İkinci Dünya Savaşı Başında Türkiye’nin Askerî Durumu

İkinci dünya Savaşı patlak verdiğinde Türkiye askeri ve sivil olmak üzere her iki sektörde de hazırlıksızdı. Sanayideki yetersizlik, askeri alana teknolojik bir savaşa hazırlıksızlık olarak yansıyordu.

Savunma ve güvenlik Cumhuriyet’in başlangıcından beri birincil önem taşıyan konulardı. Lozan’da görüşmeler sürerken dahi İnönü seferberliğin devamını istemiş ve sözünü askeri güçle desteklemesini bilmişti. Lozan’da alınan ders İkinci Dünya Savaşı’nın çetin günlerinde uygulandı: Türkler, Almanları da İngilizleri de ihtiyatlı davranmaya mecbur kıldılar. Zira vatanseverlik en yüksek raddedeydi ve her saldırıya karşı koymaya kesinlikle azimliydiler. Aynı zamanda modern olmasa da sayıca büyük bir orduları vardı ki bu ordu savaştaki yılmazlığı ve cesaretiyle ünlüydü.

1930’ların ortalarında, Avrupa ve Dünya olaylarının tehlikeli bir görünüm almasından sonra Türk devlet adamlarınca savunmaya daha fazla önem verilmekle birlikte, Avrupa standartlarına göre Türk ordusu halen çok ilkeldi. Aydemir savaşın başlangıcında Türk ordusu’nun motorize ulaştırma kolunun 28 değişik markadan oluşan köhne kamyonlarla yürütüldüğünü söyler. Türk ordusunun ulaşım alanında çektiği güçlüklere haberleşmedeki yetersizlik ekleniyordu. İnönü’nün demiryolu yapımına büyük önem vermiş olmasıyla birlikte bunlar genelde yetersizdi. Ülkeyi doğudan batıya geçen bir tek ve tek hatlı demiryolu vardı. Bu koşullarda ordunun seferberlikte çeviklik ve asker sevkıyatında çabukluk açısından büyük kaybı oluyor,sınırlarda büyük sayıda asker tutuluyordu. Standardizasyon eksikliği topçu ve piyade sınıflarında da görülüyordu. Topçu birlikleri Alman, Çekoslovak, İsveç, İngiliz, Fransız, Rus ve İsviçre imalatı silahlarla donatılmıştı. İkinci Dünya Savaşı öncesinde hava gücü en can alıcı önemini kazanmıştı. 1937’de Türkiye’nin 131 savaş uçağı vardı,bu sayının 1938’de 300’e çıkarılması amaçlanıyordu.

Deniz kuvvetleri, silahlı kuvvetlerin en zayıf noktasıydı. Donanma çağdışı kalmış zırhlı Yavuz’dan, 4 muhripten ve 5 denizaltıdan oluşuyordu. Bu gemilerde Birinci savaştan bu yana savaş filolarına eklenen saldırı ve savunmaya yönelik birçok yenilikten yoksundular. Donanma sahil ve liman koruması için gerekli birçok araç ve gereçten de yoksundu ve gemiler hava saldırısına karşı tümüyle savunmasızdı.

1938’de dünyadaki durumun giderek gerginleşmesi sonucu hükümet tüm silahlı kuvvetlere birkaç yıldır ayırdığının üstünde ödenek ayırarak bu açıkları kapatmaya çalışıyordu. 1938 Mayısında İngiltere ile 6 milyon sterlinlik silah alımı kredisini içeren bir Askeri kredi antlaşması imzalandı. Türkiye’de bu ani silahlanma atılımı ülke bütçesine büyük yük oluyordu. Nitekim devlet gelirlerinin %43’ü savunma harcamalarına ayrılıyordu.

Türkiye’nin savaş halinde birkaç hafta içinde çağdaş savaşın gereklerinden yoksun kalacağı ortadaydı. Akaryakıt depolama tanklarının toplam kapasitesi 100000 tondu ve hiçbir zaman dolu değillerdi. Tüm sanayi ve enerji üretimi tesislerinin bir anda yok edilmesi mümkündü. Trakya’da Çakmak Hattı İnşaatı çimento ve demir yetersizliğinden yürümüyordu. Yılda ancak 380000 ton çimento üretilebiliyor ve bu fabrikalarda kolayca tahrip edilebilecekleri yerlerde bulunuyordu.

İşte bütün bu ihtimaller karşısında Türk hükümeti ve İnönü için açık kalan tek yol, bütün zekasını ve imkanlarını kullanarak, işi duygusallık meselesine dökmeden kendi kabuğu içinde vaziyet almaktan ve savaş dışında kalabilmenin çarelerini aramaktan ibaretti.

Kaynak: Selim Deringil, Denge Oyunu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1994, s.30-37