MONTAIGNE VE TÜRKLER
Zeki ARIKAN-Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Tarih-Bölümü Öğretim Üyesi.

Michel de Montaigne'in Denemeleri'nde Türk görüntüsü acaba nasıl bir yer tutuyordu? Önce şu noktayı belirtelim ki Denemeler, Yeniçağ Fransız edebiyatının en özgün kaynaklan arasında yer almaktadır.
Denemeler'e temel olan düşünce, bütün eylemleri içinde insanı tanımaktır, insanı tanımanın en iyi yolu yine insandan geçmektedir.Bunun için Montaigne önce kendisini tanımaya, tanıtmaya çalışmış sonra da diğer insanları kendi dünyaları içinde yakalamaya çaba göstermiştir. Denemeler'in okuyucuya seslenen girişinde Montaigne, "kitabımın mayası, özü benim" diyerek eserinin merkezine kendisini koyduğunu ifade etmektedir.

XVI. yüzyılda Avrupa, Türkleri yaman bir savaşçı olarak tanımaktadır.Türk ordusu korkunç bir savaş makinesi gibidir. Askerin disiplini, azakanarlığı, karargâhtaki düzeni, savaş taktiği vb. Batılı yazarların en çok üzerinde durdukları konular olarak karşımıza çıkmaktadır.Ancak zaman zaman bu gibi konulara değinen Montaigne'in amacı herhalde XVI. yüzyılda Türk askerî sistemini araştırmak değildi. Montaigne Türk ordusunun savaş gücünü, disiplinini ve cesaretini bir malzeme olarak kullanıyor, hattâ bu öğeleri ahlakî bir bağlamda değerlendiriyordu. Montaigne, Türk ordularının (armees turquesques) kendi ordularına göre ne kadar iyi yönetildiğinden ve iyi bir durumda bulunduğundan söz ederken askerin azakanarlığını temel bir belirleyici öğe olarak ele almaktadır, askerler yalnız su içmekte, pilav (riz) ve un haline getirilmiş pastırma yemekte ve herkes bir aylık azığını kolaylıkla sırtında taşımaktadır..


Montaigne, askerî zaferlerin büyük ölçüde komutanlara bağlı olduğu görüşünü savunmaktadır. Bu bağlamda Montaigne, Yavuz Sultan Selim'in bir sözünü aktararak onun bu konuda ne kadar haklı
olduğunu teslim etmektedir:
"Birinci Selim, bana göre, çok haklı olarak başsız kazanılan zaferlerin tam bir başarı olmadığını söylüyormuş. Savaşa katılmayan,er meydanında sesini duyurmayan, düşüncesini kanıtlamayan bir hükümdar böyle bir başarıdan utanç duymalıymış. Ancak ve ancak savaşın içinde yer alanlar, elde ettikleri başarılardan ötürü onur duyabilirler"

Montaigne, Osmanlıların askerî başarılarının en büyük gizini,hükümdarların doğrudan doğruya savaşa katılmalarında ve çatışmanın en tehlikeli anlarında hazır bulunmalarında aramaktadır.

Montaigne, savaş koşullarının, kimsenin kendini kurtaramayacağı tamamen umutsuz bir duruma geldiği sırada bile Türk askerlerinin kendilerini tehlikenin göbeğine atan cesaretlerinden hayranlıkla söz etmektedir. Sözgelimi Hind Okyanusu'nda (en la mer desIndes), Portekizler tarafından tutsak edilip bir geminin ambarına kapatılan on dört Türk, söktükleri çivileri birbirine sürterek çıkan kıvılcımlarla barut fıçılarını ateşlemiş ve kendileriyle birlikte gemiyide havaya uçurmuşlardır. Ancak Türkler, her umutsuz durumda kendilerini harcamamakta, olumsuz koşullardan kurtulmanın yollarını aramaktadırlar. Nitekim Bayezit'in Rusya'ya (böyle?) gönderdiği ordu öyle korkunç bir tipiye yakalandı ki askerler atlarının karınlarını yararak içine girdiler ve böylece donmaktan kurtuldular".

Montaigne, Türk ordusundaki disiplini ahlaki bir erdem olarak ülkesinin gençlerine örnek olarak göstermektedir. Bu bağlamda Montaigne, Roma ordularıyla Osmanlı ordusundaki disipline dikkatimizi
çekmekte ve şöyle demektedir:
"Askerlerin düşmandan çok komutanlarından korkmalarını isteyen o eski ahlak ne oldu? Şu güzelim örneğin benzeri nerde: Bir elma ağacı Roma ordusunun kamp kurduğu bir yerin ortasında kalmış da ertesi gün ordu çekilip giderken olgun, nefis elmaları bir teki eksilmeden sahibine bırakmış. İsterdim ki gençlerimiz vakitlerini pek yararlı olmayan gezintiler ve pek şerefli olmayan uğraşlarla geçirecek yerde biraz gidip yaman bir Rodoslu kaptanın bir deniz savaşını nasıl yönettiğini, biraz da Türk ordularındaki disiplini görsünler.Çünkü bizimkilerden çok ayrı ve çok üstün onlardaki disiplin. Bizim askerlerimiz seferde eskisinden daha uygunsuz, sorumsuz,Türk askerleriyse tersine daha ölçülü, daha çekingen davranıyorlar.Çünkü onlarda, barış zamanında fakiri rahatsız etmek,malını çalmak birkaç kötek cezasıyla geçiştirildiği halde savaşta en ağır cezaları görüyor. Parasını vermeden bir tek yumurta almanın cezası tam elli sopa. Onun dışında, karın doyurmayan, az ya. da çok değerli herhangi bir şeyi çalanlar hemen kazığa geçiriliyor ya da başları kesiliveriyor". ''Fatihlerin en zalimi olan (le plus cruel conguerant)Selim üstüne yazılanları okurken şaştım Mısır'ı aldığında Şam şehrini bolluk ve güzellikle saran eşsiz bahçelere askerlerinden hiçbirinin eli değmemiş; hem de kapalı değil açık oldukları halde"

Montaigne, Türkiye'de kadın-erkek ilişkileri, Türklerin ahlaki değerleri konularında da okuyucularına ilgi çekici bilgiler vermektedir.Bunlar arasında Türklerin, kadınların çeşitli yerlerine iz bırakmak için onların vücutlarını dağladıkları hakkındaki görüşleri dikkati çekmektedir. Bunun bir sevgi belirtisi olduğunu da eklemektedir.

Montaigne, erdem üzerine yazdığı bir denemesinde Türklerin her tehlikeye rahatlıkla atılmalarının temel nedenlerini, onların alınyazısına inanmalarına bağlamakta ve yazgılarına boyun eğmelerinde aramaktadır.

Montaigne'e göre Muhammediler yani Türkler bütün diğer ulusların tarihlerini hor görmekte, ancak kendi tarihlerine özel bir değer vererek onu yüceltmektedirler. Fakat buna karşılık İskender tarihine büyük önem vermektedirler. Montaigne'in bu düşüncelerinin kaynağı da Postel'dir.

Bütün bunlar dışında Montaigne'in kendi zamanında İstanbul'daki eğlencelerden söz etmemesine şaşırmamak gerekir. Aynı at üstünde bulunan iki süvarinin şaşırtıcı hareketlerinden övgüyle söz etmektedir.

Denemeler'de, Türklerin "zalimliğine" ilişkin epeyce alıntı göze çarpmaktadır. Bunlardan birincisi ve ürkütücü olanı Sultan Murat'ın Mora yarımadasını ele geçirdiken sonra günahlarının kefareti için altı yüz genci babasının ruhuna kurban etmiş olduğu iddiasıdır. Bunun yanında daha korkunç iddialara da Denemeler'de yer verildiği görülmektedir.Montaigne, "Korkaklık" (couardise) konusunu işlediği bir denemesinde, "sözüne güvenilir" Halkokondil'den şu olayı aktarmaktadır, işkenceye aşırı düşkün olan Sultan Mehmet,genellikle insanları kılıçla iki eşit parçaya ayırıyor ve bir seferinde iki kişi can veriyormuş gibi oluyordu. Vücudun her iki eşit parçanın canının çıkması oldukça uzun zaman alıyordu. Bu eylemde pek olağanüstü bir durum görmeyen Montaigne, Arnavut prenslerinin bundan daha zalimane yöntemlere başvurduğunu eklemektedir.

Makalenin tamamı aşağıdaki linktedir.
http://www.4shared.com/file/15252236...ve_Trkler.html