Sosyo-kültürel hayat alanındaki inanmalara bağlı merasimlerin büyük bir kısmı Türklerin “Atayurt”tan, “Eskiyurt”tan taşıyıp getirdikleridir.

Türk duyuş, düşünüş, kabulleniş ve davranış dünyasının ortak paydasında yer alan merasimlerden biri de Nevruz’dur. Nevruz Gök-Tanrı (Şamanlık-Kamlık) dini çerçevesinde, tabiat, Tanrı, insan münasebetlerinin işaretlerini toplayan en eski törenimizdir.

Tabiat, zaman unsuruna göre insana yiyecek, giyecek, hayat sunan bir ortamdır. Zaman, önce mevsimlere, sonra günlere, aylara, yıllara göre değişen, değişmelere bağlı olarak canlıları ve cansızları da farklılaştıran bir oluşum. İnsan, tabiattan ve zamandan, çalıştığı ölçüde, hakkını ve hissesini alan, Tanrısına teşekkür eden, başka insanlarla bir düzen kuran, düşünen ve inanan bir canlı.

Yengi Kün/Yeni Gün bayramı, işte bu çerçevede, Türklerin tabiatın dirilişini alkışladığı, yıl esaslı zaman değişiminin başlangıcı saydığı; değişmeler için Tanrı’ya şükrünü ifade ettiği özel bir törendir.

Bir taraftan destan ve efsanelere dayanarak yaşayan, diğer taraftan her yılın ilkbaharında tabiat hadiseleriyle birlikte Türk Dünyası’nda yeniden diriliş, canlanış şenliği olarak yaşatılan Sultan Nevruz… Zamanın Sultanı… Nevruz’un; Navruz, Novruz, Sultan-ı Navrız, Sultan Nevruz, Navrez, Nevris, Navrus, Noruz, Norus, Ulusun Ulu Kunı, Ulusun Ulu Günü, Ulı Kün, Ergenekon, Bozkurt Çağan, Baba Marta, Köklü Marta, İlk Yaz Yortusu, Yeni Gün, Yengi Gün, Mart Dokuzu, Mereke, Mevris ve Meyra olmak üzere Türk Dünyası’nda yirmibeşi aşkın ismi vardır.

Yeryüzünde insanoğlunun yaşamaya başladığı günden beri birtakım tabiat olayları nasıl insanların dikkatini çekmiş ise tıpkı onun gibi tabiattaki çeşitli renkler, çiçekler ve başka renkli şeyler de dikkat çekmiştir. Giderek insanlardaki zevk unsuru renklere olan ilgiyi çoğaltırken bir taraftan da bazı inanmalara bağlı olarak renkler bazı anlamlar kazanmış ve birtakım renkler bir taraftan sembol değerler kazanırken diğer taraftan da manevi ve milli değerler kazanmıştır.

Bütün diğer milletlerde olduğu gibi, Türk milletinin de en eski zamanlardan başlayarak tarihi seyir içinde renklere çeşitli sembol anlamlar ile milli ve manevi değerler kazandırdığı görülmektedir.

Halkların ve kültürlerin renklere yaklaşımı birbirinden farklıdır; ancak, asıl farklılık renkleri biraraya getirişleri sırasındadır. Sarı, kırmızı ve yeşili bir inanış ve varlık dünyasını yorumlayış sonucunda, yeşili, dirilik, tazelik, gençlik; sarıyı merkez, hükümranlık; kırmızıyı, Tanrı, koruyucu ruh, ocak (ev), dirlik, bağımsızlık, hürriyet anlamlarının sembolü halinde yorumlayan sadece Türk kökenli halklardır.

Türk tarihinde ve kültüründe renklerin sembolik anlamları ilk olarak batılı Türkologların dikkatini çekmiş ve çalışmalarında bu hususa işaret etmişlerdir. Macar Alim Prof.A.Alföldi, Alman Türkoloğu Annemarie Van Gabain ve yine Alman Türkoloğu 1.Laude-Cirtautas’ın bu konu ile ilgili çalışmaları bütün dünya Türkologlarının bilgisi dahilindedir. Bunlardan A.Von Gabain’e göre, Çinlilerin sıralamasında doğu tarafının sembol rengi yeşil (gök, bazen mavi), batınınki ak(beyaz); güneyinki kızıl (al-kırmızı); kuzeyinki kara ve merkezin rengi de sarı idi ve aynı kozmolojik görüşler Türk ve Moğol halkları tarafından da bilinmekte ve kullanılmaktaydı. Yine Gabain, I.Paude (Laude olmalı)nin “Türk lehçelerindeki çok sayıda renk adları arasında ancak, kara, ak, kızıl, yaşıl (yeşil) ve sarıg (sarı)’ın her yerde yaygın olduğunu ve her şey için kullanılabileceğini tespit ettiğini, buna karşılık ala, kök (gök), boz ve kırın, göze çarpan anlam genişlikleri ile, belirli nesneler için sınırlı renk ifadeleri olduğunu söyler. Demek ki esas renkler ilk zikredilenlerdir. Yalnız yaşıl yerine herhalde kök de geçebiliyor; böylece mavi ve yeşilin yani göğün ve otun renkleri aynı oluyordu. Gabain, Uygurca’da (Türkische Turfantexte VI. 95-95) Çin, sıralamasına göre doğu: yaşıl, (gök); batı:ak; güney:kızıl; kuzey:karadır, diye kaydettikten sonra “Dünyanın dört bölüme ayrılması ve renklere göre düzenleme fikri yalnız Çin, Türk ve Moğol dairesinde kalmış değildir” demekte ve eski Ahit’te, Hintlilerde, Kuzey Meksika Kızılderililerinde, Mayalarda, eski Mısırlılarda, Yunan ve Romalılarda da, Türklerinki ile aynı olmamakla birlikte yönlerin renklerle ifade edildiğine dair örnekler vermektedir.

Türkler tarihlerinin en eski zamanlarından başlayarak uzun zaman beş ana renk olarak kara, ak, kızıl, yeşil ve sarı renkleri esas görmüş ve bu renklerden her birini dünyanın dört yönü ile merkezini ifade etmekte kullanmışlardır. Buna göre merkez; sarı, doğu; yeşil (veya gök renk günümüz Türkiye Türkçesinde de olduğu gibi bazen yeşil, bazen de mavi anlamını ifade eder şekilde kullanılmaktadır); batı;ak, güney;kızıl (kırmızı, al) ve kuzey;kara renklerle ifade edilmiştir.

Ak (Beyaz): Ak rengin, Türklerin en eski inançlarından olan Şamanist dönemle ilgili bazı manevi inanmalarından kaynaklanarak ululuk, adalet ve güçlülük anlamları kazandığı görülmektedir.

Aklık, temizliktir, arılıktır, yüceliktir, ululuktur. Yaşlılık, tecrübe ile dolu oluş ve bir kocalıktır, büyüklüktür. Devletin ululuk, adalet ve güçlülüğünün bir sembolüdür. Devlet büyüklerinin, özellikle savaşlarda, giydikleri bir giysi, elbise rengidir. Askeri birliklerin içinde üstsubay veya komutanların kendilerini askerlerden ayırabilmeleri için, beyaz giydikleri anlaşılmaktadır. Beyaz rengin bilhassa Hun büyüklerinin ve subaylarının bir üniforması gibi olduğu görülüyor. Ak sancağın, ak alemin saltanat sancağı olduğu, bu ak sancağa baş alem de dendiği bilinmektedir.

Al (Kızıl-Kırmızı): Türklerin en eski inançları ile ilgili olarak onlarda “Al Ruhu” veya “Al Ateş” adları verilen bir ateş tanrısının yahut da hami (koruyucu) bir ruhun varlığı bilinmektedir. Türklerin en eski devirlerinden beri Al Bayrak kullanmalarının bu Al Ateş kültü (inancı) ile bağlı bir gelenek olacağı hatıra geliyor. Kazak, Kırgızlar bayrak kelimesi yerine Yalav kelimesini kullanırlar ki, aslı alav:alev’dir. Al Ruhu’nun adı ile al rengin münasebeti şüphesizdir. Kırmızı renk sancak ve bayraklarda sıklıkla kullanılmıştır. Al ve Ak: Türkler kırmızı renge büyük bir değer vermişler ve saygı göstermişler bunu bir halk, ordu ve savaş geleneği haline getirmişler ve sembol yapmışlar; ancak belki de devlet sembolü olan ak ile halk ve ordu geleneğinin sembolü olan alı, çok eski çağlardan başlayarak yanyana muhafaza etmişlerdir.

Yeşil: Türk mitolojisine göre hayır ilahı Ülgen’in, koruyucu ruh olarak kabul edilen yedi oğlundan birinin adı Yaşıl (Yeşil) Kaan idi ve umumiyetle bitkilerin yetişip-büyümesini düzenlediğine inanılırdı.15 Diğer taraftan eski Türkler yılbaşını başlıca iki tabiat olayının görülmesi ile başlatmışlardır. Bunlardan biri otların yeşermesi, diğeri de gök gürlemeleri ile yıldırımların başlaması idi. “Yaş” sözü hem ıslaklık hem de suyun (tabii yağmurun da) canlandırdığı yeşilliklerin adı oluyordu. Dolayısıyla, yaşarmak (ıslak olmak, ıslanmak) ile yeşermek, yeşillenmek aynı fiil ile ve “yaşarmak” olarak ifade ediliyordu. Yaşıl da yeşil renk demek oluyordu. Türkler yeşil rengi hem eski inançlarından dolayı, hem de İslâmi inançlarından dolayı, bayrak rengi olarak kullanmışlardır. Türklerin eski Şaman törenlerinde, bir ip üzerine asılmış gök (yeşil), kırmızı, sarı ve beyaz bezlerin Şaman’a gök yolunu gösterdiğine inanmaları da, yeşil renk ile beraberindeki kırmızı, sarı ve beyaz renklerin Türk inanç ve geleneklerinde nasıl yaygın bir şekilde yer tuttuğunu göstermesi bakımından önemlidir. Selçuklu melikleri ve sultanları eğer 100.000 kişilik bir ordu toplasalar halife ve halife olmayanlar arasındaki fark belli olsun diye yeşil, sarı ve kırmızı bayraklarını kullanırlar. Osmanlılarda yeşil sancak eskiden beri kullanılmaktaydı.

Sarı:Türklerde sarı rengin, dünyanın merkezinin sembolü olarak kullanıldığı, bu anlayışın da onların en eski inançlarından olan Şamanizm’den kaynaklandığı görülmektedir. Gerçekten de hayır ilâhi Ülgen’in altın kapılı sarayı ve altın tahtı, Türklerde hep sarı renk (altın sarısı= sırma rengi) ile ifade edilmiş ve Ülgen’in tahtı nasıl devletin, ülkenin ve dünyanın merkezinde olarak algılanmış ise, tıpkı onun gibi sarı renk de dünyanın merkezinin sembol rengi olmuştur. Yine bu Şamanist dönemde Türklerin inanışları arasında Sarı Albastı veya Sarı Albıs adı koruyucu bir ruhun varlığı da anlaşılmaktadır.

Türkmenler yıllarca kızıl keçeden külah, sarı edikten çizme giymişlerdir. Bundan başka İlhanlıların, Timurlu devletinde Babür Şah’ın ordusunun sarı kırmızı bayrak renklerine sahip olduğunu biliyoruz. Memlüklerde, Candaroğullarında sarı kırmızı bayraklar görülmüştür. Osmanlıda sancakların da sarı kırmızı olduğu görülür.

Sarı, kırmızı ve yeşil rengin birarada kullanıldığı özellikle Türklerde beyler zümresinin bir sembolü olarak kullanıldığına dair şimdilik en eski bilgimiz Göktürkler dönemine ait bulunmaktadır. 1935′ten itibaren Rus arkeoloğu S.Ü.Kiselev tarafından Altay ve Sayan dağları bölgesinde yapılan kazılarda, VII.-VIII. yüzyıl Türk aristokrasi zümresine mensup beylere ait olduğu şüphesiz olan mezarlar bulunarak açılmıştır. Tuyahtı denilen yerde açılan kurgan (mezar höyüğü)’daki mezar oldukça sağlam bulunmuştur. Mezarda, başı kuzeydoğuya yönelmiş bir erkek iskeleti bulunmuş ve üzerindeki elbiselerin üç kat olduğu anlaşılmıştır. Üst kat koyu kırmızı ipekten; ortada yeşilimsi ipekten, iç elbisesi de altın sarısı renginde ipek kumaştan yapılmış olduğu kalıntılardan açıkca görülmüştür.

Sarı, kırmızı ve yeşil üçlüsü yanyana ve hükümranlık sembolü olarak sancaklarda Selçuklulardan Osmanlıya kadar kullanılagelmiştir. Osmanlı teşkilat ve asker kıyafetlerinde de bu renkler yanyana kullanılmıştır.

Zat-ı Hazret-i Padişahiye Mahsus Sancak= Padişah Hazretlerinin şahsına mahsus sancak olarak ifade edilen ve kırmızı bir zemin ortasında ve yeşile boyanmış oval bir zemin içinde sarı sırma ile işlenmiş ve birbirinin arkasında yeralmış üç hilalli sancak, bir bakıma “Devlet Başkanlığı Forsu” olarak kullanılmıştır.

Savaşlarda kahramanlık gösteren askerlerimize verilen madalyalarda ve nişanlarda da bu üç renk birlikte kullanılmıştır.

Kara: Kuzey yönünü, çetin ve zorlu kış şartlarını, yeri, toprağı, yaşı ve habis, kötü ruhları temsil eder. Görülmektedir ki Nevruz gibi renkler de bütün halkları kaynaştıran, milletimizi birleştiren millet yapan ortak kültür değerlerimizdendir.

Dr.Alev Kâhya BİRGÜL

Türk Toplumu ile Sosyal Araştırmalar Bilim ve Uygulama Kolu Uzmanı
Nevruz Bayramınız kutlu olsun...