Urfa – Klaus Schmidt, çocukken tarih öncesi resimler bulma umuduyla anavatanı Almanya'da mağaraların içinde kazı yapardı. 30 yıl sonra Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün bir üyesi olarak son derece önemli bir şey buldu: Benzerlerinden en az iki kat daha yaşlı bir tapınak alanı Suriye sınırının 35 mil kuzeyinde rüzgarlı bir tepedeki tek ağacın altında duruyor.
Schmidt şunu söylüyor:
"Burası bir süpernova. Onu ilk gördüğüm anda, iki seçeneğimin olduğunu biliyordum; kimseye bir şey söylemeden buradan ayrılmak ya da ömrümün geri kalanını burada çalışarak geçirmek".
Schmidt'in arkasında Anadolu ovasının ilk kıvrımları bulunuyor. İleride ise toprak rengindeki bir deniz gibi, yüzlerce mil güneye, Bağdat'a ve daha ötesine uzanan Mezopotamya var. 1994 yılından bu yana Schmidt'in çalışma yeri olan Göbekli Tepe'nin yuvarlak taşları hemen önde, tepenin yamacının altında saklı duruyor.
Stonehenge ile karşılaştırıldıklarında oldukça mütevazı sayılırlar. Sayıları 20 olarak tahmin edilen ve dördü çıkarılan taşların hiçbiri 100 adımdan daha uzun değil. Narin T şeklindeki dikili taşlardan ikisi diğerlerinden en az üç adım daha uzun.
Onları olağanüstü yapan, üzerlerindeki yabandomuzu, tilki, aslan, kuş, yılan ve akreplerin oymalı kabartmaları ve yaşları. MÖ 9500 yılına ait olduğu tahmin edilen bu taşlar, Mezopotamya'nın ilk şehirlerinden 5500 yıl ve Stonehenge'den 7000 yıl daha yaşlı.
Tekerlek ya da el yazısını bir yana bırakın, onları dikenler çömlek ya da kültür buğdayını bile bilmiyorlardı. Köylerde yaşadılar, ancak çiftçi değil avcıydılar.
1993 yılından bu yana Türkiye'nin en ünlü neolitik alanı Çatalhöyük'teki kazıları yöneten Stanford Üniversitesi Antropoloji Profesörü Ian Hodder şöyle diyor:
"Herkes sadece, karmaşık ve hiyerarşik uygarlıkların böyle anıtsal alanları inşa edebileceğini ve bunun tarımın bulunmasıyla birlikte geldiğini düşünürdü. Göbekli Tepe her şeyi değiştiriyor. Ayrıntılı, karmaşık ve tarım dönemi öncesine ait. Sadece bu gerçek bile burayı, çok uzun zamandan bu yana arkeolojik buluşların en önemlilerinden biri kılıyor."



10 yıllık bir kazıdan sonra alanın açılabilen küçük bir bölümü, Göbekli Tepe'nin onu inşa edenler için önemini anlamak için yeterli değil. Bazıları, her yuvarlak taşın ortasındaki iki uzun taşın bir kadın ve erkeği temsil ettiğini ve buranın verimlilik ayini (fertility rite) merkezi olduğunu düşünüyor.
Ancak Schmidt buna şüpheyle yaklaşıyor. Söz konusu yerin "tarımın yıkmak üzere olduğu yarı göçebe (semi-nomadic) bir dünyanın son gelişmiş örneği olabileceğini" düşünüyor ve bugün kusursuza yakın koşullarda olmasının, onu inşa edenlerin, vahşi hayvanlarla dolu dünyasının bütün anlamını yetirmesinden hemen sonra tonlarca toprağın altına gömmelerinden kaynaklandığına işaret ediyor.
Bununla birlikte burası, diğer neolotik bölgelerde bulunan verimlilik sembollerinden (fertility symbol) yoksun ve yarı insan (semi-human) oldukları belirgin olan T şeklindeki kolonların cinsiyetleri yok.

Schmidt'e göre:
"Burada, Tanrı'nın en erken temsiliyle karşı karşıyayız. Gözleri, kulakları ve yüzleri yok. Ancak kolları ve elleri var. Onlar yaratıcılar. Bence bunları yapanlar, kendilerine en büyük soruyu soruyorlardı: Kainat nedir? (What is this universe?) Biz neden buradayız? (Why are we here?)"
Taşların yakınında ev ya da mezarların olmaması nedeniyle, Schmidt, tepenin 100 mil yarıçapındaki toplulukların bir ziyaretgâh yeri olduğunu düşünüyor ve uzun taşların Güneydoğu'ya dönük olmasının, Göbekli Tepe'den daha az dikkate değer olmayan daha çağdaş alanlarla dolu ovayı inceledikleri görüntüsü verdiğine dikkati çekiyor.
Sözgelimi, geçtiğimiz yıl Suriye'nin kuzeyindeki Djade al-Mughara'da çalışan Fransız arkeologlar şimdiye kadar bulunan en eski duvarları ortaya çıkardılar. Kazıyı yöneten Lyon Üniversitesi Arkeoloğu Eric Coqueugniot'a göre bunlar, "bir Paul Klee tablosunu andıran, kırmızı, siyah ve beyaz renkli iki metrekarelik geometrik şekillerdi."
Coqueugniot, Schmidt'in, Göbekli Tepe'nin ziyafetler, ayinler ve "fikir alışverişi yapılan" bir toplantı yeri ("tempting") olduğu varsayımını, bölgenin harika konumu göz önünde bulundurulduğunda "çok cazip" olarak nitelendiriyor, yine de bölgenin incelenmesinin henüz başlangıç döneminde olduğunu belirterek "yarın birileri daha dramatik bir yer bulabilir" uyarısında bulunuyor.
Urfa'nın 120 mil doğusunda Dicle Nehri'ndeki Korpiktepe kazısının sorumlusu olan Vecihi Özkaya, 2001 yılından bu yana bulduğu 11.500 yıllık mezarların içindeki binlerce taş çömleğin bu iddiayı doğruladığından şüphe duyuyor.
Yine de heyecanı Diyarbakır Dicle Üniversitesi’ndeki konforsuz odasını dolduruyor.
Yarı insan -yarı aslan (half-human – half-lion) bir yaratığı gösteren zarifçe oyulmuş bir heykel fotoğrafına işaret eden Özkaya "Şuna bakın. Bu, Mısır'dan binlerce yıl öncesinden bir sfenks (sphinx). Türkiye'nin güneydoğusu, Suriye'nin kuzeyi, bu bölge medeniyetimizin düğün gecelerine şahit olmuştur" diyor.
Washington Times, 21 nisan 2008