1. #1
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462


    I. DÜNYA SAVAŞI (1914-1918)

    NEDENLERİ

    Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılıp yok oluşunu ve yıkıntıları üzerinde yeni bir bağımsız Türk Devleti'nin kurulmasını hazırlayan I. Dünya Savaşı dünya tarihi açısından olduğu kadar, Türkiye açısından da büyük önem taşır.

    Bu savaşın çıkışı, olayların büyük bir savaşa doğru akışı, Osmanlı İmparatorluğu'nun bu savaşa sürüklenişi tarihsel bir gelişimin bir sonucudur. Bu savaş, Fransız Devrimi ve 25 yıla yakın süren devrim savaşlarının meydana getirdiği politik, sosyal ve ekonomik gelişmelerin devamlı ve doğal sonucu oldu. Ulusalcılık hareketlerinin liberalizmden daha büyük güç kazandığı, ulusal devletlerin hammadde kaynakları ve üretim mallarına pazar bulmak için yaptıkları mücadele, sömürgecilik ve emperyalizm adı altında 19. yy.ın 20. yy.a bıraktığı kötü bir mirastı. 19. yy.ın ikinci yarısında İtalya ve Almanya siyasal birliklerinin kuruluşu Avrupa dengesini bozmakla kalmadı, özellikle Balkan uluslarının ulusalcılık ve bağımsızlık hareketlerini kamçıladı. Avrupa'daki ekonomik-politik-askeri gelişmeler Alman-Avusturya-İtalyan yakınlaşmasına, Üçlü İttifak'ın kurulmasına yol açtı. Buna karşılık İngiliz-Fransız-Rus yakınlaşması da Üçlü İtilaf'ı oluşturdu.

    1871'de Alman birliğinin kurulmasından sonra Başbakan Bismark, Almanya'yı Fransız-Rus birleşmesi karşısında bırakmamak, Fransa'nın Alsas-Loren'i geri almak için bir intikam savaşı çıkarmasına fırsat vermemek amacıyla barışçı bir politika izledi. Slavcılık tehlikesi karşısında 1879 yılında Avusturya ile bir Rus saldırısı tehlikesine karşı anlaştı. 1881'de Fransa'nın Tunus'u işgal etmesi, burada gözü olan İtalya'yı Almanya'nın yanına itti. 1882'de Üçlü İttifak oluştu. Bu antlaşma 1892, 1907, 1912 yıllarında üç kez yenilendi. Fakat İtalya 1902 yılında Fransa ile gizli bir antlaşma yapmıştı. Bismark'ın politikası 1890'a kadar sürdü. Yeni Alman İmparatoru II. Wilhelm, Bismark'ın politikasını beğenmediği için onu görevden uzaklaştırdı ve böylece Almanya'nın da politikası değişmiş oldu. Almanya'nın Avrupa'nın en güçlü kara devleti oluşu, endüstrisinin her geçen gün dünya piyasalarında İngiliz mallarına üstün gelmesi ve özellikle Alman savaş donanmasının denizlerde İngiltere'ye rakip olması, Kırım Savaşı'ndan beri Avrupa sorunlarıyla ilgilenmeyen İngiltere'yi uyandırdı. Üçlü İttifak'a dayanarak Avrupa'da üstünlük kurmaya çalışan Almanya, 1894'ten sonra, Fransız-Rus, Fransız-İngiliz ve en son 1907 yılında İngiliz-Rus Antlaşmalarıyla oluşan Üçlü İtilaf bloğuyla karşılaştı. Bismark'ın korkulu rüyası gerçekleşmiş oldu ve Almanya böylece Avrupa'da çember içine alınmış oldu.

    Güçlenen Almanya, ekonomisi için kendisine "hayat alanı" olarak Osmanlı İmparatorluğu'nu seçmişti. Bu nedenle Osmanlı Devleti ile yakın ilişkiler kurup, İngiltere'nin Hindistan yolu için büyük tehlike olan, "Bağdat Demiryolu" projesini kabul ettirmişti. Böylece Üçlü İttifak'la, Üçlü İtilaf'ın çıkarlarının çatıştığı önemli bir alan da Osmanlı İmparatorluğu oluyordu. 1905 yılından itibaren Almanya'nın her olayda karşı tarafla arası açıldı. Fas Buhranları'nda bir şey elde edemeyen Almanya, Balkan Savaşları'nın çıkmasına da engel olamadı. Oysa, Balkan Savaşı Almanya'ya ekonomik açıdan büyük zarar vermişti. Ayrıca Bağdat-Berlin Demiryolu'nun gerçekleşmesi de, Almanya ile Bulgaristan'ın dost olup olmamalarına bağlı idi.

    1914 yılına gelindiğinde blokların çatışmasının temel sorunları olan ekonomik çıkar, Alsas-Loren sorunu, üstünlük kurma, deniz silahlanması, Fas Buhranları, Bağdat Demiryolu sorunu, Balkanlar'da Avusturya-Rusya çatışması, Balkan Savaşı gibi nedenlerden dolayı savaşın çıkması yalnızca bir bahaneye bakıyordu. Savaşın yakın nedeni de hazırdı. Avusturya'nın Sırbistan üzerindeki üstünlüğünü sürdürmek ve kendi sınırları içindeki Sırpların yaşadığı şehirleri kaybetmemek için her fırsatta Sırbistan üzerine baskı yapıyordu. Bu sürtüşmeler, 28 Haziran'da Avusturya-Macaristan Veliahdı Franz Ferdinant ve eşinin bir Sırplı tarafından öldürülmesi nedeniyle dünyayı 4 yıl kana bulayacak bir savaşa dönüştü.

    Sırp sorununu kökünden çözmek isteyen Avusturya, Almanya'nın da aynı görüşte olduğunu öğrenince Sırbistan'a 23 Temmuz'da sert bir nota verdi. İçişlerine karışma hükümleri taşıyan bu nota, Rusya'nın Sırbistan'ı yalnız bırakırsa, Balkanlar ve Boğazlar üzerinde Almanya-Avusturya egemenliği kurulucağı endişesiyle Sırbistan'ı desteklemesi üzerine reddedildi. Rus desteğini sağlayan Sırbistan seferberlik ilan edince de, Avusturya Sırbistan'a 28 Temmuz'da savaş ilan etti. Almanya'nın uyarılarına rağmen Rusya'nın 30 Temmuz'da seferberlik ilan etmesi üzerine, Almanya 1 Ağustos'ta Rusya'ya savaş ilan etti. Aynı tarihlerde Fransa da seferberlik ilan etmişti. Fransa'ya Belçika üzerinden saldırmayı planlayan Almanya Belçika'ya bir nota vererek, bütün zararlarının ödeneceğini ve toprak bütünlüğüne dokunulmayacağı konusunda güvence vererek, topraklarından geçiş izni istedi. Belçika bunu reddedince de 3 Ağustos'ta Belçika'ya saldırdı. Bunun üzerine İngiltere 4 Ağustos'ta Almanya'ya bir nota vererek Belçika'yı boşaltmasını istedi. Almanya bu isteği reddedince, İngiltere aynı gece Almanya'ya savaş ilan etti. Böylece Avrupa Savaşı çıkmış oldu. Başlangıçta hemen herkes bu savaşın 19. yy.daki gibi cephe savaşları olacağını, en çok 1-1,5 yıl süreceğini sanıyorlardı. 1871'den beri Avrupa uzun bir barış dönemi geçirmişti. Bu arada ekonomik ilişkiler, teknik buluşlar savaş sanayinin gelişmesi ile yeni savaş silahlarının tahrip gücü artmış, savaş yöntemleri değişmişti. Bu savaş yalnız Avrupa topraklarında kalsaydı belki bu tahminler doğru çıkabilirdi.Fakat savaşın gerek yer, gerekse zaman bakımından sınırlarını büyüten bir olay oldu. Osmanlı İmparatorluğu kısa bir süre sonra savaşa katıldı. Bu yüzden savaş bir Dünya Savaşı oldu.

    Daha savaş başladığı zaman kuvvetler dengesi İtilaf Devletleri'nin tarafına ağır basıyordu. Almanya, Avusturya-Macaristan'ın toplam nüfusu 120 milyon kadardı ve savaş için tüm kaynakları Avrupa'da sahip oldukları topraklarda idi.Halbuki İngiltere, Fransa ve Rusya'nın oluşturduğu İtilaf Devletleri'nin yalnızca Avrupa topraklarındaki nüfusları 238 milyon idi. Ayrıca sömürgelerde sınırsız hammadde ve insan kaynakları bulunduğu gibi savaşın ilk üç yılında A.B.D. de kendilerine büyük ekonomik destek sağladı. Almanya'nın kara ordusu güçlü olmakla beraber, Rusya'nın da zengin insan kaynakları bulunuyordu. Denizlerde ise tek başına İngiltere bile üstün durumdaydı. Savaş başladıktan sonra İngiltere denizlerde üstünlüğü sağladı. Savaşı kim daha zengin kaynaklara sahipse onun kazanacağı daha Marn Savaşı'nda anlaşılmıştı.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  2. #2
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    OSMANLI İMPARATORLUĞU'NUN DURUMU

    19. yy.da Rusya, İngiltere ve Fransa arasındaki en önemli sorunlardan birisi "Avrupa'nın Hasta Adamı" Osmanlı İmparatorluğu idi. Rusya'nın boğazları ele geçirerek Akdeniz'e inme politikası, İngiltere ve Fransa tarafından engellendi. İngiliz sömürge yolları ve Fransa için Akdeniz'in güvenliği Boğazlardan başlamakta idi. Fakat 1869'da Süveyş Kanalı'nın açılmasından sonra İngiliz politikası değişmeye başladı. İngiltere Osmanlı İmparatorluğu'nun bütünlüğünü korumak yerine, Akdeniz'deki İngiliz çıkarlarının güçlü bir donanma ile Kıbrıs Malta arasında savunulabileceğini düşündü. 1878'de Kıbrıs'ı 1882'de de Mısır'ı ele geçirdi. İngiltere'nin boğazlar politikasının değişmesi Rusya'yı rahatlattı.Osmanlı İmparatorluğu 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda yalnız kalmış ve çok ağır bir yenilgiye uğrayarak Avrupa Devletleri'nin denge çıkarları açısından olaya karışmasıyla kurtulmuştu. yeni bir denge arayan Osmanlı İmparatorluğu için Almanya bir umut idi.Fakat Bismark "Doğu Sorunu" ile ilgilenmiyordu. Bismark'ın çekilmesi ve Almanya'nın 1890'dan sonra politikasını değiştirip, Osmanlı İmparatorluğu'nu kendisine hayat alanı olarak seçmesi ile Almanya yeni bir denge olarak belirdi. Doğal olarak bu ilişkiler Osmanlı İmparatorluğu'nu Alman nüfusu altına soktu. Almanya'nın ekonomik yayılması ve özellikle Bağdat Demiryolu Projesi en çok İngiltere'yi ve sırasıyla Fransa ve Rusya'yı etkiledi, onların Osmanlı Devleti'ne daha fazla düşman olmalarına yol açtı. İngiliz politikası Osmanlı aydınlarında ve özellikle II.Abdülhamit üzerinde olumsuz bir etki yaptı. İngilizlerin Arabistan'ı yutmak ve işgalleri altındaki Mısır Hidivi'ni Halife yapıp, İslam dünyasını kendi çıkarlarına göre yönlendirmek, Rusya'ya karşı koymak için büyük Bulgaristan'ı gerçekleştirmek istediğini, Ermenileri desteklediğini düşünen II.Abdülhamit İngiltere'yi suçluyordu. Bu da Osmanlı İmparatorluğu'nu Almanya'ya daha çok yaklaştırdı. Almanya kültür ve ticaret yatırımlarını hızla arttırdı. Almanya ve Kayser Wilhelm yeni bir kurtarıcı olarak görülmeye başlandı. Hatta İttihat ve Terakki 29 Nisan 1898'de İmparator Wilhelm'e başvurarak, II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesi için destek olunmasını istedi. Osmanlı-Alman yakınlaşmasının gelişmesini en çok Alman uzmanların getirilmesi etkiledi. II. Abdülhamit, gümrük, maliye ve en önemlisi polis örgütünde ve orduda yapacağı düzenlemeler için Alman uzmanlar getirtti. Bunların yanı sıra tıp eğitimini düzenlemek için de Almanya'dan profesörler getirildi. Bu ilişkilerin daha da güçlenmesi için, II. Wilhelm 1889'da ve 1898'de iki kez İstanbul'u ziyaret etti. Diğer yandan Osmanlı Ordusu'nun düzeltilmesi için 1882'de itibaren Almanya'dan subay getirilmesi başladı. Bunlar içinde en önemli kişi, uzun yıllar Türkiye'de kalan ve Türk subayları üzerinde etkili olan Colman von der Goltz oldu. Türk subayları da Almanya'ya gönderildiler. Balkan Savaşı yenilgisinden sonra İttihat ve Terakki ordunun düzenlenmesine büyük önem vererek Almanya'dan yeni uzmanlar getirtti. 1913 Kasım'ında General Liman von Sanders İstanbul'da 1. Ordu Komutanlığı'na atandı. Beraberinde gelen subaylar da emrinde görev aldılar. Burası Türk subaylarının eğitim yeri olarak düşünüldü. Artık yalnızca ordu üzerinde değil, Osmanlı İmparatorluğu'nun her yerinde Alman nüfusu çoğaldı.

    Osmanlı İmparatorluğu üzerinde bu derece nüfus sahibi olan Almanya'nın bu ilişkideki en büyük çıkarı, Osmanlı İmparatorluğu'nda ekonomik üstünlüğü ele geçirmekti. Osmanlı topraklarını kendisine hayat alanı olarak seçmiş olan Alman İmparatoru II. Wilhelm 1898'de Ekim-Kasım aylarında İstanbul, Suriye ve Filistin'i ziyaret etmiş ve bu sırada "Anadolu Demiryolu" ve "Haydarpaşa Rıhtımı"nın yapım hakkı Almanya'ya verilmişti. 1899'da Bağdat bölgesinde de demiryolu yapım hakkını elde etti. Bağdat demiryolu'nun geçeceği bölge dünyanın en önemli stratejik yerlerinden birisi idi. Alman uzmanların 1902'de Mezopotamya'da zengin petrol yataklarını bulmaları bölgenin önemini bir kat daha arttırdı. Hem petrol, hem de Almanya'nın Basra Körfezi ve Hindistan için doğurduğu tehlike, bölge üzerinde İngiliz-Alman çıkar çatışmasını hızlandırdı. Projenin gerçekleşmesi için Deutche Bank Osmanlı İmparatorluğu'na 43 milyon Mark borç verdi. Osmanlı Bankası İngiliz-Fransız çıkarlarının, Deutche Bank da Alman çıkarlarının temsilcileri olarak rekabete giriyorlardı. Almanya'ya bu kadar geniş ayrıcalıklar tanınmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğu Trablusgarp ve Balkan Savaşları'nda Alman desteğini sağlayamadı. Buna karşılık, Osmanlı İmparatorluğu toprakları emperyalist devletlerin çıkar çatışması alanı olurken, İngiltere, Fransa ve Rusya'nın düşmanlığını kazandı. Böylece Bağdat Demiryolu Projesi ve Almanya'nın Osmanlı İmparatorluğu'ndaki ekonomik-politik-askeri nüfusu Osmanlı İmparatorluğu'nu da bu çatışmanın içine çekiyordu.

    19. yy.da hep savunma antlaşmaları yapan Osmanlı İmparatorluğu, İttihat ve Terakki'nin iktidara el koymasından sonra aktif bir politika izlemeye başladı. Almanya ile yakın ilişkilere rağmen 1911'de İngiltere ile ittifak girişiminde bulundu, fakat İngiltere Osmanlı İmparatorluğu'nun sorumluluklarını yüklenmek istemediği ve Rusya'yı karşısına almamak için bu isteği kabul etmedi. Fransa ile de aynı şekilde ittifak girişimi yapıldı fakat aynı nedenden dolayı kabul edilmedi. Hatta Mayıs 1914'te Rus Çarı Kırım'daki yazlığına geldiği sırada Talat Paşa kendisini ziyaret ederek ittifak önerisinde bulundu. Çar iyi niyet göstermekle beraber, Alman askeri kurulunun Osmanlı İmparatorluğu'nda bulunmasından duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirdi ve bu girişim de sonuçsuz kaldı. Osmanlı İmparatorluğu Yunanistan ve Bulgaristan ile de anlaşma için girişimde bulunduysa da başarılı olamadı.

    Büyük devletler Osmanlı Devleti'ni, özellikle Balkan Savaşı bozgunundan sonra askeri bir güç olarak görmüyorlar ve sorumluluğunu yüklenmek istemiyorlardı. Hatta Almanya bile, savaş çıkana kadar Osmanlı Devleti ile bir ittifak yapmaya yanaşmadı. İngiliz politikası Osmanlı Devleti'ni Almanya'nın yanına itecek şekilde oluşuyordu. İngiltere için Almanya, Rusya'dan büyük bir tehlike idi. 1913'ten sonra bir savaş çıkacağı anlaşılmıştı. Almanya'nın karşısında Rusya'nın insan kaynaklarından yararlanmak ve Almanya'yı iki ateş arasına almak isteyen İngiltere, Rusya'yı Almanya'ya karşı tutabilmek için, Rusya'nın Boğazlar ve Anadolu üzerindeki ihtiraslarını kışkırtıyordu. İngiltere, Osmanlı Devleti'ni Rusya'ya iştah kabartıcı bir lokma gibi sunarak, kendi tarafında kalmasını sağlıyor ve olası bir Rus-Alman yakınlaşmasını engelliyordu. Osmanlı Devleti'ni de bu nedenle Almanya'nın yanına itiyordu. Eğer İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti ile ittifak yapmayı kabul etseler Rusya'yı karşılarına alırlar ve Rus-Alman yakınlaşması gerçekleşebilirdi. Görülüyor ki Almanya ile bir savaş çıkarsa, Rusya'yı savaşa çekmek için Osmanlı Devleti üzerindeki Rus istekleri tatmin edilmeliydi. Savaş içindeki antlaşmalarla da zaten bu sağlanacaktır.

    Diğer yandan, 1907'de Reval'de Anglo-Rus yakınlaşması Genç Türkleri kamçıladı. 1913'ten sonra ise İttihat ve Terakki Osmanlı Devleti'ni kurtarmak ve tüm Türkleri birleştirmek için Rusya'yı Alman yardımıyla yenmek istiyordu. 1914'te ülke yönetimini elinde bulunduran Enver Paşa, olası bir savaşta Almanya'nın Rusya'yı çok kısa bir sürede yeneceğine, Rusya'da devrim çıkacağına inanıyordu. Böylece Osmanlı Devleti bir süre Rus tehdidinden kurtulacak Kafkasya'da toprak elde edebilecekti. İttihat ve Terarakki'nin savaşa girilmesindeki acelesinin bir nedeni de buydu. Eğer savaşa girilmede gecikilirse, nimetlerinden de yararlanılamayacağını düşünen Enver Paşa savaştan galip çıkarak, Balkan Savaşı'nın kayıplarının giderileceği, Ege'de üstünlük kurularak Yunan "Megalo İdea" sının engelleneceği kanısında idi. Kaldı ki Rusya'nın Boğazlara yapacağı bir saldırı İngiltere ve Fransa'yı ilgilendirmiyordu.

    İttihat ve Terakki'nin Almanya'nın yanında yer almasını hazırlayan bir başka neden de "Kapitülasyonlar" ve "Duyun-u Umumiye" dolayısıyla Osmanlı Devleti özellikle Fransa ve İngiltere'nin ekonomik boyunduruğu altında idi. Eğer savaşa Üçlü İtilaf yanında girilirse savaş sonrası hiçbir şey kazanılamazdı. Oysa Almanya ile birlikte olunursa, Almanya savaşı kazanacağına göre Osmanlı Devleti İngiliz-Fransız ekonomik baskısı ve kapitülasyonlardan kurtulacak, Rusya'da yaşayan Türkler de kurtulacaktı. Rusya'nın ve Balkan Devletleri'nin ihtirasları yanı sıra, 1914'te Osmanlı Devleti Yemen, Hicaz, Filistin, Suriye, Musul ve Irak'taki Arapların kinleri de buna eklenmişti. Ermeni sorunu da pusuda idi. Bütün bunlar Osmanlı Devleti'nin çökmesini büyük bir kinle bekliyorlardı.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  3. #3
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    OSMANLI DEVLETİ ÜZERİNDE EKONOMİK MÜCADELE

    Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, 1914'e gelene kadar son 25 yıl Osmanlı Devleti üzerindeki ekonomik çıkarlara bakmakta yarar var.

    Emperyalizm ve emperyalist terimlerini kullanmadan Osmanlı Devleti'nin 19. yy. ve 20. yy. tarihini yazmak ve büyük devletlerin politikalarını açıklamak olanaksızdır. Öyle ki emperyalist devletlerin rekabetlerinin yoğunlaştığı en önemli yörelerin başında Osmanlı Devleti gelir. Osmanlı Devleti'nin egemen olduğu bu yöreye batılı yazar ve devlet adamlarının "Orta Doğu" ve "Yakın Doğu" demeleri de emperyalist tutkularının sembolü oldu. Süveyş Kanalı'nın açılması, pamuk üretimindeki önemi ve diğer hammadde kaynaklarının bulunması ve büyük devletler için önemli bir pazar olması nedeniyle özellikle 19. yy. sonunda Osmanlı Devleti üzerindeki ekonomik rekabet çoğaldı. 20. yy. başında petrolün ekonomide kazandığı önem ve Osmanlı Devleti'nin yönetimindeki topraklarda zengin petrol yatakları bulunması, büyük devletlerin arasındaki rekabeti, buralara egemen olmak mücadelesine dönüştürdü. Büyük devletler Osmanlı Devleti'ne kendi çıkarları açısından bakıyordu.

    1902 yılında Alfred Mahan buraları için "Orta Doğu" terimini kullanırken, yörenin Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları arasındaki konumunu ve büyük su yolları ile çevresindeki Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz'in kavşak noktasında bulunması, Aden Körfezi'ndeki önemini göz önüne almıştı. Bu nedenle, Orta Doğu'yu bir tekerleğin merkezine benzetiyordu. Yöredeki boğazların ve su yollarının binlerce yıldan beri savaş nedeni olduğu göz önüne alınırsa, Osmanlı Devleti'nin konumunun önemi ve üzerindeki emperyalist ihtiraslar daha iyi anlaşılır. 20. yy.da büyük devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki çıkarları, emellerini daha iyi gösterecektir. Osmanlı Devleti maliyesini denetim altına alan "Duyun-u Umumiye" içinde devletlerin alacak hisseleri şöyleydi:

    Devletler Alacak Yüzde Oranı: %
    Fransa 2,5 milyar Frank % 31
    İngiltere 600 milyon Frank % 14,6
    İtalya 120 milyon Frank % 3,4

    Osmanlı Devleti'nde büyük devletlerce yapılmış olan demiryollarının dağılımı ise şöyleydi:

    Osmanlı Devleti % 31
    Almanya % 36,8
    Fransa % 21
    İngiltere % 10,5
    Belçika % 1,7

    Demiryoları yalnızca işletme bakımından değil, bu işletmeyi yapanların, demiryolları üzerindeki ekonomik çıkarları açısından da büyük önem taşıyordu. Demiryolunun her iki yanında 20 km. lik şerit içindeki ekonomik haklar işletmesi devlete aitti. 1913-1914 yıllarındaki Osmanlı Devleti'nin genel ticareti de şöyleydi.

    Devletler İthalat İhracat
    İngiltere % 20 % 21,4
    Fransa % 8,8 % 21,1
    Rusya % 8,5 % 3,8
    İtalya % 6,5 % 4,3
    Toplam (İngiliz Lirası) 40.908.680 21.430.120

    Ticarette öncelik İngiltere idi, fakat Alman rekabeti İngiltere'yi rahatsız edecek ölçüde gelişiyordu. Rusya'nın ekonomik çıkarlarından çok, stratejik yayılma ihtirasları vardı.

    1912'de Trablusgarp'ı işgal etmiş olan İtalya, Osmanlı Devleti'nin paylaşılmasında pay olarak Güney ve Batı Anadolu kıyılarına; Fransa; Suriye, Adana, Mersin yöresine, İngiltere; petrol yataklarının önemi nedeniyle Irak'a göz dikmişti. Batı Anadolu'da gözü olan Yunanistan'ın durumu daha ileride antlaşmalarla belirlenecektir. Rusya ise tarihi rüyası olan Boğazlar ve Doğu Anadolu'yu ele geçirmek istiyordu. Bağdat Demiryolu projesinin ortaya çıkması, büyük devletlerin çekişmelerini daha da arttırınca Almanya bu devletler de hisse vermek zorunda kaldı. Rusya bu hisselerden istemedi, fakat kendi nüfus alanı olarak kabul ettirdiği Doğu Anadolu'ya demiryolu yapılmasını engelledi ve böylece Osmanlı Devleti ile Doğu Anadolu'da yapacağı savaşlarda Osmanlı Devleti'nin asker, malzeme ve cephane naklini de engellemiş oldu. Almanya, Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Avusturya yukarıda belirttiğimiz yöreleri ekonomik nüfus alanları olarak belirlediler. 1914 yılında savaş çıktığında Osmanlı Devleti içte ve dışta buraya kadar açıkladığımız koşullar altındaydı ve devletin kaderini belirleyecek kararları vermek Enver, Talat, Cemal üçlüsünün ellerinde idi.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  4. #4
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    BOĞAZLARIN RUSYA'YA VERİLMESİ

    Savaş çıktıktan sonra Çar'ın yaptığı açıklama ile, Rusya'nın bu savaşta en büyük kazancının Boğazlar olacağı anlaşılmıştı. Yaklaşık 120 yıldan beri Boğazları koruyan İngiltere ve Napolyon'un "Boğazlar tek başına bir ülke eder." sözü ve Akdeniz sınırlarının ve güvenliğinin Boğazlarda başladığını belirten Fransa, Rusya'nın Boğazları ele geçirmesini engellemek için 120 yıldır Osmanlı Devleti'ni Rusya'ya karşı korumuşlardı. Hatta Kırım Savaşı'na fiilen katılmışlardı. Fakat şimdi Alman tehlikesi karşısında, her ikisi de Rusya'yı kendi yanlarına almak için her şeye razı oluyorlardı. Çar, İngiltere ve Fransa'nın bu durumundan yararlanarak, Boğazların mutlaka Rusya'ya ait olacağını kabul ettirdi. Çanakkale Savaşı'nın başlamasından sonra Rusya endişeye düştü. Eğer İngiltere ve Fransa Boğazları ve İstanbul'u ele geçirirse, onları oradan bir daha çıkarmak mümkün olamazdı. Hele İngiltere ve Fransa'nın Yunanistan'ı da Çanakkale Savaşı'na katmak için baskı yapmaları,İngiltere Ege ve Boğazları Yunanistan'a vereceği endişesini doğurdu ve Rusya'nın tepkisine yol açtı. 4 Mart 1915'de İngiltere ve Fransa'ya verdiği notalarla, İstanbul ve Marmara Denizi Rusya'ya katılacak, İmroz ve Bozcaada için ise Rusya'nın oyu olmadan karar alınmayacaktı. İngiltere ve Fransa bu Rus notasından hoşlanmamakla beraber, Alman tehlikesi karşısında, 12 Mart 1915'de İngiltere ve 10 Nisan'da da Fransa Rus isteklerini kabul ettiklerini bildirdiler.Buna karşılık da Rusya, İngiltere ve Fransa'nın Orta Doğu'daki çıkarlarını kabul ediyordu.

    İTALYA'NIN SAVAŞA KATILMASI

    Avusturya, 28 Temmuz 1914'te Sırbistan'a nota verirken İtalya'ya haber vermemişti.Almanya, İtalya ile iyi geçinmesi için Avusturya'yı uyarmasına ve İtalya'ya ödün vererek desteğini sağlamasını istemesine rağmen Avusturya bu uyarıyı dikkate almamış ve İtalya'ya danışmadan Sırbistan'a savaş ilan etmişti. Almanya ve Avusturya, İtilaf Devletleri'ne savaş ilan edince, İtalya 3 Ağustos'ta tarafsızlığını ilan etti. Avusturya'nın İtalya'ya hiç ödün vermemesi İtalya'nın tarafsız kalması için yeterli değildi. İtalya'nın içte huzuru yoktu. Ülkü yanlısı olanlar, savaşın nimetlerinden yararlanmak için mutlaka savaşa girilmesini savunuyorlardı. İtalya 3 Ağustos tarihli tarafsızlık kararını açıklarken, İtilaf Devletleri'ne, iyi bir öneri yapılırsa İtalya'nın, onların yanında savaşa katılabileceğini de hissettirmişti. 4 Ağustos'tan itibaren de Petersburg ile ilişki kurdu. İtalya'nın amacı, kim daha çok çıkar sağlarsa onun yanında savaşa katılmaktı. Kaldı ki Alman-Avusturya tarafının savaşı kazanması durumunda İtalya'nın çıkarı bulunmuyordu. Çünkü İtalyan çıkarları ile Avusturya çıkarları çakışıyordu. İngiltere, Fransa ve Rusya İtalya'ya 12 Ağustos'ta Trentino, Trieste ve Vallona'yı önerdiler, fakat bunu yazılı şekle dönüştürmek istemiyorlardı. Ayrıca Fransa'nın yenilmesi ve İtalya'nın askeri yardım istemesi üzerine görüşmeler kesildi. Bu sefer Avusturya ile görüşmelere başlayan İtalya, İtilaf Devletleri'nin endişeye düşürüp daha fazla pay almak istiyordu. Rusya'nın Adriyatik'teki İtalyan çıkarlarına karşı çıkması da İtilaf Devletleri ile İtalya'nın anlaşmasını geciktiriyordu. İtilaf Devletleri'nin Çanakkale'ye saldırması ve Boğazların Rusya'ya verildiğinin anlaşılmasından sonra İtalya, İngiltere, Fransa ve Rusya ile yeniden görüşmelere başladı ve 26 Nisan 1915'te Londra'da yapılan antlaşma ile Adriyatik'te istediği çıkarları İtalya elde etti. Ege'deki 12 ada veriliyor ve Anadolu'nun paylaşılmasında ise Antalya bölgesi İtalya'ya kalıyordu. Yine bu antlaşmaya göre İtalya, sömürgesi olan Trablusgarp ve Eritre'de topraklarını genişletebilecekti. İtalya buna karşılık bir ay içinde savaşa katılacaktı. İtalya bu antlaşmadan bir ay sonra, 20 Mayıs'ta Avusturya'ya savaş ilan etti. Ağustos ayında ile Almanya ve Osmanlı Devleti ile savaş durumuna girdi. Görülüyor ki İtalya'nın savaşa katılması için Anadolu topraklarından çok önemli bir bölüm savaş nimeti olarak kendisine verilecekti. İtalya'nın Anadolu üzerindeki isteklerini ise Almanya kabul edemezdi. Nasıl ki, Rusya'yı kendi yanına çekmek isteyen İngiltere ve Fransa, Rusya'ya Boğazları ve Doğu Anadolu'yu veriyorsalar, İtalya'yı da kendi yanlarına çekmek için yine Türk topraklarını vaat ediyorlardı.

    BULGARİSTAN'IN SAVAŞA GİRİŞİ

    Bulgaristan bu savaşa, Balkan Savaşı'nda Yunanistan, Sırbistan ve Romanya'ya kaptırdığı toprakları geri almak ve Ege Denizi'ne inmek için katılmak istiyordu. Onun bu isteklerini ise ancak İttifak Devletleri gerçekleştirebilirdi. İtalya'nın çıkarları nasıl İtilaf Devletleri yanında ise, Bulgaristan'ınki de İttifak Devletleri'nin yanındaydı. Savaşın başında duraksayan Bulgaristan, İtilaf Devletleri'nin Çanakkale'de hem de Almanya'dan yeterli silah ve malzeme almamış olan Osmanlı Devleti'ne yenilmeleri üzerine kararını verdi. İsteklerinin İttifak Devletleri tarafından kabul edilmesi üzerine Bulgaristan, Ayastefanos Antlaşması ile gerçekleştiğini gördüğü "Büyük Bulgaristan" nı yaratmak amacıyla 6 Eylül 1915'te İttifak Devletleri'yle antlaşma imzaladı ve 12 Ekim'de Sırbistan'a savaş ilan etti. Böylece Berlin'den Bağdat'a uzanan zincirin halkaları birbirine bağlanmış oldu.

    ROMANYA'NIN SAVAŞA GİRİŞİ

    1915'den itibaren Rus baskısı altında bulunan Romanya kim kendisine daha çok ödün verirse onun yanında savaşa katılmak isteğinde idi. Fakat bir yandan Alman-Avusturya, diğer yandan Rus tehdidi altında bulunuyordu. Avusturya'nın ödün vermek yerine Sırbistan işgalini örnek gösterip Romanya'yı tehdit etmesi Romanya'nın İtilaf Devletleri'ne kaymasına yol açtı. 17 Ağustos 1916'da Romanya İtilaf Devletleri'yle anlaştı. Ağustos sonunda da savaşa katıldı. Rusya'da ihtilal çıkmasından sonra yalnız kalan Romanya'yı İtilaf Devletleri'nin galibiyeti kurtardı.

    RUSYA'DA DEVRİM

    1917 yılının en önemli olaylarından birisi Rusya'da devrim çıkması oldu. Batı Avrupa demokrasilerinden farklı bir yapıya sahip olan Rusya, hala mutlak bir biçimde yönetiliyordu. Büyük çoğunluğunu fakir köylü nüfusunun oluşturduğu Rusya'da yüzyılın başında işçiler de önemli bir yer tutuyorlardı. Çok ağır yaşam koşulları içinde yaşayan bu geniş kitlelerin huzursuzluğu daha 1905 yılında çıkan ayaklanmayla görüldü. Petersburg ve Moskova'da "İşçi Sovyetleri" kuruldu. Aralık ayı içinde bu ayaklanma çok sert bir şekilde bastırıldı. Bunun sonunda Çar Duma'yı açarak bazı özgürlükler tanıdı.

    Birinci Dünya Savaşı Rusya'da büyük bir yokluk ve sefalete yol açtı. Boğazların kapalı oluşu yüzünden dış yardım alamıyordu. 1916-1917 kışı ise çok sert geçmiş, açlık ve yakacak, giyecek bulunamaması bütün Rusya'yı etkilemişti. 8 Mart 1917'de Petersburg'da gösteriler başladı. Grevler yaygınlaştı. 12 Mart'ta "İşçilerin ve Askerlerin Sovyeti" kuruldu. Komutanlar da Çar'a tahttan ayrılmasını öneriyorlardı. 15-16 Mart'ta Çar tahttan ayrıldı. Devrimci Hükümet kuruldu. Nisan'da Petersburg'a gelen Lenin "Ekmek, barış, özgürlük" sloganıyla geniş kitlelerin desteğini sağladı. Devrimci Sosyalistlerden Harbiye Bakanı Kerensky'nin Temmuz'da Alman cephesinde taarruzu başarısızlıkla sonuçlanınca yeni ayaklanmalar patlak verdi. Bolşeviklerin lideri Lenin kaçtı ve Trotsky tutuklandı. Hükümet düştü, Kerensky Başbakan oldu ve 14 Eylül 1917'de de Cumhuriyet ilan edildi. Artık ülkenin iç durumu iyice karışmıştı. Hükümet hala savaştan vaz geçmemekle en büyük hatasını yaptı. Köylülerin ayaklanması ile tüm Rusya karıştı. Bundan yararlanan Bolşevikler (aşırıcılar) ordunun da devrime karışmasından yararlanarak, "Askeri Devrim Komiteleri" kurdular. 7 Kasım 1917'de Hükümet darbesi ile Bolşevikler iktidarı ele geçirdiler ve 8 Kasım'da Lenin Petersburg'a geldi

    A.B.D.'NİN SAVAŞA GİRİŞİ

    1917 Devrim'i dolayısıyla Rusya'nın savaşın dışında kalması Almanya ve Osmanlı Devleti'ne umut verdi. Fakat bu uzun sürmedi. Almanya'nın başlattığı denizaltı savaşı dolayısıyla birçok A.B.D. gemisinin batırılması Almanya ile A.B.D. nin arasını iyice açtı. Diğer yandan 1917 yılında Almanya, Meksika'yı A.B.D. ye karşı savaşa kışkırttı ve Almanya Japonya arasında ittifak önerisinde bulundu. Ancak bu yazışmaları ele geçiren İngiltere, durumu A.B.D. ye bildirince, denizaltı savaşı yüzünden zarar gören A.B.D. 2 Nisan 1917'de Almanya'ya savaş ilan etti.

    YUNANİSTAN'IN SAVAŞA GİRİŞİ

    1917'nin Türkiye'yi ilgilendiren yeni bir gelişmesi, Yunanistan'ın savaşa katılması oldu. Savaşın başından beri dışta kalmayı başaran Yunanistan'da Venizelos savaş yanlısı idi. Fakat Kral Konstantin Alman İmparatoru'nun eniştesi idi. Almanya'ya sempatisi vardı. Akdeniz'de İtilaf Devletleri güçlü olduğu için Kral yansız bir politika izledi. Venizelos ise savaşa katılmak istiyordu. İngiltere ve Fransa Yunanistan'a Anadolu'da toprak vaat ediyorlardı. Çanakkale Savaşları'na katılması için daha 1915 yılında Yunanistan'a İzmir vaad edilmişti. Bulgaristan'ın savaşa katılması üzerine, İngiltere ve Fransa Selanik'e asker çıkarınca Başbakan Venizelos itiraz etmedi. Fakat Kral kendisini görevden aldı. O da Selanik'e giderek ayaklanma çıkardı ve ayrı bir hükümet kurdu. 1917 Haziran'ın da İngiliz-Fransız askerleri Atina'ya girince Kral Konstantin oğlu Aleksandr adına tahttan çekildi. Venizelos yeni hükümeti kurdu ve 26 Ekim 1917'de Yunanistan savaşa katıldı.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  5. #5
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    SAVAŞ'IN SONU

    Rus Devrimi'nden sonra Bolşevikler Almanya ile barışa hazır olduklarını daha 21 Kasım 1917'de bildirmişlerdi. Diğer yandan, Çarlık Rusya'nın yaptığı tüm gizli anlaşmaları açıklayarak onun emperyalist isteklerini taşımadıklarını göstermek istediler. Rusya'da kurdukları yeni düzeni yerleştirmek için barışa gereksinim duyan Bolşevikler,özellikle Lenin'in baskısı ile 3 Mart 1918'de Almanya, Avusturya ve Devleti ile Brest-Litowsk Antlaşması'nı imzaladı. Avrupa'da Polonya, Kurtlan, Litvanya, Estonya üzerindeki tüm egemenlik haklarından vazgeçen Rusya Almanya'nın bütün iktisadi isteklerini kabul ediyor ve 1878 yılında ele geçirdiği Kars, Ardahan ve Batum'u Osmanlı İmparatorluğu'na geri veriyordu. Bu barışla büyük bir bozguna uğradıklarını kabul eden Lenin "Uluslararası proletaryanın ayaklanmasını bekleyeceklerini" belirterek yandaşlarını umutlandırıyordu. Bundan iki gün sonra da Romanya İttifak Devletleri'yle ateşkes imzalayarak savaştan çekildi. 7 Mayıs'ta da Bükreş'te barış anlaşması yapıldı.

    Rusya ve Romanya'nın yenilerek savaş dışı kalmaları Almanya'yı doğu cephesinde serbest bıraktı. Bu kuvvetlerini batıya kaydırması durumuna İngiltere, Mezopotamya ve Suriye'deki kuvvetlerini azaltmak zorunda kalacaktı. A.B.D. nin katılması ise zaman istiyordu. Bu durumda İngiltere Başbakanı Lloyd George 5 Ocak 1918 'de yaptığı bir konuşmada, Türklerin başkentinde gözleri bulunmadığını, Türk halkına dayanan bir Osmanlı İmparatorluğu'nun varlığına karşı olmadıklarını belirtti Bu konuşma ve Başkan Wilson'un on dört noktası ve hatta Ekim 1917'de M. Kemal Paşa'nın, ülkenin içinde bulunduğu kötü durumu ve savaşın kazanılması umudunun bulunmadığını bildiren mektubu da Enver Paşa üzerinde barış istemesi için etkili olmadı. Irak ve Suriye cephelerindeki yenilgileri önemsemeyen Enver Paşa hala Turan hayali peşindeydi. Fakat 29 Eylü11918'de Bulgaristan yenilerek ateşkes imzaladı.Artık Almanya ile ilişki koptuğuna göre yalnız kalınmıştı. Suriye ve Irak cephelerinde ordularımız bozulmuşlardı. Asker kaçakları sayısı 300.000'e ulaşmıştı. Filistin cephesindeki tehlike uzaktı fakat Bulgaristan'ın teslim olması ile Trakya ve İstanbul şimdi, Franchet d'Esperey'in kuvvetlerinin tehdidi altında bulunuyordu. Ayarıca İngiliz donanması, Çanakkale Boğazı'nı geçmeye hazırlanıyordu. Türkiye ise böyle iki büyük saldırıyı karşılayabilecek kuvvette değildi. 1915 'in gücü kalmamıştı. Ülkeyi yöneten İ.T.'nin liderleri umutlarını yitirmiş ve birbirlerini suçluyorlardı. Türkiye dört yıl süreyle dünyanın en büyük devletleriyle Irak, Suriye, Kafkasya, Çanakkale, Galiçya gibi cephelerde amansız bir mücadele vermiş ve 1918 yılı sonunda kaynakları tükenmişti. Filistin cephesinde yapılan ve 19 Eylül'den 26 Ekim 1918'e kadar süren İngiliz taarruzunda, yalnızca Yıldırım Orduları Grubu'nun kayıpları 75 bin esir, 360 top, 800 makineli tüfek , 210 kamyon, 44 Otomobil, 89 Lokomotif, 468 yük ve yolcu vagonu idi. Bu kadar araç ve silahı tüm İstiklâl Savaşı'nda güçlükle
    tamamlayabildiğimizi hatırlarsak, kayıpların büyüklüğü daha iyi anlaşılır; Bu koşullar altında 7 Ekim 1918 'de Hükümet Mebusan Meclisi'nde güvensizlik oyu aldı ve ertesi gün Sadrazam Talat Paşa istifa etti. Yeni Hükümeti, İttihatçıların politikasına karşı olan Ahmet İzzet Paşa 14 Ekim de kurdu. Suriye cephesinde bulunan M. Kemal Paşa bu yeni kabinede Harbiye Nazırı olmak istedi, tavsiye ettiği Fethi Bey Dahiliye Nazırı oldu. Bahriye Nazırlığı'na da Rauf Bey seçildi. A. İzzet Paşa, Harbiye Nazırlığı'na kimseyi atamadı. Bu Hükümetin görevi, Almanya teslim olmadan önce, en kısa sürede barışı sağlamaktı. Wilson'a barış için başvuruldu, fakat yanıtını beklemeye tahammül edilecek zaman yoktu. Almanya'dan ayrı barış yapılırsa İtilaf Devletleri'nin daha yumuşak davranacağı umuluyordu. Balkanlar'dan İstanbul'a yürüyecek ordunun komutanının İngiliz mi, Fransız mı, olacağı tartışması bu ilerleyişi ertelemişti. Kut-ül Amare'de esir düşmüş olan General Tawshand acele olarak, İngiltere'nin Akdeniz Filosu Kumandanı Amiral Catrhrope ile görüşmesi için 18 Ekim'de serbest bırakıldı. 23 Ekim de Calthrope'un delegelerin gönderilmesini bildiren telgraf geldi. Padişah delege olarak Damat Ferit Paşa'yı göndermek istiyordu, Fakat İzzet Paşa'nın kararlı davranışı sonunda vazgeçti. Bahriye Nazırı Rauf Bey'in Başkanlığında seçilen bir heyet görevlendirildi. Padişah bu heyete "Hilafet-i celile ve Saltanat-ı seniye ve Osmanlı Hanedanı'nın hukukunun bütününün dokunulmazlığının sağlanması ve ayrıca bazı eyaletlere idari muhtariyet tanınması fakat siyasi muhtariyet verilmemesi" gibi son kısmı pek açık olmayan bir talimat verdi. Heyete asıl talimatı 24 Ekim'de Hükümet verdi. Wilson'un barış bildirisinin çok etkisinde kalmış bulunan Hükümet, iyimser bir biçimde, Hükümet yönetimine karışılmaması, ülkenin hiç bir yerine yabancı askeri çıkartılmaması, Alman yardımı sona erdiğine göre İtilaf Devletleri'nin para yardımı yapması, Yunan gemilerinin geçmemesi koşuluyla Boğazların açılacağını ve askerin terhis edileceğini bildirdi. Bu iyimser görüşle Limni Adası'nın Mondros Limanı'nda demirli bulunan Agamemnon zırhlısına giden Osmanlı Heyeti 4 gün süren görüşmeler sonunda Amiral Calthrope'un dikte ettirdiği barış şartlarını kabul etti. "Mondros Ateşkes Antlaşması" 30 Ekim 1918'de imzalandı. Bu ateşkes ile Osmanlı İmparatorluğu fiilen tarihe karışıyordu, ülkeyi savaşa sürükleyen ve savaş içinde izledikleri yanlış uygulama ve savaş stratejisi Türkiye'yi bir uçurumun kenarına getiren İ.T. liderleri 1 Kasım 1918'de Parti Kongresi'ni topladı. Kendisini dağıtma kararı alan Parti'nin liderleri Enver, Talat ve Cemal Paşalar ise ateşkes imzalanmış olduğundan İngilizlerin her an İstanbul'a geleceklerini düşünerek 8-9 Kasım gecesi bir Alman denizaltısı ile Karadeniz üzerinden ülkeden kaçtılar. İ.T. nin dağıtılması üzerine Parti, Teceddüt Fırkası'na dönüştürülmeye çalışıldı. Enver Paşa daha sonra Moskova'ya gelip, İtilaf Devletleri'nin de düşmanı olan Bolşeviklerle anlaşabileceklerini belirtti. Oysa Talat Paşa artık siyasi yaşamlarının sona erdiğini,· haklı veya haksız, ulusun kin ve gazabını kazandıklarını söyleyerek, Avrupa'ya kaçmalarının gereğini daha gerçekçi bir biçimde açıklıyordu. Birinci Dünya Savaşı boyunca birbirinden binlerce kilometre uzaklıklarda, her çeşit olanaksızlıklar içinde savaşan Türk orduları dört yıl boyunca
    2.850.000 kişiyi askere aldı. Bunlardan 550.000'i savaşlarda şehit düştü. 891.000'i yaralanarak sakat kaldı. 240.000 hastalıktan öldü. 103.731 kayıp ve 129.000'i esir oldu. Diğer yaralılarla beraber bu rakam 2.167.841 varır . Ayrıca savaşta düşman işgalinden kaçan Türk göçmenlerden yaklaşık 500.000'nin ve 250.000 Ermeni'nin tehcir sırasında, 200.000 Rum'un da geri hizmetlerde amele taburlarında çeşitli sebeplerden öldükleri tahmin edilmektedir. Balkan Savaşı'nın yıkıntıları da eklenince Anadolu'da, savaşlarda çocuklarını kaybetmemiş aile yok gibiydi Yokluk, açlık, hastalıktan perişan savaş yılgını bir ulus kalmıştı geride.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  6. #6
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    I. DÜNYA SAVAŞI'NDA OSMANLI DEVLETİ

    1914 yılının ilk altı ayı içinde Almanya Osmanlı Devleti'nin kötü askeri durumu yüzünden Anadolu'ya yönelik bir Rus saldırısına karşı Türk topraklarını korumanın sorumluluğunu yüklenmek istemediği için Osmanlı Devleti ile bir ittifak yapmayı düşünmüyordu. Temmuz 1914'te savaş durumu belirince Almanya, Osmanlı Devleti ordusunun iyi donatılması ve yetenekli komutanlar elinde olması halinde kendisine yararlı olacağını düşündü. Asıl amacı Halife'nin dinsel gücünden yararlanmak idi. Bu savaştan yengi ile çıkması durumunda Almanya'nın en büyük kazancı Orta Doğu'ya yani Osmanlı Devleti topraklarına egemen olmaktı. Bu savaşın Osmanlı Devleti'ni ilgilendiren bölümü Orta Doğu'ya Almanya'nın mı, yoksa İngiltere-Fransa'nın mı egemen olacağı idi. Almanya, Osmanlı Devleti'nin egemen olduğu Orta Doğu'yu elde etme tasarısı yanı sıra, özellikle Hıristiyan sömürgeci dünyasına İslam taassubunu kabartmak ve Osmanlı Halifesi'nin aracılığı ile kendisine milyonlarca taraftar kazanmak ta istiyordu. Almanlar, Osmanlı Devleti ordusunun sağlayacağı yarardan çok, Hindistan Müslümanlarının ve Arapların ve diğer İslam Ülkeleri'nin İngiltere ve Fransa'ya karşı ayaklanmalarından umutluydular. Öyle ki, Kayzer'in 30 Temmuz 1914'te Petersburg Alman Elçisi'nin bir telgrafının altına yazdığı notta "...bizim (Almanya'nın) Osmanlı Devleti ve Hindistan'daki konsoloslarımız, adamlarımız, bütün İslam alemini bu dükkancı, menfur,yalancı, vicdansız ulusa (İngiltere) karşı vahşi bir ayaklanmaya kışkırtmalı..." diyerek, bu umudunu belirtiyordu. Alman Baş Komutanı Moltke ise, Ağustos'ta Dışişleri Bakanı'na yolladığı yazıda, "Hindistan, Mısır ve Kafkasya'daki ihtilalci kışkırtmanın son derece önemli...." olduğunu vurguluyordu. Görülüyor ki savaşın başında Almanya'nın Orta Doğu'daki en büyük umudu, İslam Dünyası'nda gerçekten manevi bir nüfusu olduğunu sandıkları Halife'nin aracılığı ile Müslümanları ayaklandırmaktır. Bunun için de Halife'nin elinde bulunan en büyük güç ise "Cihat" ilanıdır.

    İttifak önerisi yine de Osmanlı Devleti'nden geldi. 22 Temmuz'da Enver Paşa Alman Büyükelçisi'ne doğrudan ittifak önerisinde bulunurken; Sadrazam da aynı öneriyi Avusturya Büyükelçisi'ne yaptı. İttihat ve Terakki'nin ileri gelenleri buna zorunlu olduklarını, Osmanlı Devleti'ni yalnızlıktan kurtarmak için İngiltere ve Fransa'ya yapılan önerilerin geri çevrildiği için Almanya'nın böyle bir ittifaka yanaşmasının bir fırsat olduğunu savunuyorlar ve isteğin Almanya'dan geldiğini ileri sürüyorlardı. Alman Elçisi Von Vangenhayn ile yapılan görüşmelerden sonra 2 Ağustos 1914 tarihinde, savaşın başlamasının ertesi günü, Osmanlı Devleti Almanya ile ittifak antlaşması imzaladı ve seferberlik ilan etti. Antlaşma açıklanmadı. Sadrazam Sait, Harbiye Nazırı Enver, Talat Paşa ve Halil Bey antlaşmanın imzalanmasının sorumlusuydular. Osmanlı Devleti'nin geleceğini Almanya'nın yenilmezliği varsayımına bağlayan ve antlaşmanın baş sorumlusu Enver Paşa, Almanya'nın savaşı çok kısa bir sürede kazanacağını düşünerek, fırsatı kaçırmamak için bir an önce savaşa girmek istiyordu. Osmanlı Devleti-Almanya ittifakına göre:

    1. İki devlet Avusturya-Sırbistan arasında çıkan bir anlaşmazlıkta tam tarafsızlık göstermeyi kabul ediyor.
    2. Eğer Rusya askeri olarak karışır ve Avusturya ile Rusya savaşır ve Almanya da Avusturya'nın yardımına gitmek zorunda kalırsa, Osmanlı Devleti de savaşa girecektir.
    3. Almanya, savaş durumunda askeri heyetini Osmanlı Devleti'nde bırakacaktır.
    4. Almanya Rusya'ya karşı Osmanlı Devleti'ni silahla koruyacaktır. Osmanlı Devleti, ülkede kalan Alman askeri komuta heyetine, ordusunun 1/4'nün kumandasını, savaş ilanında vermeyi de kabul ediyordu.

    Bundan sonra Almanya'nın çabaları, Osmanlı Devleti'nin en kısa zamanda savaşa fiilen girmesi için yoğunlaştı. İttihat ve Terakki liderleri de aynı görüşte idiler. Almanya, Osmanlı Devleti'ni savaşa sokma görevini Akdeniz'de bulunan iki savaş gemisi Goben ve Breuslav komutanı Amiral Şason'a verdi.

    İngiliz haber alma kaynaklarının da verdiği bilgilere göre, savaşta Osmanlı Devleti, Karadeniz'de üstünlük elde etmeyi, Rusya'nın Almanya ve Avusturya ile savaşmasından yararlanarak Kafkasya'yı ele geçirmeyi amaçlıyordu. Fakat Doğu Anadolu'ya demiryolu olmadığı için, Trabzon deniz yolunu elinde bulundurmaya ve güçlü bir donanmaya gereksinimi vardı. Osmanlı Devleti'nin savaştan önce İngiltere'ye ısmarladığı ve parası halk tarafından sağlanmış bulunan iki savaş gemisi, bu donanmanın ağırlığını oluşturacaktı. Enver Paşa'nın en büyük kaygısı, bu gemilerin zamanında gelemeyeceği idi. Diğer yandan Türk ajanları Kars ve Ardahan dolaylarında, Türk birliklerinin Rusların gerilerine geçmelerini kolaylaştırmak üzere erzak biriktirmek için Müslüman köylüleri organize ediyorlardı.

    Donanma Bakanı Churchill, emriyle 28 Temmuz'da Osmanlı Devleti'nin sipariş ettiği iki gemiye el koydu. Churchill gemilerin ne amaçla kullanılacağını bildiği için İngiltere'nin ulusal çıkarları bakımından bunu yaptırdığını belirtmektedir. Churchill'in de belirttiği gibi tek başına bile Karadeniz'deki Rus donanmasını yenmeye yeterli olan Goben ve Breuslav'ın Osmanlı Devleti donanmasına katılması Türk liderlerinin tek düşüncesi oldu. İngiliz donanmasının Akdeniz'deki üstün durumunu bilen Enver Paşa, Alman gemilerinden umudunu kesince 3 Ağustos gecesi Rus Ataşesi General Leontev'e, bir gün önce imzaladığı antlaşmayı bir kenara itip, Batı Trakya'daki Türk çıkarlarını da kapsamak üzere bir ittifak önerdi, fakat bu öneri sonuçsuz kaldı.Akdeniz'de Messina'da kömür alan Alman gemileri komutanı Şoson, gece saat 01:00'da denize açılmaları emrini aldı. Tarihsel düşmanı Fransa'ya ait iki Cezayir limanını topa tutmak emrini alan gemilere yolda yeni bir emirle, acele İstanbul'a gitmeleri emri bildirildi. 4 Ağustos günü üç İngiliz gemisi peşlerine düştü. Henüz İngiltere ile Almanya arasında savaş durumu yoktu, fakat savaş yapmaları bir an meselesiydi. Messina'ya gelen gemiler kömür alırken İngiltere'nin savaş ilan ettiği duyuldu. Aynı sırada iki İngiliz filosu Messina Limanı'nın ağzını tutmuşlardı. İtalyanlar Alman gemilerinin 24 saat içinde limanı terk etmelerini istediler. 6 Ağustos'ta Alman gemileri bu ablukadan kurtulmayı başardılar ve Çanakkale'ye doğru yol aldılar ve İngiliz gemileri de peşlerine takıldılar. Böylece Osmanlı Devleti'nin kaderini tayin edecek bir kovalamaca başlamış oldu. İngiliz donanmasından kurtulan gemiler önce İzmir'e ve 10 Ağustos'ta Çanakkale'ye geldiler. Enver Paşa'nın özel izniyle Boğaz'a girdiler ve dört saat sonran İngiliz gemileri Çanakkale'ye ulaştılar. Belki de bu gecikme olmasaydı Osmanlı Devleti'nin kaderi başka olabilirdi.Bu olaydan da kabinenin daha sonra haberi oldu. Artık Amiral Şoson Osmanlı Devleti'ni savaşa sokmak görevini yerine getirebilecektir.

    Alman gemileri acaba İngilizlerin beceriksizliği yüzünden mi, ablukadan ve kovalamacadan kurtulabilmişlerdi? Rusya'yı savaşa sokmak, Almanya ile ayrı bir barış yapmasını engellemek ve Rusya'nın insan kaynaklarından yararlanabilmek isteyen İngiltere ve Fransa, Rusların Boğazlar üzerindeki ihtiraslarını biliyorlar ve bunu kışkırtma aracı olarak kullanıyorlardı. Boğazlar üzerinde Rus egemenliği, Alman tehlikesi karşısında hiç istenmeden kabul edilmişti. Osmanlı Devleti'nin savaştan önce İngiltere'ye ısmarladığı savaş gemilerine el koyan İngiltere, Boğazların savunmasız kalarak Rusya'nın eline geçmesini de istemiyorlardı. İki Alman gemisinin Osmanlı Devleti donanmasına katılmasıyla, Boğazların ve İstanbul'un Rusya'ya karşı güvenliğinin sağlanabileceğini düşünerek ikili bir oyunla, bu gemilerin Çanakkale Boğazı'na girmelerine fırsat vermişti. Böylece Rusya'nın emelleri engellenmiş oluyordu. Ayrıca Osmanlı Devleti'nin Almanya yanında savaşa katılmasını hazırlayacak böyle bir fırsat sayesinde, Rusya'nın Almanya yanına kayma tehlikesi de ortadan kalkmış oluyordu. Churchill, bu gemilerin Karadeniz'e geçmeleriyle, buradaki Rus üstünlüğünün sona ereceğini biliyordu. İngiliz donanması iki gemi kazanırken, Alman donanması iki gemi kaybediyor ve Osmanlı Devleti donanması da Rus donanmasına karşı kendini savunacak iki gemiye kavuşuyordu. İngiltere'nin Osmanlı Devleti'nin ısmarladığı iki savaş gemisine el koyması Türk kamuoyunda İngiltere aleyhinde büyük bir tepkiye ve İngiliz ihanetine karşı gösterilere yol açtı. İttihat ve Terakki liderlerinin, Almanya yanında yer almaları için de büyük bir gerekçe hazırlandı.

    Bu sırada Rus Elçisi ile Osmanlı devlet adamları arasında görüşmeler yapılıyordu. İki Alman gemisinin satın alınması, öyle görülüyordu ki, Rusya'yı endişelendirmiş, Osmanlı devlet adamlarına da moral kazandırmıştı. Her iki taraf da bu görüşmelerde samimi değillerdi ve amaçları zaman kazanmaktı. İstanbul'daki İngiliz ve Fransız Elçileri'nin iki geminin enterne edilmesi, Osmanlı Devleti'nin kendi yanlarında savaşa katılması veya tarafsız kalınması yolundaki pek de inandırıcı olmayan, girişimleri kabul edilmedi. Osmanlı devlet adamlarının birbirini tutmayan açıklamaları, yabancı elçiler üzerinde Türklerin kesin bir politikası olmadığı kanısını uyandırırken, Churchill, Osmanlı Devleti'ne yapılan bu önerilerin hiç bir devlete yapılmayan sağlamlıkta olduğunu ve Osmanlı Devleti topraklarının bütünlüğünün garanti edildiğini ileri sürmektedir. İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti'nin tarafsız kalmasını sağlamak için çaba harcıyorlardı, fakat buna karşılık Osmanlı Devleti'nin istediği kapitülasyonların kaldırılması, Ege Adaları'nın geri verilmesi, Mısır Sorunu'nun çözülmesi gibi isteklerini ise kabul etmiyorlardı. İngiltere ve Rusya, Osmanlı Devleti'ni askeri bir kuvvet olarak görmemekle beraber, Osmanlı Devleti'nin Almanya yanında savaşa katılmasını istemiyorlardı. Osmanlı Devleti savaşa girerse; Boğazlar kapanacak, Rusya yardım alamayacak, Kafkasya'da Osmanlı Devleti'ne karşı bir ordu bulundurulacak, bu da Alman cephesindeki Rus kuvvetlerinin zayıflamasına yol açacaktı. bu nedenle Rusya, Osmanlı Devleti'ni kışkırtmak istemiyordu. Fakat Osmanlı Devleti, Rusya'nın tarihi ihtiraslarından vazgeçmediğini, İtilaf Devletleri savaşı kazanırsa "Türkiye Sorunu"nun da Rusya'nın istediği gibi çözüleceğini biliyordu. İttihat ve Terakki'nin ileri gelenlerinin Almanya konusundaki tercihleri Almanya'nın savaştan galip çıkacağı ve dolayısıyla Osmanlı Devleti'nin de bundan payına düşen hisseyi alacağı şeklinde idi. Elçilere oyalayıcı yanıtlar verilirken, 19 Ağustos'ta Talat Paşa Sofya'da Bulgaristan ile bir savunma antlaşması imzaladı.Böylece İngiltere ve müttefiklerine karşı tutumunu da belirtmiş oldu. Osmanlı Devleti'nin Almanya tarafını seçmesinde, İngiltere'nin Osmanlı Devleti'ne karşı 1878'den beri izlediği politika etkili olmuştu. Savaşın çıktığı dönemde ise, İngiltere ve Fransa'nın Boğazları, Almanya'ya karşı insan kaynaklarından yararlanabilmek için Rusya'ya bırakmak gibi bir savaş stratejisi uygulamaları Osmanlı Devleti yöneticilerinin kararlarında çok büyük etki yapmıştı.

    İtilaf Devletleri'nin elçileri ile görüşmeler devam ederken, Osmanlı Hükümeti 1 Ekim 1914'ten geçerli olmak üzere "Kapitülasyonlar" ı kaldırdığını 9 Eylül'de yabancı elçilere bildirdi ve 17 Eylül'de resmen yayınladı. Buna ilk tepki Almanya ve Avusturya'dan geldi. Gerçi bu haklarından sonradan vazgeçtilerse de, niyetlerinin hiç de dostça olmadığı anlaşılıyordu.

    Almanya'nın Marn Savaşı'ndaki başarısızlığı üzerine, Osmanlı Devleti Genelkurmayı kararsızlığa düşüp, ordunun sefer gereksiniminin tamamlanması için bir yıl beklemelerini ileri sürdü. Hatta Mustafa Kemal Sofya'da bulunan Fethi Bey'e savaşın kazanılmasının mümkün olmadığını belirtti ve durumun hükümete bildirilmesini istedi.Hiç değilse bir yıl beklenilmesini önerdi. Genelkurmay'ın, savaşın Almanlar tarafından kazanılacağına güvenleri olmamasına karşılık, Enver ve Talat Paşa'lar Almanya'ya güveniyor ve savaşa girilmesinde acele ediyorlardı.

    Ağustos Ayı içinde Osmanlı Devleti yöneticileri savaşa girmekte henüz kesin kararlı görülmediklerinden, Almanya savaşa girilmesinde acele edilmesi için baskı yapıyordu. Eğer Osmanlı Devleti savaşa katılmakta gecikirse, savaşın nimetlerinden yararlanamayacağını açıkça bildirmişti. Bulgaristan ve Romanya'nın takınacakları tutum konusunda ise Almanya, Enver Paşa'ya eğer Osmanlı Devleti donanması Karadeniz'de Rus limanları ve donanmasına saldırarak üstünlük elde ederse, bu iki devletin duraksamalarının geçeceği ve Almanya yanında savaşa katılacaklarına inandırmıştı. Bu amaçla Amiral Şoson, 16 Eylül'de Osmanlı Devleti donanması 1. Komutanlığı'na atandı. Görevi Osmanlı Devleti'ni savaşa sokmak olan Amiral, amacını gerçekleştirebilecek çok önemli bir mevki elde etmiş oldu. Eylül Ayı sonunda ve Ekim Ayı başında donanma Karadeniz'de eğitim yaptı. Bu sırada Rus donanmasının Osmanlı donanmasına karşı düşmanca tutum izlediği ve Boğaz'ın ağzına mayın döktüğü açıklandı.

    Enver Paşa'nın Bronzart Paşa'ya gizli olarak hazırlatmış olduğu savaş planı, 21 Ekim'de Alman Genelkurmay Başkanı Moltke'ye yollandı. Bu plana göre :" Osmanlı donanması Amiral Şoson komutasında Karadeniz'de Rus donanmasını batırarak üstünlük sağlayacak ve savaş ilanından sonra Padişah düşmanlarına Cihat ilan edecektir."

    Mustafa Kemal gibi bir kaç kişinin dışında, özellikle İttihat ve Terakki'nin liderleri dar görüşlü düşünceleri nedeniyle, savaşa hemen girilmesinden yana idiler. Kamuoyunda, bu savaşın çabuk biteceği ve büyük kazançlar elde edileceği düşüncesi yaratılmaya çalışılıyordu.

    Bu gelişmelerin sonunda Osmanlı Devleti donanması Karadeniz'e açıldı. Çeşitli kaynaklarda ve anılarda değişik biçimde anlatılmasına rağmen, 29 Ekim 1914'te Osmanlı Devleti donanması Rus donanmasına saldırdı ve Rus limanları topa tutuldu. Osmanlı resmi belgelerinde Ruslar suçlu gösterilmekle beraber, bu saldırının da kabine üyelerinin büyük bir bölümünün bilgisi dışında özellikle Enver Paşa'nın izniyle yapıldığı anlaşıldı. Osmanlı Devleti kaderini belirleyen bu savaşa fiilen katılmış oldu.Ruslar 1 Kasım'da Kafkasya'da saldırıya geçtiler. 5 Kasım'da da İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti'ne savaş ilan ettiler.

    Osmanlı Devleti bu savaşa, ülkenin yönetimini elinde bulunduran İttihat ve Terakki liderlerinin sorumsuz davranışları sonucu sürüklendi. Olayların akışından da anlaşılacağı gibi bu sürükleniş, birbirini izleyen üç olup bittiyle gerçekleşti.
    BİRİNCİSİ
    2 Ağustos 1914 tarihli Osmanlı-Alman ittifakı,
    İKİNCİSİ
    İki Alman gemisinin Çanakkale Boğazı'na girmesi,
    ÜÇÜNCÜSÜ
    Karadeniz'de Rus donanmasına yapılan saldırıdır.
    Bu üç olay da Meclis'in, Padişah'ın ve Hükümet'in bilgisi dışında, yalnız Enver ve kısmen Talat, Halil ve Sait Halim Paşaların sorumluluğu açıkça görülmektedir.

    Osmanlı Padişahı Halife sıfatıyla 11 Kasım 1914'te "Cihad-ı Ekber " ilan etti ve Fetva yayınladı. İngiltere, Fransa, Rusya İslam düşmanı, Almanya ise Halife'nin ve İslam'ın dostu olarak gösterildi. Sünniler için yayınlanan fetvanın yanı sıra Şiiler için yayınlanan Fetva da önemli yer tutar. 22 Ocak 1915 tarihli Tanin Gazetesi'nde de bir örneği bulunan bu Fetva'da "Sünni, İmami, Zeydi, Vahhaki, Havarız fırkaları (mezhepleri) " nin, kafirlerin İslam dünyasında saldırısına ve yağmasına karşı birleşmeleri isteniyordu.

    Halifeyi manevi lider tanımayan İran, Şii olması nedeniyle Cihad ve Fetvalara önem vermedi. Ayrıca 1907 yılında Rusya ile İngiltere arasında paylaşılmış olduğu toplumsal yapısının sömürgecilerin çıkarlarına karşı koyacak durumda olmaması, dolayısıyla 1914 yılında İran siyasi ve askeri bir güç olmaktan çok, yalnız coğrafi bir görünümdeydi. Afganistan ise, 1914 yılında iç işlerinde serbest olmasına rağmen, dış işlerinde İngiltere'ye bağımlı idi.Afgan Emiri Hindistan Hükümeti'nden yılda 120.000 İngiliz Lirası ödenek almakta idi. Askeri gücü de yoktu. İngiltere ve Rusya arasında bulunan Afganistan'ın, Osmanlı Halifesi'nin cihat ve fetvalarına uyması olanaksızdı. Gerek Almanya'nın, gerekse Osmanlı yöneticilerinin Arap ve Hint Müslümanlarını ayaklandırmak girişimlerine karşı, İngiltere aktif ve dengeli politika izliyordu. Hindistan İşleri Bakanı Lord Crove, Mezopotamya'daki İngiliz iktisadi ve stratejik çıkarları için yoğun bir çaba içerisindeydi. Daha 1914 Eylül'ünün başında Hindistan Hükümeti Askeri İşler Bakanı General Sir Edmond Barrow tarafından "Osmanlı Devleti savaşlarında Hindistan'ın Rolü " başlıklı bir rapor hazırlanmıştı. Bu raporda, psikolojik ortamın uygun olduğu belirtilerek, Basra Körfezi Bölgesi'nin derhal işgal edilmesi isteniyordu.Böylece Türkler hazırlıksız yakalanarak Araplar Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanmaya kışkırtılacak, yöredeki petrol yatakları korunacaktı. Ancak bu rapordaki istekler İngilizlerin Çanakkale saldırısı dolayısıyla uygulanmadı. Lord Kitchner, Orta Doğu'da savunma politikası izlenmesinden yanaydı. Hatta başlangıçta Lord Curzon, Hindistan'da Müslüman ayaklanmasından çekindiği için Mezopotamya'daki askeri harekat için karar veremiyordu. Fakat buna rağmen Osmanlı Devleti'nin henüz resmen savaşa girmediği, İngiltere ve Rusya ile anlaşma fırsatının bulunduğu bir sırada, 23 Ekim 1914'te İngilizler Şattülarab'ın ağzındaki Abadan Adası'nı işgal ve petrol kuyularını, depolarını, boru hattını korumak, Arapları ayaklandırmak ve ileride gönderilmesi olası İngiliz kuvvetlerine bir köprü başı hazırlamak ve gerekirse tüm Basra'yı işgal etmek için General Belemain'i görevlendirdiler. Osmanlı Devleti egemenliğinde olan Hicaz'da hüküm süren Haşimi Ailesi'nden Şerif Hüseyin'in oğlu aracılığıyla bir anlaşma ortamı hazırladılar. Daha yeni vefat eden Ürdün Kralı Hüseyin'in büyük babası ve eski Maveraün Ürdün Emiri olan Abdullah, Kahire'deki İngiliz Yüksek Komiseri Lord Kitchener ile temasta bulundu. Kitchener'in halefi Mac Mahon zamanında da süren bu ilişki sonunda 23 Ekim 1914'te antlaşma yapıldı. Bu antlaşmaya göre İngiltere, müttefiki Fransa'nın çıkarlarına zarar vermeden, Arapların bağımsızlığını tanıyacak ve destekleyecekti. İskenderun, Mersin, Şam Arap toprağı sayılıyor ve Hüseyin'e "Büyük Arap Krallığı" tahtı vaad ediliyordu. Osmanlı Devleti daha savaşa girmeden, İngiltere Orta Doğu'da gerekli önlemleri alıyordu. Osmanlı Devleti'nin savaşa katılmasından kısa bir süre sonra 22 Kasım'da Basra'yı bu önlemlerin ilk adımı olarak işgal ettiler. İngiltere Arap Emirlikleri ile ilişkilerini savaş başladıktan sonra daha da yoğunlaştırdı. 3 Kasım 1914'te İngiltere, koruyuculuğu altında bağımsızlığını tanıdı. 18-19 Aralık'ta da Mısır üzerinde İngiliz koruyuculuğunun (protectorate) kurulduğunu ilan etti. Savaşın başından beri tarafsızlığını korumaya çalışan ve öyle görünen A.B.D. ise, yakından ilgilenmeye başladığı Orta Doğu'da İngiltere'nin tek başına egemen olmasını, Mısır üzerindeki koruyuculuğunu ve Mısır Hidivi'nin Sultan unvanını kullanmasını kabul etmedi, fakat etkili de olamadı. İngiltere, 26 Ocak 1915'te İbn Suud ve 3 Kasım 1916'da da Katar Şeyhi ile anlaşarak tüm Arap Şeyhleri'ni kendine bağladı. Cihad ilanı emir ve şeyhler üzerinde örneğin başlangıçta Mekke Şerifi Hüseyin üzerinde biraz duraksama etkisi yaptıysa da İngiltere'nin politikası ve etkinliği sonucu onun yanında yer aldılar. Halife'nin cihat ilanının ve fetvalarının etkisiz kalışı İngiltere ve Fransa'ya, kendi sömürgelerinden gelen Müslüman askerlerini güvenle kullanmak olanağı verdi. İngiltere'nin, çoğunluğu Hint Müslümanlarından oluşan 941.000 kişiyi seferber ettiği ve bunların % 80'nin (756.000 kişi) Türk cephelerinde savaştığı göz önüne alınırsa, Halife'nin Müslümanlar üzerinde dini etkisinin olmadığı açıkça görülür. Cihad ve fetvaların etkisiz kalmasının nedenlerini:

    1. Müslüman toplulukların gerçekte kendi bağımsızlıklarını bile korumaya güçlerinin bulunmayışı
    2. Müslüman topluluklar içinde Hilafet makamının bir kaç tane olduğunun kabul edilmesi
    3. Bu makamın etkisinin bulunmaması
    4. Emperyalist devletlerin, İslam Dini'ni iyi inceleyip, kendi çıkarlarına uygun olarak en akıllı şekilde kullanmaları
    5. İslam toplumlarının yapılarının ve kültürel seviyelerinin ulusalcılık çağının gerisinde bulunuşu ve sömürgecilerin bunu iyi değerlendirmeleri

    1914-1915 YILLARI

    Türk Ulusu'nun Kurtuluş Savaşı'nı hangi koşullar altında, ne gibi olanaksızlıklar, yokluklar içinde ve hangi güçleri yenerek gerçekleştirdiğini anlamak için Birinci Dünya Savaşı'nda "Türk Savaşı" nı ve bunun Osmanlı Devleti'ndeki yıkımını iyi bilmek gerekir. Çünkü Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı'nda Rusya, İngiltere, Fransa gibi büyük devletlerin ordu, donanma ve tükenmez insan kaynaklarına karşı dört yıl süreyle Kafkasya, Çanakkale, Irak, Suriye, Galiçya, Sina gibi büyük cephelerde ve ulaşım olanaksızlıkları, yokluklar içinde savaştı. Kolera, tifüs, verem, zatürree, açlık ve daha bir çok hastalıktan yüz binlerce insan öldü. Silahsız, cephanesiz, ilaçsız, yiyeceksiz ve bin türlü ulaşım güçlüklerine rağmen dört yılın sonunda Türk vatanı işgal edilmemişti. Bu dört yıl savaşta Osmanlı Devleti orduları düşmandan çok hastalık ve yokluklara yenilmişti. İşte TÜRK BAĞIMSIZLIK SAVAŞI bu büyük yıkımdan sonra yapıldığı için ayrıca büyük önem taşır. Çünkü Türk Bağımsızlık Savaşı, hiçbir zaman Türk-Yunan Savaşı değil, Lozan'da karşımızda birleşen İtilaf Devletleri'ne karşı yapılan bir savaştır, emperyalizme karşı yapılan bir savaştır. Yunan Devleti ise, İtilaf Devletleri'nin yalnızca maşası oldular.

    Seferberlik ilanı ile birlikte Osmanlı Devleti, 1.700.000 km2 arazi üzerinde yaklaşık 22 milyon nüfusunun ancak 15 milyonundan yararlanabildi. 21 Temmuz 1914'ten 1915 yılı sonuna kadar 2.523.000 insanı silah altına aldı. Daha sonra bu sayı 2.8 milyona ulaştı. Görülüyor ki seferberlik rasyonel bir biçimde yapılmamış, ülkenin üretici gücü kısa zamanda silah altına alınmıştı.

    1916-1918 YILLARI

    1915 yılı sona erdiğinde savaşın genel gelişmesi, sonuç hakkında kesin bir bilgi vermiyordu. 1916 yılına girildiğinde savaşın büyük bir kısmı Avrupa cephelerinde geçiyordu. Türkiye, bütün güçlüklere ve olanaksızlıklarına rağmen Galiçya cephesinde Avusturya'ya yardım etmek için 33 bin kişilik bir kuvvet gönderdi.

    Irak cephesinde ise daha önce söz ettiğimiz Kut-ül Amare'de İngilizler teslim oldular. Fakat Enver Paşa Almanların isteğine uyup, İran'daki Rus birlikleri için kuvvet ayırınca İngilizler Aralık ayında taarruza başladılar. Kanal Cephesi'nde ise Cemal Paşa iki kez daha taarruz ettiyse de başarısız oldu. İngilizler Sina'yı ele geçirip Suriye'ye girmeye başladılar. Fakat Türkiye'nin en büyük kayıpları Kafkas cephesinde oldu. Ruslar 1916 Nisan'ından itibaren taarruza geçtiler. Eylül ayına kadar Trabzon, Erzurum, Gümüşhane ve Erzincan'ı ele geçirdiler. Sarıkamış'ta sorumsuzca ve bilgisizce yitirilen insanların yokluğu acı bir şekilde anlaşıldı. Zayıf kadrolu 3. Ordu Rusların karşısında dayanamadı. Mustafa Kemal Paşa'nın komuta ettiği 16. Kolordu bir ara Muş ve Bitlis'i kurtardı. Fakat Rus üstünlüğüne karşı fazla bir şey yapılamadı

    ARAP AYAKLANMASI

    1916'da Türkiye için en büyük tehlikelerden birisi de Arapların ayaklanması oldu. 1865 ten itibaren Arap milliyetçi örgütleri kurulmaya başlamışlardı. Birinci Dünya Savaşı'ndan önce İngiltere'nin Araplarla başlayan görüşmelerini, Lord Kitchener ve onun halefi Mac Mahon ile Abdullah arasında sürdürdüklerini ve 23 Ekim 1914'de anlaştıklarını, Arapları bağımsızlık vaadi ve altın vererek ayaklandırmaya kışkırtan İngiltere'nin Basra'yı işgal ettikten sonra, 26 Ocak 1915'te İbn Suud ve 3 Kasım 1916'da Katar Şeyhi ile anlaştığını ve tüm Arap şeyhlerini kendisine bağladığını görmüştük. Özellikle Mac Mahon ile Şerif Hüseyin arasındaki mektuplaşmalar ve Arap ihtilalcilerinin Şerif Hüseyin'e başvurması Arap ayaklanmasının hazırlığını oluşturuyordu. Bunun sağlanmasında İngiliz casusu Albay Lavrens en büyük rolü yüklenmişti. Arapları ayaklanmaya iten diğer bir sebep de, Suriye'deki Arap milliyetçilerinin ayaklanma hazırlığı içinde oldukları için yargılandıktan sonra Mayıs 1916'da Cemal Paşa tarafından idam edilmeleri oldu. İngilizler Araplara bağımsızlık vaad etmelerine rağmen İtilaf Devletleri Sykes-Picot Anlaşması'yla Orta Doğu'yu aralarında pay ediyorlardı. Araplar, buna rağmen Türkiye'ye karşı örgütleniyorlardı, Şerif Hüseyin Cemal Paşa'yı oyalarken İngilizlerle görüşmeleri sürdürüyordu. Hüseyin ilk ayaklanma hazırlığını 27 Haziran 1916 'da ilan ettiği beyanname ile duyurdu. 10 Haziran da Mekke ve Cidde'de ayaklanma zaten başlamıştı. Taif ayaklanması ve diğer yerlerdeki ayaklanmalar hızla yayıldı. Amman'dan Medine'ye kadar olan yerlerdeki 30.000 Türk askeri hareketsiz kaldı. Yemen'deki Türk ordusu ile ilişki koptu. Mısır'daki İngiliz ordusunun Filistin seferi sırasında sağ kanadında Türk ordusuna karşı önemli hizmetler gören Arapların bu ayaklanması Suriye cephesinin kaderini de belli etti. Türk ordusu bir yandan İngiliz ordusu ile savaşırken bir de arkasındaki Araplarla vuruşmak zorunda kaldı. Sina ve Filistin yenilgilerinden sonra Türk ordusu Güney Suriye'yi terk ederek kuzeye, anavatana doğru çekilmeye başladı. 1917 yılında Suriye, İngilizlerin eline geçti. İngiliz ordusu Aralık ayında Kudüs'e girdi. Kudüs'e İngiliz komutanı General Allanby'nin girişi Hıristiyanlığın kutsal kentinin Müslümanların elinden kurtarılışı, bütün Hıristiyan dünyasında olduğu gibi, Türkiye'nin müttefiki Avusturya'nın başkenti Viyana'da da kutlanıyordu. Arapların bu başarıları onların birlikten yoksun olduğunu çabuk ortaya koydu. Osmanlı egemenliği kalkınca Arap Şeyhleri arasındaki rekabet ortaya çıktı. Aralarındaki mücadeleden yararlanan İngiltere ve Fransa bütün Arabistan'ı Manda adı altında yağmaladılar. İngilizlere karşı Cihad ilan etmiş olan Darvur Sultanı Ali Dinar'ın ayaklanması ise İngilizler tarafından Mayıs 1916 da bastırıldı. Bu tek olayın da hiç etkisi olmadı.

    Bu topraklardaki Türk egemenliğinin kalkışı ise Yahudilere, İsrail devleti kurmak için büyük fırsat yarattı. 1897 yılında Bale'de toplanan Siyonist Kongresi'nde ortaya atılan "ecdatlarının eski topraklarında bir Yahudi merkezi kurmak" fikri dünya Yahudileri arasında hızla yayılmıştı. "Dünya Siyonist Konseyi" bu politikayı hızlı bir propaganda ile yaymış , özellikle A.B.D. ve İngiltere'deki Yahudi gücü bu propagandanın etkisini kısa zamanda geliştirmişti. Birinci Dünya Savaşı'nın çıkışı Yahudi milliyetçiliğini güçlendirdi. Türkiye'nin egemen olduğu sıralarda, Orta Doğu'da Yahudi yerleşimi için yaptıkları öneri Abdülhamit tarafından red edilmişti. Savaş içinde Türklerin yenilmeye başlaması ve Türk egemenliğinin sona ereceğinin ve İngiltere'nin Orta Doğu'ya egemen olacağının anlaşılması, Yahudi devleti kurmak için dünya Siyonistlerine umut kapısını açıyordu. Türk ordularını arkadan vurarak İngilizlerle anlaşan Araplar, gelişen bu yeni olayın kendileri için tehlikesini geç anladılar. 1917'de "Dünya Siyonist Konseyi "nin Orta Doğu'da bir yerleşme yeri isteği İngiliz Hükümeti'ne resmen bildirildi. İngiltere Kasım 1917 de verdiği yanıtta "İngiltere'nin Filistin'de milli bir Yahudi merkezi kurulmasını, burada Yahudi olmayan cemaatin dini ve hukuki haklarına hiç bir zarar vermemek şartı ile kabul edeceğini.." bildirdi. "Balfour Deklarasyonu" adıyla anılan bu yanıt İsrail'in kurulmasını oluşturan ilk önemli adımdır. Burada yüzyıllardır yaşayan Müslümanların dini ve hukuki haklarına dokunulmadan bir Yahudi yerleşiminin sağlanması sözü ise yalnızca bir İngiliz aldatmacasıydı. Böyle bir olay ancak zorla gerçekleşebilirdi. A.B.D. deki 3 milyonu aşkın Yahudi ve İngiltere'deki Yahudi gücü "Kutsal Topraklar" üzerinde bir yerleşim yeri elde etmek için Türk egemenliğinin yıkılmasından doğan bu fırsatı kaçırmadılar. Arap-Yahudi savaşının tohumları böylece 1917 yılında ekilmiş oldu.

    Arapların ayaklanmasından sonra Türk ordusu İngilizler karşısında kısa zamanda çözüldü. Cihat ilanı ve din kardeşliği hülyalarının da işe yaramadığı acı bir şekilde anlaşıldı. Suriye cephesindeki başarısızlıkları gören Mustafa Kemal Paşa 2. Ekim 1917'de buradan Enver Paşa'ya yolladığı mektupta çok gerçekçi bir biçimde ülkenin durumunun çok kötü olduğunu, her yerde asayişin bozuk, ekonominin çöküntü içinde, sefaletin yaygın ve ordunun savaş gücünün kalmamış olduğunu belirtti ve "Harbin anahtarı bizim elimizde değildir" sözleriyle galibiyet umudunun bulunmadığını dile getirerek daha fazla zarara uğramadan savaşa son verilmesinin gerektiğini anlattı. Fakat Rusya'da devrim çıkmasından umutlanan Enver Paşa bu uyarıları dikkate almadı. Çünkü hala Almanya'nın galip geleceği umudunu taşıyordu.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  7. #7
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    OSMANLI İMPARATORLUĞU'NUN PAYLAŞILMASI
    (GİZLİ ANTLAŞMALAR)

    İtilaf Devletleri Osmanlı İmparatorluğu'nu iki ana bölüme ayırarak kendi aralarında paylaşmayı düşünüyorlardı. Birinci kısım İmparatorluktan ayrılan Arap toprakları, ikinci kısım da Anadolu toprakları idi.

    Birinci Dünya Savaşı'nın sorumlusu hiç kuşkusuz yalnızca Almanya ve Avusturya değildi. İngiltere, Fransa ve Rusya'da aynı oranda, suçluydular. İngiltere ve Fransa savaş boyunca dünyanın her yerinde "Hak, adalet, küçük ulusların hakları" gibi kavramlar uğruna savaştıklarının propagandasını yaptılar. O kadar ki buna A.B.D. halkını bile inandırdılar. Buna rağmen savaş içinde yaptıkları "Gizli Antlaşmalar" ile kendi prensiplerini çiğnediler. İngiltere, daha 9 Kasım 1914'de Boğazları Rusya'ya vaad ederek bu yola başvurmuştu. Bunun sonunda Mart ve Nisan 1915'de İngiltere ve Fransa Boğazlar ve İstanbul'u Rusya'ya bırakmışlar, İtalya'yı savaşa sokabilmek için de 26 Nisan 1915'de İtilaf Devletleri Antalya yöresini İtalya'ya vaad etmişlerdi. Bu iki anlaşma da Türkiye üzerindeki pazarlıklarla ilgiliydi. Tüm Orta Doğu'nun paylaşılması için Fransız temsilcisi General Jorj Picot ile İngiliz temsilcisi Mark Sykes arasında uzun görüşmelerden sonra 3 Ocak 1916'da anlaşmaya varıldı. "Sykes-Picot Anlaşması" denilen bu anlaşmaya göre, Suriye ve Irak'ın tümü ve Türkiye'nin güney kısmı İngiliz ve Fransız bölgesi olarak ayrılmıştı. Filistin'de ise uluslararası bir yönetim kurulacaktı. Sykes-Picot Anlaşması'ndan sonra İngiltere ve Fransa,Rusya ile görüşmeye başladılar. Bu görüşmelerden sonra 26 Nisan 1916'da üç devlet arasında anlaşmaya varıldı. Sykes-Picot Anlaşması'yla Orta Doğu'da saptanan İngiliz-Fransız üstünlüğünü Rusya kabul ediyor, fakat buna karşılık Trabzon'un batısından geçen bir hattın doğusunda kalan Van, Bitlis, Muş, Siirt yöreleri Rusya'ya kalıyordu. Fakat bu anlaşmadan İtalya'ya haber verilmemişti. Durumdan kuşkulanan İtalya'nın müttefiklerinden açıklama istemesi üzerine kesin bir anlaşma bulunmadığı Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşılması için görüşmelerde bulunulduğu yanıtı verildi. Bir yandan Avusturya'nın İtilaf Devletleri ile ayrı barış istemesi, diğer yandan Rusya'da Şubat 1917 ihtilâlinin çıkması İtalya'yı endişelendirdi. Kesin bir anlaşma yapmak için İngiltere ve Fransa'ya baskı yapmaya başladı. 19-21 Nisan 1917'de St. Jean de Maurienne'de yapılan görüşmeler sonunda Mersin dışında, Antalya, Konya, Aydın ve İzmir İtalya'ya veriliyordu. Buna karşılık İtalya, 1916 yılında İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki anlaşmaları kabul ediyordu. Taraflar birbirlerine ait olan Türk limanlarından serbestçe yararlanabileceklerdi. Ancak bu anlaşmaların yürürlüğe girmesi için Rusya'nın onayı gerekiyordu. İtalya, İngiliz-Fransız oyununa geldiğini Paris Barış Konferansı'nda anlayacaktır. Böylece; hak ve adalet öncülüğünü ileri süren İtilaf Devletleri savaş içi gizli anlaşmalarıyla tüm Orta Doğu'yu yağmalıyorlardı.



    İTTİHAT VE TERAKKİ DÖNEMİ YENİLEŞME
    VE MİLLİ EKONOMİ UYGULAMALARI (1908-1918)

    İkinci Meşrutiyet'in hazırlayıcısı ve 1918'e kadar Türkiye'yi yöneten İ.T. bütün hatalarına rağmen Türk sosyal ve ekonomik yaşantısında büyük bir değişimin de temelini atmıştır. Siyasette "Milliyetçilik" ilkesini savunan İ.T., ekonomide de "Milli Ekonomi" düşünce ve eylemini de başlatmıştır. Fakat kuşkusuz 19ll yılında 160 milyon altın dış borcu olan, kapitülasyonlar altında ezilen ekonomik mirası devralan İ.T. nin, "Milli Ekonomi" politikasını uygulama zamanı olmadığını, 1912 den 1918 sonuna kadar devamlı savaşlarda yaşandığı ve bu sebeple hep savaş dönemi ekonomisi esaslarının uygulanması gerektiği göz önünden uzak tutulmamalıdır. Geri kalmış ülke ekonomisinin en büyük gereksinimi olan barış ve dış ekonomik yardım, 1908-1918 arasında hemen hiç gerçekleşmeyen bir olaydır. Hatta 1923'te Cumhuriyetin İlanı'na kadar Türkiye, en az on yıl, savaş ekonomisi koşulları içinde yaşadı.

    İktisadî milliyetçilik konusunda İ.T.ye ve o dönem aydınlarına en çok etki Alman örneğinden geldi. Almanya'da ilerlemenin ve yükselmenin kaynağı "Milliyetçilik" ilkesiydi. Alman malı olan milli iktisadı örnek alan aydınlar, Alman millî iktisat ekolünün önemli kişisi Friedrich List'in etkisinde kaldılar. İktisadiyet Mecmuası Türklerin Alman Ulusu'nu örnek alması gerektiğini ileri sürerken, milli iktisatçılar "Bir ülkede ihtiyaç ve menfaat ortak bir nitelik taşımalı, birey ortak çıkar uğruna her türlü özveride bulunabilmelidir." diyorlardı. Ziya Gökalp'e göre Birinci Dünya Savaşı dolayısıyla, Osmanlı ülkesi dışa kapanarak kendi yağı ile kavrulacağından, sosyal bir bütünlük kazanacak, hem tarım, hem sanayi ülkesi olabilecekti. Bunun gerçekleşebilmesi için savaş içinde "Milli Türk Burjuvası"nı yaratabilmek amacıyla ekonomik bir uygulamaya gidildi. Yabancıların tekelinde bulunan ticaretin Türk-Müslüman tüccarının eline geçebilmesi için, çeşitli yollara baş vuruldu, Milli Şirketlerin gerçekleşmesi için Birinci Dünya Savaşı'nın yarattığı ortamdan yararlanma yoluna gidildi. Sermaye birikiminin sağlanabilmesi için de İ.T.ye yakın çevrelere ticari ayrıcalıklar tanındı. Milli iktisat uygulamasının en önemli adımı Eylül 1914'de, yani savaşın ilk günlerinde, henüz Türkiye savaşa girmediği bir tarihte, kapitülasyonların kaldırılması kararı oldu. İşin ilginç yanı bu karara en büyük tepki Türkiye'nin müttefiki Almanya'dan geldi. Yabancıların statüsünü değiştiren kanunla, yabancı tüccarların ayrıcalıklarına son verildi. Osmanlı Bankası'na ait olan para çıkartma yetkisi, bu bankadan alındı. Gümrük vergilerinde köklü değişikliklere gidilerek, tarım, yerli sanayi ve üreticiyi koruyucu önlemler alındı. Yabancı Şirketlere ve fabrikalara Türk personeli kullanma ve bu şirketlerde Türkçe'nin zorunlu olması uygulamaları getirildi. Hatta yabancı şirketler tabelalarını da Türkçe yazacaklardı. Sanayi Okulları'nın açılışı gerçekleştirilirken, Almanya'ya staj için işçi ve öğrenci alınması için okullar açıldı. Köylüye karşılıksız tohum verilirken, "Ziraat Hizmet Konusu" ile bir çok Türk şirket ve dernek ziraata yardımcı kılındı. Ziraat Bankası'nın yetki ve görevleri arttırılırken, kooperatifçiliğe de önem verildi. İ.T.nin ileri gelenlerinden Kara Kemal özellikle bu konuda önemli bir kişi oldu. Diğer yandan sanayiyi teşvik etmek için Türk sanayicisine gümrük ve vergi muafiyeti, bedava fabrika arsası vermek gibi büyük olanaklar ve ayrıcalıklar tanındı. Bunları sağlamak, özellikle kredi sorununu çözmek için yeni milli bankalar kuruldu. İthalat ve ihracat'ın, Türk-Müslüman tüccarların eline geçmesi, yabancıların tasfiye edilebilmesi için mevzuat buna göre düzenlendi.

    1914-1918 döneminin bütün bu uygulamalarının başarısı için barışa ihtiyaç vardı. Oysa ülke savaşa girdi. Üretim alanlarından 2.850.000 insan alınarak cephelere gönderildi. Üretici genç neslin üretim alanından uzaklaşıp, büyük bir tüketici kütle olması, ekonominin üzerinde büyük yıkım yaptı. Savaş ihtiyaçları, ordunun beslenmesi, silah, cephane, ilâç vs. nin sağlanabilmesi için ülke kaynakları hemen büyük bir çoğunluğu ile savaş giderlerine ayrıldı. Diğer yandan yine savaş giderlerinin karşılanabilmesi için Almanya'dan borç alındı. Ancak bu da yeterli olmadığı için iç borçlanmaya da gidildi. Hükümet 398,5 milyonu bulan savaş giderlerinin büyük kısmını emisyonla karşıladı. Almanya'dan 86,8 milyon, Avusturya'dan 14,5 milyon ve Anadolu Bağdat Demiryolu avansından 1,1 milyon olarak toplam 120,4 milyon dış borç aldı. Dış borç ve iç borç müsadere yoluyla elde edilen gelirlerle 203,7 milyonluk olağanüstü bütçe elde edildi. Gerek dış gerekse iç borçlanma ve emisyon yoluna başvurulması enflasyon hızını daha da arttırdı. Yiyecek ve diğer tüketim mallarının fiyatları görülmemiş bir hızla artarken, yiyecek bulmak güçlükleri savaşın sefaletini beraberinde getirdi. Gelir dağılımını ise büyük ölçüde sarstı ve dengesizlik yarattı. Öyle ki 1915'den sonra yıllık enflasyon hızı yüzde 300'e ulaştı. Un, şeker, yağ, süt, peynir v.b. gıda maddelerinin fiyatları halkın ödeme gücünün çok üstüne çıktı. Birçok gıda maddesinin karneye bağlanmasına rağmen yeterli besin maddesi sağlanamadı. Bu da karaborsa fiyatlarının doğmasına yol açtı. Örneğin etin resmi fiyatı 20-35 kuruş iken, piyasada 200 kuruşa, yumurtanın tanesi 0,5'den 8 kuruşa, şekerin okkası 3 kuruştan 300 kuruşa yükseldi. Maaşlar çoğu kez gecikmeli olarak ödenirken işçi ve memurların maaş ve yevmiyeleri satın alma gücü yönünden savaş öncesine göre yüzde 60-80 oranında değer kaybetti. Bu durum özellikle sabit gelirlilerin yoksullaşmasına sebep oldu.

    İ.T. 1914-1918 arasında, "Milli Burjuva", "Milli tüccar ve sanayici" yetiştirebilmek için, ordu ve büyük şehirlerin beslenmesi için, başvurulan yöntemle, devlet eliyle sermaye birikimi sağlama olanağını verdi. Özellikle demiryolu taşımacılığı Topal İsmail Hakkı Paşa'ya verildi. İstanbul halkının beslenme ve diğer tüketim mallarının sağlanmasıyla görevlendirilen Kara Kemal, Rum ve Ermeni tüccarlara karşı, Türk tüccar yetiştirilmesinin en açık örnekleriydiler. Biri taşımacılığı, diğeri de tüketim malları dağıtımını büyük karlarla yaptıkları için kısa zamanda savaş zengini olan örneklerdi. Bu sebeple "Savaş tüccarı", "spekülasyon erbabı", "muhtekir" gibi sıfatlarla anılan yeni bir zengin kesim oluşmaya başladı· Türk-Müslümana tanınan bu ticari haklar, köklü sermaye birikimi ve tecrübesi olmayan bu tüccarların büyük kısmının komisyon karşılığı, Rum, Ermeni, Yahudi tüccarların aracısı durumuna gelmesine yol açtı.

    Savaş döneminin enflasyon ve yokluk etkileri sosyal yaşamı da sarstı. Rüşvet ve yolsuzluk söylentileri yanı sıra, sefaletin sebep olduğu kötü hayat özellikle İstanbul'da dikkati çekmeye başladı. Savaş döneminin zorlukları yüzünden, istenen "milli ekonomik politika" başarılı olamadı. Yeni zenginler yeterince sermaye birikimi yapamadıkları gibi, sonuçta ancak küçük bir azınlık savaş zengini oldu, bu da halkın nefretini çekti.

    Fakat bütün bu sıkıntılara ve ekonomide savaşın etkisiyle uğranılan başarısızlığa rağmen, İ,T. eğitim, sanat, laikliğe doğru ilerleme, kadın hakları, gibi konularda ileri adımlar attı. Takvim ve alfabelerin değiştirilmesine çalışıldı. Fes yerine orduda yeni bir başlık giyildi. Kur'an Türkçe'ye tercüme edildi ve "cuma hutbeleri" Türkçe yapıldı, gerici yayın susturuldu.

    Eğitime gerçekten çok önem veren İ.T. savaş boyunca, öğretmenleri askerlikten muaf tuttu. Türkçe ve Türk tarih ve coğrafyasının öğretilmesine önem verildi. Kızların lise ve üniversiteye gitmesi sağlandı. Çarşafın kaldırılması için yoğun bir kampanya açıldı. Bu sayede peçenin kalkması sağlandı. Kadına çalışma hayatında yer verildi. Yeni kuşakların yetişmesinde mütevazı Türk öğretmenlerinin çok hizmeti geçti. Batı sanatına ve müziğine yöneliş için önemli uygulamalar yapıldı. Türk kadınlarının sahneye çıkabilmeleri sağlandı. Din ve devlet işlerinin birbirlerinden ayrılmasının uygulanması ve yeni Adliye Kanunu Şubat 1917'de, bütün tepkilere rağmen kabul edildi. Gregoryan takviminin kabulü, ağırlık ve uzunluk ölçülerinde birlik için önemli adımlar atıldı. Enver Paşa eski harflere bağ!ı kalmakla beraber orduda bir harf reformu denedi. Fakat İ.T.' nin yaptığı tüm bu yenilikler, Mondros Mütarekesi sonrası, iktidarı ele geçiren ve milliyetçiliğe karşı olan gerici çevrelerin partisi, Hürriyet ve İtilaf tarafından kaldırıldı. Fakat 1914-1918 yılları arasında, Türkiye'de ulusal inançla yetişen bir taban oluşmuştu. Bu taban Türk İstiklal Savaşı sırasında özellikle "Müdafaa-i Hukuk"un oluşmasını sağlayacaktır.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  8. #8
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    ÇANAKKALE CEPHESİ


    Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'ni Almanya'nın yanına iten İngiltere, Balkan Savaşı'nda perişan olmuş Osmanlı Devleti ordusunu küçük görüyor ve Çanakkale Boğazı'nın İngiliz donanmasınca kolayca geçilebileceğini, hatta İngiliz zırhlılarının büyük toplarının karşısında, Balkan mağlubu Türk askerlerinin kaçacağını sanıyordu. Bahriye Bakanı W. Churchill, İngiliz donanmasının Marmara'ya girip, İstanbul'u teslim alacağını ve Osmanlı Devleti'nin işinin biteceğini hesaplıyordu. Hatta Yunanistan'ı savaşa sokup, Gelibolu Yarımadası'nı Yunan ordusuna işgal ettirip, İngiliz donanmasını tehlikesizce Marmara Denizi'ne geçirmeyi planlıyordu. Lord Kitchener de bu işin çok kolay olacağı görüşünde idi. Kaldı ki Osmanlı Devleti ordusunun elindeki silahlar eski ve eksikti. Henüz Almanya'dan yeterli silah, özellikle büyük toplar getirilmemişti. Bütün şartlar İngilizlere Çanakkale'yi kolayca geçebilecekleri umudunu veriyordu. Çanakkale kolayca geçilince hem Osmanlı Devleti'nin işi bitecek ve "Doğu Sorunu" nu çözümlenecek, hem de boğazlar üzerinden Rusya'ya gereksinimi olan silah, cephane, malzeme gönderilecek, Almanya iki ateş arasına alınacak ve savaş kısa zamanda İtilaf Devletleri'nin galibiyetiyle sonuçlanacaktı. Gerekirse Rusların da Karadeniz kıyılarına asker çıkarması sağlanarak İstanbul teslim alınacaktı. Bu bakımdan Çanakkale Savaşı, Birinci Dünya Savaşı'na gelişmeleri ve sonucunu etkilemesi yönünden çok büyük önem taşıyordu. Irak, Suriye ve Kafkas cepheleri gibi kısmi bir cephe değil, savaşın sonucunu etkileyecek büyük bir cephe idi.

    İngiltere Savaş Bakanı Lord Kitchener İngiliz Donanması'nın kara ordusuna gereksinim duymadan Çanakkale'yi geçeceğini düşünüyordu. Bu nedenle, müttefik İngiliz-Fransız filosu Şubat 1915'te Limni Adası'nın Mondros (Mudros) Limanı'nda toplandı. 19 Şubat'tan itibaren de Çanakkale Boğazı ağzına İngiliz-Fransız donanması tarafından yoğun bir bombardıman başladı. 17 Mart'ta kadar bombardıman sürdü. 18 Mart 1915'te İngiliz-Fransız filoları iki hat halinde, Boğazı geçmek için saldırıya başladılar. Bu saldırıya şu gemiler katıldı:


    A Hattı B Hattı
    Queen Elizabeth Suffen
    Agamemnon Bouvet
    Lord Nelson Charlemagne
    Inflexible Gaulois
    Triumph Cornwallis
    Prince George Canopus
    Vengeance
    Irresistible
    Albion
    Oceon
    Swiftsure
    Majestic

    Bir gece önce, Türk mayın gemisi "Nusret" in Boğaz'a mayın döktüğünden habersiz olan bu muhteşem donanma, yoğun bir top ateşiyle Boğaz'a girdi. Yeterince büyük topları bulunmayan Osmanlı Devleti 6 saat 45 dakika süreyle, düşmanın bu üstün kuvvetine karşı amansız bir direnme gösterdi. Müttefik donanması akşama doğru, Boğaz'ı geçemiyeceklerini acı bir şekilde anlamış oldu. Fransız Bove bir mayına çarparak, bütün personeli ile sulara gömüldü ve iki İngiliz zırhlısı da aynı şekilde battı. Diğer zırhlılar ise ağır veya hafif yaralar aldılar. Donanmalarının yarısının işe yaramaz duruma geldiğini gören müttefikler, akşam üstü savaş alanını terk ettiler. Yedi gemi kaybeden İtilaf Devletleri Çanakkale Boğazı'nı geçemiyeceklerini anladılar ve Gelibolu Yarımadası'nı işgal etmeye karar verdiler. Mısır'dan getirdikleri Tümenlerini Limni ve İmroz Adası'na yığdılar. Nisan 1915 başında 40.000 Fransız, 50.000 İngiliz askeri toplandı. 25 Nisan'da Boğaz'ın Anadolu yakasındaki köşesine çıkarma denemesi yapan İtilaf askerleri başarısızlığa uğradı. Fakat asıl çıkarmayı Seddülbahir kıyılarına yaptılar. 28 Nisan'daki 1.Kitre Savaşı'nda ağır kayıplar verdiler. 1 Mayıs'tan itibaren İngilizler, asker çıkarmaya devam ettiler ve 6 Mayıs'ta başlayan büyük saldırıya (11. Kitre) 50.000 kişilik İngiliz-Fransız askeri katıldı. Türk askeri bu büyük kuvveti durdurdu ve bu saldırı da İtilaf kuvvetleri için düş kırıklığı ile sonuçlandı. Bunun üzerine İtilaf Devletleri Gelibolu Yarımadası'na sürekli asker çıkarttı. Tarihin en kanlı savaşlarından birisi, bu küçük yarımada üzerinde amansız bir şekilde sürdü. İtilaf kuvvetleri özellikle Anafartalar Savaşları'nda Yarbay Mustafa Kemal'i karşılarında buldular.

    1908'den sonra İttihat Terakki liderleriyle anlaşamadığı için yalnızca askerlik mesleğine kendisini veren Mustafa Kemal, son olarak atandığı Sofya Askeri Ataşeliği'nden gönüllü olarak cepheye atanmasını istedi. Tekirdağ'da bulunan 19. Tümen Komutanlığı'na atandı. Yeni kurulan bu kuvvet bir aylık bir eğitimden sonra savaşa katıldı. İşte İngiliz-Fransız ordusu bu genç subayın askeri başarıları karşısında çaresiz kaldılar. Cephanesiz kaldıkları için düşman önünden kaçan askeri, süngü saldırısına kaldırarak düşman saldırısını engelleyen Mustafa Kemal, 57. Alay'ın da gelmesinden sonra, çok üstün düşman ordusuna, karşı saldırıya kalktı ve emrindeki birliklere "Size ben saldırıyı emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum... Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde, yerimizi başka kuvvetler ve başka komutanlar alabilir..." emrini veren Mustafa Kemal'in, bu emrini yerine getiren 57. Alay tamamen şehit oldu. Fakat düşman çıkartması da Anafartalar'da başarısız oldu.

    Çok kanlı savaşlar sonunda İngiliz-Fransız ordusu, Anafartalar-Conkbayırı gibi Türk direnişleri karşısında yenilgiyi kabullendiler. 19-20 Aralık 1915'te askerlerinin bir bölümünü çeken düşman, 3-9 Ocak 1916'da da diğer kuvvetlerini çekerek yarımadayı boşalttılar. Bu savaşta Osmanlı Devleti ordusu 55.000 şehit, 100.000 yaralı, 21.500 hastalıktan ölen, 10.000 kayıp olmak üzere yaklaşık 200.000 kayıp verdi. Karşı tarafın kayıpları daha çoktu. 55.000'i ölü olmak üzere, yaralı ve esirler dahil, yaklaşık 330.000 kayıp verdiler.

    Daha başlangıçtan beri Osmanlı Devleti ordusunun Alman subayların emrine verilmesine karşı çıkmış olan Mustafa Kemal, hemen her fırsatta bu durumu Savaş Bakanlığı'na yazmıştı.Çanakkale Cephesi'nde Liman von Sanders'in yaptığı savaş planını beğenmemişti. Enver Paşa'ya yolladığı yazıda, düşmanın karaya asker çıkarırken, zayıf bulunduğu bir sırada saldırarak karaya çıkmasının engellenebileceğini, oysa Sanders'in planının düşmanın karaya çıktıktan sonra durdurulmasına dayandığını, bunun da bizim aleyhimize sonuçlanacağını belirtti ve orduya Enver Paşa'nın kendisinin komuta etmesini istedi. Sanders'in planı, İtilaf Devletleri'nin büyük bir kuvvetini Çanakkale'de uzun bir süre oyalamak temeline göre yapılmıştı. Böylece İtilaf Devletleri 8,5 ay bu cephede savaştıklarına göre, Alman planı başarılı oldu. Türk askerleri Almanya'nın yükünü hafifletmek için savaştırıldı. Düşmanın yenildiğini ve çekilmek üzere olduğunu anlayan Mustafa Kemal, çekilme anında düşmana yapılacak bir saldırı ile büyük kayıplar verdirileceğini bildirdiyse de isteği Savaş Bakanlığı tarafından uygun bulunmadı. Bunun üzerine istifa etti ise de Liman von Sanders Paşa'nın isteği üzerine istifasını geri aldı.

    İstanbul ve Osmanlı Devleti'ni kurtarmış olan Mustafa Kemal adı Enver Paşa'nın engellemesiyle İstanbul'da duyurulmadı. Sarıkamış başarısızlığını sansür ile engelleyen Enver Paşa, Mustafa Kemal adını da duyurmadı. Mustafa Kemal, bu savaş sırasında Albay'lığa terfi etti ve bir süre sonra Diyarbakır'a atandı. Generalliğe terfi ettiği de oraya ulaşınca bildirildi. Çanakkale yenilgisi Lord Kitchener'in siyasi yaşantısını sona erdirirken, Churchill'inkini de 20 yıl geriye attı.

    Çanakkale'de İtilaf Devletleri yenilirken, Almanya ve Avusturya, Bulgaristan'ın yardımıyla Sırbistan'ı ezdiler ve Almanya'dan İstanbul'a demiryolu bağlantısı kuruldu. Almanya'dan sağlanan ağır silahlar nedeniyle artık Çanakkale'yi geçmek olanaksızdı. Çanakkale başarısızlığı İtilaf Devletleri'ne çok pahalıya mal oldu. Bu harekatın başarılması ile savaşı kısa sürede kazanacaklarını uman İtilaf Devletleri yanıldılar. Balkan Savaşı'nda yenilen Osmanlı Devleti ordusu genç subayları yönetiminde yeni bir dinamizm kazanmıştı. Dünyanın yenilmez sanılan donanma ve ordularının yenilebileceğini gösterdi. Çanakkale Savaşı'nı Osmanlı Devleti'nin kazanması nedeniyle Rusya'ya gereken yardım gönderilemedi ve Osmanlı Devleti savaş dışı bırakılamadı. Bu nedenle savaş iki yıl daha uzadı. Kut-ül Amara ve Seddülbahir yenilgileri, İngilizlerin prestijini çok sarstı ve özellikle sömürgelerindeki İngiliz itibarına darbe indi. Savaşa katılmakta duraksayan Bulgaristan'ın, Almanya yanında savaşa katılmasına neden oldu. Savaşın iki yıl uzaması, Rusya'da sefalet ve yokluğu arttırarak, Ekim 1917 Bolşevik Devrimi'nin çıkmasına neden oldu. Fransızların bu iki yıl içerisinde 1.766.000 ve İngilizlerin 1.607.651 daha insan kaybetmesine neden oldu. Böylece İngiliz ve Fransız ekonomileri önemli ölçüde zarar uğradılar ve bu ülkelerde hükümet bunalımları ortaya çıktı. İngiliz ekonomisinin zarara uğraması en çok A.B.D.'nin işine yaradı.

    * Prof. Dr. Ergün AYBARS, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Cilt I, Ege Ün. Basımevi İzmir,1986,ss 73-76
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  9. #9
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    IRAK CEPHESİ

    İngilizlerin, daha savaş başlamadan önce Basra'ya asker getirmeye başladığını biliyoruz. Bir yandan Araplarla anlaşma yollarını ararken, bir yandan da asker yığmaya devam ediyordu. Oysa bu cephelerde Osmanlı Devleti'nin ancak 8.000 kişilik bir kuvveti ve ayrıca Araplardan oluşan 2.900 askeri vardı. Fakat İngilizler Araplarla anlaşmak üzereydiler. 22 Kasım 1914'de Basra'yı alan İngilizler ileri harekata başlayınca, Osmanlı Devleti de Irak cephesine asker gönderdi. Osmanlı Devleti'nin elinde yeterli haritalar bile bulunmuyordu. Albay Nurettin Bey (Paşa) Irak Cephesi Komutanlığı'na atandı. İngiliz komutanı Tawhsend, 27 Eylül 1914'de Kut-el Ammare'yi alıp yerleşmişti. Kasım Ayı'nda yapılan çetin savaşlardan sonra her iki taraf ta ağır kayıplar verdi. Bu arada cepheye Von der Golç Paşa atandı ve Nurettin Bey onun emrine verildi. 7 Aralıkta Osmanlı Devleti ordusu Kut-el Ammare'ye saldırdı ve kuşattı. Kuşatma 4,5 ay sürdü. 1000 ölü, 7000 yaralı vermiş olan İngiliz ordusu (5000 İngiliz, 7000 Hintli ve 3000 geri hizmetli) Osmanlı Devleti'ne teslim oldu. İngilizler bu yenilgiden sonra çok daha dikkatli davrandılar. Basra'ya yeni kuvvetler göndermeye başladılar.

    Diğer yandan, İran'da Türk ve Alman etkisi ile İngiliz Konsolosu ve yandaşları Eylül 1915'te tutuklandı. Türk ve Alman subayların Türk ve İranlı 15.000 savaşçı sayesinde orta ve güney İran'daki İngilizler buraları terk ettiler. Golç Paşa Bağdat'a geldikten sonra (18 Ekim 1915) İngilizlere karşı İran'da ayaklanma çıkartılmaya çalışıldı. Fakat bir süre önemli bir Rus kuvveti Enzeli'de karaya çıkarak İran'daki bu üstünlüğe son verdi. Rusların Tahran'ı ve İngilizlerin de Bağdat'ı almasından sonra bu cephede üstünlük İngilizlerin eline geçti.

    Doğu cephesinde soğuk, açlık, hastalık ve yokluklar içinde savaşan Türk Askeri; Irak cephesinde de sıcak, kolera, açlıktan kırılırken cephane ve ilaç gibi her çeşit malzemenin yokluğu, çeşitli olanaksızlıklar içinde savaşmak zorunda kaldı. Arapların İngilizlerle anlaşarak Osmanlı Devleti ordusunu arkadan vurmaları üzerine savaşın kaderi İngilizlerin eline geçti.

    * Prof. Dr. Ergün AYBARS, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Cilt I, Ege Ün. Basımevi İzmir,1986,ss 72-73
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  10. #10
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    DOĞU CEPHESİ (SARIKAMIŞ HAREKATI)

    1878 Berlin Kongresi kararıyla Kars'ın Rusya'ya kalmasından sonra, Ruslar burada askeri amaçlı yollar yaptılar, demiryolunu Sarıkamış'a kadar getirdiler. Buna karşılık Türk demiryolu Ankara'nın ancak 100 km. doğusuna kadar ulaşmakta idi. Bağdat Demiryolu Projesi'nin uygulanmasını, Doğu Anadolu'ya demiryolu yapılmamak şartıyla kabul eden Rusların niyeti açık bir şekilde ortaya çıkmıştı. Rusya daha savaşın başında ulaşım üstünlüğüne sahipti. Osmanlı Devleti için en kolay yol Trabzon Limanı aracılığı ile ulaşımı sağlamak idi. Kaldı ki askeri denge açısından Rusya, Osmanlı Devleti'nden çok üstün durumda idi. Osmanlı Devleti lehine olan tek şey ise, Rusya'nın Almanya ve Avusturya ile savaş durumunda olmasıydı.

    1914 Ocak başından beri "Başkumandan Vekili" olarak bütün Türk ordularının komutanı olan Enver Paşa İttihat ve Terakki'nin "Merkez-i Umumisi"nin de (genel merkez) en güçlü adamı idi. Enver Paşa Kafkasya'da Rusya'ya karşı sağlanacak askeri bir üstünlükle "Turancı" ülküyü gerçekleştirebileceğini düşünüyordu. Alman cephesinde meşgul olan Rusya'nın Kafkaslarda ancak 100.000 piyade ve 15.000 süvarisi 256 topu bulunuyordu. Ayrıca Ermenilerden 4.000 ve Gürcülerden 2.000 kişilik kuvvetleri vardı. Enver Paşa, Ruslara karşı iki kat kuvvetle saldırıp yenmeyi düşünüyordu. 6 Aralık 1914 tarihinde Trabzon'a oradan da Erzurum'a gelen Enver Paşa'nın kış ortasında, askerin yazlık giysi ile ve bütün yolar karla kaplı iken yapmak istediği saldırıyı kabul etmeyen 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa istifa etti. IX. ve X. Kolordu Komutanları da Enver Paşa'nın düşüncesini paylaşmadıkları için istifa ettiler. Fevzi Paşa da (Çakmak) kış saldırısına karşı idi. 3. Ordu'nun komutasını doğrudan üzerine alan Enver Paşa, kış ortasında, 1,5 metre kar altında, -25 derecede ve 2-3 bin metre yükseklikte, arazinin dağlık ve ancak patika yollarından yararlanılabildiği bir yerde, Liman von Sanders'in de karşı koymasına rağmen 19 Aralık 1914 tarihinde orduya saldırı emrini verdi. 90.000 kişilik mükemmel disiplinli bir ordu "Sarıkamış Saldısı"na başladı. Yiyecek ve ısınma için hiç bir hazırlık yapılmamış olan bu saldırıda Türk askerinin 60.000'den çoğu soğuktan donarak öldü. Bütün olanaksızlıklara rağmen asker, dayanıklılık, itaat, direniş ve mücadele azminin üstünlüğü bakımından büyük bir örnek gösterdi. 27 Aralık'ta yapılan Türk saldırısı Ruslar tarafından durduruldu. 28-29 Aralık'ta da Sarıkamış kuşatıldı. Fakat ordunun 2/3'ü soğuktan donarak öldüğü için kuşatma başarısız oldu. 1 Ocak 1915'te, planın başarısızlığını gören Enver Paşa yine de saldırıyı devam ettirdi. 2 Ocak günü ise cepheden ayrıldı. Rus ordusunun ileri harekatı ile Ardahan ve Oltu yeniden Rusların eline geçti. Türk askeri çekilirken yine soğuk,açlık ve hastalıktan büyük kayıplar verdi. 90.000 kişilik ordudan 12.000 kişi geriye dönebildi, geriye dönenler de hastalıklı idi. Rus tarafının, 16.000 ölü, 12.000 yaralı ve hasta olmak üzere 28.000-30.000 kayıpları vardı.Enver Paşa, Sarıkamış Harekatı ile ilgili haberlere sansür koydurttuğu için, bu başarısızlık İstanbul ve diğer yerlerde yeterince duyulmadı ve Enver Paşa'nın başarısızlığı sonradan etkisini gösterdi. Kafkas Cephesi'nde üstünlüğü ele geçiren Ruslar, bir süre sonra hemen hemen tüm Doğu Anadolu'yu ele geçirdiler.

    * Ergün AYBARS,Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1, Ege Ün. Basımevi, İzmir, 1986, ss 70-71
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

Sayfa 1 Toplam 2 Sayfadan 12 Sonuncu

Benzer Konular

  1. II.Dünya Savaşı (Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi 2.Ünite Ders Notları)
    Konu Sahibi tulayabakaymindiz Forum İkinci Dünya Savaşı Ders Notları
    Cevap: 5
    Son Mesaj : 17.Mayıs.2011, 16:53
  2. İkinci Dünya Savaşı’nın Başında Dünya'nın Genel Siyasal Yapısı
    Konu Sahibi ilteriş Forum İkinci Dünya Savaşı Araştırmalar
    Cevap: 1
    Son Mesaj : 13.Ocak.2010, 12:33
  3. Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi Dersi II. Dünya Savaşı Ünitesi (II. Ünite) PDF
    Konu Sahibi turgutreis Forum İkinci Dünya Savaşı Ders Notları
    Cevap: 2
    Son Mesaj : 17.Kasım.2009, 19:56
  4. Ynt: I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nı İçeren Bulmaca
    Konu Sahibi ozkanduman1977 Forum Çöp Kutusuu
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 16.Ekim.2008, 19:33
  5. I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nı İçeren Bulmaca
    Konu Sahibi karadut Forum İnkılap Tarihi Genel Etkinlikleri
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 09.Mart.2008, 17:29

Bu Konu için Etiketler

Giriş