Soğuk Savaş Dönemi Suriye-Türkiye İlişkileri

İkinci Dünya Savaşı sırasında Suriye üzerindeki nüfuzunu iyice kaybeden Fransa, 1946 yılında bölgeden çekilmek zorunda kalırken, ortaya çıkan bağımsız Suriye Devleti ile Türkiye arasında, sorunlarla dolu bir dönem başlıyordu. Savaş sonrasında ortaya çıkan iki kutuplu dünyada yaşanan Sovyet-ABD rekabeti, özellikle Ortadoğu’yu da içine alan yoğun bir nüfuz çekişmesi yaşanmasına neden olmuştu. ABD ve Sovyetlerin karşılıklı yayılmacı politikaları, 1950’li yıllardan itibaren Ortadoğu bölgesindeki birçok olayda somut olarak kendini hissettirdi. Ancak Avrupa’nın güvenliğini esas alan NATO ile Güneydoğu Asya’daki Amerikan müttefiki ülkeleri korumayı amaçlayan SEATO (South East Asia Treaty Organization=Güneydoğu Asya Antlaşması Örgütü) arasında yer alan “güvensiz” boşluk batı çıkarları açısından büyük bir zaaf oluşturuyordu. Türkiye ve İran gibi Ortadoğu bölgesine Sovyet nüfuzunun kapısı olabilecek iki Amerikan müttefiki ülke bunun önünde bir set olsalar da, bölgede batı yanlısı güçlü bir askeri paktın oluşturulması yine de zorunlu görülüyordu. Bu amaçla, 1951 yazında başlayan gelişmeler, kademe kademe 4 Nisan 1954 tarihinde Türkiye-Pakistan, 21 Nisan 1954 ABD-Irak, 10 Mayıs 1954 ABD-Irak-Pakistan anlaşmalarıyla sürmüş ve 1955 Şubatında Türkiye ile Irak arasında Bağdat Paktı’nın imzalanması ile sonuçlanmıştı.

İngiltere ve Türkiye’nin ortak çalışmaları sonunda kurulan Bağdat paktının başlangıçtaki asli amacı bölge devletlerini Batılı savunma ittifakına bağlayacak ortak bir teşkilat içinde buluşturmaktı. O sıralarda Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’ya inmesini engellemekle eş anlamlı olan bu proje, Kasım 1955’te Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere arasında Karşılıklı Güvenlik ve Savunma İşbirliği Teşkilatı haline getirildi. Projeye, Arap ülkelerinden sadece Irak’ın olumlu bakması; bölge ülkeleri arasında bir takım bölünmelere neden olduğu gibi Türkiye ile bölge ülkelerinin arasını da iyice açtı. Bu bölünmelerden en önemlisi Türkiye ile Suriye arasında yaşandı. Ocak 1955 tarihinde Şam’ı ziyaret eden TC. Başbakanı Adnan Menderes, Suriye Başbakanı Faris el-Huri ile görüşerek, Şam’ı Pakta girme konusunda ikna etmeye çalıştı. Ama bunda başarılı olamadığı gibi, ziyaret Şam’da Türkiye aleyhine gösterilere neden oldu. Ankara, bölgede hiçte iyi bir şöhreti olmayan İngilizlerin başını çektiği böylesi bir pakta Arap ülkelerinin katılacağını ummakla yanıldığı gibi, bu ittifakın Suriye ve Mısır’ı Sovyetler Birliği’nden uzaklaştırmak şöyle dursun, daha da yakınlaşmaları ile sonuçlanacağını görememişti.

Paktın oluşturulmasından sonra, Mısır, Suriye ve Suudi Arabistan bir araya gelerek, görüşmeler yapmış ve “Arap dünyasının askeri, siyasi ve ekonomik yapısını kuvvetlendirecek.” bir anlaşma yapılmasına ve bu üç devletin Bağdat Paktı’na katılmamasına karar verdiklerini bildirmişlerdi. Türkiye, bu üç devletin yapmayı planladığı antlaşmanın doğrudan doğruya kendisine yönelik olduğunu kabul ederek Mısır ve Suriye’ye yönelik bildiriler yayınladı. Yine bu çerçevede iki ülke arasında yoğun bir nota trafiği yaşanmış, Türkiye-Suriye ilişkileri çok ciddi bir duruma girmişti.
Türkiye ile Bağdat Paktı’na cephe alan Arap ülkeleri arasındaki gerginliğin temelinde yatan neden, 18 Nisan 1955 tarihinde Bandung’ta toplanan Asya-Afrika Ülkeleri Konferansı’nda da kendini gösterdi. Suriye ile Türkiye arasındaki bu gerginlik, Suriye olaylarının sonuna kadar şiddetini korudu.

1956 Süveyş Buhranı devam ederken, Suriye’nin hızla Sovyetler Birliği’ne yakınlaştığı göze çarpıyordu. Ordu kademelerinde önemli tasfiyelere girişilmiş, genelkurmay başkanlığına General Nizamettin yerine “komünist eğilimli” Albay Afif Bızri getirilmişti. Ülkede Nasır yanlısı Arap milliyetçileri ve Sovyetler Birliği’ne yakın solcular yönetime hakim olmuştu.
Batının müttefiki olan Türkiye’nin hemen güneyinde, bölgeyi tehdit eden, böyle bir “batı aleyhtarı gelişme” bir yandan Amerika ve İngiltere’de, öte yandan da Ankara’da endişelere yol açtı. Irak Kralı Faysal ve Ürdün Kralı Hüseyin, 22 Ağustos 1957’de Türkiye’ye gelerek Suriye konusundaki kaygılarını dile getiren bir görüşme yaptılar. Ancak Sovyetler Birliği’nin 10 Eylül tarihinde Türkiye’nin Suriye sınırına askeri yığınak yaptığını belirterek, Ankara’ya bir nota vermesi ve “Türkiye’yi Suriye’ye tecavüz emelleri beslemekle” suçlaması Eylül 1957 tarihinden itibaren buhranı, bir yanda ABD-Türkiye, öbür yanda Suriye-SSCB’nin yer aldığı büyük bir uluslararası anlaşmazlık haline dönüştürdü. 8 Ekim 1957 tarihinde bazı sınır olaylarının patlak vermesi üzerine, konu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na götürüldü.

22 Ekim tarihinde yapılan müzakereler ardından, sorunun taraflar arasında barışçı bir şekilde çözülmesine karar verildi. Suudi Arabistan’ın arabuluculuk girişimleri, Mısır ve Suriye’nin Şubat 1958’de “Birleşik Arap Cumhuriyeti” adı altında birleşmeleri ve birleşmeyi Türkiye’nin hemen tanıması havayı yumuşattı. Böylece sorun savaşa dönüşmeden kapatılmış oldu. Aslında iki ülkenin kendi çıkarlarının zedelenmesinden kaynaklanan bir mesele olmayan bu ve benzeri gerilimler, 1947’den sonra iki blok arasında başlayan ve sonradan gittikçe büyüyen kuvvet çekişmesinin Ortadoğu’da patlak veren bir görüntüsünden başka bir şey değildi.