Demir ve Çelik Alaylar

Milli Mücadele'de din adamları ellerinde silah, beldelerini de korumuşlardır. Isparta'da Hafız İbrahim Efendi DEMİRALAY, Afyon Karahisar'da Hoca Şükrü Efendi ÇELİKALAY adlarında gönüllülerden alaylar teşkil etmişlerdir.

Ali Fuat Paşa bu kuvvetlerden şöyle söz eder: "Anadolu'nun muayyen bir kısmını elde tutabilmenin ilk şartı, başında olduğum 20. Kolordu'nun sahası içinde olan Isparta-Afyonkarahisar-Eskişehir hattını elde muhafaza edebilmekti. Eskişehir'de İngilizler vardı. Eğer Isparta ve Afyon'u muhafaza edebilsek idik, Eskişehir'deki İngilizleri atmak mümkündü. Isparta ve Afyon'da milli kuvvetleri teşkil edebilme faaliyetimize lüzum kalmadı: Bu iki şehrimizde, iki din adamı, başı sarıklı iki mücahit başa geçmişler ve milli kuvvetleri tecrübeli kumandan siyaset ve basireti ile teşkilatlandırmışlar ve ilk anda yadırganacak bir kararla kumandayı da bizzat ellerine almışlardı. Isparta'da Hafız İbrahim Efendi, Afyonkarahisar'da Hoca İsmail Şükrü Efendi..." (93).

Şükrü Hoca, TBMM üyesi sıfatıyla Ankara'ya geldiği zaman öncelikle Mustafa Kemal Paşa'nın yanına gitmiştir. Paşa, kendisine; "Nerede kaldın Hocam? Dört gözle seni bekliyorduk" demiştir. Bunun üzerine Şükrü Hoca da, Afyon'daki çalışmalarını anlatarak, Paşa'ya oradaki düşmanın durumu ve yapılması gereken işler hakkında bilgi vermiştir. Bu sırada, Mustafa Kemal Paşa, tekrar; "Varolunuz Hocam. Sizin gibi din âlimlerinin bu hususta millete önayak olmanız memleketin ve dinin muhafazası için elzemdir. Afyon'da nasıl çalıştığınızı, evlerde, camilerde, köylerde halkı düşmana karşı mukavemete nasıl hazırladığınızı işittim. Memleket ve din uğrundaki bu mücadeleniz şayanı takdirdir. Çok memnun oldum Hocam: Yine sizin gibi bir din âlimi olan arkadaşınız Nebil Dehşeti Efendi'nin (I. dönem TBMM Afyonkarahisar Meb'usu) mesaisini de takdir ederim" diyerek hocaların özellikle Şükrü Hocanın Milli Mücadele'deki hizmetlerini belirtmiştir (94).

Yunan orduları durmadan ilerliyorlardı. Alaşehir elden çıkmıştı. Yunan işgalinin genişlediği bu günlerde konu TBMM'nde gündeme gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa'nın da hazır bulundukları Meclis toplantısında hararetle tartışılmıştır (95). Bu arada Şükrü Hoca da görüşlerini açıklamıştır. O uzunca olan konuşmasının bir bölümünde konuyla ilgili görüşlerini şöyle dile getiriyordu:

"...Bu gün benim memleketim istilâya maruzdur. Düşman şimendiferle üç saatlik bir mesafededir. Fakat ben meyus değilim. Beni meyus edecek diğer mahallerin sükûtudur. Bu gün Uşak sükût edecek, yarın Karahisar. Bir memleket yanarken diğerinin seyirci kalması İslâmiyete şîndir. Efendiler! bu gün yapılacak bir vazife vardır. Öyle nazariyat peşinde koşulacak zaman değildir. Bundan evvel bizim kölemiz olan ve nüfusu bir buçuk milyondan ibaret bulunan hain bir Yunan bu gün yükselsin de, yüz yüz elli bin kuvvetle hücum etsin de bu kadar kuvveti mağlup etsin. Bu İslâmiyetle kabili tevfik değildir. Bu gün Millet Meclisi şu derde deva bulmak için toplanmıştır. Biz de onun için buraya geldik. Bunun çaresi umum Anadolu kuvvetlerini tevhit etmek, cihadı mukaddes ilân etmekdir. Bu gün ben mukadderatımızı elinde tutan kimselerin sui idaresini bilmekle beraber onlardan müşteki değilim; onların iskatı taraftarı değilim. Gördüğüm yolsuzluklar karşısında ve düşman taarruzuna karşı buradaki lâkayitlikler beni eritiyor. Rica ederim, itiraf etmeliyiz azillerin, nasıpların sırası değildir. Millet kendini kuvvetli göstermelidir...(96).

Meclis'teki bu tartışmalar esnasında Erkan-ı Harbiyei Umumi Reisi (Genelkurmay Başkanı) Fevzi Paşa, Şükrü Hoca'ya; "Hocam vaziyet tehlikededir... Bir cephe kurabilmek için bize beş ay zaman lazım" demesi üzerine de Şükrü Hoca kendisine yeteri miktarda at ve silah verilmesi halinde düşmanı beş ay oyalamak yerine düşmanı durdurabileceğini bildirmiştir (97).

Bundan sonraki gelişmeleri Şükrü Hoca şöyle anlatır:

"...Paşa bu tekliften memnun kalır. Ne kadar silah ve cephane varsa derhal bana teslim edilmesi için Ankara silah deposuna emir verdiler (98). Depoya gittim. Ne göreyim: 14 adet martinden muaddel tek ateşli bekçi silahlarından başka silah yok. Bunları aldım. Kırka iblâğını istedim. Ankara Kolordu Kumandanı ve Vali Vekili Nuri Beyin bunu bulacağını ümid ediyordum. Maalesef buna imkân olmadığını söyledi... Resmi makamlardan ümid kesilince Allah'a dayanarak bir çare düşündüm. Hemen bir gün içinde bir asker elbisesi diktirdim. Başımdaki sarığı muhafaza ederek bu asker elbisesini giydim. Hacı Bayram Camii'nde Cuma namazından sonra kürsüye çıktım..."Ey cemaati müslimin! dedim. Kapıları kapayınız. Hiçbiriniz camiden dışarı çıkmasın. Sizinle görüşecek mühim meseleler var!" dedim. ...coştum, söyledim. Evde duvarlarda asılı duran harb silahlarının boşuna asılı kalırsa ev sahibine lânet edeceğini anlattım. Memleket ve din tehlikede kalırsa yedisinden yetmişine kadar bütün Müslümanların cihadla mükellef olduğunu anlattım. Mustafa Kemal Paşa'nın teminatını söyledim. Cemaat ağladı. Ben ağladım. Nihayet arkamdaki ilmiye cübbesini çıkararak asker elbisesiyle başımda sarık olarak kürsüde ayağa kalktım. "Ey cemaati müslimin! dedim. İşte ben asker kıyafetine girdim cepheye gidiyorum. Memleket ve din kurtuluncaya kadar cephelerde düşmanla çarpışacağım. Memleketini dinini seven benimle gelsin" dedim... Herkes sağa sola koştu. O gün akşama kadar 700 silah, 600 mücahid, 120 at toplanmıştı. ..Ben miktarı kafi silahşör mücahidlerle Ankara'dan ayrıldım... Afyon'a gelir gelmez düşman bir taarruz daha yapmış, Uşak'a girmişti. Acele cepheye koştum. "Uşak Cephesi'ne" İzzettin Bey kumanda ediyordu...Ben hemen o tarafta bir müdafaa hattı tesis ettim" (99).

Demiralay'ın varlığı, İtalyanların Isparta ve çevresinde barınamamasını sağlamıştır. Çelikalay da Dumlupınar'da Yunan ileri harekâtını dokuz ay durdurarak ordumuzun hazırlanmasını temin etmiştir. Şükrü Hoca, cephede alayının başında ve cephe gerisinde de camilerde vaaz ederek Afyon halkının Milli Mücadele lehinde bilinçlenmesinde de hizmet vermiştir (100).

Hafız İbrahim ve Hoca Şükrü Efendiler'den başka çalışma alanımıza giren bölgede, kimi din adamları da gönüllülerden oluşturdukları müfrezelerine komuta etmişlerdir. Örneğin, daha önce de belirtildiği gibi Çal Müftüsü Ahmet İzzet Efendi bunlardan birisidir. Müftü Ahmet İzzet Efendi, Çal (Denizli) ve çevresinden oluşturduğu 100 kişilik müfrezesine Aydın-Köşk cephesinde komuta etmiştir. Yine Salihli-Bozdoğan cephesinde Kadı Zahit Molla, Bakırlı Hüseyin Hafız, Kırkağaç Müftüsü Mehmet Rifat da Kuva-yı Milliye komutanlıkları yapmışlardır. Bunlardan Müftü Mehmet Rıfat Efendi düşmanla çarpışırken esir düşmüş ve Atina'da uzun süre esaret hayatı yaşamıştır (101).

Bir diğer müfreze komutanı da Celal Bayar'ın, "...İri vücutlu, başında kocaman sarığı, muntazam kesilmiş sakalı, elinde bir İngiliz filintası, belinde fişekliklerle İngiliz atı üzerinde çok heybetli görünüyordu. Yanında silahlı beş muhafız vardır" diye tanımladığı Eşme Müftüsü Hacı Nafiz Efendi'dir (102).

Özetle, Milli Mücadele'de din adamları ellerinde silah beldelerini de korumuşlardır.

Bu bölümü, Mustafa Kemal Paşa'nın Demiralay Komutanı Hafız İbrahim'e gönderdiği 14.8.1336/1920 tarihli telgrafıyla bitirelim:

12. Kolordu Kumandanlığı Vasıtasıyla Isparta Milli Demiralay Kumandanı Mebus İbrahim Bey'e

Isparta Livası'nın Müdafaa-i Vatan hususunda gösterdiği fedakarlık teşekküre şayandır. Bütün alay zevatı ve kendisine Büyük Millet Meclisi'nin takdirlerini ve teşekkürlerini takdim ederim.

Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal" (103).

Kaynak: http://www.diyanet.gov.tr/yayin/basi...sayfa=5&yid=26