Doğrusu, I. Dünya Savaşı tarihte benzeri görülmemiş derecede tahripkar bir olaydı diyemeyiz; en azından Amerikan İç Savaşı'nı göz önünde tutanlar bu savaşın ne olacağını tahmin edebilirlerdi ama edemediler.
"Noel'de evimizde oluruz." Ağustos ve eylülde büyük savaşa giren orduların genelkurmaylarının ortak sloganı buydu. Oysa dört yıl herkes evinden ayrı kaldı ve kimse eski evini bulamadı. Alman ordularının Hindenburg komutasında, Rusya ordularını Tannenberg bataklıklarına gömmesinden sonra zannedildi ki, Fransa'nın da işi bitecektir. İyi donanımlı ve mağrur kuvvetleri Batı cephesine sevk edildiler; oysa Fransa dayandı.
Marne cephesinde Fransız ordusu kayıp üstüne kayıp verdi fakat askerler ve komutanlar harikalar yarattılar. Verdün'de Mareşal Petain yeni Fransa mareşali olarak ortaya çıktı ve Fransa bu harpte yeni bir askeri dehayı daha ortaya çıkardı: Mareşal Foche. Genelkurmay'da Yarbay İsmet Bey (İnönü) Marne'daki direniş üzerine Enver Paşa'ya bir rapor yazmıştı; "Marne cephesindeki başarısızlıklarından sonra Almanya ile artık ittifak düşünülmemelidir" diyordu.

Kehanet gerçekleşti
Savaşın neleri götüreceğini asker olmayan biri en doğru anlayandı; Rusya Çarı'nın Maliye Bakanı Kont Witte "Bu savaş çılgınlıktır; ne taht, taç, anane, ahlak ne de inanç kalacak" diye feryat ediyordu. Uzun dört yıl boyunca cephelerde milyonlar öldü. Cephe gerisindeki halk ise eski savaşların aksine kendini savaşın içinde buldu. Kıtlık ve açlık müreffeh Avrupa başkentlerini eritti. İstanbul bile ilkel uçaklardan elle atılan bombalarla yanıyordu.
Açlık ve hastalık sosyal eşitsizlikleri patlatan bir seviyeye yükseldi ve toplumların düzeni sarsıldığı gibi geniş kitlelerin devlete ve kiliseye olan inançları da kayboldu. Maalesef Kont Witte'nin kehaneti gerçekleşiyordu. En çok açlık çeken ve altüst olan Rusya'ydı.
Muhteşem Çanakkale savunması Rusya'nın İngiltere ve Fransa'dan yardım almasını da engelledi. Çarın ve genelkurmayının çılgınlığı ahmaklık derecesindeydi. Savaşa giren Rusya üç askerine bir tüfek verebiliyordu. Herhalde bu durumun benzerini bir Sarıkamış cephesine yazlık giyimiyle sevk edilen kolordumuzda görmek mümkündü.
Savaş çok şeyleri değiştirdi; hayatında pabuç görmeyen delikanlılara asker postalı ve kaput verilince cephe gerisinde kıtlık had safhaya ulaştı. Çökmekte olan üretimi gerekli düzeyde tutmak için kadınlar fabrikalara işçi ve işletmelere memur olarak sevk edildi. Osmanlı Türkiye'si dahi bu sürece girdi.
O vakte kadar geçerli olan altın miktarı ile dengeli banknot sistemi iflas etti; savaştan sonra da eski sisteme dönülemedi. Her yerde enflasyonlar ve iflaslar birbirini izledi. İşçi sınıfı bilinçlenmiş miydi yoksa kızgın mıydı? Nazizmin ve faşizmin gelişi kızgınlık tezini doğruluyor.

Kindarların hedefi
Savaşın galipleri de bitkin ve bezgindi. Kızgınlıkları gaddarlık derecesindeydi; Almanya ve Avusturya-Macaristan'dan fena intikam aldılar. Almanya milli sınırları içinde bir imparatorluktu. Fransızlar Alsace ve Lorraine'i ilhak ettiler, Saar ve Ruhr havzaları işgal edildi. Polonya bazı toprakları aldı ama asıl yıkım yüklenen ağır savaş tazminatı ve dolayısıyla borç yüküydü; savaş sanayii yasaklanmıştı.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra refahın dönüşü için akıllıca kullanılan bu yasak, I. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra ise askeri sanayiinin işçi ve mühendisleri için müzmin işsizlik demekti. Barış antlaşmalarından sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'ndan iki küçük devlet ortaya çıktı.
Avusturya ne olduğuna karar veremiyordu, Macaristan ise bahtsızlık psikozuna düşmüştü. Avusturya'dan çıkan Çekoslavakya, 20 yıl içinde intikam oklarına hedef oldu. Ortaya çıkan Sırp-Sloven krallığı yani sonraki Yugoslavya ise günümüze kadar belirli bir coğrafyaya oturamadı.
Kindar galiplerin asıl hedefi ise Osmanlı Türkiye'si oldu; koca Arabistan'ı yağmaladılar ve günümüzün sorunlarla dolu Ortadoğu'sunu yarattılar. İşgal ve parçalanma programının içinde yer alan Batı Anadolu için Britanya ordusu yorgun ve yetersizdi. Kasaları açtılar ve ihtiraslı küçük Yunanistan'ı kullandılar.
Sulh konferanslarının "orijinal ve renkli Giritlisi" Başbakan Venizelos günün adamı haline getiriliverdi. Yunanistan'ın Ege'ye çıkışına İtalyanlar karşıydı. Haklarının ellerinden alınmasından dolayı İtilaf Devletleri'nden soğudular.

Akılsız bir politika
Yorgun, maliyesi çökmüş, güzide evlatlarını dört cephede kaybetmiş Türkiye; Ege'ye Yunanistan'ın çıkması, güneyde de Fransızların Ermenilere jandarma olarak üniforma giydirmesinden dolayı galeyana geldi. Savaş sırasında okul sıraları boşalmış, tarlalar ve dükkanlar ustasız ve çiftçisiz kalmıştı ama endişe ve direniş hareketi büyüdü.
Yunanistan'ın İzmir'e çıkarılmasına karşı olan biri daha vardı. Kralcı olarak bilinen ama akıllı bir stratejist olan General Metaksas; Yunanistan'ın küçük ve şerefli bir ülke olmasını, Venizelos ve taraftarlarının "Megali idea"sının Yunan halkının besleyemeyeceği bir çılgınlık olduğunu söyledi.
Yunanlılar hadiseli bir biçimde İzmir'e çıktıktan sonra da "Hiç değilse yerinizde kalın ve ilerlemeyin" demişti. İleride İtalya'yı yenip Yunanistan'ı kurtaran bir komutanın bu gerçekçi görüşü dinlenmedi.
İmparatorluk ağır bir yenilgiye uğrasa ve Arap vilayetlerini elinden çıkarsa da 1000 yıllık ananeye sahip ordusu vardı, komutanları ve devletin bürokratları ortadaydı. Nitekim 15 Mayıs'ta İzmir'in işgali, 19 Mayıs'ta geleceğin Türkiye mareşalinin Samsun'a çıkışını getirdi.
Bu tecrübeli genç komutan ve bürokratlar 15 Mayıs'tan evvel gelişmeleri tahmin etmiş ve tedbir almaya başlamışlardı. Bu tamamen politik bir örgütlenme, ordu saflarının alarma geçirilmesi, onlara moral verilmesi ve dağılan İttihat ve Terakki'nin elemanlarının da orduya paralel biçimde görevlendirilmesiydi.
19 Mayıs'tan 11 ay sonra Ankara'da direnişi götürecek hükümet kurulmuştu. TBMM hükümeti eski devletin genç kuvvetlerinin örgütlenmesi ve yüksek bir direnme gücünü temsil eder. Örgütlenme alışkanlığı ve enerjisi yüksek toplumlara konumları ve durumları ne olursa olsun karşı çıkmak akıllı bir politika değildir.