FATİH’İN ASKERLERİ
Bir grup, cennetin kapılarını çalar. Melekler kim olduklarını sorar. Dışarıdan; “İstanbul’u fetheden Fatih’in askerleriyiz.” cevabı gelir. Melekler kapıları açarak; “Buyurun cennete” der.
Kırk yıl sonra yine bir grup tarafından cennetin kapıları çalınır. Melekler yine kim olduklarını sorar. Dışarıdan; “İstanbul’u fetheden Fatih’in askerleriyiz.” cevabı gelir.
Melekler; “Fatih’in askerleri kırk yıl önce geldi.” der.
Dışardan; “Biz mehter takımıyız, ancak geldik” cevabı gelir.
HER KONUŞTUĞUMUZ DOĞRU OLMALI
Bir arkadaşı Mark Twain’e heyecanlı heyecanlı bir olayı anlatır. Konuşması bitikten sonra Mark Twain sordu:
- “Bütün bunlar anlattığın gibi mi?”
- “Evet, birebir aynı değilse bile, doğruya yakın sözcüklerle anlattım.” cevabını alır.
Mark Twain hafifçe gülümseyerek:
- Doğruya yakın sözcükle doğru sözcük arasında büyük fark vardır; ateş böceği ve ateş arasındaki fark kadar.
YAĞMUR DUASI
Bahar ayında yağmur yağmayınca köylüler mahsullerinin yanacağını, kıtlık olacağını söyleyerek bir hocaya dert yanarlar. Hoca da bir gün sonra yağmur duasına çıkmak için hazırlanmalarını söyler. Ertesi gün halk, yağmur duasına çıkmak için meydana toplanmıştır.
Hoca: “Bugün yağmur duasına çıkmamız imkânsız. Sizler yeterince inanmıyorsunuz.”
Halk: “Aman hocam! Siz ne diyorsunuz, inanmasak buraya toplanır mıyız?
Hoca: “Mademki inanıyorsunuz da şemsiyeleriniz nerede?”
NASIL GÖRDÜN?
Bir zat yol kenarında namaz kılmaktadır. Leyla’nın aşkıyla deliye dönen Mecnun tam o sırada namaz kılan kişinin önünden geçer. Adam, namazını yarıda keserek Mecnun’a:
- “Görmüyor musun namaz kılıyorum, ne diye önümden geçiyorsun?” deyince Mecnun:
- “Ben Leyla’nın aşkıyla senin namaz kıldığını görmezken, sen Mevla’nın aşkıyla beni nasıl gördün?” der.
EN ÇOK KİMİ SEVİYORSUNUZ?
Bir bilgeye “Dünyada en çok kimi seviyorsun?” diye sorarlar. Bilge “Terzimi severim” der. “Dünyada o kadar sevilecek kişi varken neden terzi?” diye sorduklarında bilge:
“İnsanlar benim hakkımda bir kez karar verirler. Terzim ise her gittiğimde ölçümü yeniden alır.”
DÜNYANIN YÜZÜ
Hastalıktan ötürü gözleri kapanmış olan bir adam, halk şairi Seyrani’ye:
- “Bende dünyayı görecek göz mü kaldı?” diye şikâyette bulununca, söz eri Seyrani:
- “Hiç üzülme dostum” demiş, “Zaten dünyaya da bakılacak surat almadı.”
SENİ KANDIRDIM
Mevlana, üstadı Şems-i Tebrizi’yi kaybetmiştir. Tebriz sokaklarında Şems’i ararken bir yalancı Yahudi, “Şems-i Tebrizi’yi gördüm.” diye Mevlana’ya müjde ulaştırır. Mevlana da kendisine birisi tarafından hediye edilmiş kıymetli cübbesini sırtından çıkarır, ona armağan eder. Cübbeyi alıp giderken akıllı Yahudi der ki: “Mevlana, ben seni kandırdım. Şems’i ne gördüm ne ettim.” Bunun üzerine “Kandırdığını biliyorum.” der Mevlana, “Ben o işin yalanına cübbemi verdim; eğer doğru söyleseydin canımı verirdim.”

DENİZYILDIZI
Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder gibi hareketler yapan birini görür. Biraz yaklaşınca, bu kişinin sahile vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır:
- Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?
Genç adam yanıtlar:
- Birazdan güneş yükselip sular çekilecek. Onları suya atmazsam ölecekler.
Yazar sorar:
- Kilometrelerce sahil, binlerce denizyıldızı var. Ne fark eder ki?
Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı daha alır
- Onun için fark etti ama…
ŞAİRİN CEZASI
Şair, derin düşüncelere sarmalanmış olarak yürüyordu. Soğuktan korunmak için sarınabileceği başka şeyi de yoktu zaten. Birden kendini, bilmediği bir kentin kapısında buldu. Kente giriş izni isteyince de, ne olur ne olmaz diye tutuklanıp kralın önüne çıkardılar.
—Kimsin?” diye sordu kral, ”Necisin?”. Şair kafasını kullandı:
— “Uzun El’dir benim adım” dedi çabucak, “Yankesiciliktir sanatım”.
Şairlerden bir hayli rahatsızlık duyan ve bu durum karşısında rahatlayan kral, Şair’in salıverilmesini emretmek üzereydi ki, başbakan tutuklunun parmaklarının incelenmesini önerdi. Böylece şairin parmak uçlarının düzlenmiş ve nasır tutmuş olduğu ortaya çıkmıştı.
— “Gördünüz mü?” diye gürledi kral, “Ben demiştim size! Bir hece sayma düşkünü bu… Tehlikeli bir şair!”. Sonra devam etti:
— “Kendisini hemen Kafa Taşıma Alışkanlığından Kurtarma İşleri Lordu’na havale edin.”
O sırada huzurda bulunan Harika Cezalar Yaratma Sorumlusu:
—“Bir dakika yüce kralım!” diyerek araya girdi, “Daha şiddetli bir ceza önereceğim izninizle.”
—“Neymiş bakalım o daha şiddetli ceza?” diye sordu kral.
—“Bırakınız o kafayı taşımaya devam etsin.”
Öyle buyruk verildi…

İKNA ETMEK!!!
ABD'nin Ohia eyaletinde yaşayan halkla ilişkiler uzmanı Deboro Shulz'un 10 yaşındaki oğlu Thomas
sınıf arkadaşlarıyla birlikte Key West'teki Doğal Sualtı Müzesine gidip orada köpekbalıklarıyla birlikte
yüzerler. Akşam, oğlunun anlattıklarını dinleyen Bayan Debora telaşlanır. Oğlu, annesini şu ikna
metoduyla rahatlatır: "Anne! İstatistiklere göre Amerika'da bir yılda sadece 35 köpekbalığı saldırısı oluyormuş.
Fakat 1 yılda 30 bini aşkın kişi banyoyu kullanırken yaralanıyormuş. Endişe etmene gerek yok. Köpekbalıklarıyla yüzmek evde banyo yapmaktan daha az riskli."
Bu örnek bize, eğitimde ikna metodunun ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

HEDEFE VARMAK
Bir fareyi almışlar, 4cm. kalınlığında fıçının içine koymuşlar. Fıçının kapağını da bir süre kapatmışlar. Bir süre sonra fıçıyı açtıklarında bakmışlar ki fare ölmüş. Yalnız dikkati çeken şey fıçıda farenin açtığı yüze yakın sayıda delikmiş. Bu deliklerin kimisi 1, kimisi 2 cm. açılmış ama hiçbiri farenin çıkabilmesi için yeterli olmamış. Kıssadan hisse: Fare bütün enerjisini bir deliğe yöneltseydi çoktan fıçıdan çıkmış olurdu. Kişi enerjisini tek bir işe yönlendirirse, başarılı olmaması için hiçbir sebep yoktur.

FİYATI NE KADAR?
Psikiyatrist, fazla sinirli olan hastasını hipnotize ile iyileştirmeye çalışıyordu:
"Şimdi gevşiyorsunuz" dedi. "Gittikçe gevşiyorsunuz...Organlarınız ağırlaşıyor, artık uyuyorsunuz. Düşünüzde masmavi bir deniz,altın rengi kumsal ve güzel kızlar görüyorsunuz... Çok güzel bir tatilin başlangıcındasınız..."
Bu sırada huzursuzlukla dönüp duran hasta mırıldandı:
"Olabilir ama..." dedi, "Herşey dahil bir odanın fiyatı ne kadar, öncelikle siz bana onu söyleyin..."

YAŞAYIP YAŞAMAMAK
Amerikalı yazar Mark Twain kendisinden çocukluğunu anlatmasını isteyen gazeteciye şu cevabı verdi:
"Ne anlatabilirim ki..." dedi. "Biz ikiz kardeştik ve o denli ikimize benzerdik ki, annemiz bile bizi boyunlarımıza taktığı kurdeleyle ayırt ederdi. Bir gün birlikte banyo yaparken birimiz boğuldu. Kurdelelerimizi çıkartmıştık. O gün bugündür yaşayıp yaşamadığımızı bilemiyorum"

YÜZÜK KİMİN?
Polis, cebinde pahalı bir yüzük bulunan dilenciye suçunu itiraf ettirmeye çalıştı. "Güzellikle söylesene işin doğrusunu" dedi. "Nereden,kimden çaldın bu yüzüğü?"
Dilenci ısrarla bu yüzüğü çalmadığını, onu yolda bulduğunu ileri sürdü.Polis bir kez daha sordu: "Mademki böyle pahalı bir yüzüğü yolda buldun, o halde neden getirip karakola teslim etmedin?"
Dilenci kekeleyerek kendini haklı çıkarmaya çalıştı:
"Ben de tam dediğinizi yapmak üzere, yüzüğü karakola getirirken son anda vazgeçtim" dedi. "Çünkü içindeki yazıda yüzüğün, onu bulan kişiye ait olduğu yazılıydı."
Ve bunu söyledikten sonra dilenci, yüzüğün içindeki yazıyı gösterdi polise:
"Benim ol..."

HASTALIĞIN KISALTMASI
Bir doktor yeni atandığı hastanedeki raporları okuyor, çalışmaya başlayacağı bu hastaneyle ilgili tüm bilgileri öğrenmeye çalışıyordu. "AB" şeklindeki simgelenen bir hastalık dışında diğer tüm hastalıkların kısaltmalarını çözmüş; fakat "AB"nin hangi hastalığı belirttiğini anlayamamıştı.
Meslektaşlarından birinin yanına gitti, AB'nin ne anlama geldiğini ona sordu:
"Tam konulamayan hastalıklar için kullanıyoruz, o simgeyi" dedi meslektaşı. "O iki harf 'Allah Bilir' anlamına geliyor..."

AĞIR HASTALIK
Bir bayan öğretmen, sokakta önüne çıkıp, kendisinden para dilenen sağlıklı bir adamı sert bir biçimde azarladı:
"Utanmıyor musun dilenmeye?" dedi. "Şu haline bak! Güçlü kuvvetli adamsın, çalışsana..."
Böylesi azarlanmalara alışık olan dilenci, pişkin bir biçimde karşılık verdi:
"Sormayın hanımefendi!" dedi. "Öyle bir çaresiz hastalığım var ki, o hastalığım yüzünden çalışamıyorum."
Bayan öğretmen, biraz merakla, daha çok da kuşkuyla sordu:
"Neymiş o çaresiz hastalığın?" dedi.
Pişkin dilenci, aynı pişkinlikle yanıt verdi:
"Tembellik"

EN KISA ANAYASA
Dünyanın en kısa anayasasını yazmak üzere üç bilge bir araya gelir. İnsanın hareket ve davranışlarıyla ilgili en güzel kanunu kim söylerse “En bilge kişi” unvanını alacaktı.
Birinci bilge: “Allah suçluları cezalandırır.” deyince, arkadaşları bunun kanundan ziyade bir tehdit olduğunu söyleyerek teklifini kabul etmedi.
İkinci bilge: “Allah sevgidir.” dedi. Bu teklif de insanın görevini tam açıklamadığı için kabul edilmedi.
Üçüncü bilge, “Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi, başkalarına yapmayın.” teklifini sundu. Diğer bilgeler tarafından bu teklif kabul gördü. Üçüncü bilge ‘en bilge kişi unvanını’ aldı. Bu bilge Konfüçyüs'ün kendisiydi.

GARSONUN İŞİ
Restoranda yemek yiyen kadın, servisten hiç memnun kalmamıştı. İşe yeni alınan bayan garsonlardan birini çağırdı:
"Tabağımın içi kahve telvesi dolu, ne demek bu?"
İşe yeni alınan garson pişkin pişkin yanıt verdi:
"Bunu ben nereden bilebilirim ki..." dedi. "Beni işe garson olarak aldılar, falcı olarak değil..."

NEYLE?
"İlahi Komedya" adlı yapıtın yazarı Dante'nin çok güçlü bir belleği vardı.Yolda rastladığı bir adam, bir süre sohbet ettikten sonra Dante'ye hiç beklemediği bir soru sordu:
"En güzel yiyecek hangisidir?" dedi.
Dante düşünmeden yanıt verdi:
"Yumurta" dedi.
Aradan yıllar geçti.Bir gün Dante aynı adamla karşılaştı.Adam yine bir süre sohbet ettikten sonra Dante'ye hiç beklemediği bir soru sordu:
"Neyle?"
Dante yine hiç düşünmeden yanıt verdi:
"Tuzla..."

RAHATSIZ ETMİŞ
Evin telefonu sabaha karşı saat üç buçukta acı acı çaldı.Uyku sersemliğiyle yatağından fırlayan adam telefonu tereddütle açtı.Telefondaki ses annesine aitti. Telaşlandı,korktu.Başlarına bir şey mi gelmişti? Annesinin sakin sesiyle karşılaştı:
-Nasılsın oğum iyi misin?
Oğlu şaşkın bir ifade ile cevap verdi:
-İyiyim anne,hayırdır bir şey mi oldu? Siz iyi misiniz?
-Biz iyiyiz yavrum.Bir şeyimiz yok.Sesini duymak istedim.
-Anne bunun için mi aradın?Sabah da konuşabilirdik.
-Yoksa rahatsız mı oldun oğlum?
-Evet anne rahatsız ettin bizi.
-Otuz sene önce sen de beni bu saatte rahatsız etmiştin.Doğum günün kutlu olsun yavrum!..