Ynt: Ankara Müftüsü Mehmet Rifat Efendi
C. Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Kuruluşu ve Faaliyetlerinde M. Rifat Efendi
Sivas Kongresinde daha önce teşkil edilmiş olan bütün millî cemiyetlerin, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, ismi altında birleştirilerek, yeniden teşkil edilmesine karar verildi. İşte bu karar gereğince, Ankara'da da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulması cihetine gidildi. 29 Ekim 1919 tarihinde yapılan seçim sonunda sözkonusu cemiyet; Müftü M. Rifat Efendi'nin başkanlığında kuruldu (12).
Müftü M. Rifat Efendi'nin başkanlık ettiği bu cemiyet, çok yönlü ve değişik çalışmalarda bulunmuştur. Özellikle, Heyet-i Temsiliye ve Mustafa Kemal Paşa'nın Ankara'ya geldiği tarihe (27 Aralık 1919) kadar olan sürede; Vilayet dahilinde (livalar ve kazalarla beraber) teşkilâtlanmaya önem verildiği, memleket dahilindeki millî faaliyetlerle irtibatlı olarak, gerektiğinde yardım veya yerine göre, millî birlik ve beraberliğin sağlanmasında her türlü destekte bulunulduğu görülmektedir. Heyet-i Temsiliye'nin Ankara'da çalışmalarına başlamasıyla da cemiyet; Mustafa Kemal ve arkadaşlarına her türlü yardımda bulunmuştur. Öyle ki, bizzat Cemiyet Başkanı Müftü M. Rifat Efendi, kendisi ile eşi Samiye Hanım için ayırdığı "cenaze parasını" bir torba içinde Mustafa Kemal Paşa'yı ziyaret ederek ayağının yanına bırakmıştır. Yine Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Ankara'ya geldiklerinin ilk haftasında Müftü M. Rifat Efendi'nin önderliğinde Ankaralıların aralarında kırkaltıbinbeşyüz liralık yardım topladıkları bilinmektedir (13).
O günlerde sözkonusu yardımlar çok önemliydi. Bu cümleden olarak, Uluğ İğdemir Yılların İçinden adlı eserinde; "Atatürk Sivas'tan Ankara'ya yeni gelmişti. Devlet hazinesi bomboştu. Hükümet üç-dört bin lirayı bir araya getirmekte sıkıntı çekiyordu. Bir gün Atatürk'e çok inanmış, o zaman Ankara Müftüsü olan rahmetli Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi, elinde bir mendile sarılmış 1200 lira kadar bozuk para ile Mustafa Kemal'i ziyarete geldi... ve bağlı mendili masanın üzerine bıraktı. Atatürk kendisini son derece duygulandıran bu davranışın anısını hiç bir zaman unutmamıştı. Her bayram Rifat Börekçi'ye bir hediye gönderir ve buna 1200 liralık bir çeki de eklerdi" (14) diyerek M. Rifat Efendi'den ve yapmış olduğu yardımın öneminden söz etmektedir.
Cemal Kutay da Ali Fuat Paşa (Cebesoy)'dan naklen Müftü Rifat Börekçi'nin;
"Millet Meclisi binası olarak hazırlanmasına karar verilen yarım kalmış okul yapısının tamamlanmasını, şahsi imkânıyla sağladığını, Mustafa Kemal Paşa'ya Ankara'da adına armağan edilen ve o zamanki adı Papazın Bağı olan Çankaya'daki ilk yapıyı sahiplerinden satın almak için şehrin eşrafını tesbitleyen listenin başına kendi adını eliyle yazdığını, Heyet-i Temsiliye Ankara'ya geldiği zaman Belediyenin misafiri sayılması kararını aldığını, bu müddet içinde de evvela 1000, daha sonra 800 lira toplayarak, bunlardan birincisini Mazhar Müfit Bey'e, ikincisini Cevad Abbas Bey'e verdiğini, fakat bütün bu himmet ve yardımlarını, alakaya layık görülenlerden habersiz yerine getirdiğini" (15) belirtir.
Cemal Kutay'ın bildirdiği para yardımına ait ayrıntıyı; Mazhar Müfit Kansu şöyle anlatır:
"... İçeriye giren zat Müftü Efendi'nin geldiğini söyledi. Eyvah, şimdi Müftü Efendi'ye kahve ısmarlamak lazım. Kahve var ama şeker yok.. Ya şekerli kahve içerse... Çünkü şeker çok pahalı idi... Kimde para vardı ki?...
–Paşa'ya haber veriniz, dedim.
–Paşa size gönderdi. Paşa ile görüştüler.
–Peki buyursunlar.
Müftü Efendi; (Diyanet İşleri Reisi iken vefat eden merhum Rifat Efendi) odama girdi. Ortadaki yuvarlak ve küçük masanın kenarında bir iskemleye oturdu.
–Müftü Efendi, zannıma göre kahve içmezsiniz, değil mi?
–Evet içmem.
–Sigara?
–Onu da kullanmam.
Halbuki Müftü Efendi kahve içerdi. Biz buna meydan vermemek için süalde bulunduk. Müftü Efendi derhal vaziyeti anladı ve "içmem" dedi (tebessüm ederek):
–Sizin biraz sıkıntıda olduğunuzu öğrendik. Az da olsa yardımda bulunmayı vazife bildik... (diyerek) cüppesinin altından bir torba çıkardı. İçindeki kağıt paraları saymaya hazırlanıyordu.
–Müftü Efendi, teşekkür ederiz. Evvela Paşa ile bu hususta görüşseniz iyi olur dedim.
–Görüştüm. Kasa Mazhar Müfit Bey'dedir, ona veriniz, dedi.
–Müftü Efendi... nihayet tamam bin lira saydı. Ben de ... paraları aldım ve kasaya koydum" (16).
M. Rifat Efendi'nin Milli Mücadele için yaptığı malî yardımlar, sadece belirtilenlerden ibaret değildir. Meselâ, Onun başkanı bulunduğu Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin TBMM hizmet binası için harcadığı miktar, 5068 (Beşbinaltmışsekiz) liradır (17). Bu para o tarihlerdeki değerine göre hiç de azımsanmayacak bir miktardır. Ali Fuat Paşa'nın da teyid ettiği gibi bu paranın büyük bir kısmını Müftü Efendi; şahsi gayret ve çabasıyla halktan toplamıştır. Buna, M. Rifat Efendi'nin Keskin Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti idaresine gönderdiği ve aslı B. Sakallı'da mahfuz olan 1.4.1336 (1920) tarihli telgrafı güzel bir örnektir. Bu telgrafla yardım olarak Keskin halkından 100 (yüz) lira istenmektedir (18).
Özetle, Müftü M. Rifat Efendi'nin de teşvikiyle Ankara halkı; Milli Mücadele'ye manevî desteğinin yanı sıra, maddî bakımdan da önemli katkıda bulunmuştur. Şüphesiz böyle küçük bir çalışmada bunların hepsinden sözetmemiz imkânsızdır. Bunun için burada çalışmamızın bu kısmını konuya açıklık getirmesi bakımından o günlerin müşahitlerinden Hayri Helvacıoğlu'nun şu sözleriyle bitiriyoruz:
"... Hatırlarım. Gece hiç bilinmeyen ve şimdiye kadar isimleri, hizmetleri duyulmayan insanlar, faytonlarla ziyaretine gittiler (Mustafa Kemal Paşa'ya). Şimdiye kadar açıklanmadı. Çünkü Ankaralılar gösterişi sevmezler. Milli Mücadele için... heybeyle para bıraktılar..." (19).
D. Ankara'da Kuva-yı Milliye Teşkilatı ve Faaliyetlerinde M. Rifat Efendi
Ankara'da ilk millî kıpırdanmalar; Mondros Mütarekesi'nin hemen sonrasında (Aralık 1918), İngiliz ve Fransız güçlerinin şehrin önemli yerlerini işgal etmeleri (*) ve bazı taşkın hareketlerde bulunmalarına karşı, Ankaralıların müdafaa hareketleriyle başlamıştır. Milli hareket taraftarlarınca karşı bir mukavemet gösterilmiş olunmalıdır ki; İngilizler buradaki güçlerini daha sonraki günlerde 200 kişilik bir kuvvetle takviye etme gereğini duymuşlardır (20). Bu arada 19 Ocak 1919 tarihinde iki İngiliz Subayı Ankara'ya gelmiştir (21). Aynı tarihlerde bir Fransız Albayı da Ankara'ya uğramıştır (22).
Halbuki o tarihlerde bu yörede düşman kuvvetlerine karşı koyabilecek sayıda Türk askeri bulunmamaktaydı. Ayrıca o günlerde Harbiye-i Umumiye Riyaseti'nin Genelkurmay Başkanlığı 7 Ocak 1919 tarihli telgrafında belirtildiği gibi, "Ankara'ya hiç bir taraftan kuvvet celbi de mümkün değildi" (23).
Buna rağmen, emperyalist güçler, Ankara'da 22 Mayıs 1919 tarihine kadar kalabilmişlerdir (24). Gerçi işgalci güçlerin şehri terke mecbur oluşlarında; 20. Kolordu merkezinin (24. fırka 1919 Haziran'ının ilk günlerinde Ankara'ya gelmiştir) Ankara'ya taşınmasının etkisi inkâr edilemez. Bununla beraber başta Müftü M. Rifat Efendi olmak üzere, birçok Ankaralının başlatılan Milli Mücadele'yi canla-başla desteklemiş olmalarıdır (25).
Ali Fuat Paşa'nın Ankara'ya gelişiyle oradaki millî faaliyetler daha da hızlanmıştır. Gönüllü alayları teşkil edilmiştir. Bu cümleden olarak, Müftü M. Rifat Efendi önderliğinde başlatılan gönüllü toplama çalışmalarından (26) İrade-i Milliye'nin 7 Teşrin-i Evvel 1335 (7 Ekim 1919) tarihli nüshasında şöyle bildirilmektedir: (Sadeleştirilmiş şekli)
"Evvelki günkü mitingten sonra Müftü Efendi Hazretlerinin delâlet ve irşadiyle, ihtiyaç görüldüğü takdirde, meşru haklarımızı müdafaa için millî bir alayın teşkili tensip edilmiş, Müftü Rıfat Efendi Hazretleri alaya nefer sıfatıyle yazılmasını istemiş, vukubulan teklif üzerine alayın fahri komutanlığıyle sancaktarlığını kabul ettiği gibi, ülemadan Hacı Atıf Efendi Hazretleri de alayın müftülüğünü ve Hacı Bayram Hatibi Hafız Mehmet Efendi birinci taburun imamlığını üzerlerine almışlardır. Bunu müteakip ileri gelenlerden Kütükçüoğlu Fevzi, Kınacıoğlu Mehmet, Belediye âzasından Emin ve Taygaroğlu Naşit Efendiler gönüllü nefer kaydedilmişlerdir.
Bugün bütün ileri gelenler, yedek ve emekli subaylar büyük bir istekle komisyona müracaat ile kaydolunmaktadırlar. Hükûmet memurlarının pek çoğu bu alaya gönüllü yazıldıkları gibi, Ankara ilçelerinden gelen telgraflardan muhterem halkın ve ileri gelenlerin mahallerinden aynı teşkilâtı yapmaya başladıklarını bildirmişlerdir."
Hatırlanacağı üzere, bu alayın teşkilinden kısa bir süre sonra 29 Ekim 1919 tarihinde, Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştur. Bundan sonra oradaki her türlü millî faaliyetler, bu cemiyet ve bu cemiyetin başkanı Müftü M. Rifat Efendi tarafından yürütülmüştür.*
E. Ankara'dan Yayınlanan Fetva'nın Hazırlanışında M. Rifat Efendi ve Bu Fetvanın Milli Birliği Sağlamaktaki Önemi
1- Fetvanın Hazırlanış Nedeni:
Bilindiği gibi İstanbul hükümetleri, özellikle Damat Ferit Paşa Hükümeti, Anadolu'daki millî hareketin gelişmesini önlemek için çeşitli yolları denemekten kaçınmamaktaydı. Nitekim Damat Ferit Paşa Hükümeti daha Sivas Kongresi'nden önce böyle bir mücadeleye girişmişti. Ferit Paşa, Haziran 1919'da vali ve mutasarrıflara gönderdiği telgrafta, Milli Ordu teşkilinin yasaklandığını bildirerek, buna uymayanlara pek insafsız davranılmasını, gerekirse İstanbul Divan-ı Örfi'ye gönderilmesini emretti (27).
Ayrıca, Damat Ferit Paşa Hükümeti, her ne suretle olursa olsun Sivas Kongresi'nin toplanmasına engel olmak istemişti. Bunun için Ali Galip adında birisi Harput Valiliğine tayin edilerek Sivas Kongresi'ni basmaya ve üyelerini tevkif etmeye memur edilmişti (28).
Diğer taraftan Anadolu'da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde gelişen milli harekat sebebiyle, çaresizliğe düşen İstanbul Hükümeti, bazı şehzadeler başkanlığında taşraya "Heyet-i Nasihalar" göndermişti (29).
Hükümet Başkanı Damat Ferit'e göre bu heyetler, halka Padişah'ın selâmlarını ve onun kendilerini düşünmekte olduğunu bildireceklerdi (30).
Böylece Hükümet, kendi otoritesini Anadolu'da artırmak istiyordu. Hükümet aleyhine doğabilecek millî cereyanları köreltmek niyetinde idi. Halkın hükümetten ziyade padişah otoritesine olan saygısından dolayı, nasihat heyetlerinin başına özellikle şehzadeler verilmiştir (31).
Bunlardan başka İstanbul Hükümeti, Anadolu'da teşekkül eden millî birlik ve azmi yer yer hazırladığı ayaklanmalarla baltalamaya çalışıyordu. Bilhassa, Damat Ferit Paşa'nın kurduğu hükümetler döneminde, "Kuva-yı Milliye" aleyhindeki faaliyetler daha da şiddetleniyordu. Son olarak 5.4.1920'de Salih Paşa Hükümeti düşmüş, onun yerine tekrar Ferit Paşa Hükümeti (dördüncü kez) kurulmuştu. Damat Ferit Sadrazam olduktan sonra, özellikle İtilâf güçlerinin baskısı ve desteğiyle "Anadolu birliğini içten yıkmak için her türlü tezvire" başvuruyordu. Öyle ki, "...Emir-i Sultaniye itaat etmeyen Müslümanlar..."a ceza tehdidinde bulunan fetvalar yayınlatmıştı(32). İşte bunlardan en tesirlisi, en önemlisi ve Anadolu'daki millî hareket için en tehlikelisi, 11 Nisan 1920 tarihinde Şeyhülislâm Dürrizade Abdullah imzasıyla yayınlanan oldu(33).
İtilâf güçlerinin özellikle İngiliz istek ve baskısıyla (34) hazırlanan bu Fetva-yı Şerife'de özetle; Anadolu hareketi Padişah'a karşı ayaklanma sayılıyor, Kuva-yı Milliye kötülenerek Padişahın sadık tebaasına zulüm edenlerin katledilmeleri gerektiği ileri sürülüyordu. Ayrıca fetvada Kuva-yı Milliye'ye karşı savaşırken ölenlerin şehit olacakları da belirtiliyordu. Bu fetva şöyledir:
"Dünya düzeninin sebebi olan ve kıyamet gününe kadar Ulu Tanrı'nın daim eyleyeceği İslâm Halifesi Hazretleri'nin veliliği altında bulunan İslâm memleketlerinde bazı kötü kimseler anlaşarak ve birleşerek ve kendilerine elebaşılar seçerek Padişahın sadık uyruklarını hile ve yalanlarla aldatmakta, yoldan çıkarmaktadırlar. Padişahın yüksek buyrukları olmaksızın asker toplamaktadırlar. Görünüşte askeri beslemek ve donatmak bahaneleriyle, gerçekte ise mal toplamak sevdasıyla, şeriate uymayan ve yüksek emirlere aykırı bir takım haksız ödemeler ve vergiler koymakta ve çeşitli baskı ve işkencelerle halkın mal ve eşyalarını zorla almakta ve yağmalamaktadırlar. Böylece insanlara zulmetmekte, suçlamakta ve Padişahın ülkesinin bazı köy ve şehirlerine saldırmak suretiyle tahrip ve yerle bir etmektedirler. Padişahın sâdık tebasından nice suçsuz insanları öldürmekte ve kan döktürmektedirler. Padişah tarafından atanmış bazı dini, askerî ve sivil memurları istedikleri gibi memuriyetten çıkarmakta ve kendi yardakçılarını atamaktadırlar. Hilâfet merkezi ile Padişah ülkesi arasındaki ulaştırmayı ve haberleşmeyi kesmekte ve devletin emirlerinin yapılmasına engel olmaktadırlar.
Böylece, hükümet merkezini tek başına bırakmak, Hâlifenin yüceliğini zedelemek ve zayıflatmak suretiyle yüksek Hilâfet katına ihanet etmektedirler. Ayrıca Padişah'a itaatsizlik suretiyle devletin düzenini ve asayişini bozmak için düzme yayımlar ve yalan söylentiler yayarak halkı azdırmaya çalıştıkları da açık bir gerçektir. Bu işleri yapan yukarıda söylenmiş elebaşılar ve yardımcıları ile bunların peşlerine takılanların dağılmaları için çıkarılan yüksek emirlerden sonra bunlar, hâlâ kötülüklerine inatla devam ettikleri takdirde işledikleri kötülüklerden memleketi temizlemek ve kulları fenalıklardan kurtarmak, dince yapılması gerekli olup, Allah'ın "öldürünüz" emri gereğince öldürülmeleri şeriata uygun ve farz mıdır? Beyan buyrula...
Cevap: Allah bilir ki olur.
Dürri Zâde El-Seyid Abdullah
Böylece Padişahın ülkesinde savaşma kabiliyeti bulunan müslümanların adil Hâlifemiz Sultan Mehmet Vahdettin Han Hazretlerinin etrafında toplanarak savaşmak için yapacağı davet ve vereceği emre uymak suretiyle adı geçen asilerle çarpışmaları dince gerekir mi? Beyan Buyrula.
Cevap: Allah bilir ki gerekir.
Dürri Zâde El-Seyid Abdullah
Bu takdirde, Halife Hazretleri tarafından sözü edilen asilerle savaşmak üzere görevlendirilen askerler, çarpışmazlar ve kaçarlarsa büyük kötülük yapmış ve suç işlemiş olacaklarından dünyada şiddetle cezayı, ahirette de çok acı azâbı hakk ederler mi? Beyan buyrula.
Cevap: Allah bilir, ederler.
Dürri Zâde El-Seyid Abdullah
Bu takdirde, Halife askerlerinden asileri öldürenler gazi, asilerin öldürdükleri şehit sayılırlar mı? Beyan buyrula.
Cevap: Allah bilir ki, sayılırlar.
Dürri Zâde El-Seyid Abdullah
Bu takdirde, Padişah'ın asilerle savaşmak için verdiği emre itaat etmeyen müslümanlar, günahkâr ve suçlu sayılıp şerîat yargılarına göre cezalandırılmayı hak ederler mi? Beyan buyrula.
Cevap: Allah bilir ki, ederler.
Dürri Zâde El-Seyid Abdullah (35).
İstanbul'da basılan gazetelerde de yayınlanan bu fetvadan çok miktarda Anadolu'nun her tarafına çeşitli vasıtalarla (postayla, Anadolu'ya geçen kimseler aracılığıyla, vs.) hatta Yunan ve diğer İtilâf güçlerinin uçaklarıyla dağıtılmıştı (36). Fetvanın Anadolu'da yayılmasını ve zararlarını önlemek için sıkı önlemler alınmış ise de bunda pek başarılı olunduğu söylenemez. Zira TBMM, 23 Nisan 1920 Cuma günü toplandığı zaman, ülkenin işgalden kurtulabilmiş köşeleri ayrı görüşlerin kavga sahnesi haline gelmişti. Bu yıkıcı fetvalar ve Bab-ı Ali'nin beyannameleri ile aldatılan halk, yer yer vatan kurtarıcılarının önüne dikilmişti. Anadolu'nun muhtelif yerlerinde ayaklanmalar başgöstermişti. Bu tehlikeli isyan hareketleri Ankara'nın yakınlarına kadar sirayet etmişti (37).
Türk Milli Mücadelesi için zor günler yaşanıyordu. İç ve dış ihanet, elele vererek Anadolu'da bir kardeş kavgası çıkartmak suretiyle Türk'ü Türk'e kırdırtmak istiyorlardı. Durum her geçen gün daha da tehlikeli bir hal aldı. Milli hareketin başarısızlığı dahi sözkonusu olabilirdi. Öyle ki, eldeki Kuva-yı Milliye ve Milli Mücadele taraftarı askerî birliklerden de firarların başladığı görülmektedir. 56. Fırka Kumandanı Bekir Sami Bey'in Ankara'ya ilettiği şu sözleri, meselenin vehametini göstermesi bakımından ilginçtir. "Eğer bu gece alelacele, Ankara vesaire baş müftüleri ve ulema-i meşhure-i İslâmiye (den) mukabil fetvalar alınmazsa Bursa vilayetinde pek ziyade kesb-i vehamet etmesi muhtemeldir" (38) diyordu. Bu üzücü gelişmeler, İstanbul'un fetvasına karşı en önemli tedbirin; mukabil fetvaların yayınlanması ile alınacağı gerçeğini ortaya koymuştu.
2- Fetvanın Hazırlanışı
Başta M. Kemal olmak üzere, millî hareketin ileri gelenleri; "Padişah ve halife dahi esirdir. Makam-ı hilafet ve saltanatın tahlisi (kurtarılması) lâzımdır" (39). Bu nokta'yı nazardan hareketle; düşman elinde esir olan halifenin zor ve baskı kullanılarak böyle bir fetvanın yayınlattırıldığı, haliyle de bu fetvadaki hükümlerin geçersiz olduğu hususu üzerinde durdular. Ankara'da, bu ana fikirden hareketle, bir fetva yayınlanması çalışmalarına başlandı. Neticede, Ankara Müftüsü ve aynı zamanda Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi de olan Mehmet Rifat Efendi başkanlığında, Ankara'da bulunan beş müftü, dokuz müderris ve medrese müdürü ile altı kişilik ilmiye sınıfından müteşekkil toplam yirmi kişilik bir grup da bir fetva hazırladı (40).
Anadolu'daki Milli Hareketin meşru olduğu, Padişah ve Halife'nin dahi esir bulunduğu, düşman elinde esir olan Halife'ye zor ve baskı kullanılarak fetva yayınlatıldığı, haliyle bu fetvadaki hükümlerin geçersiz olduğu hususlarının dile getirildiği bu fetva da 19-22 Nisan 1920 tarihlerinde, Öğüt, İrade-i Milliye, Açıksöz gibi Milli Mücadele yanlısı gazetelerde yayınlandı. Bu fetva, sadeleştirilmiş şekliyle (41) şöyledir:
"1- Dünyanın nizâmının sebebi olan İslâm Halifesi Hazretlerinin halifelik makamı ve saltanat yeri olan İstanbul, mü'minlerin emirinin (Padişahın) varlığının sebebine aykırı olarak, İslâmların düşmanı olan düşman devletler tarafından fiilen işgal edilerek, İslâm askerleri silahlarından uzaklaştırılıp, bazıları haksız olarak şehit edilmiş, Halifelik merkezini koruyan bütün istihkâmlar, kaleler, savaş aletleri zapt edilmiş ve resmî işleri yürüten ve İslâm Ordusunu donatmakla görevli Bab-ı Ali'ye (Başbakanlık) ve Harbiye Nezâretine el konmuştur.
Bu suretle Halife, milletin gerçek menfaatleri uğrunda tedbir almaktan men'edilmiştir.
Sıkıyönetim ilân edilip harp divanları kurulmuş, İngiliz kanunları uygulanarak kararlar verilmek suretiyle Halife'nin yargı hakkına müdahale edilmiştir.
Yine Halife'nin rızası olmadığı halde, Osmanlı toprakları olan İzmir, Adana, Maraş, Antep ve Urfa taraflarına düşmanlar saldırıp oradakileri müslüman olmayan uyruklarımızla el-ele vererek İslâmları toptan yok etmeye, mallarını yağmalamaya ve kadınlarına tecavüze, müslüman halkın bütün kutsal inançlarına hakarete kalkışmışlardır.
Anlatılan şekilde hakarete ve esirliğe uğrayan Halifelerini kurtarmak için, ellerinden geleni yapmaları bütün Müslümanlara farz olur mu?
Cevap: Tanrı (Allah) en iyi bilir ki, olur.
2- Bu suretle, Halifeliğin meşru hakkını elinden alanlardan kurtarmak ve fiilen saldırıya uğrayan vatan topraklarını düşmandan temizlemek için uğraşan ve çalışan İslâm halkı Şeriatça Tanrı (Allah) yolundan ayrılmış olurlar mı?
Cevap: Tanrı (Allah) en iyi bilir ki, olmazlar.
3- Halifeliğin gasbedilen haklarını geri almak için düşmanlara karşı açılan mücadelede ölenler "Şehit", kalanlar "gazi" olurlar mı?
Cevap: Tanrı (Allah) en iyi bilir ki, olurlar.
4- Bu suretle din uğrunda savaşan ve görevini yapan halka karşı düşman tarafını iltizâm ederek İslâmlar arasında silâh kullananlar ve adam öldürenler şeriat bakımından en büyük günahı işlemiş ve fesatçılık işlemiş olurlar mı?
Cevap: Tanrı (Allah) en iyi bilir ki, olurlar.
5- Bu suretle aslında istemediği halde düşman devletlerinin zoru ve kandırması ile, olaylara ve gerçeğe uymayarak çıkarılan fetvalar, müslümanlar için şeriatça dinlenir mi ve ona uyulur mu?
Cevap: Tanrı (Allah) en iyi bilir ki, uyulmaz" (42).
Bu fetva, 16 Nisan 1920'de Heyet-i Temsiliye Riyaseti'nce Anadolu'ya gönderilerek bütün müftülüklere tebliğ edildi ve bunu, her müftünün onaması talep edildi. Ayrıca bu konuda mülki ve askerî yetkililerden yardımcı olunması istenilmiştir (43).
Mustafa Kemal Paşa'nın çağrısıyla bu fetva, Anadolu'nun değişik yerlerindeki 153 müftü ve din alimi tarafından tasdik edildi.
Fetvayı tastikleyen 153 müftü ve din adamının adlarını görmek için tıklayınız.
Devam edecek.