1. #1
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734


    Türk istihbaratının kurucusu bir vatan haini miydi?
    İlk Türk gizli servisi Teşkilat-ı Mahsusa'nun kurucusu olarak bilinen Kuşçubaşı Eşref'in kahramanlıklarla dolu tarihi, araştırmacı Ahmet Efe'nin kitabıyla ters yüz oldu.

    Sabah gazetesinde Ecevit Kılıç'ın haberine göre; Kuşçubaşı Eşref'in Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı'nın arşivlerinde Harbiye mezunu olduğuna dair herhangi bir kayıt bulunmuyor Eşref, Cemal Kutay'ın kitaplarında kahraman olarak biliniyor. Bir de ABD'li istihbaratçı Philip Stoddard bu yönde bir kitap yazdı..

    Modern anlamda ilk Türk gizli servisi Teşkilat-ı Mahsusa'dır. Osmanlı Devleti'nin son yıllarında ayrılıkçı hareketleri önlemek ve yabancı ülkelerin Ortadoğu'daki istihbarat ve gerilla faaliyetlerine karşı koymak amacıyla kurulan teşkilat mensupları Birinci Dünya Savaşı boyunca Trablusgarp'ta, Basra'da, Mısır'da gerilla hareketlerini örgütledi. Bu teşkilatın kurucusu olarak da Kuşçubaşı Eşref biliniyor. Türk büyükleri arasında gösterilen ve modern istihbaratın öncüsü olarak lanse edilen Kuşçubaşı Eşref, gizli yani derin devletin de kurucusu kabul ediliyor. MİT'in resmi sitesinde de bir dönem teşkilatın Arabistan Bölge Başkanlığı yaptığı bilgisi yer alıyor. Resmi tarih kaynaklarına göre Kuşçubaşı Eşref, Kuleli Askeri Lisesi ve Harbiye mezunu. Padişah'a, karşı Arabistan'daki isyanı örgütleyen isim. Balkan Savaşı sırasında Bulgar'ları yenerek Edirne'yi kurtaran kuvvetlerin lideri, İngilizlere karşı girişilen Süveyş Kanalı Harekâtı'nda öncü birliklerin komutanı. Yemen'de İngilizlere esir düşüyor ve üç yıl Malta'da cezaevinde kalıyor.

    TARİH TERS YÜZ

    Dönüşünde Kuvayı Milliye'ye katılıyor ve Adapazarı çevresinde kahramanlıklar yaratıyor. Sonra da yurtdışına çıkıyor ve 1955'e kadar Arap ülkelerinde yaşıyor. Bu ve benzeri kahramanlık hikayeleriyle sürüp giden "tarihi", tarih öğretmeni ve araştırmacı Ahmet Efe'nin bugün Bengi Yayınevi'nden piyasaya çıkacak "Efsaneden Gerçeğe Kuşçubaşı Eşref" adlı kitabı bir kez daha ters düz ediyor. Hem de Genelkurmay Başkanlığı ve Başbakanlık Arşivi'ndeki belgelerle. Tüm bunları kitabın yazarı Ahmet Efe ile konuşmak istedik. Ancak tarih öğretmenliği yapan Milli Eğitim Müdürlüğü'nün Efe'ye izin vermemesi nedeniyle biz de Haftanın Sohbeti'nin formatını bu hafta değiştirdik. Efe'yle sohbetimizin yanı sıra Kuşçubaşı Eşref ile ilgili bilinenleri sorduk yakın tarihi değiştirecek yanıtlarını kitabın içindeki belgelerden aldık.

    * Kuşçubaşı Eşref, Teşkilat-ı Mahsusa'nın kurucusu mu?
    Genelkurmay Başkanlığı istihbaratının belgelerine göre, Teşkilat-ı Mahsusa kesin olarak 17 Kasım 1913'te kuruluyor. Kuruluşundan, 14 Nisan 1915'e kadar teşkilatın başkanlığını Süleyman Askeri Bey yapıyor. Askeri'nin ölümünden sonra bu görevi devralan Ali Bey Başhampa Mondros Ateşkes Antlaşması'na kadar devam ediyor. Askeri belgelerde teşkilattaki masa sorumlularından tutun odacılara kadar tüm görevlilerin adları yer alıyor. Bunların içinde Kuşçubaşı Eşref'in adı bulunmuyor.

    * Böyle bir görev almadıysa neden bu teşkilatın yaratıcısı olarak adı geçiyor?
    Bunun nedeni Cemal Kutay'ın yayınları ve aslında Amerikalı üst düzey bir istihbaratçı olan Philip Hendrick Stoddard'ın Teşkilat-ı Mahsusa adlı kitaplarıdır. Stoddard, doktora tezi olarak hazırladığı bu kitabı Kuşçubaşı Eşref'in anlatımlarıyla yazıyor. Kutay'ın da katkısı oluyor. İki kitap tarihsel anlamda nitelikli bir aldatmaca.

    ONUN KAYDI YOK

    * Bugüne kadar yazılan tarih kitapları ve kaynaklarda Eşref'in rütbesi yarbay, bazen de albay olarak yer alıyor...
    Kuşçubaşı Eşref'i kahraman olarak gösteren kaynaklarda Kuleli Askeri Lisesi'ne ve Harbiye'den mezun olduğu ve muvazzaf bir subay olduğu anlatılır. Ancak bu okullara ne zaman girdiği ve ne zaman mezun olduğunun belirtilmemesi dikkat çekicidir. Gerçek ise kesinlikle Harbiye'den mezun olmadığıdır. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Arşiv Daire Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı'nın arşiv belgelerinde kesinlikle hiçbir kaydı bulunmuyor.

    * Balkan Savaşı'nda Bulgarları yenip Edirne'yi kurtaran birliklerin lideri miydi?
    Harbiye'den mezun olmadığı için rütbesi bulunmuyor. İttihat Terakki'nin üç önemli liderinden Cemal Paşa hatıralarında Edirne'yi kurtaran bu müfrezenin komutanın Teşkilat-ı Mahsusa'nın kurucusu Süleyman Askeri Bey olduğunu açıkça belirtiyor.

    SUİKAST ÖRGÜTÜNÜN KURUCUSU

    Kuşçubaşı Eşref, AOİK'yı İngiliz ve Yunan istihbaratının yardımıyla Atina'da kuruyor. Türk askeri, bununla ilgili o dönemde resmi istihbarat raporu hazırlıyor. Buna göre Türk heyeti, Lozan Barış Konferans için gittiğinde Kuşçubaşı da İsviçre'ye gidiyor. Bu sırada heyet de suikast girişimi istihbaratı alıyor. Başta İzmir'deki olmak üzere Atatürk'e yönelik 1923'te başlayan bir dizi suikast girişiminde bu örgütün rolü var. Atatürk'e yönelik 1927'deki suikastındaki isim olan Hacı Sami, Kuşçubaşı Eşref'in kardeşidir.

    * Peki bu kadar olaya rağmen neden kahraman olarak biliniyor? Ve bir kişinin bu kadar önemi olabilir mi?
    Cemal Kutay'ın kitapları sayesinde. Bu kişinin önemi şu; Kuşçubaşı Eşref'in gerçek ilişkileri İngilizlerin, Yunan kuvvetleri Anadolu'dan çekilince Anadolu Hükümeti'ni ve Mustafa Kemal'i desteklemeye başladıkları yolundaki tarih tezini değiştiriyor.

    ONUN DA YOLU SUSURLUK'TAN GEÇMİŞ

    Adapazarı çevresindeki Kuvayı Milliye'nin başarıları ona mal ediliyor. Adapazarı bölgesinde Kuvayı Milliye müfrezeleri oluşturmaya çalıştığı doğrudur. Ancak uygulamaları tepki çekiyor. Zorla yüklü miktarda para toplaması nedeniyle halk ayaklanıyor. Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa'nın zorla para toplaması nedeniyle bölgeden uzaklaştırılmasını isteyen telgrafı var.

    * Kuşçubaşı Eşref, Milli Mücadele sırasında neden Yunanistan'a geçiyor?
    Çerkez Ethem 64 adamıyla 1921'de Yunanlılara sığında yanında Kuşçubaşı Eşref de var. 28 Ocak 1921 günü Susurluk'a bağlı Dereköy'de çekilen tarihi fotoğrafta Çerkez Ethem, Kuşçubaşı Eşref ve Yunan subay Christos Karassos aynı karede yer alıyor. Üstelik Genelkurmay istihbarat raporlarına göre Çerkez Ethem ve yanındakiler bu ayaklanmadan iki ay önce İngiliz ve Yunanlarla ilişkiye geçiyor.

    * Düşmanla işbirliği mi yaptı?
    Genelkurmay Başkanlığı'nın raporuna göre İzmir'den kaçan Kuşçubaşı Midilli'ye sığınıyor. Kuşçubaşı'nın örgütlediği çeteler Ege adalarından Batı Anadolu kıyılarına saldırılar düzenliyor. Yunanlar ve İngilizlerle tam işbirliği içinde. Genelkurmay istihbarat raporlarının 17 Eylül 1922- 19 Temmuz 1923 arasındaki bölümlerinde Enez'den Muğla'nın doğusuna kadar 150 baskın ve sızma yaşanmış. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak imzalı olan 29 Mart 1923 tarihli raporuna göre Kuşçubaşı Eşref'in Yunan Adalarından gönderdiği 500 adamının İzmir'deki Doğanbey karakolunu basıp bölük komutanı, takım komutanı ve bir eri şehit ettikleri bilgisi yer alıyor. Gönen'e, Edremit'e gönderdiği adamlarıyla çarpışmalar yaşanıyor. Düşmanla işbirliği yapmakla suçlanan ve "150'likler" diye anılan listeye girdi.

    'YAZILAN İKİ KİTAP NİTELİKLİ ALDATMACA'

    Ahmet Efe'nin Bengi Yayınevi'nden bugün piyasaya çıkacak olan "Efsaneden Gerçeğe Kuşçubaşı Eşref" adlı kitabı, Eşref hakkında bugüne kadar öne sürülen iddiaları ters yüz ediyor. Efe kitabı için büyük oranda Genelkurmay Başkanlığı ve Başbakanlık Arşivi'ndeki belgelerden faydalanmış. Daha önce Eşref için Teşkilat-ı Mahsusa'nın kurucusu olarak bahseden iki kitap için ise Efe "Nitelikli bir aldatmaca" ifadesini kullanıyor


    nethaber.com/Toplum/49323/Turk-istihbaratinin-kurucusu-bir-vatan-haini-miydi

    17 Aralık 2007 Pazartesi 11:21
    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  2. #2

    Üyelik tarihi
    14.Şubat.2008
    Yaş
    45
    Mesajlar
    345

    Eşref Kuşçubaşı (Mehmet Niyazi -Zaman Gazetesi)
    Eşref Kuşçubaşı'na dair birisi bir kitap yazdı; şöyle bir karıştırdım; yazanın dünyadan haberi yok. Ülkemizde hürriyet var; kanunlar çerçevesinde herkes istediğini yazabilir. Koskoca profesör, gazete kupürünü gösterip "Bak işte belge" demiyor mu? Gazeteye yaz, sonra onu belge diye göster. Böyle saçmalıkların hakim olduğu bir memlekette aslı astarı olmayan olaylarla niçin Kuşçubaşı anlatılmasın? Fakat bazı yazılarını zevkle okuduğum bir gazeteci, kitaba inanarak köşesinde değerlendiriyorsa, işin rengi değişir.

    Eşref Bey, babası itibarıyla Kafkasyalı, annesi itibarıyla da Orta Asyalıdır. Onun Kafkasyalılığı, Ömer Seyfettin'in, Rauf Orbay'ın, Ali İhsan Sabis'in, Refet Bele'nin ve benzerlerinin aynısıdır. Yani Türk milliyetçiliğini fişekleyen bir Kafkasyalılıktır. Babası saraya mensuptur. Lise çağında, o zamanki moda fikirlere kendisini kaptırır, hürriyetçi kesilir. İstanbul'dan uzaklaşması için Edirne Askerî Lisesi'ne nakledilir. Babası Arabistan'a sürülünce öğrenimini İstanbul dışında tamamlamak zorunda kalır.

    Gençliğin verdiği romantizmden dolayı başı dertten kurtulmaz; mahkum edilir. Hicaz valisi Ahmet Ratip Paşa'nın oğlunu kaçırır. Çocuğu bırakması şartıyla af-ı şahaneye mazhar olur. Bu sırada Arapların bazı kesimlerinde de rejim aleyhtarlığı yaygınlaşır; Eşref Bey bunların aslında Osmanlı Devleti'ne, Türklere karşı bulunduklarını tespit eder. Mücadele etmek amacıyla bir gönüllü teşkilatı kurar. Miralay Rasim Bey bu organizasyona "Teşkilat-ı Mahsusa" adını verir. Osmanlı'nın tarih sahnesinden çekilmesiyle Müslümanların sahipsiz kalacağına inanan Şerif El Tunusi, Şeyh Sunusi, Şekip Aslan, İsmail Canbolat, Mehmed Akif ve daha pek çok ünlü de bunlarla birlikte hareket eder.

    İtalyanlar Trablusgarb'ı işgal etmeye kalkarlar. Berlin'de askerî ataşeyken istifa edip dönen Enver Bey'le, Eşref Bey oraya gitmeye karar verirler. Bir noktaya geleceklerine inanırlarsa, Mustafa Kemal, Fuat, Kahraman Halit, Hayrettin Bey'ler de gidecektir. Mısır'daki Müslümanlar, Libyalılar ve bilhassa Şeyh Sunusi, umulan desteği fazlasıyla verince, çetin bir mücadele başlar. Enver Bey "Bingazi ve Çevresi Genel Kumandanı", Eşref Bey de "Milli Kuvvetler Genel Kumandanı" olur. Eşref Bey, ikna ettiği gençlerden oluşturduğu birliğe "Kuvay-ı Mübareke" adını verir. Osmanlı'nın Redif kuvvetlerinden sınırlı yardım alabilirler. Paraları vardır; fakat silah bulmakta güçlük çekerler. Baskınlarla savaş malzemelerini İtalyanlardan ele geçirirler. Kolay zafer kazanacaklarını umduklarından, gördüklerini değerlendirmeleri için İtalyanlar oraya romancılarını, şairlerini, müzisyenlerini götürmüşlerdir. Sert bir kayaya çarpmaları, dünyada yankılar yapar. Batılı gazeteciler Libya'ya akın ederler. Bir röportaj sırasında bir gazeteci Eşref Bey'e sorar: "Düşmanlarınızın ve sizin aynı kıyafetleri giymenizi anlamıyorum." Eşref Bey şu cevabı verir: "Aynı silahları da kullanıyoruz. İtalyanlar haber vermeden gelen istenmeyen misafirlerimizdir. Eşyalarını beraber paylaşıyoruz."

    İtalyanlar Derne bölgesinde bir boşluk sezerler; Kasr-ı Harun mıntıkasından yapılacak çıkarmayı Osmanlılar zaten beklerler. Buranın kumandanı Mustafa Kemal Bey'dir. Mustafa Kemal Bey'in birliklerinin sağ yanını Kuvay-ı Mübareke'nin Avakır taburuyla Eşref Bey koruyacaktır. Kapışma anında havadan bombardımana uğrayınca, askerimiz tedirginleşir, bu tereddüdü yenmek için Mustafa Kemal Bey atını düşmanın üzerine sürer. Bu anda onları yeni bir İtalyan birliği kuşatmaya başlar. Ortalık toz dumana karışır. Düşmanı denize dökerler; ama Mustafa Kemal Bey'in gözüne kireç kaçar. Mısır'dan getirilen doktorlar ameliyat edilmesi gerektiğini söylerler. Bu ameliyatın üstadı İsviçreli profesör Fox'tur. Üç aydan önce randevu almak mümkün değildir. Eşref Bey'in ahbabı olduğundan hemen ameliyat edeceğini tahmin ederler; ki yanılmadıkları anlaşılır. Mustafa Kemal Bey'in yanında teyzesinin oğlu Fuat (Bulca) Bey'in bulunmasının yerinde olacağını düşünürler. Eşref Bey'in yanında mühür gibi her tür malzeme bulunmaktadır. İkisine pasaport düzenler. Meslek bölümüne de Mustafa Kemal Bey'in isteği üzerine gazeteci yazar. Onları yolcu ederken "Hazine-i Eşref'ten" esprisiyle bir torbada bin altın verildiği de kaynaklarda yer alır.

    Eşref Bey'in Libya'daki rolünü merak edenler, Konçino Rivoli'nin "Ünlü Türk Haydutu" eserini okuyabilirler. Almanya'nın İstanbul Büyükelçisi Hans Von Wangenheim'ın raporunda "cinnet derecesinde vatanperver" olarak nitelendirdiği Eşref Bey'in maceralı hayatı asıl bundan sonra başlar. Önemine binaen konuya gelecek hafta da devam edeceğiz.

    Kuşçubaşı ve Trakya

    Trablusgarp'ta sert bir kayaya çarpan İtalyanlar, durumlarını gizlemek için yol aramaya başladılar. İtalya Kralı'nın kayınpederi olan Karadağ Kralı, sessizce devreye girdi. Zaten Balkan devletlerinin Osmanlı toprağında gözü vardı.

    Bu toprakların bölüşülmesinde sorun çıkarsa Rus Çarı'nın kararına razı olacaklarında anlaştılar. Bir başka güç de değişik formüllerle tezgahını kurmuştu. Bağımsızlığa kavuşan Yunanistan'ın, Romanya'nın, Bulgaristan'ın kralları Alman'dı. Bu kukla krallarla Almanya, Osmanlı'nın batısını çevirmişti. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu da bağlısı saydığı için arada engel kalmıyordu. Rus Çarı; "Balkan savaşı kopmayacağına dair garanti veriyorum. Yıllardan beri askerlik yapan bu insanları cephede tutmayın, yazıktır." diyerek, Trakya'daki ordumuzdan terhisler yapılmasını sağladı. Tek mermi atmadan yetmiş bin askerimizi teslim edecek Tahsin Paşa gibi kumandanlara sahiptik. Yunanlılar Selanik'e girince, bazı paşalar parti kavgası yapacak kadar siyasete dalmışlardı. Balkan Savaşı bu şartlarda patlak verdi. Süper güçler, galip gelebiliriz ihtimaliyle bir deklarasyon yayınlayarak; "Sonuç ne olursa olsun, herkes savaştan önceki sınırlara çekilecek." dediler. Yenildik; ordumuz yirmi dört günde Manastır'dan Büyükçekmece Gölü'nün yanındaki Muratlı Tepeleri'ne çekildi. Tabii büyük devletler deklarasyonu unuttular.

    Hükümetimiz, paşalarımızın pek çoğu İstanbul'u kurtarmanın derdine düştüler. Londra'da toplanan devletler Enez-Midye hattının sınır olmasını kabul ettiler. Fakat Bulgarlar bu hatta çekilmiyor, Yunanistan'la arasındaki toprak anlaşmazlığını çözüp İstanbul'u almak istiyordu. Alman imparatoru da, "İstanbul, Bulgaristan'a yakışır" diyordu. Sadrazam Kamil Paşa ise Enez-Midye hattından başlayan bugünkü Trakya topraklarımızda bir tampon devlet kurmakla İstanbul'u kurtaracağını ümit ediyordu. Bu karmakarışık ortamda Enver ve Eşref beyler, Libya'daki genç subaylar Zenci Musa, Mamaka Mustafa gibi fedailerle buraya döndüler. Enver Bey, yarbay olarak kendisini Muratlı Tepeleri'nde bulunan Onuncu Kolordu'ya Kurmay başkanı tayin ettirdi.

    Bab-ı Ali baskını yapıldı; Başbakan Kamil Paşa öldürüldü. Hükümet istifa ettirildi, Mahmut Şevket Paşa sadrazamlığa tayin edildi. O da bir suikast sonucu öldürülünce yerine Ahmet İzzet Paşa getirildi. Onun sadrazamlığı sırasında yurdun değişik bölgelerinden gizlice gönüllüler toplandı. Eşref Bey, Cihangiroğlu İbrahim, Selim Sami tarafından Taksim, Metris kışlalarında eğitilen bu gönüllülerin arasına sivil kıyafetli pek çok asker de katıldı. Bir gece kayıkla, beş arkadaşı ile düşmanın arkasına sarkan Mamaka Mustafa, Muratlı Tepeleri'ni Edirne'deki karargâha bağlayan telleri kesip bombayı patlatınca, husule gelen şaşkınlıktan istifade ederek saldırdılar. 'İkinci Balkan Harbi' denen bu savaşı 'Türk Gönüllü Kuvvetleri Kumandanı' olarak Eşref Bey başarıyla yönetti. Bugün Rumeli'de toprağımız varsa, bunda Eşref Bey'in ve Teşkilat-ı Mahsusa fedailerininpayı olduğunu bilmeliyiz. Hatta Birinci Dünya Savaşı kapıya dayanmasaydı, kurulan 'Batı Trakya Türk Cumhuriyeti' yoluyla sınırlarımız çok daha farklı olurdu.

    Teşkilat-ı Mahsusa, 1913 yılının Ekim ayına kadar gönüllü kuruluş olarak devam etti. Daha sonra Enver Paşa'nın ısrarıyla devletin resmî kurumuna dönüştü. Ondan sonra da bu kurumda Mehmed Akif, Şekip Aslan gibi ilimde irfanda ün yapmış değerli insanların ilgisi kalmadı. Fakat milletçe ne zaman ihtiyaç duyulmuşsa, hizmetlerini esirgemediler. Mesela Mehmed Akif ile Birinci Dünya Savaşı'nda hem Necid çöllerinde hem de Berlin'de karşılaşıyoruz. Savaşın ilk aylarında Akif, Eşref Bey, Şerif El Tunusi, Başbakanlık Müsteşarı Mümtaz Bey, Zenci Musa, Arap ayrılıkçılarını ikna için çöllerde dolaşırlarken Çanakkale Savaşı'nın ilk raundunun bizim olduğunu öğrendiler.

    Birinci Dünya Savaşı'nda nerede yangın varsa, orada Eşref Bey'i veya yardımcısı Süleyman Askeri Bey'i görüyoruz. İngilizler Fav'dan çıkarma yapınca, Genelkurmay, Irak'tan asker toplayıp İngilizlere karşı koyması için Süleyman Askeri Bey'i görevlendirdi. Şuaybe'de döğüşürken ayağı koptu. Yatırıldığı sedyede savaşı yönetmeye devam etti; bir tepenin alınması için emir verdi; askerimiz beklediği celaleti gösteremeyince; "Biz böyle aciz mi olacaktık!" deyip tabancasını şakağına dayadı ve tetiği çekti. Eşref Bey'in de kanal harekâtında yiğitliklerine şahit oluyoruz. O ve Teşkilat-ı Mahsusa'nın bazı fedaileri Kanal'ı geçtiler; ne yazık ki beklenen takviye gelmedi.

    İngilizlerin kurmak istediği Kürt ve Çerkez devletlerine Kürt ve Çerkez beylerinin karşı çıkmaları son dönem tarihimizin şifresidir. Haftaya bu şifreyi kurcalayacağız."
    Yazı tarihi kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmeye çalışanlara verilen iyi bir cevaptır.
    iyi olmak kolaydır,zor olan ADİL olmaktır!

Benzer Konular

  1. Karamanoğulları ve Candaroğlulları Yahudi miydi?
    Konu Sahibi ilteriş Forum Er Meydanı
    Cevap: 11
    Son Mesaj : 03.Mayıs.2009, 22:07
  2. Persler Romalılardan Daha İleri miydi
    Konu Sahibi Evliya Çelebi Forum Uygarlığın Doğuşu ve İlk Uygarlıklar Araştırmalar
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 31.Ocak.2009, 22:11
  3. Özgürlük Anıtı bizim miydi?
    Konu Sahibi Efgan Forum Bunları Biliyor muydunuz?
    Cevap: 2
    Son Mesaj : 03.Ocak.2009, 16:35
  4. Ynt: Enderun Okulunun Kurucusu Kimdir?
    Konu Sahibi bushybrow Forum Çöp Kutusuu
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 09.Mart.2008, 21:00
  5. Enderun Okulunun Kurucusu Kimdir?
    Konu Sahibi bushybrow Forum Tarih Konuları Hususunda Soru(nu)m Var
    Cevap: 2
    Son Mesaj : 09.Mart.2008, 20:30

Bu Konu için Etiketler

Giriş