ARKAİK HEYKELE GENEL GİRİŞ

Grekler, Tanrıların, mitolojik yaratıkların ve kültle ilgili konuların ifade ve tasvir edilmesine önem vermişler ve bu da sanatın gelişmesine yardımcı olmuştur.

Heykeltıraşlığın doğal ölçüde olan ilk eserleriyle birlikte gözüken Kore ve Kuros heykelleri Arkaik dönem sanatında başta gelen konulardan olmuş ve bu nedenle kuroslarda anatomik özelliklerin korelerde de giysi ve kıvrımlarının ifade gelişmesi büyük ölçüde olanak bulmuştur.

Heykeltıraşlığa ait doğal ölçüdeki ilk eserlerin yapımına çeşitli bölgeler genel olarak birlikte katılmış olduklarından öncelik konusunda aralarında bir ayırım yapmak güçtür. Peloponnes, özellikle mermer adaları olarak bilinen Paros ve Nakkos’un bulunduğu Kikladlar ile Samos, Girit ve M.Ö. 6. yüzyılda gerek vazoculuk, gerek heykeltıraşlıkta büyük aşama göstermiş olan Atina, bugünkü buluntulara göre bu konuda üzerinde durulacak şehir ve bölgelerdir. Yenilik ve değişiklerin, diğer deyimle gelişmelerin türlü bölgelerde aynı zamanda görünmelerinde, sanatçıların büyük bir kısmının gezici olmalarının da rolü olmuştur. Örneğin, yarı efsanevi bir sanatkar olan Daidalos’un doğum yerinin Atina olduğu ve Girit’e gitmeden önce bir süre burada çalışmış olduğu bilinmektedir. Doğum yerleri Girit, babaları ve hocaları Daidalos olarak bildirilen Dipoinos ve Skylles Girit’ten başka çeşitli şehirlerde de çalışmışlardır. Samos’lu sanatkar Theodoros Isparta’da ve Efes Artemis tapınağında Atina’lı Endoios Peloponnes’deki Tegea’da çalışmışlardır.Magnesia’lı Batykles ise M.Ö. 550 yıllarında Amyklai’da Apollon tahtını yapmıştır. Bütün bunlara rağmen Girit’in, Arkaik Heykeltıraşlığın ilk döneminde sanatın gelişmesinde önemli rol oynadığı, hatta önde gelen bir bölge olduğu bazı bilginler tarafından kabul edilmektedir.

Grek aleminde sanatın gelişmesi konusuyla ilgili olarak belirtilmesi gereken bir nokta daha vardır; o da gelişen ticaret ve bunun sağladığı ekonomik güçtür. Bu durum toplum ve bireyleri mali yönden güçlü kılmakta, dolayısıyla hayat seviyesi yükselmektedir. Bu nedenle örneğin, Rhombos adında bir Atinalı’nın kurbanlık danayı taşır vaziyette yaptırdığı kendi heykelinin Akropol’e dikilmesi, bireyin inanç ve mali gücünün bir araya gelmesinden doğan bir sanat olay ve ürünü olarak görülmelidir. Böylece devletin mali yönden güçlü olmasından başka bireyin de güçlü olması sanat eserlerinin yapımını olumlu yönde etkilemektedir.

Heykel türünden olan doğal ölçüdeki Grek eserleri, M.Ö. 7. yüzyılın ortalarından itibaren gözükmeye başlamıştır. Bu eserlerin ortaya çıkması taştan yapılan anıtsal tapınakların yapımıyla yakından ilgilidir. Ahşap tapınaklardan, taştan olan tapınakların yapımına geçiş bu zamanda başlamıştır.

Erken Arkaik, M.Ö. 650-580/570
Yüksek (Olgun) Arkaik, M.Ö. 580/570-530

Arkaik Heykeltıraşlığın bu şekilde dönemlere ayrılması sanatın ve eserlerin gösterdiği gelişme ve özelliklere dayanmaktadır. M.Ö. 500 yıllarında Grek sanatında büyük bir aşama sayılan, Frontalitenin kırılması gibi önemli bir sanat olayı meydana gelmiştir. M.Ö. 530-525 yıllarında, çeşitli sanat olayları ve yeniliklerin görüldüğü Siphnos’luların hazine dairesi yapılmıştır. M.Ö. 570 yıllarından itibaren, Arkaik dönemin başta gelen özelliklerinden sayılan gülümseme daha da belirgin bir duruma gelmiştir. Yine bu yıllardan itibaren, kabartma şeklinde yapılan ve pile kıvrımları anımsatan kıvrımlar ortaya çıkmıştır. Erken Arkaik döneminde ise kıvrımlar sadece çizgilerle ifade edilmekte idi. M.Ö. 550 yıllarında giysi kıvrımları Efes Artemis tapınağının kabartmalı sütunlarında görüldüğü gibi daha da gelişmiş ve bu durum arkeologlar tarafından gerçek kıvrımın ifade edilmesi şeklinde kabul edilmiştir.

Bilginler Arkaik eserleri genel olarak şu başlıklar altında incelemişlerdir. Ya G.Richter’in yaptığı gibi kuroslar, koreler şeklinde konulara göre, ya E. Langlotz’un yaptığı gibi bölgelere göre, ya da yukarıda değinildiği gibi, erken Arkaik, olgun Arkaik olmak üzere, dönemler halinde eserler ele almışlardır.

Arkaik heykeltıraşlık, klasik heykeltıraşlığın ilk dönemi, onu hazırlayan bir dönem şeklinde ise de, bu dönemin de kendi içinde bir gelişme göstererek belli bir düzeye ulaşmış olduğunu kabul etmek gerekir. Bu gelişmeyi, doğal olmanın boyutlarını aşmamayı amaçlayan bir çalışma şeklinde nitelendirmek yerinde olur.