Ermeni Meselesi
Anadolu bundan yüzyıl kadar önce bugünün Anadolusu değildir. Anadolu'da önemli sayıda Ermeni, özellikle kıyılarda önemli sayıda Rum ve az sayıda Hıristiyan azınlıklar vardır. Osmanlı'nın idaresi son yıllarda (bir asırdan beri) tenkit edilen bir idare. Fakat objektif gözle baktığınız vakit 1800'lerin başına kadar Osmanlı'nın bu toprakları gayet iyi idare ettiğini görüyoruz. Çünkü Anadolu'nun yanlız Müslüman ahalisi değil, Hıristiyan ahalisinde de bir refah ve ferahlama vardır. 1700'lerin sonunda bir kaç olay bu durumu değiştirir. Birinci olay Osmanlı'nın kendisinden ileri gelir. Çağa ayak uyduramamış. Modern olmaktan uzak, çağın dışında kalmış bir manzarası vardır. Bu devam edecek. Sonunda imparatorluk yıkılacaktır. İkinci önemli olgu, Avrupa'daki fikir hareketleri, yani Fransız ihtilalidir. Bu milliyetçilik cereyanlarını beraberinde getirmiştir. Üçüncü önemli olgu yapılan Napolyon savaşları sonunda Rusya'nın büyük bir güç olarak ortaya çıkmasıdır. Bunun Ermeni sorunu ile olan ilgisi: Rusya daha 1700'lerde ve ağır ağır Kafkasya'yı ele geçirmiş. Orada bulunan Ermeni nüfusu almıştı. O zamanlar Rusya'nın sıcak denizlere inme sevdası var. Basra Körfezi'ne yakın bir yer olduğu için, Doğu Anadolu bu iş için mükemmel bir stratejik yer. Bu Türkiye'deki Ermenilere bir ilgi duymasına sebebiyet veriyor. Bu ilgi Ermenileri kışkırtmak, bir takım organizasyonlar içinde toplamak gibi sonuçlar doğuruyor. 1878'deki Rus harbinde yenildik ve Balkanlar'daki bir çok yeri (Bulgaristan, Romanya, Sırbistan v.s.) kaybettik. Berlin anlaşmasına da Ermenilerle ilgili bir madde koyduruyorlar, Ermenilere islahat yapılacak diye. 1800'lerden itibaren Osmanlıların kucağına bir de Ermeni sorunu konmuş. Rusların bu ilgi ve karıştırmasına ek olarak Hıristiyanların (ve özellikle Amerikan Protestanlarının) bu bölgede olumsuz faaliyetleri var. Ermenilerin komşularıyla (Kürtler de var) devamlı bir sıkıntı ve çatışmaları oluyor.

Kürtler bu çatışmalardan genellikle galip çıkıyorlar. Apdülhamit zamanında çıkan isyanlar şiddetle bastırılıyor. 1880'den itibaren Osmanlı'nın kucağında çok ciddi bir Ermeni sorunu var. 1914'e gelindiğinde savaş başladı. Doğu Anadolu'daki Ermeniler Ruslarla çok yakın bir işbirliği içinde. Savaşdan önce Rusya'ya gidip 8-10 bin ile 20 bin kişi eğitilmişler. Osmanlı o zaman kendi sınırlarına da pek hakim değil. Savaş başlayınca Rus güçlerine öncülük ediyorlar. O memleketin çocukları olduğu için orayı çok iyi biliyorlar. Ayrıca isyanlar çıkarıyorlar. Bu bakımdan Osmanlı ordusuna karşı ve onları güç durumda bırakacak hareketleri var. Bu isyanların en büyüğu Van isyanıdır. Van'da Ermeniler şehirde zaten yüzde 50 civarındadır. Büyük bir isyan çıkarırlar. Van'ı ele geçirirler. Kaçamayan Müslümanların hemen hemen tamamını ortadan kaldırırlar. Ruslar Van'a girdiği zaman (Rus subaylarının hatıralarından öğreniyoruz. Bunları kendimiz bilmiyoruz. Yada bizdeki bilgilere biraz abartma diye bakıyoruz.) Van'da sadece 1500 Müslüman kalmış. Burada bir sonuç çıkıyor. (Bu sonuç doğru mu değil mi, bunu tartışmak güç ama.) Bu sonuç şu: "Bunlar (Ermeniler) bize devamlı problem çıkarıyorlar. Şu anda savaş halindeyiz. Ya isyan çıkarıyorlar. Ya Ruslara yardım ediyorlar. Biz bunların tümünü buradan çıkaralım. Başka yere götürelim. Bu savaşı normal şartlar içinde yürütmemiz için elzem." Ana fikir bu. (Doğru mu değil mi? Bu tartışılabilir). Sonunda tescir denen olay vuku buluyor. Tescir Arapça "Hicret" kelimesinden gelir. Öztürkçesi göçtür. Ama bu göç zorunlu göçtür. Devlet tarafından yaptırılmış zorunlu göçtür. Mevcut Ermenilerin hemen hemen tamamı göç ettiriliyor. Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyine göç ettiriliyor. Büyük bir kısmı zaten Rus ordularıyla beraber hareket ediyor. Rus orduları geldiğinde geliyorlar. Çekildiğinde geri çekiliyorlar. Onlar bugünkü Ermenistan'a gidiyor.


Göç olayındaki 3 kötü

Bu göç olayı kötü koşullarda cereyan etmiş. Burada 3 tane kötü var. Kötü ulaşım, kötü iklim ve kötü asayiş olmak üzere. Ulaşımı anlayabilmek için geçmişe gidebilmek ve tahayyül etmek lazımdır. Yani Doğu Anadolu'nun geçen asrın başındaki hali. Demir yolu yok. Doğru dürüst yol da yok. Belki bir kaç düzine kamyon var. Ama otomobil herhalde hiç yok. Ulaşım kağnı ve benzeri ile oluyor. Özelikle kış aylarında Doğu Anadolu'da çok kötü iklim koşulları var. Belki en önemlisi kötü asayiş. Doğu Anadolu'da polis ve intizam kağıt üzerinde var ama, kim nereye yetişir, kim kimi görür, bu belli değil. Devletin mevcudiyeti özellikle de kötü ulaşım sebebiyle pek olmadığından, kötü asayiş var. Bu üç kötü göçün kötü geçmesine sebebiyet vermiş. Göç sırasında çok insan öldüğü söyleniyor. Burada iki nokta var. Birincisi bunu esas bilen yok (Kaç kişinin öldüğünü). İkincisi tahmin edilemez mi sorusu? Cevap evet. Fakat tahminlerde farklar var. Türk tezlerini savunanlarda iki tahmin var. Birinci tahmin genellikle Türk yazarların yaptığı bir hesap. 1914'deki Ermeni nüfusunun 1922'deki yani savaş sonundaki Ermeni nüfusuna göre 300 bin civarında azaldığı. Burada nüfus azaldı dedim öldürüldü demedim. Bu azalmanın içerisinde tabii ölümle ölenler var. Soğuktan ölenler var. Gıdasızlıktan ölenler var. Kürt çetelerinin saldırılarından ölenler var. Zaman zaman jandarmanın suistimalleri sebebiyle ölenler de var. Başka bir tahmin Amerikalı yazar Mc Carty'nin 1983'de yazdığı kitaptaki tahmin. Bu tahmin 600 bindir. 1920'li yıllarda hemen hemen her tarafta kabul edilen rakam da bu. Paris konferansında söylenen rakam bu. Britanica ansiklopedisinin ilk basımında söylenen rakam bu. Bu gün Ermeniler "1.5 milyon öldü" diyorlar. Bunun hesabı ne? Hesabı yok. Bu müzayede gibi bir şey.


Propagandacı müzayede yapıyor
Propagandacının 600 binden başlayarak dikkati çekmek için aradan geçen zaman içinde müzayedesini arttıra arttıra gelinen yer. Şimdi de geriye doğru gitmeye başladı. Kendisine bilim adamı diyenler "1 milyon civarında" deyip aslında "800 bine" çekmek istiyorlar. Bunun ciddi bir tarafı yok. Şimdi bu olay bir soykırım mıdır değil midir? Hemen söyleyeyim hayır. Neden olduğunu da söyleyeceğim. Baştan soykırım nedir bunu söylemem lazım. Bu sözcük demagojik bir yaklaşımla asıl anlamını kaybetti. Bizim gazetelerde ve batı gazetelerinde de görüyorsunuz: Kosova'da 3 eve giriyorlar 30 kişiyi öldürüyorlar. "Vanyaluke köyünde soykırım" diyorlar. Soykırımın belirli bir tarifi var. Soykırım katliamdan farklı. 1948 yılında Birleşmiş Milletler soykırımının önlenmesi ve cezalandırılması antlaşmasının ikinci maddesinde var. Başka kimse bu tarifin dışında bir tarif ileri süremez. Ermeniler devamlı başka tarifler getiriyorlar. Altında bütün devletlerin imzası olan bu tarif şöyle: "Bir etnik, bir dini, bir milli grubu imha amacıyla yapılan bir çok hareketler." Bu hareketleri de sayıyor. Bu arada mühim olan amaçtır. "İmha amacı." Bir grubu ortadan kaldıracaksınız. İmha edeceksiniz. Bunu için bir amacınız olacak. Karşı taraftaki grup eğer silahlı ise onu ortadan kaldırsanız da soykırım olmuyor tarifde. Belirli bir grup, bir etnik grup, mesela Yahudiler bir dini grup. Zaten o soykırımının en güzel ve de belkide tek misali. Almanya'da yapılan Yahudi soykırımı. Belli bir etnik grubun tamamını ortadan kaldırmak için yapılmış hareketler. Bu tarifi 1915 olaylarına uygulayalım. İstanbul, İzmir, Edirne ve diğer başka şehirlerdeki Ermeniler göçe tabii tutulmamış. Grubun bir kısmı dışarı atılmış. Hiç bir şey yapılmamış onlara. Geri kalanın öldürülmesi veya imha edilmesi için bir emir yok. Çok aradılar ve bulamadılar. Sahte belge düzenlediler (Ermeniler). Bundan 20 sene evvel bakanlıkta kitap yazdık. Onun da sahte olduğunu ispatladık. Yani bir emir yok. Amaç yok. Bir grubu ortadan kaldıracaksınız. Bu grup asgari 1 milyon. Veya azami 2 milyon. 2 milyon kişiyi öldürmek kolay mı? 1,5 ya da daha fazla kişiyi öldürmek için organizasyon gerek Nazilerin yaptığı gibi. Konsantrasyon kampları ve gaz odaları yapacaksınız. Öldürmek için organizasyon lazım. Osmanlılar'da böyle bir organizasyon yok.

1915'deki olaylar soykırım değil

Bütün bunları alt alta koyduğunuzda 1915'deki olayların soykırımı tarifine uymadığını dolayısıyla soykırımı olmadığını rahatlıkla söyleriz.

1915'deki olaylar kötü bir göç

Peki bu olay nedir?. Çok kötü bir göç. Yanlız göç de değil. Ziya Gökalp'ın dediği gibi bir mukateredir. (Mukatere Arapça iki tarafın da birbirini öldürmesi anlamına gelir.) O kadar karışık bir dönem ki. Çok basit gibi görüyorlar. "Osmanlı askerleri, jandarması geldi, Ermenileri toparladı götürdü ve muhakkak öldürdü." Böyle bir şey yok. Son derece karışık olaylar var. Burada söylediğimiz sürme yani göç olduğu gibi, iki tarafın birbirini öldürmesi de var. Ermeni çetelerinin karşısında Kürt çeteleri var. Türklerin jandarmaları var. Herkesin birbiriyle uğraştığı bir şey. Sonun da bir mukatere. Sonuç şöyle: Bugün Anadolu'da kayda değer Ermeni yok.

1918 ve sonrası

1918'de Osmanlı savaşı kaybeder. 1919 Mayıs'ından itibaren ağır ağır Anadolu'da Mustafa Kemal'in idaresi ile direniş hareketleri başlar. Ermeni meselesinin 1919'dan sonra iki türlü gelişimi var. Bir tanesi Barış konferansında ve öbürü Doğu Anadolu'da. Barış konferansında Osmanlı yenilmiştir. Sevr antlaşması Doğu Anadolu'da bir Ermenistan kurar. Bu Ermenistan çok korkunç büyük bir yer. Anadolu'nun dörtte biri (yanlız Doğu Anadolu dersek, Doğu Anadolu'nun yarıdan fazlası) Trabzon'dan başlayıp güneye inen bir sınır (Diyarbakır'ı dışarıda bırakan bir sınır). Bu çok garip bir şey. Bu kadar büyük bir araziyi Ermenilere veriyorsunuz. Eğer soykırım olduysa bütün Ermeniler öldüyse, bu kadar büyük bir araziyi kim idare edecek? Bu arada iki şey var. Ya bu Sevr antlaşmasını yapanlar bu soykırım lafına inanmıyorlar (O zaman zaten soykırım lafı hiç bir şekilde söylenmiyordu. "Türkler önemli miktarda Ermeniyi katletmişti" diyorlardı.) Eğer sağ olsalardı (Ermeniler), orada yaşayan Müslümanlar ne olacak? Bu saçma sapan bir şeydi. Okuduklarımızdan anlıyoruz ki bu Ermenistan kağıt üzerinde kurulduğu vakit kendileri de buna pek inanmamışlar. Sevr antlaşmasından 4 ay sonra Sevr antlaşmasını değiştirmek için milli hükümet ile müzakereler başlar. Ermeniler bu arada Sevr antlaşması ile kendilerine verilen toprakları ele geçirmek için Doğu Anadolu'da bir harekete geçer. Ermenistan Ermenileri Kazım Karabekir komutasındaki kuvvetlerden müthiş bir dayak yerler. Nerdeyse her taraf işgal edilmek üzereyken barış yaparlar. Bugünkü sınırlar o gün barış antlaşması ile yapılan sınırlardır. Ermenistan bundan çok kısa bir süre sonra ülke içerisindeki komünistlerin yardımıyla Sovyetler'in eline düşer. Diğer yandan Sevr Antlaşması uygulanamaz. Mili mücadele başarı ile sonuçlanır. Lozan yapılır. Lozan'da ne Ermeni kelimesi, ne Ermenistan sorunu ile ilgili hiç bir şey yok. Lozan, Ermeni meselesine hiç temas etmemekle, bunu uluslararası hukuk bakımından kapatmıştır.

1965 ve sonrası

Yaklaşık 50 sene zaman zaman Ermeniler bir takım kitaplar yazarlar. "1915'de Türkler bize şöyle yaptı, böyle yaptı" diye. Bunların etkisi fazla değildi. 1965'de Ermenistan'da bir hareket görülür.

1970'lerin başlarına doğru Ermenistan'da Diaspora Ermenileri'nde (başka ülkelere gitmiş Ermeniler) Türkiye'ye karşı ciddi bir şekilde hareketlenme var. Soykırım iddiaları da var. Soykırım kelimesi zaten 1915 ya da 1920'de (1930'da da) mevcut değildi. 1944'de Polonyalı Yahudi bir hukukçu tarafından yaratılmış bir kelime. 50 sene sonra bu kelimenin neden çıktığı konusunda bilimadamları anlaşamıyorlar. Anlaşılan şu ki, bunun Almanya ile bir ilgisi var. Almanlar Yahudilere o kadar çok para verdiler ki tazminat için. Birisi Ermenilerin kafasına "İşte siz de yaparsanız, Türklerden tazminat alırsınız" demiş. Bunlarda büyük bir övünme ile "20. asrın genosidi Ermeni genosidi (Genozid), bizim de hakkımızı verin" diyorlar. Bunu altında çok gizli bir para ve belkide geriye bir toprak alma yatıyor. Bu hareketler 7-8 sene sürdü. Dünyada hiç bir yankı uyandırmadı. 1973 yılındaki bir olay Ermenilere fikir verdi. Türkiye'den göç etmiş Yanıkyan isimli Ermeni bir halı tüccarı (Anadili Türkçe olan bir Ermeni) Los Angeles Başkonsolosunu ve yardımcısını yemeğe davet ediyor. Başkonsolosa iltimatlar yapıyor. Ve çekiyor tabancasını ikisini de vuruyor (Los Angeles Başkonsolosu ve yardımcısını). Bu bir grup hareketi değil, bir münferit harekettir. Bir siyasi hareket değildir. Fakat Yanıkyan'ın bu hareketinden önemli bir sonuç çıktı. Bu olay Türkiye'de bomba gibi patladı. Dünyada da çok ilgi çekti. Yaşlı bir Ermeni kalkıp olaylarla hiç ilgisi olmayan iki kişiyi vuruyor. Sebepsiz bir cinayet. Bu olaydan sonra 1915 hikayelerini yeniden keşfettiler ve bir müddet yeniden yazdılar. Bu Ermenilere bir fikir verdi. (Yada Filistinliler vasıtasıyla Ermenilere de geçmiş olabilir.) Cinayet işlemek suretiyle bu konunun tanıtımını yapmak. Sonradan buna "reklam terörizmi" de dendi. 1975'den başlayıp 1985'e giden 10 sene içerisinde Türk diplomatlarına pek çok saldırı yapıldı. 34 diplomat şehit oldu. 10-12 tane yaralı var. Her kişi öldüğünde (hep yabancı ülkelerde oluyordu) gazeteler haberleri veriyordu. Neden olduğunu izah etmek mecburiyetindeler. Tabii bir sebep yok. Altından "Genosid (Genozide)" geldi. Bu reklam terörizmi 1985'de sona erdi. Nedenleri var. Birinci neden terörizm kördür. Yanlız onu bunu vurmakla kalmaz. Başkalarınıda vurabilir. Nitekim Türklerle beraber Kanadalılar ölmeye başladı. Bir iki Amerikalı da. Asıl Fransa'da Orly olayında çok sayıda Fransız öldü. Çünkü Türk Hava Yollarının önünde Türkler sıraya girmişler "check-in" yaptırıyorlar. Çantalarını veriyorlar. Ama sırada Fransızlar da var. Bomba patlayınca daha çok Fransızlar ölüyor. Türkler ölürken "Türkler ne iyi öldü" diye gazeteler yazmadı ama, sanki bu olayları yapmada Ermeniler mazurmuşlar gibi bir hava özellikle Fransa'da vardı. Fakat ne vakit ki Fransızlar ölmeye başladı, derhal döndü.

Ermeni Terörü 1985'de durdu

İkinci sebep ise son 5-6 yıl içinde (1985'den önceki) Türkiye'nin de çok ciddi bir uğraşısı var. Özellikle soykırım olmadığının ispatı için kitaplar yazıldı. Makaleler yapıldı. Konferanslar düzenlendi. Özellikle yakalanan Ermenilerin mahkemelerine devlet müdahil olarak katıldı (Fransa'da kanunlar müsaitti, mahkemede oralara gidildi, bilirkişi olarak). Türk Devleti bu işte çok ciddi idi. Bütün bunlar bir araya gelince Ermeni terörizmi 1985 sonunda durdu. Bu arada Ermeni terörizmin durmasıyla soykırımı tanıtma alanında büyük bir faaliyetler başladı. Terörizm duruyor. Düğmeye basılıyor. Soykırımını tanıtma faaliyetleri büyük bir süratle artıyor. Bu husustaki kitapların sayısında büyük artış var. Kitapları yazanların sayısında da artış var. Yanlız Ermeniler değil, yabancılar da devreye giriyor. Filmler, romanlar ve piyesler var. Bunlar hala devam ediyor. Şu anda 2 tane soykırımı ile ilgili film Ermeniler tarafından çekiliyor. En fazla bilinen yabancı parlementolara soykırımını tanıtmak için karar geçirtmek. Demekki cinayetler durduğunda bu faliyetler yükseliyor. Türkiye ne yapıyor? Cinayetler durunca hemen değil ama, ağır ağır Ermeni meselesi ilgisini azaltmaya başlıyor ve demin saydığım kitap yazma gibi faaliyetlerde yoğunluk düşüyor. Ermeniler propogandasını yükseltirken Türkiye'de ters bir şey var. Sebebi siyasi sistemimizde aramak lazım. Bulmak da çok güç. Siyasi sistem bir bakışta sanki müthiş demokratik gibi geliyor. "Cinayet varken kamuoyunun ilgisi var. Kamuoyunun ilgisi varken devletin ilgisi var. Cinayet yok iken kamuoyunun ilgisi yok. O zaman devletin de ilgisi yok." Ama olay duruyor. Cinayet olayın bir görünüşü. Olayın kendisi duruyor. Ermeni soykırımının tanınması faaliyeti gitgide artan bir şekilde devam ederken Türkiye'nin bu işi yanlız diplomatlara havale etmesi sonucunda bu günlere kadar geldik.