16. yüzyıldaki inşaat seferberliklerinde, Kabe'ye el sürülmemişti. Ortaçağdaki birkaç o*narım dışında, Kabe hâlâ Ez Zübeyr'in 693'teki yenilgisinden sonra El Haccac tarafından inşa ettirilen yapıydı. Ne ki, 16. yüzyılın sonunda Kabe'nin yapı olarak kötü durumda olduğuna ilişkin ilk uyarılar gelmeye başlamıştı. Ancak, kimi ilahiyat ve şeriat bilginleri, binada yapılacak her türlü değişiklik düşüncesine karşıydı, Osmanlı yönetimi de bu görüşleri tereddütsüz kabul ediyordu. Sadece, "klasik" tarzdaki camilerin sonuncularından birini yaptırmış olan Sultan I. Ahmed (1603-17), Kabe'nin büyük oranda yıpranmış yapısını desteklemek için bir şeyler yapılmasına karar verdi. O zaman bile duvarlara dokunulmadı. Bunun yerine, görmüş olduğumuz gibi, bina, duvarların dış basıncını tutması amaçlanan bir dizi payanda ve bu payandaların üzerindeki bir demir kemerle dışardan desteklendi.95 Dahası, Kabe'nin yağmur oluğu da yenilendi; altın oluğun, müminin dua etmeyi tercih ettiği ve dualarının kabul edileceğini umduğu bir yere yerleştirilmesi'nedeniyle, bu yalnızca faydacı bir önlem değildi. Buna ek olarak, Kabe'nin çatısının büyük bölümü değiştirildi, duvarlardaki hasar o*narıldı. Bol bol değerli malzeme kullanıldı. Başka bir bağlamda değindiğimiz, som altından bir oluk koymanın dışında, Kabe'nin içindeki üç sütun da altın ve gümüşle süslendi. Dahası, binanın girişinin üzerinde yer alan gümüş levha altın levhayla değiştirildi.


Sultan Ahmed'in zamanındaki restorasyon bile Kabe'nin yapısını gerçekten sağlamlaştırmadı. Bu, Mekke'nin ciddi bir fırtınaya maruz kaldığı 1630 yılında açıkça ortaya çıktı. Bu tür olaylar çok sık görülürken, bu fiıtına öyle bir kasıp kavuruyordu ki dönemin gözlemcileri daha önce böylesini görmediklerini düşündüler. Coğrafî konumu nedeniyle Mekke'deki Mescid-i Haram bu tür ani su baskınlarından çok yakın geçmişte bile etkilenmiştir. Birçok çöl alanlarında, yağmur suyu yerkabuğunca emilememekte, yüzeyden vadilere doğru akmaktadır. Mescid-i Haram, genel olarak kuru olan ancak, yağışlarda hızla dolan böyle bir vadinin ortasında yer almaktadır. 1630'da yalnız caminin avlusu değil, kentin alçak bölümlerinin tümü de su altında kaldı ve birçok insan boğuldu. Vakanüvis Süheylî, suyun Kabe'nin yerden epeyce yukarda bulunan anahtarına dek yükseldiğini kaydetmektedir. Tam üç gün boyunca caminin avlusu sular altında kaldı; sonunda sular çekildiği zaman, bir adam boyunda bir çamur tabakası birikmişti. Bu çamur çok geçmeden kurudu ve bir kaya kadar sertleşti, öyle ki, sonunda kürenebilmesi için özel olarak ıslatılması gerekti.

"Beytullah"m duvarları bu ek baskıyı kaldıramayacak kadar yıpranmıştı; selden sonra yapılan bir inceleme, Kabe'nin yıkılmak üzere olduğunu gösterdi. Bunun üzerine şerif, kentin seçkin kişilerini toplantıya çağırdı. İleri gelenlerin bu türlü meclislerinin hukuki bir varlığı yoktu; ilk bakışta bunlar tümüyle gayri resmi toplantılar oldukları halde, en azından Kabe'nin 1630'lardaki yeniden inşasında Mekke'de sık sık toplantı yapıldı ve etkin bir rol oynadı. Öyleyse, daha önceki inşaat projeleri için de buna benzer toplantılar yapıldığını varsayabiliriz. Ancak, Kutbeddin'in tarihi dışında, 16. yüzyıl kaynakları yerel kişileri değil merkezi yönetimi ön plana almaktadır. Bu da bize, ileri gelenlerin toplantılarından neden yalnızca daha sonraki bir olayla, yani Kabe restorasyonuyla ilgisi yüzünden haberdar olduğumuzu açıklıyor. Kaldı ki, Kabe'nin yapısal dokusunda yapılacak her türlü değişikliğe dinsel bakış açısından itiraz geldiği için, Osmanlı yönetimi başkalarına danışmaya önceki projelerdekine göre daha çok gerek duymuş da olabilir.

Ölçüm ve inşaat ustası Ali b. Şemseddin'e Kabe'yi yıkılmaktan kurtarma sorumluluğunun verilmesini kararlaştıran da, büyük olasılıkla bu meclisti.Cidde sancak beyinden, limanda bulunan keresteden bir miktarını vermesi istendi ve sipariş kısa sürede Mekke'ye ulaştı. Dört mezhebin müftüleri, Kabe restorasyonunun padişah adına şerifin üstlenmek zorunda olduğu dinsel bir sorumluluk olduğunu bildirmişlerdi. Ancak, Osmanlı merkezi yönetimi temsilcilerine de haber verildi:

Şerif Mesud, padişahın bir temsilcisi olarak hiçbir dengi olmayan Mısır valisi Mehmed Paşa'yı da tüm gerekli ayrıntılarıyla ve doğru olarak haberdar etmek için Mısır'a derhal bir iki haberci gönderdi. Haberciler pazartesi günü yola çıktılar ve Ramazan-ı şerifin sonunda Kahire'ye vardılar. Valinin huzuruna çıkarıldılar ve kendisine Mekke sakinlerinin mektubuyla şerifin dilekçesini sundular. Durumla ilgili bilgi almasından sonra vali önerge ile dilekçeyi saraya ileterek hükümdarı da durumdan haberdar etti.100

Ancak, Hicaz işleriyle ilgili özel sorumluluğu nedeniyle, Mısır valisi ayrıca bizzat harekete geçti. Gereken inşaat malzemelerinin Mısır'dan temin edilmesini ve kendi Çerkeş Memlûklerinin kumandanı olan Rıdvan Ağa'nın Mekke'ye gitmesini emretti.101 Görevinin önemini vurgulamak üzere, Rıdvan Ağa beyliğe terfi ettirildi. Başlangıçta Rıdvan Bey, İstanbul'dan yeni emirler gelinceye değin valiyi temsil etmek üzere gönderilmişti. Ancak, daha sonra bu görev sürekli olarak uhdesine verildi102; Sü-heylî'nin duruma ilişkin anlatımı az çok gerçekçiyse, Rıdvan Bey Kabe'nin restorasyonundan fiilen sorumlu kişi olarak kabul edilmelidir.103 Bunun anlamı, artık yarım yamalak önlemlere başvurmaktan vazgeçilip, Kabe duvarlarının taş taş sökülmesi ve ardından binanın eski plana göre yeniden inşa edilmesi kararının bizzat Rıdvan Bey tarafından alınmış olduğuydu. Ya da, plan başlangıçta başka biri tarafından sunulmuş olsa bile, kendisi en azından planın hayata geçirilmesinden sorumlu olan kişiydi.

Rıdvan Bey bir mimar değil, bir yönetici ve siyasal koordinatördü; inşaat projesi için gereken her şeyin Mısır'dan zamanında getirtilmesini sağlamak zorundaydı ve bu amacı gerçekleştirmek için Mısır'daki vali ve Memlûklerle olumlu ilişkilerini sürdürmesi gerekiyordu. Ancak, Mekke ileri gelenlerinin o*nayının alınması da kaçınılmazdı ve bu o*nay, hiçbir zaman çantada keklik olmamıştı. Tam cami avlusunun bir ölçüde temizlenmiş olduğu ve Kabe duvarlarının taşlarının tek tek sökülmesi işinin başlayacağı bir sırada, Şafi'i baş müftüsü itiraz etti.104 Müftünün görüşüne göre, bu denli önemli bir adım, ancak padişahın resmen o*nay vermesinden sonra atılabilirdi. O zaman Rıdvan Bey, kısa bir süre sonra Mekkeli bazı din bilginlerinden karşıt bir fetva elde etti; hatta bunu verenler içinde başka bir Şafi'i müftü bile vardı. Kabe'deki hasar tümüyle anlaşıldığından itibaren, birçok din bilgini yetkilileri mümkün olduğu kadar çabuk davranmaya teşvik etmişti.

İşin teknik yönleri inşaat ustalarıyla mühendisleri ilgilendiriyordu. 16. yüzyılda Mekke'de İstanbullu mimarlann sık sık çalışmış olmasına rağmen, Kabe inşaatına gönderildiklerine ilişkin hiçbir bilgiye rastlamamak -tayız. Büyük olasılıkla danışılan uzmanlar o sırada Mekke'de bulunan Suriyeli ya da Mısırlılardı. Bunlann asıl dertleri, gelecekte yöneltilebilecek suçlamalara karşı kendilerini korumak olduğu için, aülan her adımdan ileri gelenleri mümkün olduğunca çabuk haberdar ediyorlardı. Böylece, Kabe'nin duvarlan tümüyle sökülmeden önce, Mekke şerifi ile diğer nüfuzlu kimselerin yanı sıra Rıdvan Bey'in de katıldığı bir toplantı yapıldı. Ustalar burada, Kabe duvarlarının geri kalan bölümlerinin bile mukavemetten yoksun olduğunu resmen açıkladılar: "Bu konuda bizi suçlamayın ve 'Neden bunu bize daha önce söylemediniz?' demeyin". Gelgeldim, bazı din bilginleri Kabe'den geri kalanların tümüyle sökülmesine hâlâ karşıydılar. Rıdvan Bey bunun üzerine ustaların görüşüyle açıkça örtüşen başka bîr fetva elde etti. Ancak bu ikinci fetvayı aldıktan sonradır ki, işçilerin işe başlamalarına izin verdi. Bütün bu olaylar içinde, inşaat ustaları ve ölçümcüler yalnızca ikincil bir rol almışa benzemektedir. Biyografileri okunduğunda da anlaşıldığı üzere, Mimar Sinan (yaklaşık 1498-1588) ve Sultan Ahmed Camii mimarı Mehmed Ağa gibilerin, epeyce kendine güvenen, iddialı kişilikler oldukları anlaşılmaktadır. Ancak, Mekkeli ustaların hiç de böyle davranmadıkları görülüyor.

Süheylî'nin tarihi, Kabe'nin sökülüp ve daha sonra yeniden inşa edilmesini mümkün kılan yönetsel mekanizmaları yansıtır. Bundan başka, işin fiili akışını da şaşırtıcı ölçüde ayrıntılarıyla kaydetmiştir. İlk adım olarak, Kabe bir tür tahta perdeyle çevrilmişti. Hacıların Kabe'yi tavaf etmeye devam etmelerine karşın, yapı görünmez hale gelmiş, ancak inşaat hemen hemen tamamlandıktan sonra tahta perde kaldırılmıştı. Yapının elemanları söküldükçe büyük bir dikkatle korunmaya alındı. En değerli parçalar, Hazret-i Abbas Sikayesi olarak tanınan binanın yarısına yerleştirildi. Bu sırada, 17. yüzyılın başından 1630 su baskınına değin Kabe'nin duvarlarını taşımış olan demir payandalardan altın ve gümüş süslemeler söküldü. Bu şekilde yüz batmandan fazla altın ve 120 batman gümüş elde edildi. Ne yazık ki, batman bir yerden diğerine değişen bir ölçüdür. Ancak, bu rak-kamları (Mekke'nin Mısır'a bağımlılığı göz önüne alındığında son derece yüksek olasılık olan) Mısır batmanı olarak kabul edecek olursak, I. Ahmed desteklerinin süslemeleri, 81 kilogram altın ve 98 kilogram gümüş içeri-yor olmalıdır. Demir, asıl yapının mukavemetini artırmak için inşa edilen desteklerde yeniden kullanıldı.

Kabe tümüyle yıkıldığı zaman, yalnızca Hacer-i Esved eski yerinde kaldı. Ancak, Hacerülesved'i taşıyan duvar parçası da pek dayanıklı olmadığı için, aralanmış olan taşların çatlakları arasına erimiş kurşun döküldü.109 Artık yeniden inşa aşamasına geçilebilirdi; Süheylî, Kabe'nin iç tavanı düzeyine ulaşılmadan önce yirmi sıra taşın gerektiğini ve çatı düzeyine varmak için de dört sıra daha taş konduğunu ileri sürmektedir. Bir yirmi beşinci sıra taş da, yapıyı tamamlamak için kullanıldı. Her aşamada, Süheylî her yeni sıranın konmaya başladığı zamanı ve taş ustalarının başladığı yapı bölümünü kaydetmiştir. Taşların birkaç tanesi yeni yontulanlarla değiştirildi, sonunda inşaatçıların elinde eski yapıdan elli taş kaldı.110 Vakanü-visimiz, Kabe çatısını oluşturacak tik ağacının cami avlusuna taşınmasını ve marangozların ağacı yapı için gereken ölçülerde kesmeye başladığı anı da kaydetmiştir. Bundan başka, tavanı destekleyen üç sütunun, kaideleriy-le birlikte binadaki yerlerine yerleştirilmesini de aktarır. Kapıyla iki yanında yer alan iki küçük sütunun takılmasının yanı sıra içeriyi aydınlatan kandillerin demir kulplarının raptedilmesi bile kaydedilmişti.

--------------

Kaynak: Hacılar ve Sultanlar / Tarih Vakfı Yurt Yayınları / 1995