1. #1
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462


    Eşkıyalık hareketleri, XV. yüzyıldan itibaren Akdeniz dünyasında değişen sosyal ve ekonomik koşullara paralel olarak giderek artan bir tırmanma eğilimi gösterdi. Akdeniz dünyasının doğusunda büyük bir güç olan Osmanlı İmparatorluğu XVI. yy’ın son çeyreği ile XVII. yy’ın ortalarına kadar büyük bir sosyal problem haline gelen eşkıyalık hareketlerine , doğusun da ve batısın da devam eden oldukça külfetli ve yıpratıcı savaşlara rağmen çözüm üretmek zorunda kalmıştır.[1]

    Anadolu’nun kırsal kesimleri, yarım yüzyılı aşan uzun yıllar boyunca çıkar birliği yapan, aynı uğraşlarda buluşan , sonra tekrar yolları ayrılan, bu çıkar ve uğraşları yeniden tanımlayan grupların yarattığı kargaşalıkları göğüslemek zorunda kaldı. Celali denen ve köylere , küçük topluluklara saldıran bu eşkıyaların tahribatı ağır oldu. Seyyar tüccarlara yaptıkları saldırılar, kervan güzergahlarına düzenli baskınlara dönüştü; şehir kuşatmaları şehir halkından düzenli haraç almayı da kapsayacak şekilde yoğunlaştı. Bazı eşkıyalık faaliyetleri yerel düzeyde kalırken bazıları çabucak yayıldı. Bazıları ise birkaç eyalette Osmanlı ordularıyla sıcak çatışmaya girdi.[2]Aslında yerel çaplı ayaklanmalar ve itaatsizlik Osmanlı İmparatorluğunda ilk kez rastlanan bir olgu değildi. Merkezi yönetim 1519’da ki Şeyh Celal isyanından sonra tüm asilere eşkıyalara ve adi haydutlara Celali adını vermiş, celali muamelesi yapmıştı. Bu yafta Osmanlıdaki tüm eşkıyalık faaliyetlerinin genel ismi haline geldi. Daha önce yerel adli vakalar olarak ortaya çıkan eşkıyalık faaliyetleri 1596 yılında sefere katılmayan ve sayıları 30.000’ i bulan Haçova firarilerinin tımarlarına ek konulunca, büyük yığınların katıldığı isyanlara dönüştü.[3] Taşrada asayiş ancak Vezir-i Azam Kuyucu Murad Paşa’nın Celalileri kırmaları için her yere güçlü ve iyi ordular göndermesiyle sağlanabildi. Eşkıyalık bir süre ortadan kalksa da 1622’de yeni liderler yönetiminde ancak eski bileşenleriyle yeniden belirdi. Bütün bu olaylar, yeni bir vezir-i azamlar hanedanın Taşrada yeniden güçlü bir devlet denetimi kurmasıyla 1658 yılında bastırıldı.

    Osmanlı İmparatorluğu’ndaki eşkıyalık faaliyetlerini ve bunların kitleselleşmesini sağlayan ve bu hareketin niteliğini belirleyen sebepleri saptamak göreceli olarak zor bir olgudur. Bunun birinci sebebi, eşkıyalık türküleri, söylenceler, masallar vb. gibi “ötekilerin” yarattığı argümanlar temel alındığında resmi söylemden farklı bir nitelik ortaya çıkmasından kaynaklanan beylik metodolojik tartışmadır. İkinci sebep ise XVI.yy’dan XVII. yy geçiş sürecinde Akdeniz dünyasında ve onun bir parçası olan Osmanlı İmparatorluğu’nda oluşan kriz ortamının, eşkıyalık faaliyetlerini yaratan temel olgular olup olmadığıdır. Fiyat artışı, demografik değişim, toprak rejimindeki değişim vb. gibi etmenlerin “çöküş” paradigmalarından Celali isyanlarının sebepleri gibi daha spesifik konulara kadar kimi zaman birer reçete olar kullanılması , kriz ortamının, Celali İsyanlarının niteliğini belirlemesi noktasında daha ihtiyatlı bir yaklaşım sergilememizi zorunlu kılar. Bu tartışmalar çerçevesinde yinede Osmanlı İmparatorluğu’nda bu dönemde meydana gelen toplumsal ve ekonomik değişimler, Celali isyanlarını anlamak adına bize genel bir çerçeve sunabilir.

    XVI.yy.’ın başlarından itibaren nüfus artış hızının %60’lara ulaşması, yabancı gümüş akışı ve Avrupalı tüccarların mütecaviz ticareti , para dolaşımının artmasına, temel maddelerde fiyat artışına ve devalüasyona yol açtı. Ateşli silahların yaygınlaşması, savaş teknolojisinde ki değişim Osmanlı İmparatorluğunda bir kriz ortamı yarattı.[4] Değişen dünya koşullarına ve kriz ortamına bir reaksiyon olarak merkezi yönetim, toprak ve askeri sisteminde değişikliklere gitmek zorunda kaldı. Bütün bu değişimlerin ve kriz ortamının bir yan ürünü olarak eski konumlarını yitiren ve yaşamlarını idame ettirebilmek adına birleşen işsiz güçsüz yığınları ortaya çıktı. Değişen koşullar bu yığınların sisteme yeniden entegre olabilmesi için değişik kanallar oluştursa da seçenekler fazla değildi. Kendilerine pekte parlak gelecek sunmayan medreselere gidebilirler yada eşkıya ve paralı asker olabilirlerdi. Bu genel çerçeve içerisinde Celalilerin oluşum süreci ve büyük Celalilerin faaliyetleri ele alındığında Osmanlı’daki eşkıyalık faaliyetlerinin genel niteliği ortaya çıkacaktır.
    I. CELALİLERİN OLUŞUMU

    Osmanlı’larda eşkıya grupların faaliyetlerini binbeşyüzlü yıllara kadar götürmek mümkünse de onaltıncı yüzyılın ikinci yarısında bu gruplar oldukça yoğunluk kazanmış ve yüz yılın sonunda büyük isyanlara dönüşecek kadar kitleselleşmiştir. Bu oluşumu belirleyen iki temel süreç önemlidir. Birincisi tımar sistemindeki değişikliklerin ve gittikçe ağırlaşan vergilerin bir yan ürünü olarak işsiz yığınların oluşumu süreci, ikinci olarak da, ateşli silahların bu kitleler tarafından kolay ulaşılabilir hale gelmesiyle bu grupların, birer eşkıya veya paralı askere dönüştüğü silahlanma sürecidir.

    Tımar sistemi, Osmanlı’lara direkt merkezi hazineden ödeme yapmaksızın, ordu beslemelerinin, topluma her türlü sosyal hizmeti götürmelerini kolaylaştıran bir sistemdi. Tımar sahibi, genellikle savaştaki hizmetleri karşılığında dirlik ihsan edilen bir sipahi olurdu. Sancak beyleri sıradan tımar sahiplerinden çok daha büyük dirlikler alır, ancak idari bakımdan onlarla aynı şekilde görev yaparlardı ve yıllık gelirleri ikiyüzbin akçe ile altıyüzbin akçe arasında değişirdi. Beylerbeyi, yılda ortalama altıyüzbin- birmilyon akçe getiren daha da büyük dirlikler alırlardı. Tımar sahipleri ise yılda ortalama ikibin akçe kazanırdı. Tımar sahibinin edinebileceği ikinin akçe ile sınırlıydı. Dirlik bahşedilen sipahi, geçinebilmek için burayı idare etmek ve büyüklüğü sipahinin gelirine göre değişen tam donanımlı küçük bir sipahi grubu beslemek zorundaydı[5].

    Tımar sistemi nakit ihtiyacın olmadığı orta çağlar boyunca sorunsuz bir şekilde işlemeye devam etti. 16. yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise tımar sahipleri ekonomik krizden en çok zarar gören grup oldu. Çünkü hem devlete bağımlıydılar hem de kendilerini yeniden üretmek için geleneksel savaşların sürmesine muhtaçtılar. Savaşma usullerinde değişimler, akçenin değer kaybetmesi ve toprakların iltizamla işletilmeye başlanması onları derinden etkiledi[6]. 1584’den sonra meydana gelen yüzde yüz oranda enflasyon karşısında tımarların değerinin aynı kalması, bardağı taşıran son damla oldu. Masraflarını karşılamakta büyük sıkıntılara düşen sipahiler, reayadan fazla vergi talep ederken, seferlere de katılmaz oldular. Osmanlı’lar başlangıçta sipahi ordusuna ateşli silahlarla donatılmış birkaç birlik eklemişlerse de yapılan savaşlarda başarılı olunamaması üzerine orduları ve savaş usullerini yenilemek gerekmiştir. Yeni orduların kurulması, daha fazla para gerektirmekte, hazineye daha fazla yük getirmekte idi. Bu yükü karşılamak üzere devlet yeni yollar denemiş imparatorluğun yayılmasının durması nedeniyle hazineye gelir aktarması bakımından, tek düzenli gelir kaynağı olan köylülere yönelmiştir. Bir taraftan nakit vergileri daha sık ve düzenli hale getirirken, diğer yandan da toprak sistemi ile oynamaya başlamış, sahipsiz sipahi topraklarının askeri sınıftan olmayan servet sahibi kişilere satmaya başlamıştır. Toprakların bu şekilde satılması ve el değiştirmesi, para karşılığı birlikler besleyen ve topraklarını parça parça köylüye kira olarak veren taşra güçlerini yaratmıştır. Devletin artık daimi ordulardan milis güçlerine ve paralı askerlere yöneldiği bir sürece girilmiştir[7]. Değişen koşullara ve giderek zorlaşan ekonomik şartlara karşın köylüler reaksiyon göstermek zorunda kalmış, yaşamlarını idame ettirebilmek için toprağını terk ederek, yeni oluşan kanallardan sisteme farklı şekilde entegre olabilme yollarını aramıştır. “Daha 1500’lerin sonlarında köylülerin yerlerini ve topraklarını terk etmeye başladıklarını gösteren kanıtlar mevcuttur. Mustafa Ali bu konuya değinerek, binlerce eski köylü reayanın kentlere yerleşerek bir takım zanaat dalları ile uğraşmaya başladığına dikkat çekmektedir. Hatta daha ileriye giderek, bu gelişmeler esnasında, toprağını terk eden köylünün ödemesi gereken çiftbozan vergisiyle, normal zamanlarda esnaf ve zanaatkar taifesinin ödediği bir takım vergilerin kente yeni gelen bu reaya tarafından ödememesi yüzünden hazinenin uğradığı çifte kayıptan dolayı ateş püskürmektedir”[8]. Topraklarını terk eden ve gelir kaynaklarını yitiren köylüler, geçimlerini sürdürebilmek adına geleneksel bir yöntem izleyerek medreselere yöneldiler yada daha sonra değinileceği gibi ateşli silahlarla donanarak farklı bir toplumsal niteliğe bürünüp eşkıya-paralı asker kitlelerini meydana getirdiler.
    A. Suhteler

    Osmanlı klasik sistemdeki bölüşüm süreci katı ve dini ve toplumsal ayrımcılık kuralı ile biçimlenmiştir. Esasen yönetimin temel görevlerinden biri toplumsal tabakaları birbirinden ayrı tutmaktır. Ana fikir, her toplumsal grubun düzende kendine uygun görülmüş konumda kalmasıdır. Bunun neticesi olan toplumda değişmezlik kavramı “raiyyet oğlu raiyyettir” sloganı ile sembolize edilmiştir. Toplumsal hiyerarşinin tepesinde devlet bürokrasisi ve askeri sınıflar vardır. Bu grup imparatorluğun sonuna kadar en prestijli ve geliri en yüksek katman olarak kalır. Sıradan köylü ana görevi gıda üretimi ve vergi ödemek olduğu için tımar alamaz hatta şehirde bile yaşayamazdı. Bir köylü için toplumsal piramitte tırmanmanın tek alışılmış yolu dini kurumlara girmektir.[9] XVI. yy’ın ikinci yarısıyla XVII. yy’ın başlangıcı boyunca topraklarını terk eden işsiz güçsüz avare öbeğinin büyük bir kısmı suhte olmak için medreselere akın etti. Bu insanlar mezun olunca çok az iş olanağı bulabiliyorlardı. O dönemde zaten çok fazla kadı olduğundan dolayı, mahkemelere giremiyorlardı. Öncelikle, belli medreselerin özelliklede İstanbul, Edirne ve Bursa’dakilerin mezunları tercih ediliyor, daha az iyi kurumlardan yetişme pek çok öğrenci işsiz kalıyordu. Ayrıca merkezi yönetimin çeşitli emirleri, kayırmacılığın çok ileri safhada olduğunu, iyi kurumlardan diploma alanlar genellikle liyakatsiz kişilerken, daha liyakatli fakat daha az bağlantılara sahip gençlerin önemli merkezlerden dışlandığını göstermektedir. Zaten dinsel ve hukuksal kurumları kadroları XVI. yy da ciddi derecede şişmişti. Dalga dalga gelen işsiz güçsüz, yarı okur yazar köylüler pek hoşnutlukla karşılanmadı.[10]

    Dinsel eğitimin üzerindeki yükü hafifletmeye yönelik çabalara rağmen, medreselerden yetişen büyük sayıda genç iş bulamıyor, bundan dolayı bir kızgınlık duyuyor ve gruplar halinde kırsal bölgelerde dolaşmaya başlayıp köylülerden yiyecek, barınak ve geçimlik para istiyorlardı.15-20 kişilik küçük guruplardan daha büyük guruplara evrilmeleriyle birlikte köylere inmeye, köylülerin hasadını mahvetmeye, tecavüzlere ve yağmalara başladılar. 1575’ten 1597’ye kadar daha sonrada 1613’te bir araya gelip faaliyetlerine devam ettiler. En çok tercih ettikleri faaliyet “ cerre çıkmış ” gibi yaparak cemaate namaz kıldırmak, ardından da köy halkından ağır vergiler almaktı. En iyi numaraları tımar sahibi, kadı yada naib gibi atanmış görevlilerden biriymiş biriymiş gibi yapmak ve böylelikle vergi toplamaktı. Faaliyet bölgeleri Yeşilırmak Havzası’ndan Batı Anadolu’nun kırsal kesimlerine, özelliklede Aydın, Manisa ve Menteşe gibi şehirlere uzanıyor Kastamonu ve Bolu bölgesini de kapsıyordu[11]. 17. Yüzyılın başlarına kadar suhteler bir eşkıyalık dalgasının etkisi altında varlıklarını devam ettirebildiler. Kırsal kesimde eşkıyalarla sekban ordularının yaygınlaşması ile ve mücadelelerin, savaşların daha da alevlenmesi ile birlikte suhtelere karşı takınılan tutumlarda değişti. İlk defa, bu öğrencilerle tüm yönlerini, sembolik güçlerini ve çıkarlarını hesaba katarak pazarlık edip anlaşmak için ciddi bir çaba sergilendi[12]. Bu çaba ile suhtelerin taşradaki diğer mücadelelerin dışında bağımsız bir birim olarak yok etme fikri ortaya çıktı ve nitekim 1613 yılında yok oldular. Suhtelerin bir kısmı yavaş yavaş oluşan ve kırsal kesimin yağmalanması ve tahribi etrafında örgütlenen başka grupların içine karıştılar. Suhteler belki ayırt edici özelliklerini yitirdiler ama diğer potansiyel eşkıya, haydut ve paralı askerlerle ittifaka girdikleri ölçüde sayılarını ve örgütsel güçlerini artırdılar.
    B. Eşkıyalar ve Paralı Askerler

    Daha öncede belirtildiği gibi Anadolu 16. Yüzyılın ikinci yarısı ile 17. Yüzyılın ilk yarısında yükselmek isteyen köylülere belli başlı üç fırsat sunuyordu. Medreselerde suhte olabilirler yada yerel iktidar sahiplerinin maiyetine girebilirler üçüncü olarak Osmanlı ordusuna katılabilirlerdi. Bu seçeneklerin ilkinde, kişiye kısa vadede mevki ve başarı sağlamayan bir dinsel eğitim yer alıyordu. Diğer ikisinde ise silah sahibi olup en azında geçici bir dikey hareketlilik sağlayabilecek yeni bir mesleği öğrenebiliyorlardı. Dinsel yada askeri yollardan her iki doğrultununda kişiyi yarı yolda bırakma ihtimali vardı. Bu gerçekleştiğinde ise öğrenciler ve paralı askerler eşkıyalığa yönelmeyi tercih ediyorlardı. Suhte, eşkıya, levend, asker, köylü kavramları arasındaki farkı bulanıklaştıran ve bunlar arasındaki farkı kaldırıp tüm bu grupları Celali kılan şey Halil İnalcık’ında belirttiği gibi ekonomik ve demografik etmenlerin insanları köyden uzaklaştırmasından ziyade giderek daha erişilebilir hale gelen yeni bir askeri tecrübenin cazibesi ile dahası bu, devletin ateşli silahlarla donatılmış paralı levendleri giderek daha fazla kullanmasının bir sonucuydu[13]. Sıkıntı çeken pek çok köylü çiftliğini dağıtıyor öküzlerini satıp at alıyor sabanlarının demirlerini silahla takas ediyordu. Zengin-fakir, genç-yaşlı pek çok köylü, atlarına atlayıp, kale ve sur inşa etmek, uzak sınırlara ve düşman kalelerine akın düzenlemek için sekban ordularına katılıyorlardı. 16. Yüzyılın sonuna gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun kırsal kesimleri çok yaygın bir şekilde silahlanmıştı; köylerini terk etmeyen yada eşkıyalara katılmayan köylüler ise iaşelerini sağlamak için köyleri basan haydutların ve zorbaların kurbanı oluyordu. 17. Yüzyılda silahlanma kırsak kesimdeki en önemli dönüşüm haline geldi. Devlet hem merkezi hem de bölgesel orduları silahlandırma sürecine soktu[14]. Kapı halkları önem kazanarak ekonomik ve siyasi bir yatırım haline büründüler. Kapı halkı sahibi olmak bir saygınlık ve şeref meselesi, yerel gücün bir göstergesi haline geldi. Giderek daha fazla adama ihtiyaç duymaları güç sahiplerini, köylüleri maiyetlerine almaya itti. İşsiz güçsüz kalan köylüler, kolaylıkla bir görevlinin hizmetine girip adam, yönetimin gözünden düşünceye kadar ona hizmet edebiliyorlardı[15]. Bu kişilerin belli bir resmi garantisi olmadığı için resmi idarelerin değişmesi ile işsiz kalıyorlardı. Küçük gruplarda haydutluğa başlamayanlar liderlerinin ayaklanma yoluyla yeni bir resmi görev ele geçirme çabasına destek oluyorlardı. Zamanla bölgesel görevlilerin kapı halkları öylesine önem kazandı ki, bu görevlilerin merkeze karşı fesat çıkarma niyetinde olup olmadığının göstergesi sayılmaya başlandılar. Devlet görevlileri iki arada bir derede kalmışlardı; bir taraftan beylerbeyleri, sancak beyleri ile çeşitli paşaların kapı halklarının büyümesi, imparatorluğun giderek çetinleşen savaşlarda daha iyi savaşacağı anlamına geliyordu. Öte yandan ise bu yarı talimli levedlerin sayısı arttığında, ordu zapdedilmesi güç, pek güvenilmeyecek bir orduya dönüşüyordu. Kapı halklarına uzun vadeli yatırım yapılmıyordu; kolayca gözden çıkarılabiliyor ve yerine yenileri alınabiliyordu. Yevmiyeli olarak çalışan ve ihtiyaç duyulmadığında terhis edilen levend-askerler eşkıyalık faaliyetlerine girişiyorlardı. Belli bir taşra görevlisinin hizmetinde olmadıklarında belli bir bölükbaşının yönetimi altında birimlerini bir arada tutuyor ve bölük olarak hep birlikte alternatif istihdam olanakları arıyorlardı.

    Devletin giderlerini kısmaya yönelik dönüşümlü görevlendirme uygulaması olan terhislerin devlet ve toplum için çok yıkıcı etkileri oldu. Sürekli ordularla rekabet içinde olmaları ve savaşlara göre hizmete alınıp işsiz bırakılmaları, terhis edilen birimleri hırçınlaştırdı. Dönüşümlü görevlendirme uygulaması, onları işsiz kaldıklarında yaşamlarını sürdürmek için başvurdukları yağmacılığa bağımlı hale getirdi. Bu sadece alt kademeler için geçerli değildi; liderlerde duruma göz yumuyorlardı. Alt kademenin yanı sıra kendi eşkıya grubunu kurmak için kapı halklarını terk eden bölükbaşılar daha üst kademelerde – asilik ve yağmacılık eden beyler ve paşaların- meşru örgütlenme biçimlerinden gayri meşru biçimlere sürekli akışı vardı[16].

    Özetleyecek olursak, avarelikten milis güçlerine oradan da sekban ordularına geçen eşkıya, toplumsal bir tip olarak köylü toplumundaki esas kökeninden uzaklaşmış, kendi dünyasında bir parça kalıcılık ve imtiyaz elde edebilmek için savaşan bir tip olarak belirmiştir.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  2. #2
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    BÜYÜK CELALİ GRUPLARI

    Kapı halkları genelde kısa ömürlü geçici gruplar olsalar da yine de belli bir takım askeri ilkeler etrafında örgütlenmişlerdi. Kapıkulu liderliği örnek alınarak oluşmuş çeşitli liderlikler etrafında toplanmışlardı. Askeri birimlerden terhis olunduktan sonra da bu örgütlenmelerini koruyan ve bir sekban grubu yaratan bu gruplar 1596 yılındaki Haçova firarilerinden sonra imparatorluğun çekirdeği olan Anadolu’da devletin yok etmekte oldukça zorlandığı büyük eşkıya liderlerini ve isyanlarını yarattılar.
    A. Karayazıcı

    Karayazıcı, yükselerek bölükbaşı olan bir sekbandır. Çevresinde sadık adamlar toplayabiliyor, emri altındaki birliklerin hizmetlerini sancak beylerine satabiliyordu[17]. Haçova savaşı esnasında Sivas ve Malatya sancak beylerine vekalet etmiş, daha sonra Tarsus-Silifke yöresindeki medrese öğrencilerinin çıkardığı kargaşalıkları yatıştırmakta görevlendirilmiştir[18]. Bu esnada bağlı bulunduğu sancak beyi görevden alındığı için Karayazıcı ve adamlarına yol verilmiş, bunu üzerine Haçova firarileri ile İstanbul’da barınamayan sipahileri de yanında toplayarak, yağma faaliyetlerine girişmiştir. 1592 ile 1602 arasındaki üç yıl boyunca Karayazıcı’nın orduları Anadolu köylülerinin sırtından geçindi[19]. Osmanlılar batı sınırında savaşırken Karayazıcı’nın faaliyetlerini durdurması için Hüseyin Paşa’yı görevlendirdi, ancak Hüseyin Paşa ilginç bir şekilde Celaliler’e katıldı.

    Osmanlılar daha sonra Mehmet Paşa komutasında bir orduyu iki asi komutanın üzerine gönderdi[20]. Mehmet paşa Celalileri yıpratmışsa da kesin bir sonuç alamadı. Mehmet Paşa mücadele etmek yerine pazarlığı tercih etti. Bunun üzerine Karayazıcı, Hüseyin Paşa’yı Osmanlılara teslim etti. Hüseyin Paşa’nın tekrar Karayazıcı’nın üzerine yönelmesi üzerine Karayazıcı Urfa’dan kaçarak Sivas’a geldi. Oradan Çorum’a geçti. Osmanlı devlet adamları batıda seferlerin en yoğun olduğu sırada asi liderin kendilerine zaman ve asker bakımdan pahalıya mal olacağını anlayarak ona Amasya sancak beyliğini önerdiler. Bu arada asıl tehlikenin Mehmet Paşa olduğu haberi merkeze ulaştı, bunun üzerine Mehmet Paşa görevden alındı. Karayazıcı daha sonra Çorum’a aktarıldı. Karayazıcı ve adamlarına geçimlerini sağlayabilecekleri bir bölge tahsis edilmesine rağmen yağma faaliyetlerine devam ettiler. Osmanlı ordusunun Avrupa’da birkaç zafer kazanmasının ve Eflak isyanının bastırılmasının ardından Celaliler’in üzerine yeni bir ordu gönderilmesi kararlaştırıldı. Osmanlı ordusunun yeni komutanı, asileri güneye ve doğuya doğru kovalayarak pusuya düşürdü ve ortadan kaldırdı[21]. Bu yenilgi Celalile’in kalan kısmının çok sayıda bölünmesine ve Karayazıcı’nın Canik dağlarına kaçmasına sebep oldu. Karayazıcı çekildiği dağlarda 48 yaşındayken öldü. Karayazıcı, eşkıya reisliği yaptığı sürece politik bir lidere dönüşmedi. “Selaniki Karayazıcı’nın kendisini şahın soyundan geldiğini söylediğini ve gönderdiği emirlerde onun tuğrasının bulunduğunu iddia eder. Daha ileriki bir dönemde yazan Naima, Karayazıcı’nın bir “hükmü” olarak nitelediği ve kendisinin o bölgede Osmanlıları yendiğini ilan eden ve bölgenin kendi denetiminde olduğundan bahseden kısa bir metin sunar. Karayazıcı bu metinde ayrıca bir ferman gönderdiğini iddia ederek kendisini bir padişah olarak gösteriyor”[22]. Barkey , Naima’nın bu bilgileri Selaniki’den alabileceğini vurgularken, Akdağ ise Karayazıcının tüm emir ve mektuplarında, sadece imzasının bulunduğu gerekçesine dayanarak Selaniki’nin iddialarından kuşku duyuyor. Griswold da Karayazıcının bu tür niyetler taşıdığından bahsetmemektedir. Karayazıcı politik bir eylemci profilinden çok, hep daha iyi koşullarda sisteme entegre olabilme amacı güden, eşkıya tipine uygun bir kişiliktir.
    B. Deli Hasan
    Deli Hasan, kardeşinin intikamını almak iddiasıyla Celaliler’in başına geçmişse de kısa zamanda devlet içindeki bağlantılarından yararlanarak devletle anlaşmayı talep etmişti. [23] Deli Hasan isyanı, vezir-i azam Yemişçi Hasan Paşa’nın ordusunun güçlü kısmının büyük bölümüyle birlikte Avusturya sınırındayken aynı zamanda da farklı askeri hiziplerin önemli devlet görevlilerini çatışmaların içine sürüklediği bir elit içi mücadele yaşanırken patlak verdi.[24] Deli Hasan iç mücadelelerin yaşandığı bu dönemde vekili Şahverdi’yi İstanbul’a göndererek af diledi ve Bosna Sancakbeyliğine tayin edildi.4000 adamını altı bölük halkına katarak ordusu ile birlikte Bosna’ya gitti.[25]Kardeşi gibi Deli Hasan’da imparatorluktan bağımsızlık kazanmanın yolunu açacak bir mevki elde etme peşinde değildi. Osmanlı sistemi içinde kendine meşru bir konum istiyordu. güven duyduğu müttefikleri ve yardımcıları bunu bile önemsemiyor, eski usul yağmacılığa devam ediyorlardı. Deli Hasan’ın sancakları Ösek ve Peşte’de Hıristiyanlara karşı savaştılar. Celali askerleri ,savaşa katılmalarına rağmen bir yandan da Osmanlı topraklarını talan ediyorlardı. Askerleri yağmacılığa devam ederken Deli Hasan da papaya mektup yazarak altın karşılığında toprak satmayı teklif ettiği söyleniyordu. Sonunda Deli Hasan Belgrat’a kaçmak zorunda kaldı ve 1606 yılında sıradan bir Celaliden öte saygın bir Osmanlı askeri olarak idam edildi.[26]
    C. Kalenderoğlu


    Çavuşluk ve mütesellimlik görevinde bulunmuş olan, Kalenderoğlu Mehmed ilk defa Batı Anadolu da, Saruhan’da Anadolu beylerbeyini yenilgiye uğrattığı 1605 isyan etmiş daha sonraki hareketlerini de hep bu bölgede sürdürmüştür.[27] Tavil Hasan’ın Anadolu dan ayrılmasından sonra Kalenderoğlu en önemli Celali durumuna gelerek, ünlenmiştir. Çeşitli defalar Osmanlı ordusuyla çeşitli yerlerde çarpışmış genelde başarı kazanmıştır. Önce Manisa’yı üs tutmuş, burada ayan ve esnafla iyi ilişkiler kurarak onları haraca bağlamıştır. [28] Kalenderoğlu’nun önemli bir konuma geldiği sırada, Habsburglarla barış imzalayan Kuyucu Murad Paşa Celalileri ortadan kaldırmak için büyük bir savaş başlatmıştı. Kalenderoğlunun kolayca bertaraf edilemeyeceğini anlayan Kuyucu Murad Paşa Sivas sancakbeyliği teklifiyle karşısına çıkmıştır. Bu teklif Kalenderoğlu tarafından reddedildi. 1607 yılı boyunca Celaliler hızla güçlendi İsyancıların hareketi neredeyse tüm Anadoluyu etkisi altına almıştı. Ancak aralarında birlik olduğu söylenemezdi. Sadrazam Kalenderoğlu ve Kara Said’le yazışmalarda bulunuyor, Canboladoğlu'nun üzerine yürüdüğünde arkadan gelecek bir saldırıdan korkuyordu. Kalenderoğlu’na Ankara sancakbeyliği teklif edildi. Atama emrine rağmen Ankara kadısı tarafından şehre sokulmadı. Bunun üzerine Ankara’ya bir saldırı başlattı. Osmanlı kuvvetleri de Konya’dan yola çıkmış geliyorlardı. Kalenderoğlu Merzifon’a çekildi ve Osmanlı ordularını Ladik de yendi. Kalenderoğlu bu sefer de Bolu'ya yöneldi ve buradan Bursa ya çekildi.[29] Bu esna da Kuyucu Murad Paşa ordusuyla Halep’te idi. Kalenderoğlu ordusuyla İstanbul’a birkaç günlük uzaklıkta karargah kurmuş devlete meydan okuyordu. İlerleri İstanbul ve civarını korumak için harekete geçtiyse de bu çabalar sonuç vermedi. Bursa ya yönelen Celaliler’e diğerleri katılarak şehri yağma ve talan ettiler. Nakkaş Paşa komutasında başka bir ordu Kalenderoğlu’nun peşine düştü ise de Kalenderoğlu tarafından tamamen yok edildi. Nihayet Kuyucu Murad Paşa Canboladoğlu’na karşı Oruç Ovası zaferinin ardından Göksun Ovası’nda Kalenderoğlu birliklerini tamamen dağıttı. Kalenderoğlu İran sınırına çekilerek Şah Abbas’ın ordularına katıldı.[30] “Kalenderoğlu , yine bir eşkıya olan Muslu Çavuş’a gönderdiği ve onun güçlerini birleştirmeye ikna etmeye çalıştığı mektubuyla ünlüdür. “ Kuyucuyu alt edersek, Osmanlılar’ı Üslüdar’ın doğusunda kalan her yeri vermeye mecbur ederiz; yok alt edemezsek adımıza yakılan türkülerle yetiniriz.” Bu mektubun içeriği ayrılıkçı bir eylem içeriyor gibiyse de Kalenderoğlu hiçbir zaman bu yönde bir adım atmamıştır.”[31]
    D. Canboladoğlu

    Osmanlı Devleti’nin Ali Paşa’yı diğer Celali’lerden daha fazla ciddiye aldığı su götürmezdir. Canboladoğlu jeopolitik, etnik ve ekonomik bakımdan farklı bir bölge olan ve ayrılıkçılık potansiyeli taşıyan kuzey Suriye’de konumlanmıştı. Yalnız Osmanlılar’ın değil, aynı zamanda Avrupalılar’ında kuzey Suriye’yi dikkatle takip etmesi bu bölgesel avantajları daha da önemli hale getiriyordu[32]. Gerçekten de yabancı güçlerin bölgedeki çıkarlarına baktığımızda Celali liderinin mücadelesini nasıl büyük ölçüde Avrupalıların, özellikle de İran şahı ile ittifak kurmak ve Osmanlı kuvvetlerini ortadan kaldırmak için gerekli basamaklar olarak gördüğü Kıbrıs ve kuzey Suriye’de olan Arşidük Ferdinand’ın fışkırtmasına bağlı olduğunu görürüz.

    Canboladoğlu Ailesi Kilis’den Halep’e kadar olan bölgeyi bir nesildir idare ediyorlardı. Bölge İstanbul’dan 30 günlük mesafede ve merkezin kontrolünden uzaktaydı. Bu nedenlerle Osmanlı topraklarına katıldığı 1516 yılında itibaren çeşitli problemlere sahne olmuş, Osmanlılar burayı yönetmek için çeşitli güç odaklarını dengelemek zorunda kalmışlardır. Bir yandan aşiret reislerini, yeniçerileri ve mahalli emirleri yönetime katmaya çalışırken diğer yandan da kısa dönemli olarak merkezden atadığı görevlilerle kontrolü sağlamaya çalıştı. İran’la yapılan uzun savaş yıllarında Osmanlılar Suriye’nin kontrolünü Canboladoğulları’nın almasına müsaade ettiler. Halep ve civarı oldukça zengin bir bölge idi. Bu da kuzey Suriye’nin kontrolü ile, ticaretle birlikte ziraatten yüksek miktarda vergi geliri sağlanması anlamına geliyordu.

    Amcası Hüseyin Paşa’nın ölümü üzerine Canboladoğlu Ali Paşa bölgenin idaresini eline geçirdi. Osmanlıların İnebahtı yenilgisinden sonra yabancılarla işbirliğine girişti. Kuzeydeki Celalilerle ve güneydeki yerel güçlerle ittifak yaparak konumunu güçlendirdi. Osmanlılarla Canboladoğlu Ali Paşa arasındaki sürtüşmeler 1606 yılında, Paşa’nın makamını güvence altına almak için Osmanlı sultanı ile pazarlığa girişmesi sonucu başladı. I. Ahmet’e gönderdiği bir mektubunda, İran savaşında Osmanlılara 10.000 askerle yardım etmesi karşılığında Halep beylerbeyliğini talep ediyordu. Daha sonraları her seferinde artan miktarda asker desteği karşılığında, diğer adamları için görevler talep etti. Padişah Canboladoğlu’nun taleplerini başlangıçta fazla bulmasına rağmen ona Halep beylerbeyliğini verdi. Yeni beylerbeyinin ilk faaliyeti ise İran şahı ve Toskana büyük dukası ile işbirliği yapmak oldu. Canboladoğlu artık bir hükümdar gibi davranıyor, kendi adına para bastırıyor, hutbe okutuyor ve kendini Suriye kurallığının prensi ve koruyucusu ilan ediyordu[33]. Bu ilk aşamada Avrupalıların Canboladoğlu’nun Osmanlılar ile olan ilişkilerine müdahale etmedikleri, Osmanlılar ile olan ilişkilerini zedelenmek istemedikleri görülmektedir. Yine de Suriye bölgesini kontrol etmekle yakından ilgileniyorlar ve Canboladoğlu’nun taleplerini destekliyorlardı. 1606 yılında Canboladoğlu’nun Osmanlılardan ayrılmak için fırsat kolladığı merkezi idarecileri tarafından far edildi. Kuyucu Murat Paşa isyanı bastırmak için kuzey Suriye’ye yöneldi. Murat Paşa ve Canboladoğlu Ali Paşanın orduları Haleb’in kuzeyindeki Oruç Ovası’nda karşılaştılar. Canboladoğlu’nun ordusu büyük bir mağlûbiyete uğradı ve 100.000 adamı ile 48 kadar eşkıya lideri öldürüldü. Canboladoğlu Ali teslim alınarak İstanbul’a getirildi[34]. Aslında isyancı olmadığını çevresindeki kötü niyetli kişilerin tesiri altında kaldığını söyleyerek padişahtan af diledi. Temeşvar beylerbeyliğine tayin edildiyse de burada bir yıl kaldıktan sonra Belgrat’a kaçtı. Kuyucu Murat Paşanın girişimiyle burada yakalanarak öldürüldü[35].

    SONUÇ

    Celaliler uzun yıllar boyunca Osmanlı Devleti’ne oldukça zarar vermesine karşı, hiçbir zaman, devleti yıkmak veya Osmanlı Hanedanlığı’nı devirmek adına bir girişimde bulunmadılar. Herhangi bir politik veya dini söylem geliştirmediler ve bu söylem etrafında birleşerek güçlü bir lider çıkarmadılar. Eşkıya reisleri de tıpkı Osmanlı Elitleri gibi başarıyı Osmanlı taşra idaresinde üst düzey mevkiler elde etmekle bir görüyor ve devletle bütünleştirilme peşinde koşuyordu. Bu yüzden isyanları sisteme muhalefet değil sistem içinde hareketlilik kazanabilmek için yapılan manevralardı.

    Griswold giderek daha fazla sayıda Celali’nin Osmanlı sistemine dahil olmasıyla Celali liderlerini Müslüman köylü Türklerden sadık Osmanlı askerine doğru toplumsal ve siyesi bir dönüşüm geçirdiklerini, emirlerindeki adamların da Padişahın arkasında hizaya girdiklerini Safeviler ve Habsburglarla savaşırken kuşatma yapmak için gerekli insan gücünü sağladıklarını ve Osmanlı yönetici elitinin faydalandığı nimetlerden nasiplendiğini ileri sürer.

    Barkey ise bu dönüşümün bizzat devlet tarafından gerçekleştirildiğini, merkezi yönetimin güçlendirilmesi ve taşranın denetim altına alınması adına, köylülerin silahlandırıldığını ve eşkıyalığın bizzat devletin ortaya çıkardığı yapay bir hareket olduğunu belirtir. Devlet, işsiz güçsüz kimselerle paralı askerin eşkıyalara dönüşmesinde en büyük payı olan aktördür. Merkezi ve bölgesel düzeylerde baskı ve denetim yapıları oluşturma çabalarının bir yan ürünü olarak bu olguyu yaratmıştı. Osmanlı Devleti sınıf tabanlı hareketleri engelleyen denetim yapılarını yaratmış, devreye sokmuş ve maniple etmişti; ancak devlet kurumları aynı zamanda askeri idari hedeflerine ve meşruluk sağlama amacına hizmet edecek topluluklar da meydana getirmişti. Bu hareketliliği yaratan devlet onu kendi merkezileşme stratejisi ile etkin bir biçimde bütünleştirdi. Merkezileşme, bu süreç zarfında farklı bir tarza büründü. Bu yeni tarz, yapay olarak yaratılmış bir grupla yani Celalilerle pazarlığa oturup anlaşmalar yapmaya dayanıyordu.

    Celaliler ister devlet politikalarının bir sonucu olarak algılansın isterse değişen koşulların ve kriz ortamının bir yan ürünü olarak oluşsun, niyetleri itibari ile değil, sisteme yeniden entegre olabilmek adına yeni zamanlara karşı giriştikleri faaliyetlerle isyancı kimliği kazanmış eşkıyaya dönüşmüş köylü yığınlardır.






    Alıntı:
    Abou-El- Haj, R, A, Modern Devletin Doğası, Çev. Oktay Özel, Canay Şahin, Ankara 2000.

    Acun, F, “Celali İsyanları (1591-1611)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 9.

    Akdağ, M, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası Celali İsyanları, Ankara 1999.

    Barkan Ö. L, “XVI. Asrın İkinci Yarısında Türkiye’ de Fiyat Hareketleri”, Belleten,XXXIV.

    Barkey K, Eşkıyalar Ve Devlet, Çev. Zeynep Altok, İstanbul 1999.

    Divitçioğlu, S, “ “Oyun Teorisi” Bağlamında Celali İsyanları (1596-1611)”, Cogito Osmanlılar Özel Sayısı, İstanbul 1999.

    İlgürel,M, “Osmanlılarda Eşkıyalık Hareketleri”, Cilt 7, D.İ.A, İstanbul 1993.

    İnalcık, H, Osmanlı İmparatorluğunda Klasik Çağ, 1300-1600, İstanbul 2003.

    Karpat K. H., Osmanlı Modernleşmesi, İstanbul 2002.

    Öz, M, “II. Viyana Seferine Kadar XVII. Yüzyıl”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 9.

    Öz, M, Osmanlı’da “Çözülme” Ve Gelenekçi Yorumcuları,İstanbul 1997.

    Uzunçarşılı, İ.H, Osmanlı Tarihi, Cilt 3, Ankara 1983.

    Wıllıam J. Grıswold, Anadolu’da Büyük İsyan, Çev. Ülkün Tansel, İstanbul 2000.



    -----------------------------------------

    1.Mücteba İlgürel, “Osmanlılar’da Eşkıyalık Hareketleri”, Cilt 7, D.İ.A, s.466-468.

    2. Karen Barkey, Eşkıyalar Ve Devlet, Çev. Zeynep Altok, İstanbul 1999, s.161.

    3. Wıllıam J. Grıswold, Anadolu’da Büyük İsyan, Çev. Ülkün Tansel, İstanbul 2000, s.14-18.



    4. Ö. Lütfü Barkan, “XVI. Asrın İkinci yarısında Türkiye’ de Fiyat hareketleri”, Belleten,XXXIV, S.557-607.

    Mehmet Öz, Osmanlı’da “Çözülme” Ve Gelenekçi Yorumcuları,İstanbul 1997, s.32-42.

    Kemal H. Karpat, Osmanlı Modernleşmesi, İstanbul 2002, s.26,42-51,58-60.

    Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası Celali İsyanları, Ankara 1999, s.36-44.

    5.Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, 1300-1600, İstanbul 2003, s. 114.

    6. Karen Barkey, a.g.e, s.62-64.

    7. Mehmet Öz, “II. Viyana Seferine Kadar XVII. Yüzyıl”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 9, s. 712-713.

    8. Rıfa’at Ali Abou-El- Haj, Modern Devletin Doğası, Çev. Oktay Özel, Canay Şahin, Ankara 2000, s. 46.

    9. Kemal Karpat, a.g.e, s. 33.

    10. Karen Barkey,a.g.e, s.162-163.

    Mustafa Akdağ, a.g.e, s. 257.

    11. Mustafa Akdağ, a.g.e, s. 259-260.

    12. Karen Barkey, a.g.e, s. 167.

    13. Karen Barkey, a.g.e, s. 173.

    14. Karen Barkey, a.g.e, s. 169.

    15. Karen Barkey,a.g.e,,s. 170.

    16. Karen Barkey, a.g.e, s. 180.

    17. Griswold, a.g.e, s. 20.

    18. İ.Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt 3, Ankara 1983, s. 100.

    Fatma Acun, “Celali İsyanları (1591-1611)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 9, s. 696.

    19. Karen Barkey, a.g.e, s. 212.

    20. Sencer Divitçioğlu, “ “Oyun Teorisi” Bağlamında Celali İsyanları (1596-1611)”, Cogito Osmanlılar Özel Sayısı, s. 142.

    21. Fatma Acun, a.g.m, s. 700.

    22. Karen Barkey, a.g.e,s.212-213.

    23. Fatma Acun, a.g.m, s.701.

    24. Karen Barkey, a.g.e. s.213.

    25. Wıllıam J. Grıswold,a.g.e s.34.

    26. Wıllıam J. Grıswold, a.g.e, s. 36-37.

    27. Fatma Acun, a.g.m, s.701.

    28. İ. Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e, s.107.

    29. Fatma Acun, a.g.m, s. 702.

    30. İ. Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e,s.108-110

    31. Karen Barkey, a.g.e, s. 215.

    33. Fatma Acun, a.g.e, s. 703.

    33. Karen Barkey, a.g.e, s. 223.

    Wıllıam J. Grıswold, a.g.e, s. 101-105.

    34. Karen Barkey, a.g.e, s. 225.

    35. Fatma Acun, a.g.m,s. 703.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

Benzer Konular

  1. Osmanlı Topraklarında Kurulan Devletler
    Konu Sahibi ilteriş Forum Çözülenler
    Cevap: 4
    Son Mesaj : 25.Nisan.2011, 10:03
  2. Reform Hareketleri
    Konu Sahibi aynur Forum Avrupa Tarihi (15-17. yy) Ders Notları
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 22.Eylül.2009, 00:46
  3. Jön Türkler Bağlamında Osmanlı'da Batılılaşma Hareketleri
    Konu Sahibi raltar Forum En Uzun Yüzyıl Araştırmalar
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 12.Haziran.2009, 23:37
  4. Osmanlı İmparatorluğu ve Japonya'daki Yenileşme Hareketleri Karşılaştırılması
    Konu Sahibi Evliya Çelebi Forum Osmanlı Kültür ve Uygarlığı Araştırmalar
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 26.Kasım.2008, 19:00
  5. Osmanlı Topraklarında Üzerinde Kurulan Devletler
    Konu Sahibi ilteriş Forum Tarih 2 Genel Araştırmalar
    Cevap: 1
    Son Mesaj : 17.Şubat.2008, 22:05

Bu Konu için Etiketler

Giriş