ŞARK MESELESİ KAVRAMI VE GÜNÜMÜZDEKİ YANSIMALARI

Prof. Dr. Gül AKYILMAZ - Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Türk Hukuk Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı


Tarih eğer sadece geçmişteki olayları günümüze aktaran bir bilim dalı olarak görülürse kendisinden beklenen görevleri ve işlevleri tam anlamıyla yerine getiremez. Ancak tarihi yalnızca olaylar dizininden ibaret görmeyip tarihî gelişmeleri nesnel olarak yorumlayabilir, tarihin bize cömertçe sunduğu tecrübelerden yararlanabilir ve bu çerçevede gelecek için yapılan plânlarda kullanabilirsek işte o zaman tarih geçmiş değil gelecek olur. Bu yaklaşım tarzı ülkemizin stratejik çıkarlarını ilgilendiren konularda daha da büyük önem arz etmektedir.

Türkiye’nin jeopolitik konumu da zaman zaman kimi tarihî olayların yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır. Zira bilindiği üzere ülkelerin coğrafî konumları izlenecek dış siyasetin belirlenmesinde son derece önemli bir rol oynar.

Şark meselesi kavramı siyasî tarihe mal olmuş bir terim olmakla birlikte üzerinde hâlâ bilimsel araştırmaların süregeldiği, tartışmaların yapıldığı hatta bazı bilim adamlarınca farklı bir biçimde de olsa günümüzde devam ettiği düşünülen dolayısıyla yeniden hatırlanmasında, yorumlanmasında büyük faydalar olan bir kavramdır. Bu kavramın ilk ortaya çıkış tarihi ile ilgili farklı görüşler olsa da özellikle 19 ncu yüzyılda Avrupalı devletlerle Osmanlı arasındaki ilişkiler meselenin temel eksenini teşkil etmektedir.Bir başka ifade ile şark meselesi 19 ncu yüzyılda batılı büyük güçlerin Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerini tanımlamak amacıyla, batılı tarihçiler tarafından kullanılagelmiş bir terimdir. Bunun en önemli sebebi ise kuşkusuz Osmanlı Devleti’nin jeopolitik konumudur.

Daha sonraki alt başlıklarda üzerinde durulacağı gibi o dönemde Osmanlı egemenliği altında bulunan Balkanlar bölgesi, İstanbul, Boğazlar ve nihayet Orta Doğu toprakları şark meselesinde belirleyici role sahip olmuşlardır. Bugün sadece İstanbul ve Boğazlar Türk egemenliğinde olsa da Balkanlar ve özellikle Orta Doğu gibi uluslar arası sistemin nabzının attığı sorunlu iki bölge de Türkiye’nin yanı başındadır. Öte yandan şark meselesinin bir diğer boyutunu da batılı güçlerin Osmanlı içindeki azınlıkları koruma siyaseti oluşturmuştur. Son dönemde Balkanlar’da yaşanan ve Makedonya başta olmak üzere bazı yerlerde bir süre daha devam edeceği anlaşılan etnik çatışmalar, Orta Doğu’nun içinde bulunduğu karmaşık durum ve son günlerde gündeme getirilen Büyük Orta Doğu Projesi gibi gelişmeler Türkiye’nin dış siyaset sorunlarıyla birlikte düşünüldüğünde bu kavramın bir kez daha hatırlanıp gözden geçirilmesinin yararlı olacağı anlaşılmaktadır.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi jeopolitik ülkelerin coğrafî konumu nedeniyle dış siyasetlerinin alacağı biçimi belirler. Siyasî tarihçiler coğrafî konum açısından devletleri kıt’a devletleri, ada devletleri, kıt’a içi devletler ve kenar devletler olarak dört kısma ayırmışlardır. Bu ayırım çerçevesinde Türkiye tıpkı İspanya, İtalya, Yunanistan gibi yarımada biçiminde olan bir kenar devlet olarak tanımlanmıştır. Kenar devlet kavramı ise bir kıt’anın kenarındadır ve bir veya daha çok yanları denize açılan devlet olarak tarif edilmiştir. Bu tanım çerçevesinde bazı kenar devletler daha çok karaya yönelik iken bazılarının da denizle bağlantıları daha çoktur. Türkiye yarımada şeklinde bir kenar devlet olduğu için Ege ve Akdeniz’e çıkış yolları büyük önem arz etmektedir. Onun içindir ki Ege’de Yunanistan’la aramızda ihtilâflı olan konular ve Kıbrıs sorunu ülkemizin jeopolitik konumuyla yakından ilgilidir ve bulunacak çözümlerde bu hassas ve önemli noktanın göz ardı edilmemesi gerekir. Halil İnalcık’ın ifadesi ile Türkiye “Stratejik bakımdan dünyanın çok nazik bir yerinde bulunan bir ülke olarak dünya milletleri arasında yalnız bir ülkedir.”

Makalenin devamı için 'BUYRUN'