GİRİŞ

Mehmet ÜNSAL

II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, ABD tarafından Avrupa ülkelerine yardımda bulunmak ve bu ülkeleri kısa zamanda geliştirilip güçlenmelerini sağlamak amacıyla hazırlanan bir programdır. Savaştan sonra Avrupa ülkeleri, yıkılan ekonomiklerini onarmak için yoğun bir çabaya girmişlerdi. Bunun için gerekli olan makine sağlanabilirdi. Dolayısıyla bu ülkelerin tüm döviz ve altın rezervleri ABD’ye akmış ve büyük bir döviz darboğazı içine sürüklenmişlerdi.


Amerikan Dışişleri Bakanı George Marshall’ın 5 Haziran 1947’de Harvard Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmasındaki; “Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sonrası ekonomik bir çöküntü çok ciddidir ve bazı güçler, komünistler, bundan faydalanabilir” sözleri, bir süreci başlattı. Bu süreç ise Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 16 ülkenin 3 Nisan 1948’de imzaladıkları Ekonomik İşbirliği Yasası ile somutlaştı. “ABD’nin stok etmek istediği malların satışında kolaylık gösterilecek”, “Bağış olarak verilen Amerikan yardımları ancak ABD’nin rızası alınarak kullanılabilecektir” şeklinde maddeler içeren anlaşma, tarihe “Marshall Planı” olarak geçti. Marshall Planı, Avrupa ülkeleri arasında belli bir bütünleşmeyi öngördüğü için, katılan ülkelerin ekonomik bağımsızlıklarının bir ölçüde sınırlanmasını doğal olarak içeriyordu. Ancak, söz konusu Amerikan Yasası ile tek tek ülkelerin kabul etmek zorunda kaldığı yükümlülükler bu sınırlamayı çok daha ileri götürüyor ve ABD’ye ülkelerin ekonomi politikalarına müdahale etme olanağı sunuyordu.


ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshall, Avrupa’ya programlı yardım yapılması önerisinde bulundu. Program dört yıllık bir süreyi kapsamaktaydı. Amerika Birleşik Devletleri, yardımları karşılığında Avrupa ülkelerinden ekonomik ve mali bağımsızlıklarını artıracak yönde çaba göstermelerini, bu amaçla gerekli iç önlemleri almalarını ve aralarında yakın bir ilişki gerçekleştirmelerini istiyordu. Böylece Avrupa ülkelerinin ABD’ye bağımlılıkları da azalmış olacaktı. Zaten bu ortamda Avrupa ülkeleri aralarında gerekli işbirliğini gerçekleştirmek ve Marshall yardımlarını dağıtmak üzere Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC)’nü kurmuşlardı. 17 Batı Avrupa ülkesi her biri 1948-1951 dönemini kapsayan bir plan hazırlayarak, ekonomisini toparlayarak, üretimini artıracak ve dış açığı azaltacak önlemler alacaktı. Bu planlar OEEC tarafından gözden geçirilecek ve aralarında uyum sağlanacaktı. Aslında bu koordinasyon, ABD’ye bir ölçüde üye ülkelerin ekonomik, para ve mali politikaları üzerinde denetim olanağı sağlıyordu. Peki, ABD bu Marshall Planı ile hangi amaçları güdüyordu? Marshall Planı’na baktığımızda Amerika’nın iki önemli hedef güttüğünü görüyoruz. 1917 Ekim Devrimiyle Sovyetler Birliğinin ortaya çıkmasının ardından, II. Dünya Savaşı’ndan sonra “Kızıl Çin”in ortaya çıkmasıyla dünyanın birçok bölgesi, hemen hemen bütün Asya, Kızıl bir renge boyanmıştı. Bu elbette Batı’yı, kapitalist dünyayı ürküttü batı buna karşı bir takım önlemler geliştirmeye yöneldi. Zaten sosyal devlet politikaları da böyle bir ortamdan çıktı. Dünya liderliğine oynayan Amerika Birleşik Devletleri, geliştirdiği önlemler çerçevesinde II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’yı yeniden kalkındırma ve böylece komünist bloğun batısında önemli bir kale haline getirme rolünü üstlendi. Amerika bu politikasını yalnızca Avrupa’da gütmedi, Japonya’da atom bombası kullanarak, II. Dünya Savaşı’nı sonlandırdıktan sonra, Sovyetlerin güneydoğusunda bir kale oluşturdu. ABD o kalede Japonya’ya yardım yaptı. Japon mallarının ABD’ye satılmasını zorunlu kıldı. Yeni planın birinci amacı, komünizmin yayılmasına karşı bir blok oluşturmaktı.


Planın ikinci amacı ise, Amerika’nın Avrupa’da güttüğü başka bir politikaya ilişkindir. Avrupa, ABD’yi birlik içerisinde kalkındırarak, Almanya’nın kapitalist dünyanın dengesini bozabilecek davranışlarda bulunmasını dengelemeye çalıştı. Çünkü; İngiltere ve Fransa kısmen karşı olsa da hep ABD’nin yanında yer almışlar, sivri çıkışlarda bulunmamışlardır. Oysa Almanya güçlendiği zaman farklı eğilimler gösterebilecek bir yapıya sahiptir. Ve bunun farkında olan ABD, Almanya’yı sıkıştırarak tüm Avrupa’yı kontrol altına almayı hedefledi. Aslında bu amaç Avrupa Onarım Programı (EuropeanRecovery Program) çerçevesinde Avrupa ülkelerinin yıkılan ekonomilerinin onarımına ve kalkınmalarının gerçekleştirilmesine katkıda bulunmak şeklinde görülüyordu. Diğer yandan Batı Avrupa, ABD’nin geleneksel bir piyasası durumundaydı. O bakımdan bu piyasayı yeniden canlandırmakla ihracat olanaklarını artırmayı umuyordu.



Avrupa Onarım Programı’nın uygulandığı dört yıllık süre içerisinde ABD Avrupa’ya 11.4 milyar dolar yardım yaptı, bunun % 90’ı doğrudan hibe şeklinde idi. En fazla yardım alan ülkeler İngiltere (% 24), Fransa (% 20), Federal Almanya (% 11) ve İtalya (% 10) idi. Az miktarda olmakla birlikte Türkiye’de bu yardımları almıştı. Marshall Programı, Amerikan yardımının sadece bir yönüydü. 1945’de başlayan Amerikan Yardımı 1955’e kadar 51 milyar doları buldu. Bu yardımlar tüm Batı Blokuna yapılan yardımları kapsar. Dört nokta “temeli başlayan ve 33 ülkeyi kapsayan Marshall Planı 1959 yılına gelindiğinde 72,5 milyar dolarlık bir yardım yapan program olmuştu.



ABD Dışişleri Bakanı G. Marshall bizzat kendi ifadesiyle Marshall Planı’nın hedefini kısaca şöyle özetliyordu: “Amacımız hür milletlerin kendi öz gayretleriyle daha çok üretim yapmalarını, daha çok yiyecek elde etmelerini sağlamak gayesine yönelmiştir.” Bu arada Marshall Planı, 1992’de “Güncel Güvenlik Yardımı” denen şeyle birleşince bu özelliği ile askeri bir niteliğe büründü. Bu bloklar arasındaki gerginliğin ne ölçüde olduğunu gösteriyordu.


Marshall Planı’nın uygulanması, Avrupalı devletlere, klasik liberal yöntemle ekonomilerini kalkındırmanın yollarını açtı; ekonomiye bir yük getiren güdümcülüğün ve planlamanın uzağında tuttu onları. ABD böyle, sefalet ve güvensizliğin sosyal karışıklıklara yol açıp kapitalist düzeni tehdit edeceği, giderek komünizme koyma olasılıklarının ortay çıkacağı ülkelerde, kendi ekonomik ve siyasal ilkelerinin zaferini sağlıyordu; her yönde özgür girişim uygulanmalıydı. Ayrıca bu yolla, satılmamış ürün stoklarını dağıtarak, kendi tarım sorununu bir ölçüde çözmüş oluyordu.


Öte yandan, planın yürütülmesinde gözetim, Amerikan otoritelerini, başka ülkelerin plan ve uygulamalarını denetlemelerinin kapısını açtı; hoşlarına gitmeyen her noktada da müdahalede bulundular, kendi görüşlerini dayattılar. Müdahale yalnız ekonomiyle sınırlı kalmadı, yardım edilen ülkelerin bütün politikasına yayıldı; çünkü şart koşulmuştu; Amerika Birleşik Devletleri’nin ulusal çıkarlarıyla uzlaşmaz olduğunda yardımdan vazgeçilecekti. Bu ise yardım alan ülkeleri, hükümetleri uysallığa çağırıyordu.


Son olarak, Stratejik maddelerin Doğu ülkelerine yollanmasına konulan yasaklar, Doğu ile Batı arasındaki ticaret ilişkilerini en aza indirdi ve Batı’nın Amerika Birleşik Devletlerine ekonomik bağımlılığını arttırdı.

'Konunun devamı için TıkLa'