1. #1
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734


    İsrail'in kuruluşu ve Arap-İsrail Savaşı: 1948-1949

    İkinci Dünya Savaşı sonunda İngiltere'nin "manda"sına verilen Filistin, yahudilerle araplar arasındaki çatışmalar yüzünden İngiltere'nin başına dert olmuştu. İki -savaş-arası döneminde İngiltere'nin Araplarla Yahudileri uzlaştırmak için harcadığı çabalar bir netice vermediği gibi, Filistin topraklarını bu iki millet arasında taksim etmek istemesi de bir çözüme ulaşmadı.

    Yalnız ne varki, İngiltere, Filistin'deki durumun daha kötüye gitmesini önlemek için 1939 yılında, Filistin'e yapılacak yahudi göçlerini çok sınırladı. Fakat bu sefer Avrupa'nın çeşitli yerlerinden yahudiler Filistin'e kaçak olarak girmeye başladılar. Bu kaçak göçleri Haganah adlı gizli bir teşkilat organize ediyordu. Filistin'deki İngiliz kuvvetleri bu kaçak göçleri önlemeye çalışınca İngiliz askerleri ile Yahudiler arasında silahlı çatışmalar çıktı. Bu çatışmalarda Irgun adlı yahudi tethiş teşkilatı aktif bir rol oynamakta idi.

    İkinci Dünya Savaşı bittiğinde Filistinin durumu buydu. İngiltere bir süre uğraştıktan sonra, Filistin'den yakasını kurtarmaya karar verdi ve 2 Nisan 1947 de meseleyi Birleşmiş Milletlere götürdü. Meseleyi ele alan Genel Kurul, iki haftalık müzakerelerden sonra, Filistin meselesine bir çözüm bulması için bir özel komisyon kurdu.Bu komisyona büyük devletler sokulmamıştı.

    Şunu da belirtelim ki, İngiltere'nin 2 Nisanda Birleşmiş Milletlere müracaatı üzerine, Mısır ve Irak 21 Nisanda, Suriye, Lübnan ve Suudi Arabistan da 22 Nisanda Birleşmiş Milletlere başvurarak, Genel Kurul gündemine, "Filistin'in bağımsızlığının ilanı" maddesinin konulmasını istemişlerdir.

    B.M. Filistin Komisyonu, 16 Haziran-24 Temmuz tarihleri arasında bizatihi Filistin'de yaptığı incelemelerden sonra, Ağustos ayında raporunu yayınladı. Bu raporda Komisyon, oybirliği ile, Filistin'in bağımsızlığını teklif ediyordu. Lakin bu bağımsızlık nasıl olacaktı?
    Bu noktada Komisyon ikiye ayrıldı. Kanada, Çekoslovakya, Guatemala, Hollanda, Peru, İsveç ve Uruguayın desteklediği çoğunluk teklifine göre, Filistin Araplarla Yahudiler arasında taksim edilmeli ve iki ayrı bağımsız devlet kurulmalıydı. Kudüs şehri ise milletlerarası statüye sahip olmalıydı. Hindistan, Yugoslavya ve İran tarafından desteklenen azınlık teklifine göre de, Filistin, Yahudi ve Arap devletlerinden meydana gelen "federal" bir devlet olmalıydı. Yahudiler çoğunluk planını, Araplar ise azınlık planını tuttular. Çünkü Araplara göre, azınlık planı veya teklifi, Filistin'in toprak bütünlüğünü korumaktaydı.

    Komisyonun bu teklifleri, Genel Kurulun Kasım 1947 toplantısında tartışıldı. Neticede Genel Kurul, 27 Kasım 1947'de, Filistin Komisyonunun çoğunluk teklifini benimsedi ve 13 aleyhe ve 10 çekimsere karşı, 33 oyla Filistinin Araplarla Yahudiler arasında taksimine karar verildi. Fakat karara göre, Filistin'de kurulacak Yahudi ve Arap devletleri arasında bir ekonomik birlik kurulacak ve Kutsal Kudüs şehri de milletlerarası statüye sahip olacaktı.

    Büyük devletlerden Birleşik Amerika, Sovyet Rusya ve Fransa taksim lehinde, İngiltere ise çekimser oy vermişti. Türkiye Arap ülkeleriyle beraber taksimin "aleyhinde" oy vermiştir.

    Sovyet Rusya'nın Araplara ters düşerek taksim lehinde oy vermesi iki sebepten kaynaklanıyordu. Birincisi, bu sırada Sovyetlerin, Arap ülkelerindeki komünist partileri vasıtasiyle yaptıkları kışkırtmalar,Arapları korkutmuş ve dolayısiyle Arapların Sovyet Rusyaya karşı muhalif tutum almalarına sebep olmuştu. İkincisi, yine bu sıralarda Orta Doğu'da genellikle İngiltere hakim olduğundan, Sovyetler Orta Doğu'yu karıştırarak İngiltere'nin durumunu sabote etmek istemişlerdir.

    Sovyetlerin hesaplarının yanlış çıktığı söylenemez. Zira, B.M. Genel Kurulunun taksim kararı bütün Arap dünyasında tepki ile karşılandı.Arap ülkeleri 17 Aralık 1947 de Kahire'de yaptıkları toplantıda, Filistin'in taksimi kararını önlemek için savaşa gitme kararı aldılar.İşin daha ilginç tarafı da, Arapların tepkisini gören Amerika'nın taksim kararına oy verdiği halde, şimdi fikir değiştirip, Filistin'in Birleşmiş Milletlerin vesayeti altına verilmesini teklif etmesiydi.Bu teklif ise, hem yahudilerin ve hem de Arapların tepkisine sebep oldu.

    B.M. kararı üzerine İngiltere yaptığı bir açıklamada, 15 Mayıs 1948'den itibaren Filistin'deki bütün kuvvetlerini çekeceğini ilan etti ve Nisan 1948'den itibaren kuvvetlerini çekmeye başladı. Bu çekme işinin tamamlanmasından bir gün önce de, David Ben Gurion başkanlığında 14 Mayıs 1948 günü Tel-Aviv'de toplanan Yahudi Milli Konseyi,İsrail Devleti'nin kuruluşunu ilan etti.

    İsrail Devleti kurulur kurulmaz, Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları 15 Mayıstan itibaren İsrailin üzerine yürümeye başladılar.Birinci Arap-İsrail savaşı başlamıştı. İşin ilginç tarafı, Amerika yeni İsrail devletini 14 Mayıs günü tanıdığı halde, Sovyet Rusya Arap-İsrail savaşının çıkmasından iki gün sonra tanıdı. Yani Sovyetler açıkça Araplara karşı cephe almış oluyorlardı. Kaldı ki, bununla da yetinmediler. İngiltere ve Amerika, savaş çıkar çıkmaz Filistin kıyılarını abluka altına alıp, Filistin'e silah sevkiyatına ambargo koydukları halde, Sovyetler, kurdukları bir hava köprüsü vasıtasiyle Çekoslovakya'dan yahudilere hafif toplar ve otomatik silahlar sevketmeye başladı.

    Arap-İsrail savaşı bir yıl kadar sürdü. İsrailin ancak 75.000 kişilik muntazam bir ordusu olmasına ve beş Arap devletinin saldırısına uğramasına rağmen, Araplar her yerde ağır yenilgiye uğradılar.İçlerinde en iyi döğüşeni Ürdün ordusu oldu.

    Savaş çıktığı andan itibaren Birleşmiş Milletler de bir ateşkes sağlamak için taraflar arasında aracılık çabalarına girişti. Bu çabalara,Arapların beceriksizliği ve yenilgileri de eklenince Arap ülkeleri için İsrail ile ateşkes imzalamaktan başka çare kalmadı. İsrail-Mısır ateşkes anlaşması 24 Şubat 1949 da Rodos'ta, İsrail-Lübnan ateşkes anlaşması 23 Mart 1949 da Ras-en-Nakura'da, İsrail-Ürdün ateşkesi 3 Nisan 1949 da Rodos'ta ve İsrail-Suriye ateşkesi de 20 Temmuz 1949 da Manahayim'de imzalandı. Irakın İsrail ile sınırı olmadığı için herhangi bir ateşkes anlaşması imzalaması da söz konusu olmadı.

    İsrail Araplarla yaptığı muharebelerde çok başarılı olduğu için,ateşkes anlaşmalarının çizdiği fiili sınırlar içindeki İsrail toprakları,Birleşmiş Milletlerin taksim kararında kendisine verilenden çok genişti.İsrail Filistin topraklarının hemen hemen dörtte üçünü ele geçirdi.Keza, taksim kararına göre, Kudüs şehri milletlerarası statüyesahip olacağı halde, savaşın sonunda yarısı İsrailin eline geçti, yarısı da Ürdün'de kaldı. 1967 savaşında İsrail Kudüs'ün diğer yarısını da ele geçirecektir.


    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  2. #2
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734

    1948-1949 Arap-İsrail savaşı, Orta Doğu'nun yapısını değiştiren
    bir takım neticeler doğurmuştur ki, bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

    1) Savaş Filistin'de yaşayan bir milyon kadar arabı yerinden yurdundan etmiş ve bir Mülteciler Meselesi ortaya çıkmıştır. Yahudilerden korkan bir çok Arap yurtlarını terkederek komşu Arap ülkelere sığındıkları gibi, bazı Arap komutanları da, muharebe sahası olabilecek yerlerdeki Arapları buralardan ayrılmaya teşvik etmiştir.Komşu ülkelere iltica eden bu Arapların sayısı hakkında kesin birşey söylenememiştir. Bunların sayısı hakkında 550.000 ile 940.000 arasında değişen rakamlar verilmiştir. Sonuncu rakam Birleşmiş Milletlerindir.Mülteciler Meselesi günümüze kadar çeşitli safhalardan geçerek bugün bir Filistin Meselesi, yani bağımsız bir Filistin devletinin kurulup kurulmaması meselesi haline gelmiştir.

    2) Arap ülkeleri içinde en kuvvetli orduya sahip olduğu sanılan Mısırın, savaşta en ağır yenilgiye uğrayanlardan olması, Mısır'da monarşinin, yani Kral Faruk rejiminin devrilmesi neticesini vermiştir.Yenilgide devlet idaresindeki bozuklukların büyük rolü olduğunu gören bir kısım Mısırlı genç subay, Yarbay Cemal Abdünnasır'ın liderliğinde Hür Subaylar Komitesi adı ile gizli bir teşkilat kurdular ve 23 Temmuz 1952 de yaptıkları darbe ile Kral Faruk'u devirip ülkeden çıkardılar.

    Bu hadise Mısır'ın tarihinde yeni bir dönemi başlattığı gibi, Orta Doğu'da da yeni bir dönem açmıştır. Zira, Başkan Nasır'ın bundan sonraki bütün çabası "gerici" dediği Arap monarşilerini yıkmak ve bunların yerine "sosyalist-cumhuriyetçi" rejimler kurmaya yönelik olacaktır. Bu ise bölgede yeni gelişmelere ve yeni mücadelelere yol açacaktır.

    3) Bir avuç denebilecek bir İsrail ordusu karşısında beş Arap devletinin askeri gücünün yenik duruma düşmesi, Arap dünyasında bir "milliyetçilik" duygusunu tahrik etmiş ve bir Arap Milliyetçiliği hareketi başlamıştır. Keza Arap Milliyetçiliği de Nasır'ın eseridir. Bu milliyetçiliği tahrik eden ve Araplara milli bir şahsiyet vermek için çaba harcayan bilhassa Nasır olmuştur. Nasır, bütün Arapları birleştirip milli ve büyük bir arap dünyası kurmak ve onun başına geçmekistemiştir. Kısacası, Arap milliyetçiliği ateşini yakan Nasır olmuştur.

    4) Bu birinci Arap-İsrail savaşı ateş-kes anlaşmaları ile neticelenmişti. Yani barış yapılmadığına göre; mevcut durum geçici bir durumdu. Yani Araplar için bir intikam imkanı vardı. Bu intikam da İsrailin ortadan kaldırılması idi. İşte bu duygular Arap milliyetçiliği ile birleşince, bundan sonraki Arap-İsrail savaşlarının da tohumları atılmış olmaktaydı. Zincirleme reaksiyon gibi, 1948-1949 savaşı bundan sonraki Arap-İsrail savaşlarının birinci halkasını teşkil ediyordu.

    Batılılar bilhassa bu son noktayı gördükleri ve bu düşüncede yatan tehlikeyi sezdikleri için, yeni savaşların çıkmasını önlemek amacı ile bir takım tedbirler almak istediler. Amerika, İngiltere ve Fransa,25 Mayıs 1950 de bir Deklarasyon yayınlıyarak, Arap ülkelerine ve İsraile, ancak bunların iç güvenliklerinin gerektireceği kadar silah satacaklarını ve bunu da, bu silahların başka bir devlete karşı kullanılmaması şartı ile yapacaklarını bildirdiler. Kısacası, Batılılar Orta Doğuya bir silah ambargosu tatbik etmekte idiler.

    Bu Deklarasyona Sovyet Rusya'nın katılmamış olması, büyük bir boşluk doğuruyordu. Silah satışı bakımından Sovyetlerin ellerinin serbest kalması, bu devletin Orta Doğuya girmesini de kolaylaştıracaktır.


    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  3. #3
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734

    1967 Arap-İsrail Savaşı

    1960-1980 arası Orta Doğu gelişmelerinde, 1967 Arap-İsrail Savaşı bir dönüm noktası teşkil eder. Çünkü, bu savaşta İsrail'in Araplar karşısında kazandığı kesin zaferler neticesinde, topraklarını savaştan öncekinin dört misli genişletmesi, Arap-İsrail meselesine çok büyük boyutlar kazandırmış ve neticelerini günümüze kadar getirmiştir.Keza, bu savaş kendisinden önceki savaşlardan ve kendisinden sonraki Arap-İsrail savaşından da çok farklı bir mahiyette ortaya çıkmıştır.

    1948 Arap-İsrail savaşını Araplar tahrik etmiştir. 1956 Arap-İsrail savaşı ise, İngiltere, Fransa ve İsrail'in Mısır'a saldırıları dolayısiyle meydana gelmiştir. Lakin 1967 Arap-İsrail savaşı ise, İsrail değil,Araplar istediği için çıkmıştır. Şu farkla ki, savaşı çıkarmak isteyen Araplar, ilk saldırganlığı İsrail'in yapmasını istemişler ve bu da olmuştur. Fakat Araplar için, daha savaşın ilk gününde bir hezimet oldu.

    Arapların 1967 savaşının çıkmasını istemelerinde ve savaşı kışkırtmalarında üç mühim sebep rol oynamış görünmektedir:
    1) Başkan Nasır'ın gerek 1948, gerek 1956 savaşının ve her iki savaştaki yenilginin intikamını almaya kararlı olması. Bu, Nasır için bir prestij meselesi idi. Eğer İsrail'i yenecek olursa, intikamını gerçekleştirmekle kalmayacak, aynı zamanda kazandığı prestijle bütün Orta Doğu'da Mısır'a büyük bir üstünlük sağlamış olacaktı ki, bunun siyasi neticeleri de çok geniş olabilirdi.
    2) 1956'danberi Sovyet Rusya Mısır ve Suriye'yi o kadar silahlandırmıştı ki, İsrail ile yapılacak bir savaşın neticesinden sadece Mısır ve Suriye değil, Sovyetler dahi gayet emin görünüyorlardı. Bu sebeple, 1967 Arap-İsrail savaşını Sovyetlerin de tahrik ettiklerini söylemek mümkündür.
    3) Bu sırada Amerika'nın Vietnam bataklığına saplanmış olması ve dolayısiyle İsrail'in arkasında yer alamıyacağı düşüncesi.

    Altı gün sürdüğü için Altı Gün Savaşı adını alan 1967 Arap-İsrail savaşının başlangıç gelişmelerini, 1966 yılının son aylarında oluşmaya başlayan Suriye-İsrail gerginliği teşkil eder.
    Çoğunluğu Ürdün'de bulunan ve diğer Arap ülkelerine de dağılmış bulunan Filistinlileri teşkilatlandırarak, bunları mücadeleye sevketmek için 1964 Mayısında, Ürdün'ün elinde bulunan Doğu Kudüs'de Birinci Filistin Kongresi toplandı ve burada Filistin Kurtuluş Örgütü kurularak bir de 33 Maddelik Filistin Milli Misakı kabul edildi. Bu Misak'a göre, İngiliz mandası altındaki Filistin toprakları Filistinlilerin anavatanı ve 6'ıncı maddeye göre de, "Siyonist istilasından önce", yani 1917 Balfour Deklarasyonunundan önce, Filistin topraklarında devamlı oturan yahudiler de Filistinli sayılacaktı. Bunun dışında, 1947 ye kadar Filistin topraklarında yaşayan "Arap vatandaşları" ile, bu tarihten sonra, ister Filistin topraklarında, ister bu toprakların dışında doğmuş olsun, Filistinli babadan olanlar Filistinli sayılacaktı. 9'uncu madde, Filistin topraklarının kurtarılması için silahlı mücadeleyi öngörmekteydi. 15'inci madde, "Büyük Arap Vatanı"ndan "siyonist, emperyalist istila"nın kovulmasından ve "Filistin'deki siyonist varlığı"nın tasfiyesinden söz etmekteydi. 19'uncu madde, Filistin'in 1947'deki taksimini ve İsrail devletinin kurulmasını geçersiz sayıyordu. 21'inci madde,Filistin topraklarının tamamen kurtuluşu yerine geçecek her türlü
    çözümü reddediyordu.

    Kudüs Kongresi'nde, 9'uncu maddenin öngördüğü silahlı mücadeleyi yürütmek üzere fedayin denen gerillalardan meydana gelen bir askeri teşkilat olan El-Fetih (Al-Fatah) teşkilatı kurulmaktaydı.

    1966 Şubatında Suriye'de iktidarda bulunan Baas Partisi'nin sol kanadı bir darbe yaparak, iktidarı ele geçirdi. Bu sol iktidar ile birlikte,Suriye-İsrail sınırında hadiseler çıkmaya başladığı gibi, bu yeni Baascılar, Başkan Nasır'ı İsrail'e karşı yumuşak davranmak ve Birleşmiş Milletler'in kanadının altına sığınmakla suçluyordu. 1966 Ekiminden itibaren de Suriye topraklarından hareket eden El-Fetih fedayini İsrail topraklarına saldırılara başladılar.

    İsrail bu saldırıları Güvenlik Konseyine şikayet ettiğinde, oradan Suriye aleyhine bir karar çıkarmak mümkün olmadı. Zira her kararı Sovyet Rusya veto etmekteydi. Bu ise Suriye'yi daha da tahrik etti. Suriye Başbakanı Ekim ayında "Biz İsrail'in güvenliğinin bekçisi değiliz" diyordu. Kasım ayında ise, Suriye ile Mısır (Birleşik Arap Cumhuriyeti) arasında bir "savunma" antlaşması imzalandı.

    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  4. #4
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734

    Bu gelişmeler üzerine İsrail, fedayin saldırı ve akınlarına karşı,Kasım ayının ortalarından itibaren, "mislile mukabele" taktiğini tatbike başladı. Yani, yapılan en küçük bir saldırıya karşı, en ağır bir şekilde ve ağır silahlarla karşılık verilmeye başlandı. Bu suretle, bir yandan Suriye-İsrail, bir yandan da Ürdün-İsrail sınırlarında gerginlik her geçen gün biraz daha artmaya başladı. Ocak-Nisan 1967 döneminde Suriye-İsrail sınırlarında küçük çatışmalardan, tank, topçu ve hava çatışmalarına kadar her türlü faaliyet ortaya çıktı. 7 Nisan 1967 günü Suriye ile İsrail arasındaki hava muharebesinde İsrail uçakları Şam üzerinde uçtuğu gibi, altı tane de Suriye uçağını düşürdüler.

    7 Nisan hadisesi Suriye ve Araplar için haysiyet kırıcı olmuştu.Bilhassa düşürülen uçakların Sovyet yapısı olması, Sovyetler için de hadisenin prestij kırıcı olmasına sebep oldu. Bundan dolayı, Sovyetler Suriye'yi daha silahlandırdıklarından başka, Suriye üzerindeki kontrollarını da arttırdılar.

    Öyle görünür ki, 7 Nisandan sonra meydana gelen en küçük bir hadise, İsrail'e komşu Arap ülkelerinin İsrail ile münasebetlerinin gerginleşmesine, kendi çapından daha büyük katkıda bulunmuştur. Mayıs ayından itibaren Suriye'den İsrail topraklarına fedayin akınları daha da yoğunlaşmaya başladı. İsrail Başbakanı Levi Eshkol 11 Mayısta radyoda yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "İsrail hükümeti gayet iyi biliyor ki, teroristlerin merkezi Suriye'dir. Fakat biz prensibimizi tesbit ettik: Saldırgana mukabil darbeyi vurmanın zamanını,yerini ve vasıtasını biz seçeceğiz".

    Eshkol'ün bu sözlerinden sanıldı ki, İsrail Suriye'ye karşı harekete geçmeye karar vermişti. Sonradan görüldü ki, İsrail'in seçtiği hedef Mısır'dır. Bu yanılgı dolayısiyledir ki, Mısır Genelkurmay Başkanı 14 Mayısta Şam'a giderek görüşmelerde bulundu. Bundan sonra hadiseler hızla akmaya başladı.

    16 Mayısta Mısır silahlı kuvvetleri alarm durumuna geçirildi. Esasen 14 Mayıstan itibaren Mısır kuvvetleri, 1956'dan beri Birleşmiş Milletler barış gücünün kontrolunda olan Sina'ya girmeye başlamıştı.Yine 16 Mayısta Mısır, gerek Sina yarımadasında ve Gazze'de bulunan ve gerek Akabe Körfezi'nin Kızıldenize çıkış noktası olan Tiran boğazındaki Şarm el Şeyh'deki Birleşmiş Milletler askerlerinin buralardan çekilmesini istedi. B.M. askerleri 19 Mayıstan itibaren buralardan çekilmeye başladı ve yerlerini Mısır askerleri aldı. Bu hadise Arap-İsrail gerginliğinde mühim bir tırmanma teşkil etmekteydi.

    Mısır bu hareketi ile iki cepheden İsrail'e karşı pozisyon alıyordu.Biri, Sina'yı tamamen kontrolu altına almak suretiyle, İsrail'e karşı doğrudan hareket imkanını kazanması ve arada B.M. kuvvetlerinin mevcut olmamasıydı. İkincisi ise, Şarm el-Şeyh'e askerini sokmakla,İsrail'in Kızıl Deniz'e çıkışı olan Tiran Boğazını kontrol altına alıyordu. Nasır bununla da yetinmedi ve 22 Mayısta Tiran Boğazını İsrail gemilerine ve 24 Mayısta da bütün deniz trafiğine kapadı. Bu sonuncu tedbir ile, İsrail'e başka ülke gemilerinin yardım getirmesini önlemiş olmaktaydı.

    22 Mayıstan itibaren Tiran Boğazı'nın ve arkasından Akaba Körfezi'nin kapatılması, Orta Doğu'daki havayı birdenbire gerginleştirdi.Çünkü, İsrail Mısır'ın bu hareketini, kendisine yöneltilmiş bir saldırı olarak kabul etti. Bu sebeple, 23 Mayıstan itibaren Amerika ve Sovyetler harekete geçerek, bir savaşı önleme çabalarına giriştiler. Vietnam savaşının Kongrede uyandırdığı tepkiler dolayısiyle, Başkan Johnson İsrail meselesinde fazla ileri gitmekten korkuyor ve ellerini bağlı hissediyordu. Onun için, Sovyet Rusya'nın da Orta Doğu'da herhangi bir avantaj elde etmesini önlemek için, bu devletle beraber hareket etme kararı aldı. Bu Sovyetlerin de işine geldi. Çünkü 7 Nisandaki hava muharebesinde Suriye'nin İsrail karşısında hiç bir şey yapamaması,Sovyetlerin Araplara olan güvenini sarsmıştı. Fakat Sovyetler bir yandan da Arapların güvenini kaybetmek istemiyorlardı. Bu sebeple, bir yandan Amerika İsrail'i, öte yandan da Sovyetler Suriye ve Mısır'ı yatıştırmaya çalıştılar.

    İki büyük devletten gelen bu yatıştırma faaliyetinin hiç bir faydası olmadı. Hava yatışacağı yerde, daha da gerginleşti. Nasır 26 Mayısta yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "Eğer savaş gelecek olursa, bu topyekün bir savaş ve hedefimiz de İsrail'i yoketmek olacaktır.Bu savaşı kazanacağımıza inanıyoruz ve, şimdi İsrail ile savaş için hazırız. Bu sefer 1956'daki gibi olmayacak. O zaman İsrail ile değil, İngiltere ve Fransa ile savaşmıştık". Al Ahram gazetesinin başyazarı Muhammed Heykel de, yine aynı gün, "Savaş kaçınılmazdır.Araplar ilk defa olarak iradelerini İsrail'e kabul ettirebileceklerdir"diyordu.

    Bu arada, Güvenlik Konseyi de 23 Mayıstan itibaren toplantılar yaparak ve bir takım kararlar alarak bir krizin patlamasını önlemeye çalıştı. Fakat bunlar da savaşı önlemeye yetmedi.

    30 Mayısta Mısır (Birleşik Arap Cumhuriyeti) ile Ürdün arasında bir savunma antlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya 4 Haziranda Irak da katıldı. Mısır Başkanı Nasır bu katılma dolayısiyle yaptığı konuşmada,"1956 ihanetinin intikamını almak için savaşın başlamasını şiddetle arzuluyoruz. Bu savaş bütün dünyaya Arapların da, İsrail'in de ne olduğunu anlatacaktır" diyordu.

    Krizin başlangıcında Sovyetler İsrail'in ilk önce Suriye cephesinden harekete geçeceğini tahmin etmiştir. Daha sonraları Başkan Nasır,İsrail'in Sina cephesinde harekete geçeceğini, lakin cepheden saldırmayıp, Gazze koridorundan girmesini beklemiştir. Halbuki bunların hiç biri olmadı.

    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  5. #5
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734

    Arapların istediği gibi ilk saldırıyı İsrail yaptı. Fakat Araplara ilk ve ağır bir darbe indirmek için 5 Haziran 1967 sabahı 7:30'dan itibaren havalanan İsrail uçakları, Mısır, Suriye ve Ürdün havaalanlarını bombardıman etmeye başladılar. Mısır'a yapılan baskında, İsrail uçakları, Mısır radarlarına yakalanmamak için Akdeniz üzerinde çok alçaktan uçarak, Mısır'ın Batı sınırlarına ulaşmışlar ve saldırılarını batıdan yapmışlardır. Sina üzerinden değil. O kadar ki, İsrail uçakları Irak'a da ulaşarak Habbaniye havaalanını bile bombardıman ettiler.

    5 Haziran günü akşam olduğu zaman, 16 Mısır havaalanı artık kullanılmaz hale gelmiş ve 280 Mısır uçağı, 52 Suriye uçağı, 20 Ürdün uçağı ve bir çok da Irak uçağı yerde tahrip edilmişti. Sonradan görülmüştür ki, tahrip edilen Arap uçaklarının sayısı o gün 400'ü aşmış bulunuyordu. Havaların kontrolu artık İsrail'in elindeydi. Araplar 5 Haziran günü 160 İsrail uçağını düşürdüklerini iddia etmiş iseler de, bu iddianın gerçekle hiç bir alakası olmadığı görülmüştür.Havalardaki üstünlük İsrail'in kara harekatını da kolaylaştırmıştır.Bilhassa Sina yarımadasındaki muharebelerde Mısır'ın zırhlı kuvvetleri,İsrail zırhlı kuvvetlerinden ziyade, havadan İsrail uçaklarından ağır darbeler yemiş ve perişan olmuşlardır. Bundan dolayı, İsrail kuvvetleri üç gün içinde bütün Sina'yı ele geçirip, 7 Haziran akşamı Süveyş Kanalı'nın sağ kıyısındaki, kuzeyde Kantaro, ortada İsmailiye ve güneyde de Port Tevfik'e ulaşmışlardır. Bu durumda Mısır'ın yapabileceği bir şey kalmamıştı. 8 Haziran'da İsrail ile ateş-kesi kabul
    ederek, İsrail kuvvetlerinin Kanalın öbür yakasına geçmesini önlemiştir.

    İsrail için 1967 savaşının en çetin cephesi Ürdün cephesi ve Batı Şeria cephesi olmuştur. Ürdün kuvvetleri gerçekten İsrail'i uğraştırmış ve ciddi kayıplar verdirmişlerdir. Fakat onlar da Mısır'dan daha fazla dayanamadı. 7 Haziran günü Nablus muharebesini kaybedip,şehir İsrail kuvvetlerinin eline geçince, İsrail bütün Batı Şeria'yı işgal etmiş oluyordu. Bu sebeple 7 Haziran akşamı Ürdün de İsrail ile ateş-kesi kabul etti.

    8 Hazirandan itibaren Suriye cephesinde Golan tepelerinde muharebeler şiddetlendi. Suriye Golan tepelerinden aşağıdaki İsrail yerleşim merkezlerini 1956'dan beri 11 yıl süre ile bombalamıştı. Yani bu tepelerin, İsrail'in Suriye'ye karşı savunması bakımından stratejik bir ehemmiyeti vardı. Suriyeliler de İsrail karşısında fazla dayanamadılar. İsrail kuvvetleri
    Golan tepelerini aldıktan sonra, Suriye topraklarında ilerlemeye başladılar. İsrail kuvvetlerinin ilerleme istikameti Şam'dı. İşte tam bu sırada, 10 Haziran günü Sovyetler Amerika'ya başvurarak, İsrail ilerlemesi durdurulmadığı takdirde, "askeri harekat" da dahil gerekli tedbirleri alacaklarını bildirdiler. Bu sırada İsrail kuvvetleri,Şam'a 40 mil mesafedeki Kuneitra'ya girmiş bulunuyordu. Dolayısiyle,İsrail Kuneitra'da durdu ve o gün saat 16:30'da da İsrail ile Suriye arasında ateş-kes başladı. Altı Gün Savaşı böylece sona ermiş oluyordu.

    Savaşın sonu Araplar için tam bir hezimetti. Savaştan sonra bir Arap askeri gücü kalmamıştı. Mısır Sina'ya 80-100 bin kişilik bir kuvvet sürmesine rağmen bir şey yapamamıştı. Mısır 600-800 tank kaybetmişti.100'den fazla kullanılabilir Sovyet yapısı tank İsrail'in eline geçmişti. Yine Mısır'ın 400 topu ile 10.000 askeri aracı Sina'da tahrip edilmişti. Tahrip edilen Arap uçaklarının sayısı 441 olarak tesbit edilmiştir ki, bunun içinde Sovyet yapısı 280 Mig ve 60 Ilyuşin uçağı da bulunmaktaydı. Başka bir deyimle, 1967 Arap yenilgisi, aynı zamanda Sovyet silahlarının da yenilgisi idi. Mamafih, Arapların bu silah kaybı, Sovyetlerin bu ülkeleri tekrar silahlandırmak için daha sıkı kontrolları altına almaları ve Orta Doğu'da daha fazla söz sahibi olmak için de bir fırsat olmaktaydı.

    1967 zaferi ile İsrail topraklarını dört misli daha genişletmiştir. Gazze ve bütün Sina yarımadası İsrail'in eline geçtiği için İsrail Süveyş Kanalına dayanmış ve güneyde de Şarm-el-Şeyh'i alarak Tiran Boğazı'nın kontroluna sahip olmuştur. Yine Sina'nın kuzey-doğusundaki Gazze bölgesi de İsrail'in eline geçmiştir.

    İsrail Ürdün'den Şeria nehrinin batısındaki bütün toprakları alarak, Şeria nehri Ürdün ile İsrail arasında sınır olmuştur. Keza, Ürdün'ün elindeki Doğu Kudüs de İsrail'in eline geçmiştir ki, bu suretle 2000 yıldanberi ilk defa olarak yahudiler Kudüs'e tekrar sahip oluyorlardı.

    Osmanlı Devleti'nin 400 yıl elinde tuttuğu kutsal Kudüs'ü, Araplar 50 yıl ellerinde tutamamışlardı.

    İsrail Golan tepeleri denen ve Kuneitra'ya kadar uzayan Suriye topraklarını da işgal etmişlerdi.

    İsrail bu toprakları elde etmekle kendisi için gerekli güvenlikli sınırlara sahip olmaktaydı. Fakat, İsrail'in bu güvenliğine karşı da,Sovyetler bilhassa Mısır ve Suriye üzerindeki nüfuzlarını daha da arttırarak, bir bakıma bu güvenliği belirli ölçüde zayıflatmış olmaktaydılar.Zira, 1967 savaşından sonra Sovyetler Arap ülkelerini yeniden silahlandırmaya başlayarak İsrail karşısında bir silah dengesi kurmaya çalıştıkları gibi, bundan da daha mühimmi, Akdeniz'deki varlıklarını arttırdılar. Zira, bu savaştan sonra Sovyet donanması hemen 50-60 parçaya çıkarıldığı gibi, Sovyetler Suriye'nin Lazkiye ve Mısır'ın da İskenderiye limanında deniz üssü elde ettiler. Bu ise, bu iki ülkenin daha fazla Sovyet nüfuzu altına girmesi idi.

    Sovyetlerin Araplar üzerindeki koruyuculuğu daha savaşın son günlerinde başlamıştı. Yukarda da işaret ettiğimiz veçhile, 10 Haziran günü Sovyetler Amerika'ya başvurup ateş-kesi sağlamamış olsalardı İsrail kuvvetlerinin Şam'a girmesi belki işten bile olmayacaktı.

    Sovyetlerin koruyuculuğu bu kadarla da kalmadı. Güvenlik Konseyinde Amerika'nın vetosu ihtimali dolayısiyle, Genel Kuruldan Araplar lehine bir karar çıkarmak amacı ile, B.M. Genel Kurulu'nun 19 Haziranda olağanüstü toplantıya çağrılmasını sağladı. Lakin, Genel Kurul'da 21 Temmuza kadar yapılan toplantılarda, Arap-İsrail barışı için ortaya atılan hiç bir formül, gerekli üçte iki çoğunluğu sağlayamadı.Bunun üzerine mesele Güvenlik Konseyine havale edildi.Mamafih Genel Kurul, 4 Temmuzda, Pakistan tarafından teklif edilen ve Türkiye, İran, Gine, Mali ve Nijer tarafından desteklenen karar tasarısını kabul etti. 20 çekimsere karşı 88 oyla kabul edilen bu karar, İsrail'i, Kudüs'ün statüsünü değiştirebilecek her türlü tedbirden kaçınmaya davet ediyor ve bu gibi tedbirlerin hukuken geçersiz olacağını hatırlatıyordu.

    Güvenlik Konseyi ise İsrail'i destekleyen Amerikan ve Arapları destekleyen Sovyet görüşlerini uzlaştırmak için uzun süren görüşme ve tartışmalardan sonra, nihayet, 22 Kasım 1967'de 242 sayılı kararı kabul etti. Karar, İsrail'in bu son savaşta işgal ettiği"topraklar"dan çekilmesini öngörmekteydi. Kararın bundan sonraki kısmında da, bölgedeki her devletin egemenlik, toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığının tanınması ve buna saygı gösterilmesi isteniyor ve yine her devletin "barış içinde", "tehdit ve kuvvet kullanılmasından uzak olarak", "güvenlikli ve tanınmış sınırları içinde" yaşaması hakkı kabul edilmekteydi. Kararın üçüncü maddesine göre de, bu kararın yukardaki prensipleri çerçevesinde barışcı ve taraflarca kabul
    edilmiş bir anlaşmanın gerçekleştirilmesi amacı ile, Genel Sekreteri,taraflar arasında temas sağlamak için bir özel temsilci tayin edecekti.

    242 sayılı Güvenlik Konseyi kararının 3'üncü maddesi gereğince, B.M.Genel Sekreteri, İsveçli diplomat Gunnar Jarring'i taraflar arasında temas ve anlaşma sağlamakla görevli özel temsilci seçti. Lakin Jarring'in temasları ve faaliyeti hiç bir netice vermedi. Fakat bu arada Amerika barışı sağlama çabalarına aktif bir şekilde girdi. Çünkü, 1968 seçimlerinde Başkanlığa gelen Richard Nixon, nasıl Vietnam meselesini bir an önce sona erdirmeye karar vermiş ise, Orta Doğu'da da barışı gerçekleştirerek Amerika'nın prestijini tamir etmeye kararlı idi. Çünkü, İsrail'in 1967 savaşındaki tartışmasız zaferi, Araplar tarafından, Amerika'nın İsrail'e yardım ettiği propagandası ile, birAmerikan aleyhtarlığına dönüştürülmüştü. Nixon bilhassa bu aleyhte propagandayı önlemek ve Amerika'nın Orta Doğu'daki itibarını tekrar tesis etmek istiyordu. Bu sebeple Nixon'ın Dışişleri Bakanı William Rogers, Araplarla İsrail'i bir barış çözümü etrafında birleştirmek için çeşitli planlar ortaya attı. Fakat Rogers'ın bu teşebbüslerinden hiç bir netice çıkmadı. Çünkü, Araplar bir barış için önce İsrail'in işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerektiğini söylüyordu. Arapların 242 sayılı Güvenlik Konseyi kararını yorumlaması bu şekildeydi ve bu yorum bugüne kadar devam etmiştir.

    Buna karşılık, İsrail ise, 242 sayılı kararın 3'üncü maddesine dayanarak, önce bir müzakere masasına oturulmasını ve "güvenlikli ve tanınmış" sınırların tesbitini ve ondan sonra da, İsrail'in, hangi topraklardan çekilecekse, oradan çekilmesi görüşünü savundu. İsrail'in bu görüşü de bugüne kadar devam eden bir görüştür.

    F.Armaoğlu – 20’ci Yüzyıl Siyasi Tarihi
    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

Benzer Konular

  1. Arap-İsrail Savaşları sunumu
    Konu Sahibi nuranpoyraz Forum Soğuk Savaş Dönemi Sunuları
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 29.Nisan.2011, 19:58
  2. İsrail'in Jeopolitiği
    Konu Sahibi raltar Forum ÇTDT Genel Araştırmalar
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 31.Ocak.2011, 22:37
  3. Altı gün savaşı (Arap-İsrail)
    Konu Sahibi ziberkan Forum Ülkeler Tarihi
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 15.Ocak.2008, 22:25
  4. Türkiye-İsrail Gizli Savaşı Armegedon
    Konu Sahibi ziberkan Forum Sahaf
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 18.Kasım.2007, 21:18
  5. İsrail
    Konu Sahibi giggs Forum Ülkeler Tarihi
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 22.Haziran.2007, 23:33

Bu Konu için Etiketler

Giriş