Atatürk’ün, Prof. Dr. Afetinan tarafından yazılan Medeni Bilgiler kitabına hazırlık olmak üzere el yazısı ile yazdığı yazılardan
Milletin kurduğu devletin ve hükümet teşkilâtının, vatandaşlara karşı, mükellef olduğu vazifeleri ve salâhiyetleri, vardır. Bu vazifelerin mahiyetleri tetkik olunursa, şöyle bir sıra yapılabilir :
a) Memleket içinde, asayişi ve adaleti tesis ve idame ederek, vatandaşların, her nevi hürriyetini, mâsun bulundurmak
b) Haricî siyaset ve diğer milletlerle münasebetleri idare ederek ve dahilde her nevi müdafaa kuvvetlerini, daima hazır bulundurarak, milletin istiklâlini emin ve mahfuz bulundurmak.
c) Bu iki nevi vazife, devletin, en esaslı vazifelerindendir. Denilebilir ki, devlet teşkilinden maksat, bu iki vazifenin ifâsını temin etmektir. Çünkü bu vazifeler, vatandaşların fert olarak, yapmağa muktedir olamayacakları işlerdir. Hattâ, vatandaşların, bu vazifeleri, kısmen dahi, yapmağa kalkışmaları caiz değildir; zira, o zaman, anarşi olur; devlet kalmaz. Meselâ; bir vatandaş kendi kendine bir ecnebi devletle, siyasî bir temas ve münasebette bulunamaz.
d) Bir vatandaş, memleket müdafaasında, başına toplayabileceği, bir takım, kimselerle başlı başına harekete mezun değildir.
e) Bir vatandaş, kendi hürriyet ve hakkını, kendi maddî kuvvetine dayanarak temine kalkışamaz.
f) Bu hususlar, fertlerin kuvvet ve teşebbüsleri ile değil,milletin iradesini haiz olan devletin kudret ve nüfuzuyla temin olunabilir.
“31.1.1930, Cuma günü
Bir milletin harsı yükseldikçe, ferdi hürriyetin tatbikat sahaları genişler ve çoğalır. Muhtelif şekilde birbirinden ayrı ve müstakil ferdi hürriyetler meydana çıkar. Bu hürriyetler, mahiyet ve tabiatlarına göre iki gruba ayrılırlar:
Birinci grup içinde sayabileceğimiz hürriyetler başlıca, ferdin maddi menfaatlerine tekabül eder, ki şunlardır:
Kelimenin dar manasıyla, şahsi hürriyettir. Yani, serbestçe gitmek, gelmek, milli topraklarda kalmak, yahut oradan çıkmak hakkına malik olmaktır. (Seyahat ve ikamet hak ve hürriyeti) Bununla beraber, keyfi tevkiflerden, hapisten ve cezadan masun olmak emniyetidir.
Hususi meskenin masuniyetidir. Bu hak, şahsi emniyetin mabadi ve temadisidir. İnsan evinin sahibidir ve oraya ancak istediğini sokar. Bir insanın evine, hükümetin müdahalesi, yalnız kanunun tayin ettiği hallerde ve surette olabilir.
Ferdi mülkiyettir. Bir insanın emeği mahsulü olan her şeye sahip olması, devletin müdahale edemeyeceği, ferdin yüksek haklarındandır. İnsan, namuskârane, sahip olduğu mal ve mülküne istediği gibi tasarruf eder; satabilir, satmayabilir, istediğine verebilir, onları mahvedebilir, yıkabilir. Eski zamanlarda böyle değildi, aksi idi, insanları muvafakatları olmadığı halde, aileleriyle, oturdukları yerle beraber satabilirlerdi.
Ferdi mülkiyet hakkını yegane tahdit eden, umumi menfaatler için istimlâktir. Bununla beraber hükümetin, belediyelerin, mahalli idarelerin, ne gibi lüzum ve mecburiyetlerle ve ne gibi usul ve şekilde istimlak edebilecekleri, istimlak kanunlarıyla tayin edilmiştir. Fikir ve kalem mahsulü olan her eser dahi, sahibinin hakkıdır. Bu hak, “Hakkı Telif Kanunu” ile müeyyettir.
Ticaret, say ve zanaat hürriyetidir. İnsan hayatını kazanmak için, istediği işte, meslekte ve zanaatta çalışabilir, bu hususta serbesttir. Ancak bu hürriyet, umumun iyiliği için makul olarak bir takım kanuni kayıtlar ve şartlara bağlıdır.”
İkinci gruba dahil olan hürriyetler, daha çok, doğrudan doğruya ferdin fikri hayatındaki hürriyet haklarıdır. Bunlardan birincisi vicdan hürriyetidir. Her fert, istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre malik olmak, intihap ettiği bir dinin icabatını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine maliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz. Vicdan hürriyeti, mutlak ve taarruz edilmez ferdin tabii haklarının en mühimlerinden tanınmalıdır.
Medeniyetin geri olduğu cehalet devirlerinde, fikir ve vicdan hürriyeti, tahakküm ve tazyik altında idi. İnsanlık bundan çok zarar görmüştür. Bilhassa, din muhafızlığı kisvesine bürünenlerin, hakikati düşünebilenler, söyleyebilenler hakkında reva gördükleri zulüm ve işkenceler, insanlık tarihinde daima kirli facialar olarak kalacaktır.
Türkiye Cumhuriyetinde, her reşit, dinini intihapta hür olduğu gibi, muayyen bir dinin merasimi de serbesttir; yani âyin hürriyeti masundur. Tabiatiyle, ayinler asayiş ve umumî adaba mugayir olamaz, siyasî nümayiş şeklinde de yapılamaz. Mazide çok görülmüş olan bu gibi hallere, artık, Türkiye Cumhuriyeti asla tahammül edemez.
Bir de, Türkiye Cumhuriyeti dahilinde bilûmum tekkeler ve zaviyeler ve türbeler kanunla kapatılmışlardır. Tarikatlar lâğvolunmuştur. Şeyhlik, dervişlik, çelebilik, halifelik, falcılık, büyücülük, türbedarlık vs. memnudur. Çünkü bunlar irtica membaları ve cehalet damgalarıdır. Türk milleti böyle müesseselere ve onların mensuplarına tahammül edemezdi ve etmedi.
Lâiklik - Türkiye Cumhuriyetinin resmi dini yoktur. Devlet idaresinde bütün kanunlar, nizamlar ilmin muasır medeniyete temin ettiği esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve tatbik edilir. Din telâkkisi vicdanî olduğundan, Cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin muasır terakkisinde başlıca muvaffakiyet âmili görür.
( Prof. Dr. A. Afetinan, M. Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, Ankara, 1969, Atatürk’ün el yazıları kısmı, s. 21; Prof. Dr. A. Afetinan, Medeni Bilgiler, Ankara 1988, s. 55 ve el yazısı ile s. 466 vd.)
DEVLETİN VAZİFELERİ
Milletin kurduğu devletin ve hükümet teşkilâtının, vatandaşlara karşı, mükellef olduğu vazifeleri ve salâhiyetleri, vardır. Bu vazifelerin mahiyetleri tetkik olunursa, şöyle bir sıra yapılabilir :
a) Memleket içinde, asayişi ve adaleti tesis ve idame ederek, vatandaşların, her nevi hürriyetini, mâsun bulundurmak
b) Haricî siyaset ve diğer milletlerle münasebetleri idare ederek ve dahilde her nevi müdafaa kuvvetlerini, daima hazır bulundurarak, milletin istiklâlini emin ve mahfuz bulundurmak.
c) Bu iki nevi vazife, devletin, en esaslı vazifelerindendir. Denilebilir ki, devlet teşkilinden maksat, bu iki vazifenin ifâsını temin etmektir. Çünkü bu vazifeler, vatandaşların fert olarak, yapmağa muktedir olamayacakları işlerdir. Hattâ, vatandaşların, bu vazifeleri, kısmen dahi, yapmağa kalkışmaları caiz değildir; zira, o zaman, anarşi olur; devlet kalmaz. Meselâ; bir vatandaş kendi kendine bir ecnebi devletle, siyasî bir temas ve münasebette bulunamaz.
d) Bir vatandaş, memleket müdafaasında, başına toplayabileceği, bir takım, kimselerle başlı başına harekete mezun değildir.
e) Bir vatandaş, kendi hürriyet ve hakkını, kendi maddî kuvvetine dayanarak temine kalkışamaz.
f) Bu hususlar, fertlerin kuvvet ve teşebbüsleri ile değil,milletin iradesini haiz olan devletin kudret ve nüfuzuyla temin olunabilir.
“31.1.1930, Cuma günü
Hürriyetin Muhtelif Şekilleri:
Bir milletin harsı yükseldikçe, ferdi hürriyetin tatbikat sahaları genişler ve çoğalır. Muhtelif şekilde birbirinden ayrı ve müstakil ferdi hürriyetler meydana çıkar. Bu hürriyetler, mahiyet ve tabiatlarına göre iki gruba ayrılırlar:
Birinci grup içinde sayabileceğimiz hürriyetler başlıca, ferdin maddi menfaatlerine tekabül eder, ki şunlardır:
Kelimenin dar manasıyla, şahsi hürriyettir. Yani, serbestçe gitmek, gelmek, milli topraklarda kalmak, yahut oradan çıkmak hakkına malik olmaktır. (Seyahat ve ikamet hak ve hürriyeti) Bununla beraber, keyfi tevkiflerden, hapisten ve cezadan masun olmak emniyetidir.
Hususi meskenin masuniyetidir. Bu hak, şahsi emniyetin mabadi ve temadisidir. İnsan evinin sahibidir ve oraya ancak istediğini sokar. Bir insanın evine, hükümetin müdahalesi, yalnız kanunun tayin ettiği hallerde ve surette olabilir.
Ferdi mülkiyettir. Bir insanın emeği mahsulü olan her şeye sahip olması, devletin müdahale edemeyeceği, ferdin yüksek haklarındandır. İnsan, namuskârane, sahip olduğu mal ve mülküne istediği gibi tasarruf eder; satabilir, satmayabilir, istediğine verebilir, onları mahvedebilir, yıkabilir. Eski zamanlarda böyle değildi, aksi idi, insanları muvafakatları olmadığı halde, aileleriyle, oturdukları yerle beraber satabilirlerdi.
Ferdi mülkiyet hakkını yegane tahdit eden, umumi menfaatler için istimlâktir. Bununla beraber hükümetin, belediyelerin, mahalli idarelerin, ne gibi lüzum ve mecburiyetlerle ve ne gibi usul ve şekilde istimlak edebilecekleri, istimlak kanunlarıyla tayin edilmiştir. Fikir ve kalem mahsulü olan her eser dahi, sahibinin hakkıdır. Bu hak, “Hakkı Telif Kanunu” ile müeyyettir.
Ticaret, say ve zanaat hürriyetidir. İnsan hayatını kazanmak için, istediği işte, meslekte ve zanaatta çalışabilir, bu hususta serbesttir. Ancak bu hürriyet, umumun iyiliği için makul olarak bir takım kanuni kayıtlar ve şartlara bağlıdır.”
İkinci gruba dahil olan hürriyetler, daha çok, doğrudan doğruya ferdin fikri hayatındaki hürriyet haklarıdır. Bunlardan birincisi vicdan hürriyetidir. Her fert, istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre malik olmak, intihap ettiği bir dinin icabatını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine maliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz. Vicdan hürriyeti, mutlak ve taarruz edilmez ferdin tabii haklarının en mühimlerinden tanınmalıdır.
Medeniyetin geri olduğu cehalet devirlerinde, fikir ve vicdan hürriyeti, tahakküm ve tazyik altında idi. İnsanlık bundan çok zarar görmüştür. Bilhassa, din muhafızlığı kisvesine bürünenlerin, hakikati düşünebilenler, söyleyebilenler hakkında reva gördükleri zulüm ve işkenceler, insanlık tarihinde daima kirli facialar olarak kalacaktır.
Türkiye Cumhuriyetinde, her reşit, dinini intihapta hür olduğu gibi, muayyen bir dinin merasimi de serbesttir; yani âyin hürriyeti masundur. Tabiatiyle, ayinler asayiş ve umumî adaba mugayir olamaz, siyasî nümayiş şeklinde de yapılamaz. Mazide çok görülmüş olan bu gibi hallere, artık, Türkiye Cumhuriyeti asla tahammül edemez.
Bir de, Türkiye Cumhuriyeti dahilinde bilûmum tekkeler ve zaviyeler ve türbeler kanunla kapatılmışlardır. Tarikatlar lâğvolunmuştur. Şeyhlik, dervişlik, çelebilik, halifelik, falcılık, büyücülük, türbedarlık vs. memnudur. Çünkü bunlar irtica membaları ve cehalet damgalarıdır. Türk milleti böyle müesseselere ve onların mensuplarına tahammül edemezdi ve etmedi.
Lâiklik - Türkiye Cumhuriyetinin resmi dini yoktur. Devlet idaresinde bütün kanunlar, nizamlar ilmin muasır medeniyete temin ettiği esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve tatbik edilir. Din telâkkisi vicdanî olduğundan, Cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin muasır terakkisinde başlıca muvaffakiyet âmili görür.
( Prof. Dr. A. Afetinan, M. Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, Ankara, 1969, Atatürk’ün el yazıları kısmı, s. 21; Prof. Dr. A. Afetinan, Medeni Bilgiler, Ankara 1988, s. 55 ve el yazısı ile s. 466 vd.)