Selçuklu-Trabzon Münasebetleri ve Trabzon Rum İmp.'nun Tabiyyete Alınması

Yazar Ahmet TOKSOY

Selçukluların zuhuru, İslâm Dünyası’na ve Anadolu’ya hakim olmaları, Akdeniz sahillerine çıkmaları Türk ve Dünya Tarihi’nin en büyük dönüm noktasını teşkil eder. Esasen bu durum, XI. yüzyıl Türk Tarihi’nin de en önemli dönüm noktası olarak kabul edilir. Zira bu zamana kadar Orta Asya’dan batıya doğru gelişen Türk Fütühat ananesi, esas itibariyle Hazar ve Kara Deniz’in kuzeyindeki bozkırları takip ederek Tuna boylarına kadar uzanmaktaydı. Ancak, 1040 yılında vuku bulan Dandanakan Zaferinden sonra gittikçe büyüyen dalgalar halinde gelişen “Büyük Oğuz Göçü” sonunda Selçuklu ailesinin başkanlığında, Ön Asya ve Anadolu’nun feth olunması, yüzyıllardan beri takip edilen Türk Fütühat yolundan farklı istikamette gelişmiştir.

Anadolu Türkleri’nin büyük kısmının ataları olan Oğuzlar, Anadolu’ya gelmezden önce Sir-Derya (Seyhun) boylarında yaşıyorlardı. Hatta bu sıralarda Oğuz Yabgu Devleti adı altında siyasi teşekkül kurmuşlardı. 930’lardan sonra başlayan İslamiyet’e giriş hareketi ile Oğuzlar Mankışlak, Horasan ve Buhara bölgelerine kadar inmeye başlamışlardır. X. yüzyıl sonlarında Samani Devleti’nin yıkılması üzerine, bu devletin toprakları Kara-Hanlılar ve Gazneliler tarafından paylaşılmıştır. Cend ve Nur bölgelerine yerleşen Oğuzlar (Selçuklular), adı geçen bu iki devlet arasında sıkışıp kalmışlardır. Bu sıkışıklığın tehlikeli bir boyut kazanması üzerine Selçuklu Türkleri, daha çok Gazneli Devletiyle “İstiklâl” mücadelesine girişmişlerdir. XI. yüzyıla girilirken bu mücadelede ümitsizliğe düşen Oğuzlar, rahat ve huzur içinde oturabilecekleri yeni bir yurt aramak mecburiyetinde kalmışlardır. Zira Eski yurtlarına dönemezlerdi, çünkü onların boşalttıkları bölgelere Kıpçak Türkleri gelip yerleşmişlerdi. Bu münasebetle Çağrı Bey, 3 000 kişilik Oğuz süvarisiyle İran üzerinden Azerbaycan ve Doğu Anadolu’ya kadar uzanan gaza seferine çıkmış ve bu sefer, onlara aranan vatanın bulunması imkânını vermiştir. Çağrı Bey, bu gaza akınını tamamladıktan sonra tekrar yurduna dönebildi. Onun dönüşü Tuğrul Bey’e ve diğer Oğuz Beylerine yeni bulunan vatanın haberini ulaştırmıştır. Zira Çağrı Bey, “Bu ülkede bize karşı koyacak herhangi bir kuvvete rastlamadım” derken Anadolu’nun vatan haline getirilebileceğini bildirmiştir.

Bundan sonra 1040 Dandanakan Zaferine kadar, Anadolu üzerine yapılan Türkmen hareketi sadece bir akın niteliği taşıyacaktır. Bu dönemde Anadolu üzerine Yabgulu Türkmenleri akınlar yapmışlardır. Sultan Tuğrul devrinde de bir süre devam eden Türkmen akınlarından sonra artık düzenli Selçuklu orduları, Anadolu’nun fethine girişmişlerdir. Anadolu’nun fethi hareketini bizzat yeni başkent Rey’den yönetmeye başlayan sultan Tuğrul Bey, amcası Yusuf Yinal’ın oğlu İbrahim Yinal’ı Hemedan ve İsfahan yörelerinin, diğer amcası Arslan Yabgu’nun oğulları Kutalmış ve Resultekin’i Hazar Denizi bölgesinin, öteki amcası Musa Yabgu’nun oğlu Hasan ile, kardeşi Çağrı Bey’in oğlu Yakuti’yi de Azerbaycan’ın fethiyle görevlendirmiştir. Ayrıca bu Selçuklu preslerinin buyrukları altına, kalabalık Türkmen kuvvetleri de verildi.

Şehzadelerin bu bölgelerdeki faaliyetleri 1048 yılına kadar devam etti. 1048 yılında Hasan Bey emrindeki kuvvetlerle önce Eleşkirt sonrada Erzurum bölgesine kadar geldi. Aynı yıl Vaspurakan bölgesine doğru yoluna devam ettiği sırada pusuya düşürülerek şehit edildi. Tuğrul Bey, bu duruma çok üzülmüş ve olayın intikamını almak için İbrahim Yinal’ı, Kutalmış Bey ile beraber Anadolu’ya gönderdi. İbrahim Yinal Pasinler ovasında Kapetru kalesi önlerinde Bizans ordusunu mağlup etti. Bu savaş Anadolu’nun kapılarını Türkler aralamış oldu ve Türkler, zaferden sonra Trabzon’a kadar ilerlemişlerdir. 1071 Malazgirt zaferine kadar, Tuğrul Bey ve Alparslan, bizzat Anadolu üzerine seferler yapmışlardır. 26 Ağustos 1071 Malazgirt zaferi ise kesin olarak Anadolu’nun kapılarını Türklere açmıştır. Malazgirt Zaferinin akabinde Türkmen süvarileri Adalar Denizi’ne, Boğazlara kadar Anadolu’ya hakim oldular. Bu dönemde Karadeniz sahilleri de Türkmen akınlarına maruz kalmış ise de Türkler, Teodor Gabras’ın savunduğu Trabzon’u tam olarak hakimiyet altına alamamışlardır. Şunu da ifade etmemiz gerekir ki, Teodor Gabras, Trabzon’da kurmuş olduğu hakimiyetini, Bizans’ın sıkıştırmasına karşı, çevresinde kurulan Türk beyliklerinden (özellikle Mengücük Beyliği) aldığı yardımla korumuştur. Zaten biraz sonra Kutalmışoğlu Süleymanşah ta 1078 yılında İznik’i ele geçirerek Türkiye Selçuklu Devleti’nin temellerini atmıştır.

Türkiye Selçuklu Devleti

Türkiye Selçuklu Devleti, kurulduktan sonra iki temel görev üstlendiğini söyleyebiliriz. Bu iki görevden birincisi, Anadolu’yu bir Türk vatanı haline getirmek için mücadele yapmak. İkincisi ise anayurttan bu yeni vatana göç eden Türkleri planlı bir şekilde iskan ettirmek ve Bizans döneminde yıkılan Anadolu'yu imar faaliyetlerini sürdürmekti. Ancak bu iki görev sürdürülürken, başka bir tehlike ile karşı karşıya kalındı. Esasında bu tehlike oldukça büyük olan haçlı seferleriydi. Eğer kaynaklarda verilen bilgiler doğru ise, I.II. ve III. haçlı seferlerinde 500-600 bin civarında ordularla karşılaşılmıştır. Türk Sultanları bu seferler yüzünden fethedilen ve vatanlaştırılan bu ülkede yeterince imar faaliyeti yapamamıştır. IV. Haçlı Seferi’nin arifesinde Bizans İmparatorluğu’nun Selçuklulara karşı son bir çıkış mücadelesi yaptığı bilinmektedir. 1176 yılında Isparta’nın kuzeyindeki Karamık Beli’nde Türklerle Bizanslılar son bir defa daha ciddi manada karşı karşıya gelmişler ve savaşta Bizanslılar adeta imha edilmişlerdir. 1204 yılında yapılacak olan Haçlı Seferi ise daha önceki tarihlerde yapılmış olan Haçlı Seferleri’nin karakterini su yüzüne çıkarmıştır. Çünkü bu Haçlı seferi, daha önceki tarihlerde yapılan Haçlı Seferleri’nin yağmacı özelliğini ortaya çıkarmış ve 1204 yılından 1261 yılına kadar devam eden Latin İmparatorluğu dönemini başlatmıştır. Latinler’in İstanbul’u yağma ve işgal etmeleri de iki devletin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Ostrogorsky’nin deyimiyle (Eğer kabul edilirse!) yeni kurulan bu devletler Bizanslılığı mahvolup gitmekten kurtarmışlardır. Bu devletlerden biri Theodoros Laskaris’in idaresindeki İznik Devleti, diğeri ise Aleksios ve David’in idaresindeki Karadeniz’in güney doğu kısmında kurulan Trabzon Komnenos Devleti idi. Daha I. Andronikos’un sûkûtundan sonra Aleksios ve David, henüz çocuk yaşlarında, kendilerine akraba olan Gürcü sarayına götürülmüşler burada büyütüldükten sonra, Kraliçe Thamara’nın etkili desteğini alarak, 1204 Nisanında Trabzon’a gelmişler ve burayı ele geçirmişlerdir. İki kardeşten David, sahil boyunca ilerleyerek Karadeniz Ereğli’sine kadar bölgeyi hakimiyet altına almıştır. Onun ilerlemesi İznik hükümdarı Laskaris tarafından durdurulmuştur. Trabzon'un doğusunda ise, Saltuklu Beyliği’nin yıkılmasından sonra, onların yerine bölgeye hakim olan Selçuklular, bu yeni oluşuma karşı şiddetli bir mücadeleye girmişlerdir. Erzurum Meliki Tuğrulşah, Trabzon'a karşı Bayburt kalesini yeniden ve daha kuvvetli bir şekilde inşa ettirmiştir. Ancak bu bölgedeki mücadele hakkında kaynaklarda fazla bilgiye sahip değiliz. Ancak, Bayburt kalesinin eskisinden daha güçlü yapıldığına bakılırsa burada vuku bulan mücadelenin şiddeti de anlaşılabilir.

Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde Selçuklu - Komnenos İlişkileri:

Türkiye Selçuklu Devleti, dördüncü Haçlı seferini, eskileri hatırlayarak endişe ile karşılamışsa da yukarıda değindiğimiz gibi bu seferin İstanbul’a dönmesi ve Bizans İmparatorluğu’nu parçalaması Türkler’in işine yaramış, böylece kuzeyde ve güneyde serbest kalmışlardır. Fakat bir süre sonra başka bir tehlike ortaya çıkmıştır. Çünkü Trabzon Komnenosları’nın Karadeniz sahillerinde yayılma hareketi İznik devleti kadar Selçuklular’ın da aleyhinde bulunmuş ve hususiyle Karadeniz’e ulaşan kervan yolları için tehlike arz etmiştir. Çünkü bu devirde doğu-batı istikametinde, Asya ve Avrupa arasında gelişen ticari faaliyetler Anadolu’yu milletler arası bir transit yol haline getirmişti.

Süleyman-şah zamanında sahilde bazı bölgeler fethedilince Türkler, Rumların Amisos’una karşılık onun yanında Samsun şehrini kurmuşlardı. Türkiye Selçuklu sultanı Rükneddin Süleyman-şah’ın ölümü, Bizans’ın problemlerle uğraşması üzerine, Sabbas adlı bir Rum Amisos’da istiklâl kazanmaya çalışmıştır. Trabzon hükümdarı Aleksios, devletini genişletirken, Sabbas’a da teslim olmasını bildirmiştir. Ancak, Sabbas’ın bu teklifi reddetmesi üzerine Amisos kuşatılmıştır. İşte Aleksios’un, Amisos’u kuşatması üzerine Türklerin kurmuş olduğu Samsun şehri de tehlikeye düştü. Bu durumda Saddas, İznik Hükümdarı Laskaris’ten, Türkler’de Gıyaseddin Keyhüsrev’den yardım istediler.

1206 yılının olayları hakkında bilgi veren İbnü’l- Esir, sultanın bu seferini şu şekilde anlatmaktadır. “Anadolu sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev bu sene Trabzon üzerine yürüdü. Kendisine isyan etmiş olan şehrin hakimini muhasara etti ve sıkıştırdı. Bu yüzden Anadolu, Rus ve Kıfçak (Kıpçak) şehirleriyle yapılan kara ve deniz ulaşımı durdu. Hiç kimse Gıyaseddin’in ülkesine gidemez oldu. Halk bundan dolayı büyük zarara uğradı. Çünkü onlarla ticaret yapıyor ve ülkelerine gidiyorlardı. Suriye, Irak, Musul, El-Cezire ve diğer yerlerden de tüccarlar Anadolu’ya geliyorlardı. Bundan dolayı tüccarlar Sivas’ta toplandılar. Bundan dolayı tüccarlar büyük sıkıntı içindeydiler”. Bununla beraber Samsun’un ve Sinop’un Türk idaresine geçtiği hakkında herhangi bir kayıt yoktur. Öyle anlaşılıyor ki, Selçuklu sultanı kazandığı muvaffakiyetleri yeterli görmüş ve yolun emniyetini sağladıktan sonra geriye dönmüştür.

İzzeddin Keykavus Döneminde Selçuklu - Komnenos İlişkileri:


İzzeddin Keykavus, Antalya limanı vasıtasıyla Türkiye’nin Akdeniz ile ilişkilerini nizama koyarken, Karadeniz yolunu da emniyet altına almak mecburiyetindeydi. Zira Türkiye’nin ithalat ve ihracatı Samsun ve Sinop liman ve şehirlerinin Türk hakimiyetinde bulunmasını gerektiriyordu. yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi İznik’teki Laskaris ile Trabzon’daki Komnenoslar’ın arasında mücadele sahası olan Anadolu’nun bu sahil bölgesinde sık sık asayiş bozuluyor, yollar kapanıyor ve her şeyden önce Türkiye, bu taraftan tehdide uğruyordu. Her ne kadar Laskaris, Karadeniz’in batısında yerleşen David’i Ereğli ve Amasra limanlarından atmış ise de Latinler’den kurtulduğu taktirde onun ve Aleksios’un buraları alması Türklük açısından tehlikeli olabilirdi. Bu sebepledir ki, sultan İzzeddin Keykavus, iki Bizanslı hükümdarın rekabetinden ve İznik devletinin İstanbul ile meşgul olmasından faydalanarak Karadeniz’e çıkmak ve çevrelenmekten kurtulmak için Sinop seferine çıktı.

Selçuklu kaynakları, sultanın Sinop seferine çıkmadan önce devlet adamlarına hediyeler vererek onları mutlu etmiş ve devlet işlerini düzene koyduktan sonra, Sivas bölgesine yürümek amacında olduğunu, ancak Sinop taraflarındaki sınır muhafızlarından haberciler bir mektup getirdiklerini bildirmektedirler. Mektupta, Canik[1] Tekfuru Aleksios’un kendi ülkesinde cinayetler işlediği, ülkesinin dışına çıkarak Selçuklu Devleti’nin toprağına tecavüz ettiği, ayrıca karışıklıklar çıkardığı yazılmaktaydı.

Sultan, mektubu okuduktan sonra beylerini toplayarak durumu onlara bildirmiş ve beylerinden Aleksios üzerine gidilmesi hususunda karar almıştır. Bunun üzerine İzzeddin Keykavus, Sinop’u görmüş ve oranın durumunu bilenlere ne yapılması gerektiği hususunda görüşler sormuştur. Onlar Sinop’un muhasara edilmeden ele geçirilecek bir yer olmadığını, ancak kuşatma ile şehir halkının yiyecek ve içecek sıkıntısına düşürülüp, karadan ve denizden yardım kesilirse, şehrin ele geçirilmesinin mümkün olabileceğini söylemişlerdir. ayrıca yapılacak işin vakit kaybetmeden Sinop civarına akın yapılarak etrafa korku verilmesi gerektiğine işaret edilmiştir. Devlet adamlarının da bu görüşü kabul etmeleri üzerine, büyük bir orduyla Sinop üzerine hareket edildi. Diğer taraftan, Aleksios ve Sinop’un durumu hakkında bilgi almak için Türk öncü kuvvetleri gönderilmiştir. Düşmanın durumundan haber alarak geriye dönen Selçuklu öncüleri, Tekfur Aleksios’un, yanına 500 askerini alarak şehrin dışında avlanmakta olduğunu, ayrıca tedbir almadan içki içerek sarhoş olduğunu sultana haber verdiler. Bu haber Selçuklu devlet adamları arasında büyük sevinç yarattı. Selçuklu askerleri, Aleksios’un üzerine saldırarak onu ve askerlerinden bazılarını esir etmişler, geriye kalan askerleri ise öldürmüşlerdir. Aleksios esir edildikten sonra, Selçuklu öncüleri, sultana, Aleksios’in esir edildiği haberini müjdelediler. İzzeddin Keykavus, etrafa fermanlar göndermek suretiyle bu haberi duyurdu. Bundan sonra sultan, Sinop üzerine hareket ederek Selçuklu öncü birliklerinin bulunduğu yere geldi. Sultan emirlerin tazimi bittikten sonra Aleksios’un huzura getirilmesini emretti. Aleksios huzura varınca, Türk sultanı ona telkinde bulundu.

Sultan, askerlerine muhasara için hazır olmaları emrini verirken, Aleksios’u de yanına getirterek, güvendiği bir adamını şehre gönderip, teslim olmaları gerektiğini söylemesini istedi. Aleksios, Sinop’a adamlarından birini gönderdi ise de bunda başarılı olamadı. Çünkü şehir halkı, Aleksios’in oğullarından birini hükümdar yapacaklarını bildirerek teslim olma teklifini reddetti. Ancak barış teklifi bir kaç kez daha reddedilmesine rağmen, sonuçta Sinop halkı, Aleksios’un öldürülmemesi ve ülkesine dönmesine müsaade edilmesi, kendilerinin de istedikleri yere gitmelerine izin verilmesi şartıyla barış istemek zorunda kaldı. Türk sultanı, bu şartları kabul ettiğini bildiren bir mektup yazarak şehir halkına gönderdi. Bundan sonra halk, Türk sancağını istedi ve Selçuklu devlet adamlarından bir grup ihtişamla 28 Ekim 1214 Cumartesi günü sancağı kalenin burcuna dikti.

Sultan şehre girerek halka ihsanlarda bulundu ve Aleksios’un da devlet adamlarının yükseğine oturmasını istedi. Ertesi gün gezintiye çıkmadan önce Aleksios’i yanına çağırarak ondan, saltanat noterlerinin kaleme aldıkları ahidnameye uyacağına ahid ve söz istedi. Aleksios da yemin ederek, “muzaffer sultan İzzeddin Keykavus, benim canımı bağışlar, Sinop’un dışında Canit bölgesini, oranın eklentilerini ve bağ yerlerini benim ve çocuklarımın idaresine bırakırsa, her yıl 10 bin dinar altını, 500 atı, 2 bin sığırı, 10 bin koyunu, ülkemin kıymetli şeylerinden meydana gelecek 50 yükü kendi hayvanlarımla onun hazinesine, mutfağına ve ahırına gönderirim. Yardım istediği zaman imkânlar ölçüsünde yardım gönderir, askerlerimi ondan esirgemem” dedi.

Selçuklu iskân politikasının bir gereği olarak Türkmenler çeşitli bölgelerden Sinop’a getirilerek burada yerleştirildi. Ayrıca Kadı, muarrif ve din görevlileri ta-yin edildi. Selçuklu sultanına bu fetihten dolayı “Sultan’ül-Galib” ünvanı verildi.

Trabzon Komnenosları bu tarihten Moğol istilasına kadar Türkiye Selçuklu sultanlarının tabiiyetinde kaldılar. Selçuklular, Karadeniz hudutlarının emniyeti ve havalinin Fethi için Oğuz boylarından Çepnileri bu havaliye yerleştirdiler. Selçuklu Devleti’nin Cimri isyanıyla meşgul olduğu sıralarda Trabzon Komnenosları bunu fırsat bilip, karadan ve denizden Sinop’a saldırdığı zaman karşılarında Çepni Türklerini bulmuşlardır. Hatta yapılan savaşta yenilerek geriye çekilmişlerdir. Çepni Türkleri’nin, Karadeniz sahillerinde doğuya doğru devamlı ilerlemeleri neticesinde Karadeniz sahilleri yavaş yavaş Türkleşmeye başladı. Esasen XIV. asrın başlarında bu havali tamamen Türk emirlerinin eline geçmiştir. İlk Selçuklu devrinde Kara-Tekin tarafından 1085 yılında fethedilen Sinop, Anadolu’da Haçlı seferlerinin sebep olduğu büyük sıkıntı dolayısıyla elden çıkmış ise de böylece tekrar Türk hakimiyetine girmiştir.



Kod:
Bibliyografya

 

El- Hüseyni, Ahbaru’- Devleti’s- Selçukiyye, Tas. M. İkbal, Lahor 1933.

Kerimüddin Aksarayi, Müsameret ül - Ahbar, Neş. O. Turan, Ankara 1944.

İbni Bibi, El Evamirü’l - Ala’iye Fi’l - Umuri’l - Ala’iye, Neş. A. Erzi, Ankara 1956.

İbnu’l Esir, El Kamil Fi’t-Tarih, Çev. A. Özaydın, İstanbul 1987.

Urfalı Mateos, Vekayiname ve Papaz Grigor’un Zeyli, Çev. H. Andreasyan, Ankara 1987.

Yazıcıoğlu Ali, Tevarih-i Ali Selçuk, Yay. Houtsma, Leide 1902.

Cahen, Cl., “Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi”, Çev. Y. Yücel-B. Yediyıldız, Ankara 1988.

Cahen, Cl., Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, İstanbul 1979.

Grousset, Rene, Histoire de L’ Armenia, Paris 1947.

Honigmann, E., Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı, Çev. F. Işıltan, İstanbul 1970.

Kafalı, Mustafa, “Anadolu’nun Fethi ve Türkleşmesi”, Milliyetçilik ve Milliyetçilik Tarihi Araştırmaları V. İlmi Kongresi, Tarih Boyunca Anadolu’da Türk Nüfus ve Kültür Yapısı Tebliğleri, Ankara 1995.

Kafesoğlu, İbrahim, “Doğu Anadolu’ya İlk Selçuklu Akını ve Tarihi Ehemmiyeti (1015-1021)” Fuat Köprülü Armağanı, İstanbul 1953.

Kafesoğlu, İbrahim, Selçuklu Tarihi, İstanbul 1972.

Konukçu, Enver, Selçuklulardan Cumhuriyete Erzurum, Ankara 1992.

Konukçu; Enver, Ardahan Tarihi, Ankara 1999.

Köymen, M. Altay, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, C.I, III., Ankara 1979.

William Mıller, Trebizond, The Last Greek Empire, Amsterdam 1968.

Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, Ankara 1991

Turan, Osman, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1980.

Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1993.

Turan, Osman, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Ankara 1988.