyeni bir zihniyetle hareket olunduğu takdirde hiç de müsait olmayan bu durum düzeleceği gibi… (TBMM Tutanak Dergisi, 1.5.1945: s.229–230)


Adnan Menderes’in demokrasi nutkuyla CHP’si içindeki belirginleşen muhalefet, aslında 21 Mayıs 1945’te başlayan bütçe görüşmeleri sırasında da kendini göstermişti. Bütçe görüşmelerinde Adnan Menderes, Feridun Fikri Düşünsel, Yusuf Hikmet Bayur, Emin Sazak gibi milletvekilleri hükümetin uygulamalarını tenkit etmişlerdi. Nitekim Şükrü Şaraçoğlu’ nun yedi aylık bütçesine Celal Bayar, Adnan Menderes, Hikmet Bayur, Refik Koraltan, Recep Peker, Emin Sazak ve Fuat Köprülü karşı oy kullanmışlardı. (BOZDAĞ, 1975: s.18; AYKOL, 1996: s.65)

Toprak reformu tasarısı görüşmelerden sonra 11 Haziran 1945’te kabul edilmiştir. Ancak 7 Haziranda da CHP içerisindeki dört milletvekili –iş adamı Mahmut Celal Bayar, bürokrat Refik Koraltan, Tarih Profesörü Fuat Köprülü ve pamuk üreticisi ve toprak ağası Adnan Menderes- CHP grubuna tarihe “Dörtlü Takrir” olarak geçen önergeyi vermişlerdi. Bu önerge iktidarın hoşgörüsü ve uluslar arası ortamdaki olumlu gelişmelerden esinlenerek. (TİMUR, 1991: s.14; KONYAR, 1999: s.31-32) “Milli hâkimiyetin en tabii neticesi ve aynı zamanda dayanağı olan Meclis murâkabesini Anayasamızın yalnız şekline değil, ruhuna da tamamıyla uygun olarak tecellisini sağlayacak tedbirlerin” sağlanılması vatandaşların “siyasî hak ve hürriyetlerini” daha ilk Anayasa’daki gibi kullanmaları için şartların olgunlaşması ile partinin esaslarında da yine bu maksatların gerektirdiği gibi tadillerin yapılmasını öneriyordu. Takririn sonlarında ise İnönü’nün 19 Mayıs 1945’teki nutkundan alıntı yapılarak ‘siyaset ve fikir hayatımızda demokrasi prensiplerinin daha geniş bir ölçüde hüküm süreceği’ ifadesi hatırlatılıp teklifin vakitsiz ve yersiz olmadığı gerçeği belirtilmiştir. (YEŞİL, 2001: s.191-192) Ancak takrir CHP’nin 12 Hazirandaki gizli toplantısında yedi saatlik bir görüşmeden sonra mevcut kanun ve kaidelerin değiştirilmesine yol açacağı ve bu çeşit tekliflerin görüşülme yerinin grup toplantısı olmayıp millet meclisi olması gerekçesiyle reddedilmiştir. (TUNAYA, 1952: s.648; KARPAT, 1996: s.131; EKİNCİ, 1997: s.298) Dörtlü Takririn CHP’si grubunda ele alınması görüşülerek ve tartışmalar sonucunda kabul görmemesi ve nedenlerinin de belirtilmesi tek parti yönetiminde alışık olunmayan durumlardandı bu yüzden bu sonuç da aslında demokrasi tarihimiz açısından önemli sayılabilmektedir.

Fikret Bila, Batı’ya yaranma adına olsa gerek, iktidar da ‘demokratikleşme’ şampiyonluğunun başladığına dikkat çekmiştir. Bir dönemler CHP Grup toplantılarının sonunda ‘CHP Grubu toplanmış ve gereken kararları almıştır’ şeklindeki açıklamalar yapılmaktaydı ancak artık toplantıların açık yapılacağı belirtilmiştir. (BİLA, t.y.: s.187) Hatta yukarıda belirtildiği üzere kararların artık gerekçelerinin de verilmesi ilke edinilmiştir.

Takriri verenlerin amacı, ayrı bir parti kurmanın dışında olup meclis’teki ve parti içerisindeki hoşnutsuzluğu yönlendirerek muhalefeti güçlendirmekti. Ancak İnönü, takrirci milletvekillerini adeta yönlendirerek ‘muhalefeti parti içinde yapmamalarını, istiyorlarsa yeni bir parti kurmalarını ve mücadelelerini orada yürütmelerini’ (KARATEPE, 1993: s.110; EKİNCİ, 1997: s.298) istemiştir. İnönü bu önerisinde istekli olacak ki bir süre önce kurulan MKP’ni ciddiye almayıp ‘iktidar partisinin karşısında parti yoktur’ (BİLA, t.y: s.198) diyebilmekteydi. Dörtlü Takrir’in reddedilmesi üzerine Menderes ve Köprülü, Vatan Gazetesinde muhalif yazılar yazmaya başladılar ki tenkit mahiyetindeki bu yazılardan dolayı 21 Eylül 1945’te partiden ihraç edildiler. Bu ihraç üzerine Refik Koraltan da iki arkadaşının atılmalarının parti tüzüğüne aykırı olduğuna dair beyanat vermesi üzerine kendisi de partiden çıkarıldı. Bu gelişmeler üzerine de Celal Bayar da 1 Aralık 1945 günü partiden istifa etmiştir. (TİMUR 1991: s.15; KARATEPE, 1993: s.110-111) Bu istifa ile beraber Bayar, basına verdiği demeçlerde yeni bir parti kuracaklarını açıklamış yoğun süren çalışmalar sonucunda partinin tüzük ve programı hazırlanıp 7 Ocak 1946 tarihinde Demokrat Parti resmen kurularak programının temel özelliği de Türk siyasi hayatında demokratikleşmekle beraber temel hak ve özgürlüklerin sağlanılması olarak dikkat çekmiştir. (AYKOL, 1996: s.66)

Demokrat parti’nin kuruluşundan sonra Celal Bayar, Çankaya’ ya çıkarak İnönü’ye parti programı hakkında bilgi vermiştir. Görüşmenin esas konusu laiklik, eğitim ve dış politika olmuştur. Bu görüşme esnasında İnönü, Terakkiperver Fırkasında olduğu gibi ‘i tikad-ı diniyeye riayetkârız’ diye bir maddenin varlığını sorunca Bayar da hayır yanıtını verip laikliğin dinsizlik olmadığının yer aldığını söylemiştir. İnönü ayrıca Köy Enstitüleri ve ilkokul seferberliğiyle uğraşacaklarını sorduğunda yine hayır diyerek dış politikada da ayrılığın olmadığını söylemiştir. Sağlanan bu güvence ortamından sonra parti için İnönü’den tamam yanıtı alınıp destek de sağlanılmıştır. (KARATEPE, 1993: s.111-112) İnönü özellikle devrimler konusunda titiz davranmasına rağmen demokrasi için ‘gerekirse, devrimlerde ufak tefek rötuş yaparız’ gibilerinden sözleri söylemekten de geri kalmamıştır. “Fakat, devrimleri demokrasiye kurban etmek, İnönü için, kendisini yadsımakla aynı şey demekti. Nitekim, demokratik rejim işlemeye başladıktan sonra, devrimler uğrunda verdiği savaş, devrimler yapılırken Atatürk’le birlikte verdiği savaştan daha çetin olmuştur.” (KALKANOĞLU, 1991: s.133) İki lider arasındaki görüşmenin özeline bakıldığında Timur’un da üzerinde durduğu gibi DP’nin kurulmasında Milli Şef’in artan hoş görüşü, izni ve hatta desteğinin etkisi olduğu görülmektedir. Özellikle de 1944–1945 yıllarında bilinçli olarak Celal Bayar, çok partili hayat için düşünülmüş bunun için de kendisine gerek haber gönderilmiş, Ulus Gazetesinde de bunun için araç olarak kullanılıp özendirici yazılarla Bayar teşvik edilmiştir. (TİMUR, 1991: s.16)

Demokrat partinin doğmasındaki etmenlerden biri de Tek parti döneminde uygulanan ekonomik politikaların yetersizliği olmuştur. Bu dönemde devlet borçları katlanmış, hayat pahalılığıyla beraber enflasyonun kötü etkisiyle genmiş halk tabanlarında ve özellikle de memurlardaki hoşnutsuzluk olmuştur. Ayrıca üretim dengesizliğiyle vurgunculuk artıp karaborsayla ‘savaş zenginleri’ denilen yeni bir sınıf ortaya çıkmıştır. Bunları önlemek için 1940’ta çıkarılan Milli Korunma Kanunu’ndan istenilen sonuçların alınmaması da etkili olmuştur. (TUNCAY, 1996: s.145) Savaş zenginlerinin (Savaş bitiminde Meclis’te bir milletvekili sayılarının tam olarak bilinmemesine rağmen 30–40 bin civarında savaş zenginin doğduğunu söylemiştir.) (TİMUR, 1991: s.21) artması ve güçlenmeleriyle ortaya çıkan bu yeni burjuva sınıfının siyasi iktidara talip olma isteği doğmuştur. Yeni burjuvazi sınıfı siyasi alanda kendini bürokrasi idaresinden ayırma ihtiyacını da duymuştur. Hatta bu durum ayrılma ihtiyacının da dışına çıkılarak ‘entelektüel-bürokratik seçkinler’ tarafından politikacıların küçümsenmesine kadar ilerlemiştir. (HEPER, 1992: s.195; KONGAR, 1999: s.27) Yeni sınıfın gücünün iyice belirgin hale gelmesinden dolayı olacak ki; 1946 yılı bütçesinin görüşüldüğü meclis müzakerelerinde devletçiliğin önemi üzerinde durulmuştur.

Bütçe görüşmelerinde söz alan Rebi Barkın (Zonguldak), devletçilik ilkesinin önemine dikkat çekmiştir. Partinin devletçilikle ilgili prensiplerini açıklarken, partinin tüm sınıfları (çifçiler, meslek erbabı, işçi, memur, sanayi erbabı vb.) ‘devletin ve umumi camianın hayat ve saadeti’ için zaruri görerek devletçiliğin ise amacının ‘sınıf mücadelesi yerine içtimai nizam ve tesanüdü temin etmek ve birbirini nakzetmemek suretiyle menfaatlerle ahenk tesis etmektir.’ (TBMM Tutanak Dergisi, 17.12.1945: s.107) demiştir.

Doğan Avcıoğlu, bu sınıfının iktidarları uğruna gerici unsurlarla işbirliğine gittiklerini ve bu birleşmelerin Türkiye’de bir irtica sınıfının doğmasına neden olduğunu belirtmektedir. (AVCIOĞLU, 1969: s.255) Ağaoğlu da DP’nin kurulmasındaki etmenlerden bahsederken Meşrutiyet ve Cumhuriyet şekillerinin kabul edilmesine rağmen “idare edenlerin zihniyetindeki inkılâp” hareketinin yavaş olduğunu ve fiili idare ile nazari idarenin birbiriyle örtüşmediğini belirtmiştir. Buna karşın DP’nin gerçek demokratik bir Cumhuriyet’in gereklerini yerine getirme gayesinde olduğunu ve devlet ile fert arasındaki ilişkilerin “hür insan ve hür vatandaş” esasına dayandırma amacında olduğunu ifade etmektedir. (AĞAOĞLU, 1947: s.16) Ağaoğlu’nunsöylediklerini destekler nitelikte Menderes 17 Ocak 1948 tarihinde Aydın’da il kongresinde şöyle demiştir:

“Hakikatte demokrasi cereyanı Demokrat Partiden çok evvel mevcuttu. Demokrat Parti Türk milletinin vicdanında yaşayan bu duygu ve heyecanın teşkilâtlanarak fiil ve hareket hâline gelmiş olmasından ibarettir.” (ESİRCİ, 1967: s.121)

Demokrat Parti’nin doğmasında ideolojik etkenlerin varlığı da kabul edilmektedir. Kemalist inkılâpların çok partili hayata geçiş sürecinde önemli bir yer iştigal etmiştir. Kemalizm’in vesayetçiliğinden dolayı siyasi hayatta bir reformun olması kaçınılmaz olmuştur. Çünkü:

Lâik, cumhuriyetçi bir ulus devlet bir kez sağlamca kurulur gibi olduktan sonra, kemalist hedeflerin rekabetçi bir siyasi sistem içinde daha iyi bir biçimde izlenip izlenemeyeceğini sormak da meşru olur. Dolayısı ile gerçek bir anlamda kemalist reformların başarısı, Türkiye’de tek parti sisteminin uzun dönemdeki meşruluğunu ortadan kaldırmıştır. (KONGAR, 1999: s.29)

Tek parti döneminde ihmale uğrayan dinsel kimliğin 1940’lı yılların başında uyanmasının da yeni ve güçlü bir akımın Demokrat Parti’ye bir avantaj sağlamış olduğu görülmektedir. Tarık Zafer Tunaya, bu akımın oluşumunda “Meşrutiyet İslâmcılarını” ve bunların muhafazakâr çevrelerin temsilcileri olarak muhalefetin destekleyicisi olduklarına dikkat çekmektedir. Ayrıca böyle büyük katılımlı bir muhalefet oluşumun nedenini de şöyle izah etmektedir:

İhmale uğramış bir kitleyi kalkındırmak için muhafazakâr çevrelerle savaşarak yapılmış olan devrimci hamleler, İkinci Dünya Savaşı dolayısıyla ve bilhassa köyde hissedilen yüklemeler, liberal ve devletçi iniş çıkışlarla artan ekonomik çıkmazlar, Varlık Vergisi olayı, devletçilik politikasının uyandırdığı hoşnutsuzluklar… (TUNAYA, 2003: s.168)

Samet Ağaoğlu ise DP’nin tutulmasında CHP iktidarının baskıcı politikalarının olmasının yanında bu baskıların iktidarı zalim göstermekle beraber halk’ın da zalimden ayrılıp mazlumun yani Demokrat Parti’nin yanında yer almasının etkili olduğunu ifade etmiştir. (AĞAOĞLU, 1972: s.78) Öyle ki tek parti iktidarının ağır şartları altında empoze edilen sıkı tedbirler, karşısında köylüler ve mahalli önderler tarafından hoşnutsuzlukla karşılanmıştır ve bu durum unutulmayarak DP’nin toplum tarafından benimsenmesine neden olmuştur. (ÖZEK, 1962: s.98)

Demokrat Parti’nin tutulma nedenlerinden biri de ‘milli düzeydeki kurucularının çoğu, CHP liderleri gibi, bürokratik seçkinlerden olmasına rağmen, parti kısa sürede çevrenin kültürüyle’ özdeşleşmesi olmuştur. Bundan dolayı da DP taşradan taraftar toplayan ‘ilk siyasal parti haline’ gelmiştir. CHP’li bürokratlar bu başarı karşısında DP’lileri ‘kaba köylüler’ ve ‘taşralı ahmaklar’ diye tepkilerini koymuşlardır. Demokrat Partililer bu durumu hemen kullanıp partinin ‘Halkçı’ özelliğine dikkat çekerek CHP karşısında olanların savunucusu konumuna gelmiştir. (MARDİN, 1998: s.133-134)

Demokrat Parti’nin CHP karşısındaki en büyük artılarından birinin de parti kurucularının olduğu gerçeğidir. Demokrat Parti’nin önderlerinin vurguları farklı olmakla beraber muhalifleriyle aynı temel felsefeyi savunan eski Kemalist idiler. Özellikle Mahmut Celal Bayar, Türk siyasetinin önemli şahsiyetlerindendi. Atatürk’ün güvenini kazanmakla beraber onun son başbakanı olarak tarihe geçmişti. (AHMAD, 1995: s.149) Adnan Menderes ise SCF, milletvekilliğinden sonra 1930–1945 devresinde CHP Kütahya Parti Müfettişliğinde çalışmış ve bu süredeki parlamento görevlerinde bulunup daima saygı ve sevgi toplamıştır. Öyle ki CHP’nin müfettişi olarak görev yapmasına rağmen 1946 seçimlerinde Aydın'dan da aday olup buradaki mazbata oyunlarıyla kaybetmiş ancak Kütahya halkı Menderes’e verdiği oylarla milletvekilliğini sağlamışlardır. (BAYAR, t.y.: s.28-29) Ağaoğlu da Demokrat Parti’nin nasıl düşünüldüğüne dair sorusuna “iki lider ve bazı yüzler” - Bu yüzler arasında Rauf Orbay, Adnan Adıvar, Halide Edip, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ali Fuat Cebesoy, Ahmet Emin Yalman gibi memleketteki siyasi hayata şekil veren kişiler olmuştur- (AĞAOĞLU, 1972: s.82) cevabını vererek lider kadronun önemine dikkat çekmiştir. Demokrat Parti bu tür şartlarda doğup gelişmesine rağmen daha önce de belirtildiği gibi halk DP’ye program veya herhangi farklı bir özelliğinden dolayı yanaşmamıştır. CHP’nin baskıcı yapısı ve tek parti iktidarına karşı ses getirebilecek ve tutunabilecek herhangi bir partiyi beklemesi neticesiyle DP’ye tevazu göstermiştir.

Celal Bayar da DP’nin kurulma fikrinde olduğu günlerde Hüseyin Cahit’in kendisine gönderdiği ve özetle memleketin iç durumunun parti kurmaya müsait olmadığını anlatan mektubuna şu cevabı vermiştir: ‘Biz partiyi kuracağız. Kendimize güveniyoruz. Millete sonsuz bir itimadımız var…’ diyerek parti kuruluşundan sonra memleketin başına gelecek siyasi bir afette kendilerinin sorumlu olarak göreceklerini belirtmiştir. Bunun yanında “milletin olgunluğuna güvenerek işe girişecek yeni bir parti, iktidara geçmese bile muhalefetteki” uyarmalarıyla memlekete büyük hizmetleri yapabileceğini de belirtmiştir. (BAYAR, t.y.: s.37-38)






KAYNAKÇA

M. Kemal ATATÜRK, Nutuk, (Yay. Haz. Zeynep Korkmaz), Atatürk Araştırma Merkezi,
Ankara, 1990.
Samet Ağaoğlu, İki Parti Arasındaki Farklar, I. Basım, Ankara, Arbas Matbaası, 1947.
--------, Ağaoğlu, Demokrat Partinin Doğuş ve Yükseliş Sebepleri Bir Soru, Baha Matbaası, [y.y.], 1972.
Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu, (Çev. Yavuz Alogan), İstanbul, Sarmal Yayınevi, 1995.
Sina Akşin ve Diğerleri, Türkiye Tarihi: 5. Basım C.4, İstanbul, Cem Yayınevi, 1997.
Hüseyin Aykol, Türkiye’de Sağ ve İslamcı Örgütler, İstanbul, Pelikan Yayınevi, 1996, s.63
Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, I. Basım, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1969.
Celal BAYAR, Başvekilim Adnan Menderes, (Yay. Haz. İsmet Bozdağ), I.Basım, Baha Matbaası, İstanbul, (tarih yok).
Düstur, 3. Tertip, C.6, Ankara, Başvekâlet Matbaası, 1934.
Hikmet Bila, CHP Tarihi, I. Basım, Ankara, Doruk Matbaası, (t.y)
İsmet Bozdağ, Demokrat Parti ve Ötekiler, İstanbul, Kervan Yayınları, 1975.
Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi: 2. Basım, Ankara, İmge Yayınevi, 1999.
Necdet Ekinci, Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler, I. Basım, İstanbul, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 1997.
Şükrü Esirci, Menderes Diyor ki, İstanbul, Demokrasi Yayınları, 1967.
Metin Heper, Türk Demokrasisinin Dünü, Bugünü ve Yarını, Ankara, TTK Basımevi, 1992.
Semih Kalkanoğlu, İsmet İnönü: Din ve Laiklik, I. Basım, İstanbul, Tekin Yayınevi, 1991.
Kemal H KARPAT, Türk Demokrasi Tarihi, Afa Yayıncılık, İstanbul, 1996.
Şükrü KARATEPE, Tek Parti Dönemi, Afa Yayıncılık, İstanbul, 1993.
Hürriyet KONGAR, Ulus Gazetesi, CHP ve Kemalist İlkeler, İstanbul, Bağlam Yayınları, 1999, s.22.
Şerif, MARDİN, Türkiye’de Din ve Siyaset, 5. Basım, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998.
Çetin Özek, Türkiye’de Lâiklik, İstanbul, Baha Matbaası, 1962.
Suavi Tuncay, Parti İçi Demokrasi ve Türkiye, Ankara, Gündoğan Yayınları, 1996.
TBMM Tutanak Dergisi, Dönem 7, C. 17, Birleşim 85, 21.5.1945.
Tarık Zafer TUNAYA, İslamcılık Akımı, 1.Basım, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2003.
------------- TUNAYA, Türkiye’de Siyasi Partiler, İstanbul, Doğan Kardeş Yayınları, 1952,
İlhan Turan, İsmet İnönü Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşiler, Ankara, TBMM Yayınları, 2003.
Taner Timur, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, İstanbul, İletişim Yayınları, 1991.
Ahmet Yeşil, Türkiye’de Çok Partili Siyasi Hayata Geçiş, II. Basım, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2001.
Ahmet Yücekök, 100 Soruda Türkiye’de Din ve Siyaset, İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1971.