Çok güç bir dönemde İmparatorluğun idaresini eline almak zorunda kalan II. Mahmud'un giriştiği ıslahat hareketleri hakkında bilinenler yetersizdir. O sadece ıslahatçı bir padişah olarak bilinir, ıslahat yaparken karşılaştığı güçlükler ve yeniliklerin niteliği üzerinde pek durulmaz. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışına kadar askeri teşkilatında önemli bir rol oynayan redif askeri fikri onun zamanında ortaya atılmış ve uygulama alanına konulmuştu.


Yeniçeri Ocağının kaldırılması ile birlikte asırlarca ülkeyi korumak ve kollamakla yükümlü bir güç tarihe karışmıştı. İmparatorluğun içinde bulunduğu nazik durum, vakit geçirmeden bu görevi yüklenebilecek yeni askeri teşkilatın kurulmasını zorunlu kılıyordu. Nitekim çalışmalar kısa süre içinde, tamamlandıktan sonra "Asakir-i Mansure-i Muhammediye" adiyle, modern Batı ülkelerinin askeri teşkilatlarına benzer şekilde bir ordunun kurulması kararlaştırıldı. Yeniçeri Ağası yerine Başkomutanlık ve aynı zamanda Harbiye Bakanlığı görevleri ile yükümlü "Seraskerlik" makamı teşkil ettirildi. Bu görev, Ağa Hüseyin Paşa'ya verildi. Bir müddet sonra Hüseyin Paşa azledilerek yerine Hüsrev Paşa getirildi ve o 1836 yılına kadar bu görevde kaldı.


1826'da Yeniçeri Ocağının kaldırılmasındaıı hemen sonra kurulan "Asakir-i, Mansure-i Muhammediye" ile çok geniş sınırları olan imparatorluğu koruyup kollamak olanaksızdı. Ülkenin belli başlı gelir kaynakları bu ordu için kurulmuş olan Mansure Hazinesine devredildiği halde, masraflar karşılanamıyordu. Şartlar, yeni ordunun erat sayısını artırmaya elvermiyordu. Başka bir çözüm yolu aramak, bulmak gerekiyordu. Nitekim çok geçmeden yeni bir yol bulunmuş ve Redif askeri teşkilatı kurulmuştur.


Redif askeri teşkilatının kuruluş esaslarını II. Mahmud'un yayınladığı bir genel fermandan şöylece saptamak mümkündür: Meclis-i Şura'da alınan karara. uygun olarak, imparatorluğun dahilinde bulunan bütün sancakların
kapsadığı kazalarda (Maden, Has, Evkaf, Muaf ve gayr-ı muaf bütün kazalarda) subayları ile birlikte 1400'er kişilik birer tabur teşkil ettirilecektir. Şayet küçük kazalardan bu kadar asker çıkaracak nüfus yoksa böylesi yerler civar kazalarla birleştirilecek, böylece tabur ortaklaşa tertip edilecektir.

Redif askeri yazılacak kimseler 23-32 yaşları arasındaki gençler arasından kur'a ile tesbit edileceklerdi. Vücutlarında askerliğin gereklerini yerine getirmeye engel olabilecek sakatlıklar bulunanlar askere alınmayacaklardı. Asker yazılması, defterlerinin tutulması ve bu defterlerin İstanbul'a Bab-ı Seraskeri'ye gönderilmesi işi sancak mutasarrıfları ile valilere bırakılmıştı. Bunlar emirlerinde bulunan mütesellim ve voyvodalar yardımı ile bu işi yürütecekler, ancak bütün sorumluluklar kendilerine ait olacaktı.
Taburlar için gerekli subaylar (zabitler) kazalarn ileri gelen aileleri (hanedan ve kişizadeler) arasından valiler tarafından seçilecek, isimleri İstanbul'a bildirilecekti. Onayalındıktan sonra bunlar subay olarak göreve başlıyacaklardı.Bu yolla subay seçilenler idare işlerine karışmayacaklar, yalnız askerlikle uğraşacaklardı. Ancak, eğer bir ayan veya voyvoda idare işlerinin yanısıra subaylık da yapabilecek güçte ise böylelerine valilerin teklifleriyle subaylık görevi verilebilecekti. Redif askeri, modern bir şekilde eğitilmek istendiğinden, subaylarının askerlikten çok iyi anlamaları gerekirdi. Halbuki bölgelerinde her nasılsa sivrilmiş veya servetlerine dayanarak ün yapmış ailelerin çocukları arasından seçilen subayların askerlikten haberleri bile yoktu. Böylelerinin er eğitmeleri de düşünülemezdi. Nitekim bu meseleye kolay bir çözüm bulunmuş, zabit seçilenler peyderpey İstanbul'a çağrılarak bir iki ay "Asakir-i Mansure-i Muhammediye talimlerine" iştirak ettirilerek terfi verilip geldikleri yerlere gönderilme kuralı uygulanmıştır. Memleketin her tarafından subayolmak için başvurmalar olmuş, bunlar arasından seçilenler İstanbul'da kısa bir eğitime tabi tutulduktan sonra subay olarak redif taburlarında görev yapmaya başlamışlardır. Ayrıca redif askerinin eğitim ve öğretimi için Asakir-i Mansure'ye mensup askerlerden de yararlanılmıştır. Bunlar izinli olarak memleketlerine gittiklerinde Redif taburlarının talimlerine katılıp eğitimlerine yardımcı olacaklardı.
Yine Asakir-i Mansure-i Muhammediye subayları da senede iki kere sancak merkezlerinde yapılacak genel talimlere katılacaklardı. Bu hususlara Mahmud'un sözü ,edilen fermanında yer verilmiş bulunuyordu. Belgeler kısa bir süre içinde bütün memlekette yeni askeri teşkilatın kurulduğunu göstermektedir.


Redif teşkilatı bir taraftan bütün sancaklarda kurulurken diğer tarafta teşkilatın işleyişi ile ilgili problemler gün geçtikçe artmaktaydı. Sancak ve kazaların ileri gelenleri idaresine bırakılan taburların modern bir şekilde eğitilmeleri mümkün olmadığı gibi,iş-güç zamanı halkı talim için toplayan zabitlerden de şikayetler gittikçe artıyordu. Karışıklıkları önlemek ve Redif teşkilatını iyi işler bir duruma getirmek amacı ile İstanbul'da bizzat padişahın başkanlığında ilgililerle toplantılar yapılıyor, yeni yeni kararlar alınıyordu.
Haziran 1836 da alınan kararlarla teşkilatın işleyişinde bazı değişiklikler yapıldı. Sancak merkezlerinde senede iki kere yapılan toplu talimlere sancak sınırları içerisindeki bütün taburların birlikte katılmaları yerine, münavebe usulü ile bu merkezlerde üçer ay talim görmeleri uygun görüldü. Böylece hem şehir merkezi askersiz kalmayacak ve hem de daha iyi yetişmeleri sağlancaktı.
Ziraat mevsimlerinde halkın zarar görmemesi için de mümkün olduğu kadar ziraatın yapılmadığı aylarda talimler yaptırılacaktı. Şayet, ziraat mevsiminde bir bölük talim için sancak merkezine gitmek zorunda kalırsa, o bölüğe dahil
erlerin ziraat ve benzeri işleri komşuları tarafından yapılacaktı. Talim süresiboyunca askerlerin yiyecek, yatacak, silah ve diğer giderleri devletçe karşıla nacaktı. Redif askerlerinin giderlerini karşılamak için "Redif-i Mansure Hazinesi"
adı ile yeni bir hazine oluşturulmuş, Anadolu ve Rumeli'de birçok bölgenin geliri bu hazineye ayrılmıştı.

II. Mahmut'un merkezi bir idare sistemini uygulamak için giriştiği ıslahatın bir parçası olarak yeni idari düzenini ele aldığımızda görüyoruz ki onun bütün iyi niyetlerine rağmen, adem-i merkeziyetçiliği temsil edenler (ayan ve eşraf,
derebeyler) yeni düzende kendilerine yeni iş olanakları bulmuşlar, redif taburlarında askeri görevler alarak varlıklarını başka bir biçimde daha etkili olarak sürdürmüşlerdir. Müşir olanlar her ne kadar doğrudan doğruya merkeze bağlı
sadık ve başarılı kimseler iselerde, teşkilatın ferikIik ve daha alt kademelerinde görev alanlar, o bölgelerin sivrilmiş kimseleri olmuştur. çoğu azledilmiş ayan, ve voyvodalarla yerli mütegalibe, aşiret reisIeri ve beyleri redif' taburları subaylıklarına getirilmişlerdir. Bunlar alışık oldukları soygun düzenini asker masraflarını karşılama adı altında zorluk çekmeden rahatlıkla yürütme olanağını bulmuşlardı.

Musa Çadırcı