Ç
Çevrimdışı
çubuk prenses
New member
1.Dinsel Açıdan Yapılan Baskılar :
Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın asimilesini hedef alan Yunan yetkilileri , bu insanlara Yunan asıllı olduklarını kabul ettirmeye çalışmakta ve Hristiyan dinine geçtikleri taktirde daha iyi hayat şartlarına kavuşacaklarını ve memur olma hakkını kazanacaklarını söylemişlerdir. Müslüman-Türk çocukları, ordudaki Müslüman erler sistemli bir şekilde Hristiyanlaşırılmakta ve onlar için vaftiz törenleri dahi düzenlemektedirler. Oysa buu reddedenler de vardır çünkü Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın çoğunluğu dinlerine bağlı bir toplumdurlar.[82]
Ayrıca Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın camilerine aşırı milliyetçi Yunanlılarca yapılan saldırılara Yunan hükümetleri yıllardan beri göz yummuş hatta bu işleri yapanlara açıktan olmasa da destek sağlamışlardır. Yunan fanatikleri Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ na bizzat fiilen saldırmış, bununla yetinmemesi üzerine mezar taşlarına, camilere, medreselere ve mescitlere saldırmışlardır. Eylül 1994’ te Gümülcine Şapçı ilçesi mezarlığında 15 türbe ve 70 mezar taşı tahrip edilmiştir. Ayırca taş ve kitabeler kırılmış ve Batı Trakya Mezarlığı’ na menfur bir saldırı gerçekleşmiştir. Oysa bugün İstanbul’ da Bizans Devri’ nden kalma kliselerin ilk yapıldıkları şekilde muhafaza edilmesi ve buna mukarşılık Batı Trakya’ daki dini müesseselerimize yapılan saldırıları tüm dünya hayretleriçinde izlemiştir. [83]Bunun üzerine İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga bu saldırıyı gerçekleştirenlerin hala yakalanamamış olmasının düşündürücü olduğunu belirtmiştir.[84] Yine 1995 yılında da İskeçe’ nin Ahiriyan Mahallesi Mezarlığı’ na saldırılmış ve yine istenmeyen olaylar yaşanmıştır.[85] Bunun beraber ibadet etmek için cami yapılmasına ve halihazırda bulunan tamir isteyen camilere ve ibadet yapılan diğer mescit vs. yerlerin onarımına da Yunan Hükümetleri izin vermemişlerdir. [86] Oysa Lozan Barış Antlaşması’ na göre Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın din ve vicdan hürriyeti tanınmıştı.
Ayrıca 1987 Aralık ayında Yunan Hükümet sözcüsü Yannis Rumbatis, biraz ileri gidip Başbakan Papandreu’ dan ezanın kaldırılmasını istemiş ancak başarı sağlayamadı.[87]
Ayrıca yine 1991 yılında TC. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Batı Trakya’ da, Ramazan dolayısıyla vaaz vermek için görevlendirilen Mehmet Korkmaz, Hakkı Özer, Abdurrahman Kara ve İbrahim Kara adlı vaizlerin ellerinde hizmet pasaportları olmasına rağmen Batı Trakya’ ya girmelerine Yunan makamları tarafından izin verilmedi. Tabi bütün bunların doğal sonucu olarak da Türk-Yunan İlişkileri doğrudan etkilendi ve gerginleşti.
Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın sorunlarını kısaca dinsel açıdan ele aldıktan sonra en önemli sorunlar olan müftülük sorunu ve cemaat-vakıf idareleri sorunlarının daha ayrıntılı ele alınması gerektiği kanaatindeyim.
a) Müftülük Sorunu :
Türk azınlığın dini kurumlarının durumu 1913 Atina Muahedenamesi ile düzenlenmiştir. 1920 tarihi ve 2345 sayılı yasaya göre azınlık dini kurumlarını kendi özgür iradesiyle oluşturur ve müftülerini seçer. 24 Aralık 1990’da çıkartılan bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile 2345 sayılı yasayı yürürlükten kaldırarak müftüler, valiler tarafından atanmıştır. Yunanistan, 590/77 sayılı yasayla Yahudi cemaatine kendi yönetici ve hahamlarını seçme hakkı tanırken, Türkler Lozan Anlaşması’ nın 40. maddesi(Bknz ek no: 11) ihlal edilerek bu haktan yoksun bırakılmıştır. [88]
Batı Trakya’da yaşayan müslüman Türkler’ in müftülük hizmetini yürütecek kişilerin 1913 Atina Antlaşması ve 1923 Lozan Antlaşması’ na göre seçimle işbaşına gelmesi gerekmektedir. Her konuda olduğu gibi Yunan Hükümeti bu antlaşmaları da hiçe sayarak son zamanlarda müftüleri kendi iradesine göre atama yoluyla iş başına getirmektedir. Bu çok haklı olarak Türk azınlığın tepkisine sebep olmaktadır.[89]
1913 Atina Antlaşması’ ndaki yasaya göre müftüler kendi görev çerçevelerindeki Müslümanlar tarafından seçileceklerdir. Ancak Mezhepler Bakanı aday olmasını uygun görmediği kişinin adını çizme yetkisine sahiptir. Müftüler geniş-yargısal yetkilerle donatılmışlardır. Görev bölgelerinde şeriat hükümlerini uygularlar, öğrewtim ve din görevlerini denetlerler, Cemaat İdare Heyetleri’ nin evkaf gelirlerini denetlerler. Müslümanlar’ ın evlenme, boşanma, nafaka, vesayet, velayet, miras gibi konularında düzenlemeler yapar ve karar verirler ve Yunan makamlarınca verilen karar yürürlüğe konur. Ayrıca müftü askerlikten muaftır. Camilere ait vakıfları yöneten komisyonlara da başkanlık ederler. 2345/1920 sayılı yasa ile müftüleri denetleyecek bir Başmüftü söz konusu olmuş ancak başmüftülük makamı hiçbir zaman atanıp çalışmamıştır. [90]
1913 Atina ve 1923 Lozan Barış antlaşmalarıyla tanınan ve 1948’ de uygulaması yapılan antlaşmalardan doğan haklar, 2000’li yılların eşiğinde azınlığın elinden alınmış ve Yunan hükümetince arzu edilen fakat Batı Trakya’ da yaşayan müslüman Türklerce kabul edilmeyen kişiler müftü atanmıştır. Bu ve benzeri uygulamalar Batı Trakya’da yaşayan müslüman Türkler’ in huzurunu kaçırmıştır. Müftülük makamına güven zedelenmiştir.
Müftülük makamı ile ilgili sorunlar Gümülcine Müftüsü Hüseyin Mustafa’ nın 2 Haziran 1985 ölmesiyle yerine atanacak kişinin Yunan yetkililerce belirlenmeye çalışılmasıyla patlak vermiştir. Yunan Hükümeti hemen Meço Cemali adında bir müftü başa getirdiler. Fakat bu, halkın çok tepki göstermesine neden oldu ve Meço Cemali’ yi istifaya davet ettiler. Ancak Meço Cemali istifa etmemekte direnmişti. Bunun üzerine halk toplanıp bir seçim yaptı ve İbrahim Şerif’ i müftü seçtiler.[91] Yunanistan İbrahim Şerif’ i makama oturtmadı ve İbrahim Şerif’ i müftü olarak tanımadığını belirtmiş oldu.[92] Böylece Müftülük sorunu da günümüze kadar gelen bir sorun oldu.[93] Batı Trakya’ da müftülük makamı orada yaşayan Müslüman Türkler için en önemli, en yüce ve en saygıdeğer makamdır. Buna rağmen Batı Trakya’ da yaşayan Müslüman Türkler haklı davalarını savunmaya devam etmişler ve gerek Gümülcine, gerek İskeçe, gerekse Dedeağaç’ta bir araya gelerek antlaşmalardan doğan haklarını kullanmak suretiyle saygı duydukları makamda görmek istedikleri müftüleri seçmişlerdir. Ancak her konuda antlaşmaları çiğneyen Yunan hükümeti en tabii hakkın kullanılmasına da tahammül edemeyerek seçilmiş müftüleri önce göstermelik mahkemelerde süründermekte, daha sonrada seçildikleri gün akıllarında geçirdikleri cezaları vermek suretiyle zindanlarda çürümeye mahkum ederek, seçilen müftüleri ve onları seçenleri cezalandırmaktadır. [94] Bir de Seçilmiş müftüler Mehmet Emin Aga (İskeçe) ve İbrahim Şerif (Gümülcine), yayınladıkları dini içerikli mesajlarda atanmış müftülerin makam ve mevkilerini gasp ettikleri gerekçesiyle birçok davadan yargılanmaktadır. Aga ve Şerif, aleyhlerinde açılan davaların hepsinden mahkum edilmişlerdir. Ayrıca 1988 yılında İskeçe Müftüsü Mustafa Hilmi’ nin sudan bir sebep olan Koyunköy’ de ölüleri dini yıkamadan geçirmek ve kabre nakletmek için hazırlamak amacıyla bir baraka yaptırması ve Yunan yetkililerince kendisine inşaat izni olmadığı halde bu yapıya devam ettiği gerekçesiyle yargılanması da çok ilginçtir.[95]
Ancak Mehmet Emin Aga’ nın davası kamuoyunda en çok ses getiren dava olmuştur. İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga, 1990 yılında Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın oyları ile İskçe Müftülüğü’ ne seçilmiş ancak 1 ıl sonra kanunsuz biçimde görevinden polis zoruyla uzaklaştırılan Mehmet Emin Aga buna direndiği için hapislerde ve mahkeme koridorlarında süründürülmüştür. Ayrıca yerine Yunan Hükümeti tarafından Yunan Kuklası Mehmet Emin Şinikoğlu getirilmiştir.[96] Yaklaşık 80 ay hapis cezası alan Mehmet Emin Aga bunun yaklaşık 6,5 ayını hapiste geçirdi. Mehmet Emin Aga duruşma sırasında kendini şu sözlerle savunmuştu: “Bizim, Lozan Barış Antlaşması’ na göre teminat altına alınmış dini, milli, kültürel, eğitim ve sosyal haklarımız ve muhtariyetimiz var. Ancak Yunan Hükümeti bu haklarımızın hiçbirini vermiyor, olanları da kısıtlamaya çalışıyor.”[97] Yunan basınından 05/01/2001 tarihli Apoyevmatini gazetesi, sözde müftü olarak gördüğü Mehmet Emin Aga’ nın Ankara’ ya yaptığı ziyaretinde milletvekillerinin ona gösterdikleri ilginin çok kaygı verici olduğunu belirtmiş ve tahrik edici konuşmalarda bulunduğunu söylemiştir. Yine 17 Ağustos 2000 tarihinde müftü seçilen Türk kökenli Yunan vatandaşı 1999 yılında Memet Emin Aga tarafından Atina’ ya açılan davanın kararını açıklayan AİHM Yunan Devleti’ nin Batı Trakyalı Müslümanlar’ ın din işlerine “gereksiz karıştığı” sonucuna vardı. AİHM’ nin bu kararı Batı Trakya’ daki Müftülük seçimine ilişkin ilk karar değildir. Atina’ nın itirazına rağmen halk tarafından seçilen diğer müftü İbrahim Şerif de Strazbourg’ a taşıdığı davayı 1999 yılında kazanmış ve bu davada da Atina vatandaşlarının din özgürlüğünü ihlal etmekten mahkum olmuştur.[98]
Bütün bu olanlardan anlaşılacağı gibi Müftülük kurumu Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın sosyo-politik lideri ve birlik simgesi haline gelmiştir. Bu liderlik çoğu toplumsal direnişte, İnhanlı Olayı’ nda olduğu gibi, çok önemli rol oynamıştır. Yunan yetkilileri fiilen müftülük kurumunu tanımaktadırlar ve tanıdıkları bu kurumun Atina Antlaşması ve 3 numaralı protokole göre atanarak değil, seçilerek işbaşına getirilmeklerini de kabul etmelidirler. Ayrıca mütekabiliyet esasına göre Türkiye’ de Yunanistan din adamlarına uygulanan hoşgörü ve din ve vicdan hürriyetinin aynısını Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı da kendisi için isteme hakkına sonuna kadar sahiptir. Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ na sorulursa , ki sormak işlerine gelmez, Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı atanmış müftüleri değil, kendi seçtiği müftüleri Müftülük makamında görmek istemektedir.[99]
b)Cemaat ve Vakıf İdareleri:
Batı Trakya’ nı Osmanlı İmparatorluğu’ nun elinden çıktığı 1912 Balkan Savaşı(Bknz Ek No: 2)’ na dek Osmanlı uyrukları vilayetlerindeki “ Cemaat-i İslamiyeler’ le yönetilirdi. 1913 tarihinde iki ülke arasında yapılmış olan Atina Antlaşması ile bu cemaatlerin tüzel kişilikleri ilk olarak tanınmış oldu. Ayrıca 1920 tarihli Yunan Sevri’ nin 8. maddesi ile, Lozan Barış Antlaşması’ nın 40. maddesi Yunanistan’ daki Müslüman Türk Azınlığın masrafları kendisine ait olmak üzere, her türlü hayır kurumlarıyla dinsel ve sosyal kurumları, okul kurmak yönetmek ve denetlemek yetkisini kabul etmekteydi.[100]
Lozan Antlasması’ na göre Batı Trakya’ daki Türk Müslüman Cemaati giderlerini kendileri karşılamak üzere, her türlü hayır kurumlarıyla dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dilerim serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konularında eşit haklara sahip olmaları ve kendi vakıflarını idare etme hakkına sahiptir.
Lozan Antlaşması’ nın 40.maddesine göre her iki ülkedeki azınlıklara da vakıflarını yönetme hakkı veriliyor.[101] Ayrıca AGİT, Paris Şartı ve 1991 Cenevre Raporu’ nda azınlıklara kendi eğitim, kültürel ve dini kurumlarını kurma, devam ettirme ve yaşatma hakkı tanınmıştır. [102] Buna rağmen, bugün vakıflarımız Cunta Yönetimi’ nin yıllar önce atadığı birçoğu vefat etmiş kişilerle idare edilmektedir. Yunanistan’ da 1967’ de iktidara gelen Albaylar Cuntası mevcut vakıf yöneticilerini görevden alarak yerlerine atama yaptılar. 1980 yılında çıkartılan 1091/1980 sayılı Vakıflar Yasası azınlığın tepkisiyle uygulamaya konulmadı.[103] Hatta 1973’ te gayrimüslim bir kişi vakıfların idareciliğine atandı. Vakıfların başına dirayetli kişilerin getirilmesi önlenmektedir. Sivil hükümetler vakıfların durumu daha da kötüleşti. Devletin vakıflar üzerindeki idari ve ma1i kontrolü arttırıldı.
İskeçe, Gümülcine, Dedeağaç ve Dimetoka’da bulunan vakıf heyetlerinin adları 1953-1961 yılları arasında Türk Cemaati olarak geçmekteydi. Örneğin İskeçe Türk Cemaati adı 1961 yılında İskeçe Vakıf Heyeti olarak değiştirilmiştir. 1967 Cuntasından sonra İskeçe, Gümülcine, Dedeağaç ve Dimetoka’daki vakıfların adları Müslüman Emlakini İdare Heyeti olarak değiştirilmiştir.
Batı Trakya Cemaat İdareleri, azınlığın önemli bir organı olarak, hala etkili bir şekilde çalışmalarına devam etmektedir. Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı varlığını sürdürebilmek için en büyük maddi gücü cemaatlerden almaktadır. Okul, cami ve diğer azınlık giderleri cemaat bütçelerinden karşılanmaktadır. [104] Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın bugüne kadar Yunan Milleti’ ne ve Yetkilileri’ ne karşı çıkmamasının ve anayasal çerçevenin dışına öçıkmamasının nedeni değer verdiği varlıkların yaşatılması isteğinden kaynaklanıyordu.[105]
1980 yılında çıkarılan 1091 sayılı kanuna göre bütün vakıflar parçalanarak ayrı heyetler tarafından idare edilmesi öngörülmektedir. Valilere vakıflar üzerinde geniş yetkiler veren bu kanuna, Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı Cemaati’ nin tepki göstermesi üzerine kanun bugüne dek uygulanmamıştır. Ancak son yıllarda vakıf idare heyetlerinin tayinleri bu kanuna göre yapılmaktadır. Günümüzde çeşitli hileli yollarla devlet, vakıf mallarını mal beyanında bulunmamak ve vergi borçlarını ödememek gerekçsiyle devletleştirmektedir. Böylece Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın ata yadigarı bu malları ellerinden alınmaya ve yönetim tarafından idare edilmeye çalışılmaktadır. [106] Hatta Yunanistan’ ın Batı Trakya’ daki vakıfları ele geçirme çalışmaları dış basında da büyük yankı bulmuş ve merkezi Londra’ da bulunan İslam Vakfı’ nın çıkarttığı dergi olan “Impact International” dergisi kapak konusu olarak bu konuyu işlemiştir.[107]
2000 yılında İçişleri Bakanlığı’ nın kararı ile Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı Cemaati’ ne ait Vakıflar’ ın idaresi konusunda yasal birtakım değişiklikler yapılmasının kararlaştırıldığını açıklayan Papandreu, buna göre, Vakıflar’ ın idaresi için her belediyede ayrı birer idare heyeti oluşturulması yoluna gidileceğini belirtti.
Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın asimilesini hedef alan Yunan yetkilileri , bu insanlara Yunan asıllı olduklarını kabul ettirmeye çalışmakta ve Hristiyan dinine geçtikleri taktirde daha iyi hayat şartlarına kavuşacaklarını ve memur olma hakkını kazanacaklarını söylemişlerdir. Müslüman-Türk çocukları, ordudaki Müslüman erler sistemli bir şekilde Hristiyanlaşırılmakta ve onlar için vaftiz törenleri dahi düzenlemektedirler. Oysa buu reddedenler de vardır çünkü Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın çoğunluğu dinlerine bağlı bir toplumdurlar.[82]
Ayrıca Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın camilerine aşırı milliyetçi Yunanlılarca yapılan saldırılara Yunan hükümetleri yıllardan beri göz yummuş hatta bu işleri yapanlara açıktan olmasa da destek sağlamışlardır. Yunan fanatikleri Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ na bizzat fiilen saldırmış, bununla yetinmemesi üzerine mezar taşlarına, camilere, medreselere ve mescitlere saldırmışlardır. Eylül 1994’ te Gümülcine Şapçı ilçesi mezarlığında 15 türbe ve 70 mezar taşı tahrip edilmiştir. Ayırca taş ve kitabeler kırılmış ve Batı Trakya Mezarlığı’ na menfur bir saldırı gerçekleşmiştir. Oysa bugün İstanbul’ da Bizans Devri’ nden kalma kliselerin ilk yapıldıkları şekilde muhafaza edilmesi ve buna mukarşılık Batı Trakya’ daki dini müesseselerimize yapılan saldırıları tüm dünya hayretleriçinde izlemiştir. [83]Bunun üzerine İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga bu saldırıyı gerçekleştirenlerin hala yakalanamamış olmasının düşündürücü olduğunu belirtmiştir.[84] Yine 1995 yılında da İskeçe’ nin Ahiriyan Mahallesi Mezarlığı’ na saldırılmış ve yine istenmeyen olaylar yaşanmıştır.[85] Bunun beraber ibadet etmek için cami yapılmasına ve halihazırda bulunan tamir isteyen camilere ve ibadet yapılan diğer mescit vs. yerlerin onarımına da Yunan Hükümetleri izin vermemişlerdir. [86] Oysa Lozan Barış Antlaşması’ na göre Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın din ve vicdan hürriyeti tanınmıştı.
Ayrıca 1987 Aralık ayında Yunan Hükümet sözcüsü Yannis Rumbatis, biraz ileri gidip Başbakan Papandreu’ dan ezanın kaldırılmasını istemiş ancak başarı sağlayamadı.[87]
Ayrıca yine 1991 yılında TC. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Batı Trakya’ da, Ramazan dolayısıyla vaaz vermek için görevlendirilen Mehmet Korkmaz, Hakkı Özer, Abdurrahman Kara ve İbrahim Kara adlı vaizlerin ellerinde hizmet pasaportları olmasına rağmen Batı Trakya’ ya girmelerine Yunan makamları tarafından izin verilmedi. Tabi bütün bunların doğal sonucu olarak da Türk-Yunan İlişkileri doğrudan etkilendi ve gerginleşti.
Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın sorunlarını kısaca dinsel açıdan ele aldıktan sonra en önemli sorunlar olan müftülük sorunu ve cemaat-vakıf idareleri sorunlarının daha ayrıntılı ele alınması gerektiği kanaatindeyim.
a) Müftülük Sorunu :
Türk azınlığın dini kurumlarının durumu 1913 Atina Muahedenamesi ile düzenlenmiştir. 1920 tarihi ve 2345 sayılı yasaya göre azınlık dini kurumlarını kendi özgür iradesiyle oluşturur ve müftülerini seçer. 24 Aralık 1990’da çıkartılan bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile 2345 sayılı yasayı yürürlükten kaldırarak müftüler, valiler tarafından atanmıştır. Yunanistan, 590/77 sayılı yasayla Yahudi cemaatine kendi yönetici ve hahamlarını seçme hakkı tanırken, Türkler Lozan Anlaşması’ nın 40. maddesi(Bknz ek no: 11) ihlal edilerek bu haktan yoksun bırakılmıştır. [88]
Batı Trakya’da yaşayan müslüman Türkler’ in müftülük hizmetini yürütecek kişilerin 1913 Atina Antlaşması ve 1923 Lozan Antlaşması’ na göre seçimle işbaşına gelmesi gerekmektedir. Her konuda olduğu gibi Yunan Hükümeti bu antlaşmaları da hiçe sayarak son zamanlarda müftüleri kendi iradesine göre atama yoluyla iş başına getirmektedir. Bu çok haklı olarak Türk azınlığın tepkisine sebep olmaktadır.[89]
1913 Atina Antlaşması’ ndaki yasaya göre müftüler kendi görev çerçevelerindeki Müslümanlar tarafından seçileceklerdir. Ancak Mezhepler Bakanı aday olmasını uygun görmediği kişinin adını çizme yetkisine sahiptir. Müftüler geniş-yargısal yetkilerle donatılmışlardır. Görev bölgelerinde şeriat hükümlerini uygularlar, öğrewtim ve din görevlerini denetlerler, Cemaat İdare Heyetleri’ nin evkaf gelirlerini denetlerler. Müslümanlar’ ın evlenme, boşanma, nafaka, vesayet, velayet, miras gibi konularında düzenlemeler yapar ve karar verirler ve Yunan makamlarınca verilen karar yürürlüğe konur. Ayrıca müftü askerlikten muaftır. Camilere ait vakıfları yöneten komisyonlara da başkanlık ederler. 2345/1920 sayılı yasa ile müftüleri denetleyecek bir Başmüftü söz konusu olmuş ancak başmüftülük makamı hiçbir zaman atanıp çalışmamıştır. [90]
1913 Atina ve 1923 Lozan Barış antlaşmalarıyla tanınan ve 1948’ de uygulaması yapılan antlaşmalardan doğan haklar, 2000’li yılların eşiğinde azınlığın elinden alınmış ve Yunan hükümetince arzu edilen fakat Batı Trakya’ da yaşayan müslüman Türklerce kabul edilmeyen kişiler müftü atanmıştır. Bu ve benzeri uygulamalar Batı Trakya’da yaşayan müslüman Türkler’ in huzurunu kaçırmıştır. Müftülük makamına güven zedelenmiştir.
Müftülük makamı ile ilgili sorunlar Gümülcine Müftüsü Hüseyin Mustafa’ nın 2 Haziran 1985 ölmesiyle yerine atanacak kişinin Yunan yetkililerce belirlenmeye çalışılmasıyla patlak vermiştir. Yunan Hükümeti hemen Meço Cemali adında bir müftü başa getirdiler. Fakat bu, halkın çok tepki göstermesine neden oldu ve Meço Cemali’ yi istifaya davet ettiler. Ancak Meço Cemali istifa etmemekte direnmişti. Bunun üzerine halk toplanıp bir seçim yaptı ve İbrahim Şerif’ i müftü seçtiler.[91] Yunanistan İbrahim Şerif’ i makama oturtmadı ve İbrahim Şerif’ i müftü olarak tanımadığını belirtmiş oldu.[92] Böylece Müftülük sorunu da günümüze kadar gelen bir sorun oldu.[93] Batı Trakya’ da müftülük makamı orada yaşayan Müslüman Türkler için en önemli, en yüce ve en saygıdeğer makamdır. Buna rağmen Batı Trakya’ da yaşayan Müslüman Türkler haklı davalarını savunmaya devam etmişler ve gerek Gümülcine, gerek İskeçe, gerekse Dedeağaç’ta bir araya gelerek antlaşmalardan doğan haklarını kullanmak suretiyle saygı duydukları makamda görmek istedikleri müftüleri seçmişlerdir. Ancak her konuda antlaşmaları çiğneyen Yunan hükümeti en tabii hakkın kullanılmasına da tahammül edemeyerek seçilmiş müftüleri önce göstermelik mahkemelerde süründermekte, daha sonrada seçildikleri gün akıllarında geçirdikleri cezaları vermek suretiyle zindanlarda çürümeye mahkum ederek, seçilen müftüleri ve onları seçenleri cezalandırmaktadır. [94] Bir de Seçilmiş müftüler Mehmet Emin Aga (İskeçe) ve İbrahim Şerif (Gümülcine), yayınladıkları dini içerikli mesajlarda atanmış müftülerin makam ve mevkilerini gasp ettikleri gerekçesiyle birçok davadan yargılanmaktadır. Aga ve Şerif, aleyhlerinde açılan davaların hepsinden mahkum edilmişlerdir. Ayrıca 1988 yılında İskeçe Müftüsü Mustafa Hilmi’ nin sudan bir sebep olan Koyunköy’ de ölüleri dini yıkamadan geçirmek ve kabre nakletmek için hazırlamak amacıyla bir baraka yaptırması ve Yunan yetkililerince kendisine inşaat izni olmadığı halde bu yapıya devam ettiği gerekçesiyle yargılanması da çok ilginçtir.[95]
Ancak Mehmet Emin Aga’ nın davası kamuoyunda en çok ses getiren dava olmuştur. İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga, 1990 yılında Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın oyları ile İskçe Müftülüğü’ ne seçilmiş ancak 1 ıl sonra kanunsuz biçimde görevinden polis zoruyla uzaklaştırılan Mehmet Emin Aga buna direndiği için hapislerde ve mahkeme koridorlarında süründürülmüştür. Ayrıca yerine Yunan Hükümeti tarafından Yunan Kuklası Mehmet Emin Şinikoğlu getirilmiştir.[96] Yaklaşık 80 ay hapis cezası alan Mehmet Emin Aga bunun yaklaşık 6,5 ayını hapiste geçirdi. Mehmet Emin Aga duruşma sırasında kendini şu sözlerle savunmuştu: “Bizim, Lozan Barış Antlaşması’ na göre teminat altına alınmış dini, milli, kültürel, eğitim ve sosyal haklarımız ve muhtariyetimiz var. Ancak Yunan Hükümeti bu haklarımızın hiçbirini vermiyor, olanları da kısıtlamaya çalışıyor.”[97] Yunan basınından 05/01/2001 tarihli Apoyevmatini gazetesi, sözde müftü olarak gördüğü Mehmet Emin Aga’ nın Ankara’ ya yaptığı ziyaretinde milletvekillerinin ona gösterdikleri ilginin çok kaygı verici olduğunu belirtmiş ve tahrik edici konuşmalarda bulunduğunu söylemiştir. Yine 17 Ağustos 2000 tarihinde müftü seçilen Türk kökenli Yunan vatandaşı 1999 yılında Memet Emin Aga tarafından Atina’ ya açılan davanın kararını açıklayan AİHM Yunan Devleti’ nin Batı Trakyalı Müslümanlar’ ın din işlerine “gereksiz karıştığı” sonucuna vardı. AİHM’ nin bu kararı Batı Trakya’ daki Müftülük seçimine ilişkin ilk karar değildir. Atina’ nın itirazına rağmen halk tarafından seçilen diğer müftü İbrahim Şerif de Strazbourg’ a taşıdığı davayı 1999 yılında kazanmış ve bu davada da Atina vatandaşlarının din özgürlüğünü ihlal etmekten mahkum olmuştur.[98]
Bütün bu olanlardan anlaşılacağı gibi Müftülük kurumu Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın sosyo-politik lideri ve birlik simgesi haline gelmiştir. Bu liderlik çoğu toplumsal direnişte, İnhanlı Olayı’ nda olduğu gibi, çok önemli rol oynamıştır. Yunan yetkilileri fiilen müftülük kurumunu tanımaktadırlar ve tanıdıkları bu kurumun Atina Antlaşması ve 3 numaralı protokole göre atanarak değil, seçilerek işbaşına getirilmeklerini de kabul etmelidirler. Ayrıca mütekabiliyet esasına göre Türkiye’ de Yunanistan din adamlarına uygulanan hoşgörü ve din ve vicdan hürriyetinin aynısını Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı da kendisi için isteme hakkına sonuna kadar sahiptir. Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ na sorulursa , ki sormak işlerine gelmez, Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı atanmış müftüleri değil, kendi seçtiği müftüleri Müftülük makamında görmek istemektedir.[99]
b)Cemaat ve Vakıf İdareleri:
Batı Trakya’ nı Osmanlı İmparatorluğu’ nun elinden çıktığı 1912 Balkan Savaşı(Bknz Ek No: 2)’ na dek Osmanlı uyrukları vilayetlerindeki “ Cemaat-i İslamiyeler’ le yönetilirdi. 1913 tarihinde iki ülke arasında yapılmış olan Atina Antlaşması ile bu cemaatlerin tüzel kişilikleri ilk olarak tanınmış oldu. Ayrıca 1920 tarihli Yunan Sevri’ nin 8. maddesi ile, Lozan Barış Antlaşması’ nın 40. maddesi Yunanistan’ daki Müslüman Türk Azınlığın masrafları kendisine ait olmak üzere, her türlü hayır kurumlarıyla dinsel ve sosyal kurumları, okul kurmak yönetmek ve denetlemek yetkisini kabul etmekteydi.[100]
Lozan Antlasması’ na göre Batı Trakya’ daki Türk Müslüman Cemaati giderlerini kendileri karşılamak üzere, her türlü hayır kurumlarıyla dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dilerim serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konularında eşit haklara sahip olmaları ve kendi vakıflarını idare etme hakkına sahiptir.
Lozan Antlaşması’ nın 40.maddesine göre her iki ülkedeki azınlıklara da vakıflarını yönetme hakkı veriliyor.[101] Ayrıca AGİT, Paris Şartı ve 1991 Cenevre Raporu’ nda azınlıklara kendi eğitim, kültürel ve dini kurumlarını kurma, devam ettirme ve yaşatma hakkı tanınmıştır. [102] Buna rağmen, bugün vakıflarımız Cunta Yönetimi’ nin yıllar önce atadığı birçoğu vefat etmiş kişilerle idare edilmektedir. Yunanistan’ da 1967’ de iktidara gelen Albaylar Cuntası mevcut vakıf yöneticilerini görevden alarak yerlerine atama yaptılar. 1980 yılında çıkartılan 1091/1980 sayılı Vakıflar Yasası azınlığın tepkisiyle uygulamaya konulmadı.[103] Hatta 1973’ te gayrimüslim bir kişi vakıfların idareciliğine atandı. Vakıfların başına dirayetli kişilerin getirilmesi önlenmektedir. Sivil hükümetler vakıfların durumu daha da kötüleşti. Devletin vakıflar üzerindeki idari ve ma1i kontrolü arttırıldı.
İskeçe, Gümülcine, Dedeağaç ve Dimetoka’da bulunan vakıf heyetlerinin adları 1953-1961 yılları arasında Türk Cemaati olarak geçmekteydi. Örneğin İskeçe Türk Cemaati adı 1961 yılında İskeçe Vakıf Heyeti olarak değiştirilmiştir. 1967 Cuntasından sonra İskeçe, Gümülcine, Dedeağaç ve Dimetoka’daki vakıfların adları Müslüman Emlakini İdare Heyeti olarak değiştirilmiştir.
Batı Trakya Cemaat İdareleri, azınlığın önemli bir organı olarak, hala etkili bir şekilde çalışmalarına devam etmektedir. Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı varlığını sürdürebilmek için en büyük maddi gücü cemaatlerden almaktadır. Okul, cami ve diğer azınlık giderleri cemaat bütçelerinden karşılanmaktadır. [104] Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın bugüne kadar Yunan Milleti’ ne ve Yetkilileri’ ne karşı çıkmamasının ve anayasal çerçevenin dışına öçıkmamasının nedeni değer verdiği varlıkların yaşatılması isteğinden kaynaklanıyordu.[105]
1980 yılında çıkarılan 1091 sayılı kanuna göre bütün vakıflar parçalanarak ayrı heyetler tarafından idare edilmesi öngörülmektedir. Valilere vakıflar üzerinde geniş yetkiler veren bu kanuna, Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı Cemaati’ nin tepki göstermesi üzerine kanun bugüne dek uygulanmamıştır. Ancak son yıllarda vakıf idare heyetlerinin tayinleri bu kanuna göre yapılmaktadır. Günümüzde çeşitli hileli yollarla devlet, vakıf mallarını mal beyanında bulunmamak ve vergi borçlarını ödememek gerekçsiyle devletleştirmektedir. Böylece Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’ nın ata yadigarı bu malları ellerinden alınmaya ve yönetim tarafından idare edilmeye çalışılmaktadır. [106] Hatta Yunanistan’ ın Batı Trakya’ daki vakıfları ele geçirme çalışmaları dış basında da büyük yankı bulmuş ve merkezi Londra’ da bulunan İslam Vakfı’ nın çıkarttığı dergi olan “Impact International” dergisi kapak konusu olarak bu konuyu işlemiştir.[107]
2000 yılında İçişleri Bakanlığı’ nın kararı ile Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı Cemaati’ ne ait Vakıflar’ ın idaresi konusunda yasal birtakım değişiklikler yapılmasının kararlaştırıldığını açıklayan Papandreu, buna göre, Vakıflar’ ın idaresi için her belediyede ayrı birer idare heyeti oluşturulması yoluna gidileceğini belirtti.