1929 Dünya Buhranının Türkiye’ye Etkileri

1)1930-1933 yılları arasında ithalatta hızlı ve büyük bir daralma meydana gelmiştir.
2)Spekülatif ithalatın etkileri Dünya Buhranı’nın Türkiye üzerindeki etkileri ile birleşti.
3)Yabancı sermaye arayışlarının belirginleşmeye başladığı döneme rastlayan buhranın etkileri bu arayışları daha da yoğunlaştırdı.
4)İhracat gelirlerinin azalması ve ticaret açığı sorununun önem kazanması,1929-1930 yıllarında iktisat politikasında önemli değişikliklere yol açtı.
5)Türk hükümeti, 1930 taksidini ödeyemeyeceğini anladı ve Duyun-u Umumiye İdaresini yeni bir anlaşmaya zorladı.
6)Merkez Bankası kurma kararı alındı ve bu da yeni dış kredi bulma gereksinimini artırdı.
7)Türkiye de üretilen pamuğa karşı dış talebin Dünya buhranı nedeniyle zayıfladığı bir dönemde kurulan devlet tekstil fabrikaları pamuğa karşı iç talebi büyük ölçüde genişletti.
8)Tarım ürünlerinin fiyatlarında hızlı bir düşüş görüldü.
9)Ziraat Bankası ve gelişmekte olan kooperatifler, köylüler borçlarını ödemekte güçlük çektikleri için, ciddi sıkıntılarla karşılaştı.
10)Mali kriz içine giren hükümet, 1930 yılında, makine kullanan çiftçilere uygulanan vergi iadesini, traktör başına belli bir tazminat ödenmesi koşuluyla kaldırdı.
Türkiye 1929 yılına büyük iyimserlik içinde girmişti [2]. Fakat Amerika Birleşik Devletleri’nde patlak veren ekonomik buhran Türkiye de etkisini göstermede gecikmemiştir. Türkiye 1929-1930 yıllarında çok ağır mali, iktisadi ve siyasi bir buhran geçirmiştir.
İlhan Tekeli ve Selim İlkin in “1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları” adlı eserde belirttikleri gibi,” Türkiye’nin krize girmesiyle birlikte alınacak önlemlerin tartılması beraberinde bunun Dünya buhranının sonucumu olduğu yoksa Dünya buhranından tam bağımsız olmasa bile Türkiye’nin kendisine özgü bir buhran mı olduğu tartışmasını getirmiştir[3],”
Türkiye’deki krizin dünya krizinin bir uzantısı olduğunu ileri süren çevreler Türkiye’nin krize kendi başına bir çare bulamayacağını ancak Dünya ekonomik krizinin çözümlenmesine paralel olarak krizden çıkabileceğini savunmuşlardı ve bu nedenle Türkiye’nin uluslar arası çözüm önerilerine katılmasını önermektedirler. Bunlar genlikle liberal ekonomi eğitimi görmüş bürokratlar olmuştur.
1929’da başlayan cihan iktisat buhranı, yeni bir dış ticaret ilmi getiriyordu. Buhran ise, tam bizim Lozan Konferansı ile kabul ettiğimiz kayıtlı gümrük tarifesinden sıyrılacağımız zamana rastlıyordu. Lozan Antlaşması’na gümrük tarifelerine ve ithalata getirdiği sınırlamalar 1928 yılı içinde bitiyordu. 1929 yılından itibaren sanayi koruyan bir gümrük tarifesi yapılması imkanı sağlanıyordu. Lozan’da 1916’nın %11 üzerinden spesifik gümrük tarifesini daha 5 yıl sürdürmeyi kabul etmiştik. Bu müddet zarfında hiçbir memleketle ticaret anlaşmaları akdedemezdik. Dış ticaretimiz serbest rejime tabiydi. Bu kayıtlardan 1929 Ağustosunda kurtulacaktık. Ona göre ve aha önce yeni bir gümrük tarife kanunu tasarısı hazırladık. Bu kanun 1499 sayı ile kanunlaştı ve ağustos 1929’dan itibaren yürürlüğe girdi. Yani gümrük esaretinden kurtuluyorduk. 1923-1929 arasında dış ticaretimiz boyuna açık veriyordu. 1923-1929 arasında bu açık yekünü 396.403.000 liraya varmıştı. Ortalama yılda 56,629.000 lira açık!.. ihracatımız miktar olarak ancak %89 ve kıymet olarak %74’ünü karşılıyordu.
Prof. Dr. İsmet Ergin”… 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, yeni politika arayışları açısından, bir dönüm noktası olmuştur. Her ne kadar bu büyük bunalım Türkiye’yi, batı ülkelerini etkilediği boyutta sarsmamış ise de, dolaylı olarak ekonomide darboğazlar yaratmıştır…[4]” diyerek devletin Lozan Antlaşması’nda yer alan maddeler gereği ekonomiye müdahale edememesinden bahsetmektedir.
“ Dünya Ekonomisi Türkiye ve İktisat Politikaları” adlı seminerinde Korkut Boratav buhranı şöyle değerlendiriyor,”…1929’u izleyen yıllarda metropol sermayesinin istek ve eğilimlerine rağmen Cumhuriyet Türkiye’si korumacı devletçi, büyümeci ve sonuç olarak dış dengeyi sağlayan bir iktisat politikası seçebilmiş ve bu politika sayesinde kapitalist dünya ekonomisinin bunalım döneminde hızlı bir sanayileşme temposunu gerçekleştirebilmişti[5].
1929-1939 Dünya Ekonomik krizinin Türkiye ekonomisine etkileri Prof. Dr. Gülten Kazgan’ın bu konuda verdiği “Türk Ekonomisinde 1927-35 Depresyonu, Kapital Birikimi ve Örgütleşmeler” adlı tebliğinde açıkça görülmektedir;”… Türk Ekonomisi 1927-35 döneminde uzun süreli bir deflasyon-depresyon yaşamıştır. 1927 yılı konjonktürün doruk noktasıdır…
1929-1923 yılları konjonktürün süratle alçaldığı ve yoğunlaşan depresyonla noktalandığı dönemdir. Ekonomi deflasyon-depresyon sürecinden ancak 1935-1936 yılından itibaren kurtulabilmiştir. Şurası ilginçtir ki, bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu’ndan devr alınan para-kambiyo mirası tasfiye edilmiş,vergi reformu yapılmış, üretim yapısında değişiklik için fevkalade olanaklar yaratılmıştır. Ancak anladığımıza göre Türkiye’nin yaşadığı deflasyon-depresyon dış dünyadaki krizden ve bunun kurumsal yapıya göre daraltıcı niteliğinden etkilendiği gibi kısmen de, Osmanlı mirasının tasfiyesi girişimleri ile yaratılmıştır. Aynı zamanda dışarıdaki bunalım, bu mirasın tasfiyesi zorunluluğunu da kaçınılmaz hale getirmiştir[6].
Türkiye’de devletin ekonomik kriz esnasında ekonomik hayata müdahalesi, önceleri “mutedil devletçilik” daha sonraları devletçilik diye adlandırılmış ve özellikle sanayileşmede devlete önemli bir rol ve öncülük vermek şeklinde olmuştur.
Memleketimizde sanayi kalkındırmak ve geliştirmek ancak planlı ve programlı bir hareketle kabildir. Serbest teşebbüsün planı ve programı yoktur. Bu teşebbüsler en çok fertler ve aileler elindedir. Diğer taraftan bu durumdaki serbest teşebbüslerin mevcut fabrikaları bugünkü değerleriyle satın alabilecek güçleri bile yoktur. Bunların devlet fabrikalarını tüccar zihniyetiyle daha iyi idare edeceklerine dair bir izde bulunmuyor.
Bizde devletçiliğin serbest teşebbüse bazı engeller çıkardığı yanlış müdahaleler yapmış olduğu kabul edilse bile, yine devletin teşviki sanayi kanunu ve gümrük himaye ve muafiyetleriyle, bu işletmelere bireysel emek ve faaliyet esasları tutulmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zamanda içinde ulusu gönence ve ülkeyi aydınlığa eriştirmek için ulusun genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerde özellikle iktisadi alanda devleti fiilen ilgilendirmektedir… ancak bu devrede patlak veren Dünya İktisat Buhranı sanayileşme hareketini kısmen yavaşlatmıştır.
… İktisadi kalkınma için her ülkede harcanan çabaların, akıllı ve iyi düşünülmüş uluslararası toplu önlemlerle tamamlanmasının zorunlu olduğunda, bütünüyle anlaşmış durumdayız.
1930’larda kapitalist merkezin uluslar arası ekonomik isteminin ilerliğini sürdürmeyi zorlayıcı araçlara sahip olmasının yanı sıra, Türkiye’nin dış borçlar karşısındaki durumu da çok farklıdır. On yıl süreyle hemen hemen hiçbir dış borç almamıştır. Yeni dış borç talebi yoktur. Osmanlı İmparatorluğu’ndan devraldığı borçların ödenmesini makul düzeylerdeki taksitlere bağlamayı başarabildi. Bugünkünden farklı olarak dış borç almasının kesilmesinin ekonomik yapısında ortaya çıkabileceği bir sorun yoktur. Böyle olunca da kapitalist merkez Türkiye üzerinde denetimin sürdürme araçların en önemlilerinden birine sahip bulunmamaktadır.
Bu koşullarda Türkiye bunalımdan çıkabilmek için dışa kapanan bir ekonomik politika seçeneğini kolayca izleyebilmiştir. 1929 bunalımı Türkiye’de hissedilince dış ticaretine getirdiği miktar sınırlamaları ikili anlaşmalar ve gümrük önlemleriyle dış ödemeler açığını kapamış ve parasının değerine kararlılık kazandırmıştır[7].
1929’da çeşitli nedenlerle ortaya çıkan dengesizlik Türkiye’nin ilk istikrar programı olan 1929 İstikrar Programı ile devlet harcamalarının kısılması ve gelirlerinin artırılması yabancı ülkeler borsalarında Türk lirası değerinin desteklenmesi yolundan O’nun deyimiyle “ Milli Para Buhranı”1930 yılı sonuna kadar kontrol altına alınmıştır.
Hükümetin Türk parasını koruma alanında ittihaz ettiği tedbirler, ekonomi ıstılahında düzenli iktisat veya düzenli para denilen sistemlere dahil tedbirlerdir.
1929 yılında Türk parası hızla değer kaybına başlamıştı. 1929 başında 900 kuruş olan sterlin, sene sonunda 1115 kuruşa kadar yükseldi. Bunun üzerine daha 27 Mayıs 1929’da hükümet “Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsası Kanunu”nu çıkararak bu alanda karşılama işine girişti. Bu kanunla bir liste tanzim edilerek, Kambiyo ve Para alım satımının, hangi ihtiyaçlara dayanılarak yapılabileceğini tespit etti. Bu hareket, Türk parasının korunması alanında girişilen ilk hareketti. Bu hareketi 25 Şubat 1930’da çıkarılan 1567 numaralı “Türk Parası Kıymetini Koruma Kanunu” takip etti[8].
Türkiye’nin başlıca ihracatı ve döviz kaynağı olan hammaddelerin fiyatlarında büyük bir oranda durgunluk gözlenmiştir. 1928 yılında mahsul çok fena olmuştu ve 1929 yılı çok daha iyi olmasına rağmen sıkıntı çok yaygındı. Diğer yandan hükümetin izlediği iktisadi politika özellikle sıkı para politikası halkı bunaltıp, teşebbüs gücüne engelliyordu.
Buhran yöneticilerinin çözmek zorunda kaldıkları sorunlar vardı. Bunlar;
Dış ödemeler dengesi, bunalımın ilk yıllarında büyük açık verecektir.
Türk parasının, sterline göre değerinde hızlı bir düşme yaşanacaktır.
Türk ekonomisi de dünya ekonomisiyle birlikte hızlı bir deflasyona girecektir.
Dış ticaret hadleri Türkiye aleyhine hızla gelişmiştir.
İç ticaret hadleri de tarımsal ürünler aleyhine hızlı bir gelişme göstermiştir.
Tarımsal alanda özellikle sanayi bitkilerinin ekim alanındı bir daralma olmuştur.
Bütün bu sorunlar Cumhuriyet döneminde sürdürülen ekonomik ve siyasal dengelerin çözülüp yeniden kurulmasını gerektiriyordu.
Türkiye bunalım içinde üç dengenin kurulması için önlemler almaktan çekinmemiştir. Bunlar Türk parasının kıymetinin korunması, dış ödemeler dengesinin sağlanması, bütçenin açık vermemesidir.
Cihan İktisat Buhranı ile hükümet 1930 yılına şöyle bir bütçe ile girdi:
Gelir 222.732.000 T.L
Tahsilat 217.451.000 T.L
Gider 242.982.000 T.L
Fiili harcama 210.429.000 T.L
Bu rakamları altın veya İngiliz lirası ortalamasına çevirirsek, yuvarlak olarak hükümet 20.000.000 altın liralık bir bütçe potansiyeli ile çalışacak demekti. Dışarıdan hiçbir yardım ve kredi alınamazdı. Dünya buhranı derinleşiyordu. Köylünün tediye kabiliyeti buhran dolayısıyla düşmüştü. Halbuki demiryolları inşa ve satın alması işlerine girişilmişti. Sanayileşme hareketi başlamıştı. 1930’dan sonra ise devletin ihtiyaçları daha da artmış olmasına rağmen, bütçeler artmadı. Tersine olarak geriledi.
Ekonomik krizin Türkiye’de toplum üzerindeki etkileri farklı olmuştur. Büyük çiftçiler dünya piyasalarındaki tarım ürünlerinin fiyat düşüşleri yüzünden fazla etkilenirken, orta boy çiftçilerin kayıpları daha az olmuştur. Bunalımın etkilerinin tarım kesimi üzerinde yoğunlaştığı ve iktidar bloku içinde büyük toprak sahiplerinin öneli bir yeri olduğu bir ortamda tarım kesiminde fiyatları yükseltebilecek çok çeşitli önerileri geliştirilmekte gecikilmedi. Ne var ki bu önerilerin gerçekleşmesini olanaksız kılan nesnel koşullar vardı. Devletin depolama olanakları vb. alt yapısı böyle bir politikayı uygulamaya hazır değildi. İzlediği para ve denk bütçe politikaları, tarımsal ürün fiyatlarını, dış dünya fiyatlarının üzerine çıkaracak kaynakların oluşturulmasına olanak vermemekteydi. Ayrıca ihracat gelirlerini artırmak istediği için, dış dünya fiyatlarının içe yansımasını benimsemek durumundaydılar.
Yine de bu dönemde tarımın geliştirilmesi ve tarımsal üretimin artırılması için çeşitli önlemler alınmıştır. “Bunlar arasında en başta tarımı vergilendiren Aşar’ın 1925 yılında kaldırıldığını belirtmek gerekir. Ayrıca; kredi, gübre, tohumluk ve sulama gibi konularda da çiftçilere çeşitli kolaylıklar sağlanmıştır[9].
İzlenen bu politikanın, diğer kesimler açısından da önemli sonuçları olmuştur. Korunmuş ve ithalatı sınırlanmış bir pazarda iç fiyat hadleri tarım aleyhine gelişince, fiyat makasıyla kırsal kesimden kentsel kesime aktarılan bir artık doğmuştur. Hem bu artık hem de fiyat düzeyi, sanayileşme için elverişli bir ortamı yaratmıştır.
Ticaret kesiminde krizden en çok etkilenen, dış ticaret ile uğraşan büyük firmalar olmuştur… 1929 da başlayıp 1930’larda da devam eden “dünya ekonomik bunalımı” ve onun arkasından gelen dünya siyasi krizleri zinciri, nihayet 1939 da başlayan II. Cihan Savaşı ekonomimizin henüz dışa açılmaya hazır bulunmaması dış ticaretimizi, özellikle “ihracat”ımızı sınırlı tutmuştur[10].
Nitekim, 1929’a kadar açık veren dış ticaretimiz yeni uygulamanın etkisiyle 1930 yılından itibaren fazla vermeye başlamıştır. Nitekim, ithalat 1929 da 256 milyon liradan 1933 de 74.7 milyon liraya, ihracat ise 1929 da 155 milyon liradan 1934 de 92.1 milyon liraya, gerilemiştir.
Şevket Süreyya,”Cihan İktisadiyatında Türkiye” adlı eserinde durumu şöyle ele alıyor; “… Cihan ticaretine her gün biraz daha karışmak mecburiyetindeyiz. Beynelmilel mübadele işlerinde ehemmiyetsizleşmek, az satan ve az alan pasif bir ülke haline gelmek muasır bir milletin uğrayabileceği en büyük felakettir…[11]”
Bu dönemde dört etken 1929 Dünya ekonomik krizi ile doğrudan değil ancak dolaylı olarak bir kambiyo krizi oluşturmuştur. 1929 yılı sonundaki bu kriz Türk Devleti’nin yabancılara olan borçlarını ödeme olanağını ortadan kaldırmış, moratoryum ilan edilmiş ve devletin dış itibarı bozulmuştur. Bu etkenler:
1)Buğday ithalindeki artış:1927-1928 yıllarındaki kuraklık 1928 yılında 18 milyon TL tutarında buğday ithalini gerektirmişti.
2)Spekülatif ithalat artışı: Türkiye 1929 yılı Ağustos ayından itibaren gümrük vergilerini yükseltebilecekti. Vergi konmazdan evvel ithalat tamamlama endişesi tüccarın ithal eğilimini ve kredi talebini artırdı.
3)Demiryolu politikasının yarattığı döviz ve fon talebi.
4)Osmanlı borçların ödenmesi.
Bunların tümü 90 milyon TL veya 9 milyon sterlin tutarında ek döviz talebi yarattı. İthalat baskısı altında dış ticaret açığı 100 milyon Türk lirasına yükselmişti. Krizi atlatmak için dış kaynaklardan borç alındı. Bu döviz kurunda düşüş yarattı ve 1930 yılında 1 sterlin 1930 kuruşu buldu.
1930 yılında Dünya buhranı tesirleri Türkiye’de daha çok etkisini göstermeye başladı. Ama burada hemen şunu kaydetmelidir ki, Türkiye ticaret dengesi, yani ihracatla ithalat arasında muvazene 52 seneden beri ilk defa 1930 da aktif duruma girdi. Yani, ihracat ithalatı aşarak, Türkiye’nin dış ticaret açığı kapandı ve ondan sonra 9 sene, ihracat, ithalatın daima üstünde kaldı. Zira Türkiye dış ticaret hacminde yaşanan buhranı, bilhassa ihraç mallarının fiyat hareketlerinde de şiddetle yaşamakla beraber, bu buhran yıllarında iktisaden çökmemiştir.
Yine de bu dönemde birtakım tedbirler alınmak zorunda kalınmıştır… Kambiyo krizinin bir sonucu “Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları Kanunu” ile 1567 sayılı “Türk Parasının kıymetini Koruma Kanunu” ve bunları tamamlayan çok sayıda kararname oldu. Döviz piyasası sıkı biçimde devlet kontrolüne alındı. 1930 yılında Türkiye Merkez Bankası kuruldu[12].
1930 yılında TC Merkez Bankasını kurarken danıştığı dünyanın iki ünlü Merkez Bankacısının ( Almanya’yı “Weimer Enflasyonu”ndan kurtaran bu hizmeti nedeniyle “Mali Sihirbaz” unvanı verilen zamanın Alman Merkez Bankası Başkanı Dr. Hjalmar Schacht ve yardımcısı Karl Müller’in) olumsuz görüşlerine rağmen Türk Emisyon Bankasını kurmuştur. Bu iki ünlü Merkez Bankası uzmanı ülkemizde belirli bazı iktisadi ve mali tedbirler alınarak para istikrarının sağlanması güven altına alınmadan bir Emisyon Bankasının kurulmasını “Mevsimsiz” bulmuşlardır. 1930 da verilen raporlara göre TC. Merkez Bankası, gelecek beş yıl içinde tedavüldeki banknotların %30’u oranında altın, %10’u oranında döviz mevcutları devlet bütçesi ve dış ödemeler dengesi sağlandıktan ve ekonomi, bu mevcut dengeleri zaman içinde koruyacak kadar güçlendirildikten sonra kurulabilir. Bu şartlar yerine getirilmeden kurulabilecek bir Merkez Bankası ülkede para istikrarını bozabilir ve bunun çok olumsuz sonuçları olacaktır.
Milli paranın Türklerin yönetimine geçmesini isteyen Atatürk 1930 tarihinde 1715 sayılı kanunla TC. Merkez Bankası’nı kurmuş, bankanın hisselerini de Türk Bankaları ile devlet memurlarına dağıtmıştır.
Dünya krizinin Türkiye’ye intikali çok çeşitli yollardan oldu.
1)Türkiye’nin ihracatçısı olduğu tarım ürünlerinin ve diğer hammaddelerin fiyatları 1925’teki düzeylerinin 1932-1933 yıllarında üçte birine kadar düştü. 1929, 1930 ve 1931 yıllarında hububat ürünü bol olduğu ve ihracat yapıldığı halde gelirde yükselme olmadı. Dış ticaret hadlerindeki aleyhe dönüşten ötürü, Türkiye reel gelir kaybına uğradı. Dış ticaretteki kayıplar 1931 ve 1933 yıllarında maksimuma ulaştı.
2)İthalatçıların kısa vadeli sermaye girişi ile spekülatif ithalat dünya fiyatlarındaki düşmeler yüzünden iflaslara yol açtı, ürün fiyatlarının düşmesi ile köylerde azalan satın alma gücü stokların erimesine imkan vermedi. Dış ticarete açık kesimler bu bunalımdan özellikle ekilendi.
3)İthalatçıların kısa vadeli sermaye girişi ile finanse ettikleri borçların TL. ile değeri, kur yükselmesi yüzünden fazlalaştığı için iflasla sebep oldu.
4)İngiliz lirası 1931 de alın standardından ayrıldı ve devalüe edildi. Türk lirası sterline bağlanmaktan çıkarıldı ve Fransız frankına bağlandı. Fakat frankta devalüe edilince Türk lirası dolara bağlandı.
5)1932 yılında Fransa ile başlayan Klering anlaşmalı ticaret kısa sürede diğer ülkelere yayıldı. Takasta yapılıyordu. Klering ile ticaret 1933 yılında %19’a 1938 yılında %43’ e çıktı.
1930-1934 yılları süresince Türk lirası her alanda değerlendi, pahalılaştı.
Türk lirasının dış değeri yabancı paralar karşısında yükseldi. 1930 da 1030 kuruş olan İngiliz lirası 625 kuruşa, 212 kuruş olan dolar 126 kuruşa düştü. Hükümet’in 1567 sayılı Türk Parsının Kıymetini Koruma Hakkında kanla aldığı yetkiye dayanarak tedbirlerin amacı memleketin ödeme denkliğini elde etmekti, bu suretle paramızın dış satın alma kıymeti, döviz kıymeti korunmak isteniyordu. Bunun içinde ithalatı azaltmak, fazla döviz çıkmasının,ecnebi dövizine olan ihtiyacın artmansın önüne geçilmek, milli sanat kurmak yoluyla kendi yağında kavrulma ülküsü amaçlanıyordu. Hükümetin bu ülküsü şu şekillerde olabilirdi:
a)Yabancı sermayesinin, bol bol memlekete girmesiyle,
b)Görünür görünmez gelirleri, yani yabancı dövizi getiren kaynakları arttırmak, kuvvetlendirmekle
c)Devletin yabancı dövize olan ihtiyaçlarını azaltmakla,
Bütün bu tedbirlere rağmen devletin gittikçe daha sıkı tedbirler almak zorunda kaldığını görüyoruz.
Türkiye’deki sıkıntıyı dünya buhranından ayırıp Halk Fırkası’nın iktisadi siyasetteki hatalarına bağlanan habere karşı, 14 Temmuz 1931 tarihli Anadolu Gazetesi’nde yer alan bir makalede; “… Fethi Bey’in ilk hamlede vergilere yüklendiğini görüyoruz. Serbest Fırka mükellef vatandaşların bunaldığını haykırmıştır. O feryadın en tabii ve en zaruri bir neticesidir ki bugün vergilerin halka verdiği sıklet hafifletilmiş bulunmakta ve bütçede azamı tasarruf yapılmaktadır… İşte en basit hakikatlerin böyle tersine çevrilmesi, memlekette iyilik namına ne varsa Cumhuriyetçiliğe, hürriyetperverliğe varıncaya kadar hepsinin üçbeş başıboş muarızın eseri imişte Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan zorla alınmış ve zorla muhafaza edilmekte bulunulmuş gibi gösterilmek istenmesidir ki memleketin her tarafında halkın çok haklı bir infialini davet etmiş ve bu infial ta Millet Meclisi kürsüsüne kadar in’kas etmiştir.”
Buhranın etkilediği iki kesim tarım ve dış ticarettir. Küçük çiftçiler kapalı bir sistemde, krizden fazla etkilenmiş görünüyorsa da vergi borçları yüzünden bunlarında paraya ihtiyaçları olduğu için etkilenme oldukça fazla olmuştur. Cumhuriyet Hükümetleri Aşar’ı kaldırmış, yerine Arazi vergisini getirmişti. Arazi vergisi verebilmek için küçük çiftçinin de ürünü paraya çevirmesi gerekiyordu. Sabit kalan arazi vergisini ödemek için daha düşük fiyatlı üründen daha fazla miktarda satması gerekiyordu.
Diğer taraftan, kredi, gübre, tohumluk ve sulama gibi konularda da çiftçilere çeşitli kolaylıklar sağlanmıştır. 1927 ve 1929 yıllarında çıkarılan kanunlara dayanılarak devlete ait toprakların 711 bin hektarlık bir bölümü 1923-1934 yılları arasında topraksız ailelere dağıtılmıştır.
Bu dönemdeki önemli işlerden biri de, 1927 yılında yapılan Tarım Sayımı’dır. Çeşitli konularda ilgi toplamak ve tarımsal yapıyı belirlemek amacıyla gerçekleştirilen bu sayımın sonuçlarına göre, ekili alanlar 43.6 milyon dönüm olup toplam alanların %48’ini oluşturmaktadır.yine bu sayımın sonuçlarına göre, tarımsal üretim daha çok kol gücüne ve hayvana dayanmaktadır. Traktör, tırmık, harman makinesi gibi tarımsal alet ve makinelerin toplamı ise 15 700 kadardır.
Tarımsal kredilere gelince; tefecilik oldukça yaygındır ve düzensiz kredi piyasasında faiz oranları çok yüksek olduğu gibi bölgelere göre de büyük farklılıklar göstermektedir. Bu piyasanın yanı sıra, Ziraat Bankası tarafından çiftçilere düzenli krediler de sağlanmıştır. Özellikle 1924,1925,1928 ve 1930 yıllarında adı geçen banka tarafından açılan tarımsal kredilerde önemli artılar görülmüştür. Hayvan başına alınan vergide 1927 ve 1929 yıllarında yükseltilmişti. Bu vergi tarım kesimini arazi vergisine benzer bir şekilde ekonomik krizden etkilenmişti. Küçük çiftçiyi baskı altında tutan diğer bir vergide yol vergisi olmuştur. Yol vergisi hem para hem de bedenen çalışma ile ödenebildiği için etkisinin diğer vergilerden az oluğu söylenebilir. Bu dönemde yol vergisini bedeni çalışma ile ödeyenlerin sayısı oldukça fazla artış göstermiştir.
Şehirlerde yaşayanlar krizden farklı etkilenmişlerdir. Büyük ticaret kesiminden 38 Anonim şirket, 8 Limited şirket kapanmıştır.
Dış ticaretteki kontenjanlar ve gümrük duvarları yerli sanayin gelişmesine ve krizden en karlı çıkanın yerli sanayi ve şehirde yaşayanlar olmasına sebep olmuştur.
Bunalım içinde yaşanan ekonomik konjonktür ticaret burjuvazisi ve büyük toprak sahipleri arasındaki koalisyonun çözülmesine neden olmuştur. Yöneticilerin karalarındaki göreli otonomiyi ise arttırıyordu. Böylece devletin, burjuvazinin güçzüç kesimi olan sanayi alanında doğrudan girişimci olan devlet gelirlerinin 1934 yılında %24’e çıkarılmasını sağlıyordu. Bu durumda devlet alt yapı programlarını uygulayacak kaynak bulabiliyordu. 1932 yılında reel milli gelirdeki düşme bir yana bırakılırsa, buhran içinde ortalama %6.5’luk bir büyüme gerçekleşiyordu.

Kod:
[1] Hazım Atıf Kuyucak, Para Banka,1942 siyasal Bilgiler Yayınları,ss.349-366

[2] Osmanlıdan Günümüze Ege Ekonomisi,Ege Bölgesi Sanayi Odası,Kasım 1990,İzmir.s.163

[3] Melih Gürsoy,Dünyamızdaki Büyük Ekonomik Krizler ve Türkiye Ekonomisine Etkileri,İstanbul,1989,s.226

[4] Prof Dr. İsmet Ergin,Dünden Bugüne Türkiye Ekonomisi ve İkibinli Yıllara Bir Bakış,TTK Basımevi,Ankara,1992.s.?

[5] Korkut Boratav,Çağlar Keyder v.d,Dünya Ekonomisi Türkiye ve İktisat Politikaları,Ankara,1984,ss.274-275

[6] Melih Gürsoy,age,ss.229-230

[7] İlhan Tekelli,Ekonomik Bunalım ve Bunalımdan Çıkmak İçin İzlenen Politikaların Toplumsal Sonuçları,Ankara,s230

[8] Ş.Süreyya Aydemir,İkinci Adam 1884-1938,1.cilt,İstanbul,1980,ss.431-432

[9] Doç.Dr.Yalçın Acar,Tarihsel Açıdan Türkiye Ekonomisi ve İzlenen İktisadi Politikalar,Uludağ Üniversitesi Basımevi,1991,s17

[10] Prof.Dr. Ahmet Kılıçbay,Türk Ekonomisi,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,s.45

[11] Şevket Süreyya,Cihan İktisadiyatıyla Türkiye,1931,s.217

[12] Melih Gürsoy,age,ss.234-235