Bugün ülkemizde maalesef bize yapılanlar unutulmuş, yada biz Türkler kendi soydaşlarımıza, bize yapılanlara yabancılaşmışız. Bazen düşünüyorum da beynimizin güzel bir özelliği vardır (Allah tarafından kuşkusuz verilmiş) kötü olayları hafızamızdan siler; asaletimizden belki de...Fakat unutmayanlar yada olmayanı olmuş gibi gösterenler bugün ecdadımızı sanık sandalyesinde yargılamaya çalışıyorlar.Üzülüyorum ve üzüntümü sizinle paylaşmak için aşağıdaki yazıyı eklemeyi uygun gördüm.Tarih elbette gereken cevabı Allah'ın izni ile verecektir.Hepsinin ruhu şad olsun.

Türk Dünyası'nın yaşayan en büyük şairlerinden, Bahtiyar Vahapzade'nin kaleminden 19-20 Ocak 1990 "Kanlı Yanvar" olayları:

16 Ocak 1990… Akşam vakti bahçeden yükselen “Allah-u Ekber” sesini duyunca
balkona çıktım. Son 20 yıldır abidelerin korunması idaresine çevrilmiş ve bize komşu olan caminin minaresine 5-6 gencin çıktığını gördüm. Ellerinde milli cumhuriyetimizin üç renkli bayrağı dalgalanıyordu. Bu gençler, atamız Mehmet Emin Resulzade’nin yükselttiği bayrağı minareye dikerek, “Allah-u Ekber” diye bağırmaya başladılar. Onlar 20-25 yaşlarındaydı. İlahi!

Üç renkli milli bayrağımızın mevcudiyetini onlar nereden biliyorlardı? “Allah-u Ekber”i yüreklerine nakş edenlerin dilleri kesildiği zaman dünyaya gelen bu gençler bu mukaddes kelamın sırrını ve gücünü nereden biliyorlardı? Kulaklarının duymadığı, gözlerinin görmediği ve dillerinin söylemediği üç renkli bayrak, Mehmet Emin ruhu ve“Allah-u Ekber” nidası onların hafızasında yaşıyor ve onları gizli bir ateş gibi içeriden yakıyormuş. Bu ilahi sırra nasıl hayret etmeyesin, İlahi?

“Ruhumun senden İlahi, budur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli,
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli!”


19 Ocak 1990 tarihinde gece saat 12’de en modern silahlarla donatılmış ordu Bakü’ye girdi ve çıplak ellerle toprağımızı savunmak isteyen oğullar ve kızlarımızı kana boyadı. İki yüz yıla yakın bir zamandan beri toprağımızdan emip götürdükleri kızıl (altın) petrolle birlikte, kızıl kanımızı da akıttılar. Toprağımızın bütünlüğünü korumak isterken öldürülen çiçeği burnundaki gençler, kız ve gelinlerimizin günahı neydi? Vatan toprağını sevmek, onu korumak dileği ne zamandan beri günah sayılıyor?

40-45 yıl önce şimdi sizin ellerinizde şehit olan gençlerin babaları Rus topraklarını korumak için can vermediler mi? Babalarımızın o zaman size yaptıkları hizmetin ve fedakarlığın karşılığını böyle mi ödeyecektiniz: 200 yıldan beri senin kölen oldum, hizmetçin oldum. Allah’ın bütün günlerinde senin için çalıştım, sana canım ve kanım pahasına petrol verdim! Yetiştirdiğim ürünlere hasret kalıp onları sana gönderdim. Sayemde dünyanın en kudretli devleti oldun, dünyaya meydan okudun, ülkeleri korkuttun. Tank paletleri altında ezilmek mi idi iyiliğimin karşılığı? Biz bu sistemi kabul ettik, ama Allah kabul etmesin!

Beni “egemen” devlet olarak ilan etmen bir yıl dahi olmadı. Ne çabuk sözünden caydın?Ne çabuk egemenliğime son verdin?

Sen ne zaman imzaladığın antlaşmalara, verdiğin sözlere sadık kaldın ki, buna da sadık kalasın? Zamanın tabi ve kanuni hükmüne boyun eğerek esir milletlere cüzi de olsa hürriyet vermeğe mecbur kalmıştın. Geçici hürriyetten faydalanıp kaldırdığımız kafayı ne çabuk ezdin!

Yok başka türlü de olamazdı. Çünkü gaddarlık ve zalimlik senin tabiatındadır. Kendi tabiatına nasıl zıt hareket edebilirsin?

O kanlı Cumartesi gecesi, Azeriler bin yıllık kahramanlık tarihini dünyaya yeniden gösterdiler. O, kendi varlığını bir daha ispat etti. O, bu milletin hürriyet için ölmeğe hazır olduğunu gösterdi. Böylelikle bu gençler halkımızı ölüm sınırının diğer yakasına geçirdi. Ölüme hazır olmayan millet hürriyetini kazanamaz!


Bakü’deki en büyük kayıp, Bakü girişinde 11. Kızıl Ordu için yapılan abide yakınında cereyan etmiştir. Bu gün Azeriler abide üzerine siyah bayrak astılar, etrafına ise her gün taze karanfil koyuyorlar. Bununla yüreklerindeki nefret ateşini söndürüyorlar. 28 Nisan 1920 tarihinde Azerbaycan’ı işgal eden Kızıl Ordu, 20 Ocak 1990 tarihinde yeniden işgal etti ve onun adına dikilmiş abide önünde yeniden halkımızın kanını akıttı. Böylelikle de adına layık iş yaparak “işgalci ve sömürücü” kimliğini bir kez daha ortaya koymuştur.

O kanlı Cumartesi gecesi yüreğimize öyle bir dağ çektiler ki, bu yaranın acısı yüzyıllar boyu devam edecektir. Saldırganların barbarlığı ve vahşeti asla hafızalarımızdan silinmeyecektir. Takvimlerde “19 Ocak” günü siyah harflerle yazılacak ve gelecek nesiller bu rakamı uğursuz bir hatıra olarak hafızalarında saklayacak, tarih boyunca katillere lanet okuyacaklardır. Sen herhalde bunu unuttun? Ama yüreğimizde açtığın yarayı bize hiçbir zaman unutturamayacaksın!

Ne adavet (kin, düşmanlık) ne gerçek
Vallah yoktu o gece
Zulüm zalim eliyle
Hak’kı boğdu o gece!

Tunç zirehli (zırhlı) yılanlar
Döktü kırmızı kanlar.
Hakikati yalanlar
Künce sıktı (köşeye sıkıştırdı) o gece!

Kime deyim derdimi?
Gaspkar (zorba) namerde mi?
Yetmiş yılın dert gamı
Gözden aktı o gece!

Analar amanından
Sineler oldu şan-şan (parça parça)
Şehitlerin kanından
Şimşek çaktı o gece!

Ne diyek bu vahşete,
Bu zulme, bu dehşete?
Allah bu musibete
Nasıl baktı o gece!


Kanlı Cumartesi gecesinden bir gün sonra, yani Ocak’ın 20’sinde Gorbaçov’a şu telgrafı çektim:

“Gorbaçov cenapları;
Azeriler, şimdi bir İslam Cumhuriyeti kurmak sevdasına düşecek bir millet değildir. Bu akıttığın kanlara hak kazandırmak için uydurduğun bir iftiradır. Sen, bunu çok iyi biliyorsun, ellerin ve vicdanın milletimin kanına boyanmıştır.

Cellat Stalin’in işlemediği cinayetleri işledin, tarih bu büyük günahını asla affetmeyecektir. Milletimin kanını akıttıktan sonra ona başsağlığı mesajı göndermen ise dehşetli bir iki yüzlülüktür. Senin başkanlık yaptığın partiden ayrılmayı kendim için bir şeref sayıyorum.”


Bahtiyar Vahabzade olayların hemen ertesinde Kazak Türklerinin dünya çapındaki devlet ve bilim adamı Oljas Süleyman’a telefon ederek Bakü’ye gelmesini rica eder. Süleyman hemen Bakü’ye gelir ve birlikte şehri gezerler.

Vahabzade şehirde duyduğu bir söylentiyi aktarıyor:

“Söylenenlere göre, Cumartesi günü Azerbaycan doğum evlerinde dünyaya göz açan her 10 çocuktan 8’i erkektir. Allah’ın bu mucizesi karşısında şaşıp kalmamak imkansızdır. Allah o gece ölen gençlerimizin yerini doldurdu. Çünkü, Allah bizimledir. Hak nerdeyse, Allah da ordadır!

Namerd güllesine kurban giderken
Gözünü sabah dikti şehitler.
Üç renkli bayrağı öz kanlarıyla,
Vatan göklerine çekti şehitler!

O şenbe gecesi, o getl günü
Mümküne dönderdik çok namümkünü.
Halkın kalbindeki korku mülkünü
O gece dağıtıp söktü şehitler!

Tarihi yaşatıp dileğimizde
Bir yumruğa döndük o gece biz de.
Yıkıp köleliği, yüreğimizde
Cesaret mülkünü dikti şehitler!

Zalim öğünmesin zulümleriyle
Bin bir böhtanıyla (iftira)bin bir şerriyle
Hakikat uğrunda ölümleriyle
Ölümü kamına çekti şehitler!

Onlar susturulan hakkı dindiler (işittiler)
Karaca toprağı kıymetlendiler (kıymetlendirdiler)
Donan vicdanları gayretlendiler (gayrete getirdiler)
Ahı, el gayreti çekti şehitler!

İnsan, insan olur öz hüneriyle
Millet, milet olur hayr-ı şerriyle
Toprağın bağrını cesetleriyle
Azadlık tohumu ekti şehitler!

Türk Gündem