ziberkan
Super Moderator
BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN TARİHSEL PERSPEKTİFTEN İNCELENMESİ VE ULUSLARARASI HUKUKSAL KONUMUNU BELİRLEYEN SİYASAL BAĞITLAR
Kader ÖZLEM*
GİRİŞ
XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren XIX. yüzyıl sonlarına kadar Bulgaristan coğrafyası üzerinde hâkim güç olan Osmanlı Devleti, 1878 yılında otonom olma şansı tanıdığı Bulgarlara aynı zamanda demografik dengeler açısından küçümsenemeyecek bir Türk Azınlık bırakmıştır. Bulgaristan’ın bu sorumluluğu taşıyabilme hususundaki başarısızlığı, Türk-Bulgar ilişkilerinde dalgalanmalara neden olmuştur ve olmaktadır.
İmparatorluk Türkiye’sinden cumhuriyet Türkiye’sine miras kalan Dış Türklerin en büyük kitlesinin Bulgaristan’da yaşadığı yadsınamaz bir gerçektir. Zira özelde Bulgaristan’da genelde ise Balkanlardaki Türk varlığı, Türkiye için jeostratejik açıdan büyük önem arz etmektedir. Avrupa’dan gelebilecek olası bir saldırıyı ülke sınırları dışında eritme olanağı tanıyan bölgeye Türkiye’nin reel politik eksenden bakması, devletin bekası ve stratejik çıkarları açısından kaçınılmazdır. Politik çıkarların yanı sıra tarihsel deneyimlerin Türk Devleti’ne bahşettiği avantajlı konum, Türk Kültürünün bölgede kalıcı olmasında başlıca etkendir. Bu bağlamda, Türkiye’nin Balkan politikasında önemli parametrelerinden birini de Bulgaristan Türkleri oluşturmaktadır.
Bulgaristan’ın Balkan coğrafyasında sahip olduğu kendine özgü konjonktürü, onu diğer Balkan ülkelerinden farklı kılmaktadır. Soğuk savaş döneminde Varşova Paktı’nda bulunan Bulgaristan bu dönemde Sovyetler Birliği’nin uydusu iken, 1991 ve sonrasında uluslararası sistemde meydana gelen köklü değişikliklerle birlikte rotasını birden Batı’ya çevirmiştir. Bulgaristan’ın değişen politikalarında değişmeyen tek konu bünyesindeki Türk azınlıktır. 1989’a kadar asimilasyon politikalarını açıktan açığa yapan Bulgarlar, bu tarihten sonra gizliden gizliye yaparak söz konusu politikalarını sürdürmüştür. Günümüzde Bulgaristan’ın bu politikalarını örten etken, büründüğü “demokratik Bulgaristan” kimliğidir.
Bulgaristan yönetiminin devletlerarası hukuk ihlalleri, özellikle Bulgar Prensliği’nin kurulması ve demografik dengelerin Bulgarların lehine değiştirilmesi amacı ile uygulanmaya başlanan baskı, zulüm ve asimilasyon politikaları sonucunda uluslararası hukuk literatürüne “Bulgaristan Türk Azınlığı” adında yeni bir kavramı girmiştir. 1878’den günümüze kadar Türk-Bulgar ilişkilerinde belirleyici olan Bulgaristan’daki Türk Azınlık, kimi zaman ikili ilişkilerdeki yumuşamadan istifade etmiş; kimi zaman da çıkar çatışmalarının yarattığı gergin havayı teneffüs etmiştir. Bu çalışmanın amacı, genel hatlarıyla Bulgaristan Türk Azınlığı kavramının açıklanması olarak özetlenebilir. Bulgaristan’daki Türk Azınlık kavramını anlamak şüphesiz ki tarihsel perspektif içerisinde Türk azınlığın konumuna bakmayı gerektirir. Bu bağlamda, uluslararası hukuk açısından Türk Azınlığa verilen ikili ve çok taraflı haklar incelenecek ve konu genel hatlarıyla bir sonuca bağlanacaktır.
1). BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN TARİHSEL PERSPEKTİFTEN İNCELENMESİ
XIV. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyet sahasına giren günümüz Bulgaristan coğrafyası, Devlet tarafından uygulanan sistematik bir iskân politikası sonucu Türk yurdu haline gelmiştir. Bu tarihten başlayarak bölgedeki demografik dengeler sürekli Türklerin lehine olan bir değişim göstermiştir. Söz konusu değişim, Osmanlı Devleti’nin uyguladığı soykırım politikaları sonucunda değil; Devlet otoritesince Anadolu’dan getirilen Yörüklerin buraları yurt olarak benimsemeleri nihayetinde gerçekleşmiştir. Eğer, objektiflikten yoksun bazı tarihçilerin iddia ettiği gibi Osmanlılar Balkanlar’a girdiğinde soykırım faaliyetlerine girişmiş olsalardı, günümüz Balkan coğrafyasında milliyet bağlamında herhangi bir kitleden bahsetmek mümkün olamazdı. Buna rağmen, Türkler 19. yüzyılın ortalarına kadar Bulgaristan topraklarında nüfus yoğunluğunu ve etkinliğini korumuştur. Bu döneme kadar bölgede hâkim olan siyasi otoritenin temel unsuru olan Türkler, bu yüzyıldan itibaren gerek devletin siyasi otoritesinin zayıflaması, gerekse Fransız İhtilalinin sonuçları ve Rusya destekli bağımsız bir Bulgar devletinin kurulması çabaları sonucunda zor durumda kalmışlardır. Sonuç olarak, 1878’de Rusya’nın girişimlerinin etkisiyle Bulgarlara özerklik verilmiştir. Bu tarih, Bulgaristan Türkleri için çoğunluktan azınlık olmaya dönük bir sürecin başlangıcıdır.
Bulgaristan’da farklı siyasal olaylarla meydana gelen köklü değişimler, Bulgaristan Türklerini tarihsel perspektiften incelerken temel kriterler olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu süreçler şöyle sınıflandırılabilir:
Ø Prenslik Dönemi (1878 –1908)
Ø Krallık Dönemi (1908 – 1944)
Ø Sosyalist Dönem (1944 – 1989)
Ø Demokrasi Dönemi (1989 - ....)
A).PRENSLİK DÖNEMİ(1878–1908): 1789 Fransız İhtilali sonucunda gün ışığına çıkan ve uluslararası etkileşim sonucu meydana gelen toplumsal milliyetçi reaksiyonlar ve bunların küresel çaptaki yankıları bağımsızlık mücadelelerine yön vermiştir. Bu noktada söz konusu Balkanlar olunca, bu coğrafyadaki halkların bağımsızlıklarına çetin silahlı mücadeleler sonucunda değil; o veya bu devletin hediyeleri neticesinde kavuştuklarını belirtmek gerekir. Bağımsızlık ilanlarından sonra da küresel güçteki devletlerin taşeronluğunu yapmışlardır.
Rusya’nın güdümü altında homojen bir nüfus yapısı oluşturmaya çalışan Bulgarlar, “Büyük Bulgaristan” ülküleri doğrultusunda Türkleri katletmekten kaçınmamışlardır. 93 Harbi’nden önce bölge toprakları üzerinde 3 milyon 200 bin kadar nüfus yaşarken; bunların yarısı Müslümanlardan, diğer yarısı ise gayrimüslimlerden oluşmaktaydı. Gayrimüslim potansiyel içinde Bulgarların yanı sıra Sırp, Rum, Ermeni ve Gagavuz nüfusu da mevcuttur.1
Rus yetkili makamlarınca bir “ırklar ve yok etme” savaşı olarak uygulanan 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Rumeli’den Anadolu’ya 1.230.000 Türk’ü muhacir durumuna düşürürken; 261.937 kişinin de ölümüne sebebiyet vermiştir.2 Ayrıca, bu terör ve dehşetten Balkanlardaki kültür mirasımız da nasibini almıştır: Sofya’daki 44, Filibe’deki 33 camiden geriye sadece birer tane cami kalmıştır. Türkler bu savaştan sonra ilk kez egemen oldukları topraklarda azınlık durumuna düşmüşlerdir.
Savaş zengin, varlıklı kesim ile aydın sayılabilecek kişileri Anadolu’ya göç etmeye mecbur kılarken; geride köylü, fakir ve cahil bir kitle bırakmıştır. Bu da Bulgaristan Türklerinin başsız bir gövde olarak hareket etmesine zemin hazırlamıştır. Yine savaş sonrasında imzalanan Berlin Antlaşması, Bulgaristan Türklerinin her türlü siyasi, dini, ekonomik ve sosyal haklarını garanti altına aldığı ve büyük devletlerin de üzerine imza koyduğu bir uygulama olduğu halde, antlaşmanın pratik safhası teorik betimlemelerden çok daha farklı bir şekilde işlemiştir.[3]
B).KRALLIK DÖNEMİ (1908–1944): II. Meşrutiyetin ilanı sırasındaki boşluktan faydalanan Bulgar Prensliği, 1908’de bağımsızlık ilan ederek 1909 yılında da Osmanlı Hükümetiyle İstanbul’da bir protokol imzalayıp resmen tanınmış oluyordu. Bu protokol ile Bulgaristan’daki Türkler üzerinde bir takım düzenlemeler yapılmışken; 1912 yılında başlayan Balkan Savaşları, sadece Bulgaristan Türkleri için değil; genel anlamda Balkan Türklüğü için büyük bir tehlikeye işaretti.
Hiç beklenmedik bir anda Çatalca önlerine kadar ilerleyen Bulgar ordusu, 500.000 savunmasız ve masum Türk’ü katletmişlerdir.[4] Balkan Savaşları sonrasında imzalanan İstanbul Antlaşması da Bulgaristan’daki Türk Azınlık açısından özel hükümler içermektedir.
I.Dünya Savaşı esnasında Osmanlı Devleti ile Bulgaristan’ın aynı müttefik grubu içerisinde yer almaları, Bulgaristan Türkleri için kısa süreli bir nefes alışı da beraberinde getirmiştir. Savaş sonrasında imzalanan Neuilly Antlaşması, Bulgaristan’daki azınlık grupları açısından ileri düzeyde maddeler içermektedir. Alexandr Stambolyski zamanında altın çağlarını yaşayan Bulgaristan Türkleri, Neuilly, Lozan ve 1925 Türk-Bulgar Dostluk Antlaşmalarıyla koruma altına alınmışlardır. Ancak, Çiftçi Partisi’nden sonra iktidara gelen Faşist hükümetler döneminde Türklere yönelik baskı unsurları artmış ve farklı sebeplere dayanılarak 1913–1934 yılları arasında ortalama olarak her yıl 10–12 bin Türk Anadolu’ya göç etmiştir.[5]
C).KOMÜNİZM DÖNEMİ (1944–1989): 1944 yılında Sosyalist-Marksist düşünce sisteminin Bulgaristan’da iktidar olması, komşu ülke Türkiye ile ideolojik ayrımı pekiştirecek ve bu sancılı süreç yine Bulgaristan Türklerine pahalıya mal olacaktır.
Komünist ideoloji iktidarının ilk yıllarında Türklere karşı eşit ve özgürlükçü siyasalar izlenirken, bu siyasalar yerini zamanla ‘tek Bulgar ulusu yaratma’ fikrine bırakmıştır. Yapılan uygulamalar Türklerin hayal kırıklığına uğradığını destekler nitelikte olduğundan, komünist düşünce felsefesi Türkler arasında yayılma popülaritesini kaybetmiştir.12 Eylül 1946’da devletleştirilen Türklerin öğrenim gördüğü 2500 ilkokul, 67 ortaokul, 1 lise ve öğretmen okulu Bulgar okullarıyla birleştirilmiştir.1959’da Türk azınlık okulları kapatılırken Türkçe seçmeli ders olarak haftada 2 saate indirilmiştir. 1974’te tamamen vazgeçilen uygulama Türklere yapılan haksızlıklar konusunda bize yardımcı olabilmektedir.[6]
1956 yılında Todor Jivkov’un komünist parti üzerinde nüfuzunu artırması, Türk azınlığın kaygılarını derinleştirmiştir. Bu tarihten itibaren homojen bir Bulgar nüfusu yaratma gayesiyle sürdürülen asimilasyon hareketi, 1985 yılında doruk noktasına ulaşmıştır. Türk isimlerinin Bulgar isimleriyle değiştirilmesi, dini vecibelerin engellenmesi, komünizm bahanesiyle camilerin kapılarına kilit vurulması, İslam’ın ön gördüğü sünnet olmanın yasaklanması vb. uygulamalar kültürel soykırıma; Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlere yatırım yapılmaması ve Türkçe konuşanlardan zorla para alınması ekonomik soykırıma; bu uygulamalara itiraz edip başkaldıranların öldürülmesi ise fiziki soykırıma açık bir örnek teşkil etmektedir. Bu dönemdeki göç olgusu Bulgaristan Türklerinin değişmeyen kaderidir.
Ø 1951 Göçü: Bu tarihte 150.000 Türk’ün aniden göç ettirilmesi Türk-Bulgar ilişkilerinde yaşanacak olan buhranlı günlerin başlangıcı olmuştur. Ayrıca, 10 Ağustos 1950 tarihinde Bulgaristan Hükümeti’nin Türkiye’ye nota vererek 250.000 kişiyi göçmen olarak almasını istemesi ilginçtir.[7] 1951 göçüne Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılmasına Rusya’dan yanıt olduğu şeklinde bakmak kendi içinde tutarlı ve araştırmacılar tarafından kabul edilen bir görüştür.[8]
Ø 1969–78(Akraba Göçü):1968 yılında yapılan göç antlaşmasıyla bu 10 yıllık süre zarfında Bulgaristan’dan Türkiye’ye yaklaşık olarak 130.000 Türk göç etmiştir.
Ø 1989 Göçü:1985 yılında hat safhaya ulaşan şovenist politikalar, klasik insan hakları kural ihlalleri bir tarafa dursun; medeniyet tarihine ağır hakaretler içermektedir. 1984 sonu itibariyle yüz binlerce Türk’ün isim değişikliğine karşın yapılan insanlık dışı uygulamalar Türklerin mukavemetini artırmış ve örgütlenmelerine olanak sağlamıştır.6 Mayıs 1989 tarihinde 300 kişiden fazla Türk açlık grevine başlamış ve bu grevler zamanla protesto yürüyüşlerine dönüşmüştür. Yankı getiren protestolar sonucunda 29 Mayıs 1989’da Jivkov’un televizyona çıkarak Türkiye’yi sınırlarını açmaya davet etmesi üzerine mal varlığına el konulmuş yüz binlerce Türk, kanunlara aykırı olarak sınır dışı edilmiştir.[9] 1989 Aralık ayı itibariyle 320.000 kadar Türk anavatan Türkiye’ye göç etmiştir. Bu rakam, II. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşen en büyük kitlesel göç olma vasfını taşımaktadır.[10] Ayrıca,1989 Göç Hareketinden öncesinde, 1984–1985 yıllarında yapılan soykırım faaliyetlerine yönelik olarak Türkiye’de gerekli hassasiyetin gösterilmemesi, siyasi parti yöneticilerinin Bulgar yönetiminin politikalarını kınamaktan öteye gidememeleri; Türkiye’de olan en ufak bir hukuksuzlukta ayağa kalkan Avrupa ve diğer Birleşmiş Milletler ülkeleri, Bulgaristan’daki mezalimin üzücü olduğunu belirtmekten başka hiçbir şey yapmamaları da ayrı bir nüanstır.[11]
C).DEMOKRATİK DÖNEM(1989-...): 1989 yılı sonunda T.Jivkov iktidarının devrilmesiyle meydana gelen boşluk, yeni alternatifler ve çözüm önerileriyle birlikte doldurulmaya çalışılmıştır. 1991 yılında Soğuk Savaş Dönemi’nin sona erip Varşova Paktı’nın dağılması, dünya iktisadi ve siyasi dengelerini değiştirmiştir. 1991 sonrası dünyaya hâkim olan genel düzensizlik, Bulgaristan’da da kendini göstermiştir. Ancak, bu dönemde Bulgaristan dış politikasının temel eğilimi, Batı ile entegrasyon sürecine girmek (bu entegrasyon sürecinde AB ve NATO üyelikleri kaçınılmaz hedeflerdir.), tarafsızlık politikası ve Sovyetler Birliği’nin devamı olan Rusya ile yeniden işbirliğine gitme olarak göze çarpmaktadır.[12]
Bulgaristan’da bu dönemde değişmeyen tek şey, Türk Azınlık kavramıdır. 8 Ocak 1990’da Sofya’da toplanan konferansta hem etnik azınlık olarak Türkler, hem de ‘milliyetçi komünistler’ tatmin edilmiştir. Yayınlanan bildirgeye göre; Türkler kendi adlarını alabilecek, ibadetlerini serbestçe icra edebilecek, kendi gelenek ve göreneklerini yaşatabilecek, Türkçe günlük hayatta kullanılabilecek ve Türkçe yayınlar neşredilebilecek, bunun yanında Bulgarca ülkede tek resmi dil olacaktı.[13]
Her ne kadar Bulgaristan’daki Türklerin durumunda olumlu değişmeler gerçekleşmişse de 1980’li yıllardaki terörün failleri ciddi bir yargılama sürecinden geçmemişlerdir. 1997 yılında TBMM’yi ziyaret eden Bulgaristan Cumhurbaşkanı Peter Steyanov, yaşanan olaylardan duyduğu üzüntüyü dile getirirken; 2002 yılında Bulgaristan Cumhurbaşkanı Yardımcısı komünizm döneminde yaşanan olaylardan dolayı Bulgaristan Türklerinden resmen özür dilemiştir.[14]
Kader ÖZLEM*
GİRİŞ
XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren XIX. yüzyıl sonlarına kadar Bulgaristan coğrafyası üzerinde hâkim güç olan Osmanlı Devleti, 1878 yılında otonom olma şansı tanıdığı Bulgarlara aynı zamanda demografik dengeler açısından küçümsenemeyecek bir Türk Azınlık bırakmıştır. Bulgaristan’ın bu sorumluluğu taşıyabilme hususundaki başarısızlığı, Türk-Bulgar ilişkilerinde dalgalanmalara neden olmuştur ve olmaktadır.
İmparatorluk Türkiye’sinden cumhuriyet Türkiye’sine miras kalan Dış Türklerin en büyük kitlesinin Bulgaristan’da yaşadığı yadsınamaz bir gerçektir. Zira özelde Bulgaristan’da genelde ise Balkanlardaki Türk varlığı, Türkiye için jeostratejik açıdan büyük önem arz etmektedir. Avrupa’dan gelebilecek olası bir saldırıyı ülke sınırları dışında eritme olanağı tanıyan bölgeye Türkiye’nin reel politik eksenden bakması, devletin bekası ve stratejik çıkarları açısından kaçınılmazdır. Politik çıkarların yanı sıra tarihsel deneyimlerin Türk Devleti’ne bahşettiği avantajlı konum, Türk Kültürünün bölgede kalıcı olmasında başlıca etkendir. Bu bağlamda, Türkiye’nin Balkan politikasında önemli parametrelerinden birini de Bulgaristan Türkleri oluşturmaktadır.
Bulgaristan’ın Balkan coğrafyasında sahip olduğu kendine özgü konjonktürü, onu diğer Balkan ülkelerinden farklı kılmaktadır. Soğuk savaş döneminde Varşova Paktı’nda bulunan Bulgaristan bu dönemde Sovyetler Birliği’nin uydusu iken, 1991 ve sonrasında uluslararası sistemde meydana gelen köklü değişikliklerle birlikte rotasını birden Batı’ya çevirmiştir. Bulgaristan’ın değişen politikalarında değişmeyen tek konu bünyesindeki Türk azınlıktır. 1989’a kadar asimilasyon politikalarını açıktan açığa yapan Bulgarlar, bu tarihten sonra gizliden gizliye yaparak söz konusu politikalarını sürdürmüştür. Günümüzde Bulgaristan’ın bu politikalarını örten etken, büründüğü “demokratik Bulgaristan” kimliğidir.
Bulgaristan yönetiminin devletlerarası hukuk ihlalleri, özellikle Bulgar Prensliği’nin kurulması ve demografik dengelerin Bulgarların lehine değiştirilmesi amacı ile uygulanmaya başlanan baskı, zulüm ve asimilasyon politikaları sonucunda uluslararası hukuk literatürüne “Bulgaristan Türk Azınlığı” adında yeni bir kavramı girmiştir. 1878’den günümüze kadar Türk-Bulgar ilişkilerinde belirleyici olan Bulgaristan’daki Türk Azınlık, kimi zaman ikili ilişkilerdeki yumuşamadan istifade etmiş; kimi zaman da çıkar çatışmalarının yarattığı gergin havayı teneffüs etmiştir. Bu çalışmanın amacı, genel hatlarıyla Bulgaristan Türk Azınlığı kavramının açıklanması olarak özetlenebilir. Bulgaristan’daki Türk Azınlık kavramını anlamak şüphesiz ki tarihsel perspektif içerisinde Türk azınlığın konumuna bakmayı gerektirir. Bu bağlamda, uluslararası hukuk açısından Türk Azınlığa verilen ikili ve çok taraflı haklar incelenecek ve konu genel hatlarıyla bir sonuca bağlanacaktır.
1). BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN TARİHSEL PERSPEKTİFTEN İNCELENMESİ
XIV. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyet sahasına giren günümüz Bulgaristan coğrafyası, Devlet tarafından uygulanan sistematik bir iskân politikası sonucu Türk yurdu haline gelmiştir. Bu tarihten başlayarak bölgedeki demografik dengeler sürekli Türklerin lehine olan bir değişim göstermiştir. Söz konusu değişim, Osmanlı Devleti’nin uyguladığı soykırım politikaları sonucunda değil; Devlet otoritesince Anadolu’dan getirilen Yörüklerin buraları yurt olarak benimsemeleri nihayetinde gerçekleşmiştir. Eğer, objektiflikten yoksun bazı tarihçilerin iddia ettiği gibi Osmanlılar Balkanlar’a girdiğinde soykırım faaliyetlerine girişmiş olsalardı, günümüz Balkan coğrafyasında milliyet bağlamında herhangi bir kitleden bahsetmek mümkün olamazdı. Buna rağmen, Türkler 19. yüzyılın ortalarına kadar Bulgaristan topraklarında nüfus yoğunluğunu ve etkinliğini korumuştur. Bu döneme kadar bölgede hâkim olan siyasi otoritenin temel unsuru olan Türkler, bu yüzyıldan itibaren gerek devletin siyasi otoritesinin zayıflaması, gerekse Fransız İhtilalinin sonuçları ve Rusya destekli bağımsız bir Bulgar devletinin kurulması çabaları sonucunda zor durumda kalmışlardır. Sonuç olarak, 1878’de Rusya’nın girişimlerinin etkisiyle Bulgarlara özerklik verilmiştir. Bu tarih, Bulgaristan Türkleri için çoğunluktan azınlık olmaya dönük bir sürecin başlangıcıdır.
Bulgaristan’da farklı siyasal olaylarla meydana gelen köklü değişimler, Bulgaristan Türklerini tarihsel perspektiften incelerken temel kriterler olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu süreçler şöyle sınıflandırılabilir:
Ø Prenslik Dönemi (1878 –1908)
Ø Krallık Dönemi (1908 – 1944)
Ø Sosyalist Dönem (1944 – 1989)
Ø Demokrasi Dönemi (1989 - ....)
A).PRENSLİK DÖNEMİ(1878–1908): 1789 Fransız İhtilali sonucunda gün ışığına çıkan ve uluslararası etkileşim sonucu meydana gelen toplumsal milliyetçi reaksiyonlar ve bunların küresel çaptaki yankıları bağımsızlık mücadelelerine yön vermiştir. Bu noktada söz konusu Balkanlar olunca, bu coğrafyadaki halkların bağımsızlıklarına çetin silahlı mücadeleler sonucunda değil; o veya bu devletin hediyeleri neticesinde kavuştuklarını belirtmek gerekir. Bağımsızlık ilanlarından sonra da küresel güçteki devletlerin taşeronluğunu yapmışlardır.
Rusya’nın güdümü altında homojen bir nüfus yapısı oluşturmaya çalışan Bulgarlar, “Büyük Bulgaristan” ülküleri doğrultusunda Türkleri katletmekten kaçınmamışlardır. 93 Harbi’nden önce bölge toprakları üzerinde 3 milyon 200 bin kadar nüfus yaşarken; bunların yarısı Müslümanlardan, diğer yarısı ise gayrimüslimlerden oluşmaktaydı. Gayrimüslim potansiyel içinde Bulgarların yanı sıra Sırp, Rum, Ermeni ve Gagavuz nüfusu da mevcuttur.1
Rus yetkili makamlarınca bir “ırklar ve yok etme” savaşı olarak uygulanan 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Rumeli’den Anadolu’ya 1.230.000 Türk’ü muhacir durumuna düşürürken; 261.937 kişinin de ölümüne sebebiyet vermiştir.2 Ayrıca, bu terör ve dehşetten Balkanlardaki kültür mirasımız da nasibini almıştır: Sofya’daki 44, Filibe’deki 33 camiden geriye sadece birer tane cami kalmıştır. Türkler bu savaştan sonra ilk kez egemen oldukları topraklarda azınlık durumuna düşmüşlerdir.
Savaş zengin, varlıklı kesim ile aydın sayılabilecek kişileri Anadolu’ya göç etmeye mecbur kılarken; geride köylü, fakir ve cahil bir kitle bırakmıştır. Bu da Bulgaristan Türklerinin başsız bir gövde olarak hareket etmesine zemin hazırlamıştır. Yine savaş sonrasında imzalanan Berlin Antlaşması, Bulgaristan Türklerinin her türlü siyasi, dini, ekonomik ve sosyal haklarını garanti altına aldığı ve büyük devletlerin de üzerine imza koyduğu bir uygulama olduğu halde, antlaşmanın pratik safhası teorik betimlemelerden çok daha farklı bir şekilde işlemiştir.[3]
B).KRALLIK DÖNEMİ (1908–1944): II. Meşrutiyetin ilanı sırasındaki boşluktan faydalanan Bulgar Prensliği, 1908’de bağımsızlık ilan ederek 1909 yılında da Osmanlı Hükümetiyle İstanbul’da bir protokol imzalayıp resmen tanınmış oluyordu. Bu protokol ile Bulgaristan’daki Türkler üzerinde bir takım düzenlemeler yapılmışken; 1912 yılında başlayan Balkan Savaşları, sadece Bulgaristan Türkleri için değil; genel anlamda Balkan Türklüğü için büyük bir tehlikeye işaretti.
Hiç beklenmedik bir anda Çatalca önlerine kadar ilerleyen Bulgar ordusu, 500.000 savunmasız ve masum Türk’ü katletmişlerdir.[4] Balkan Savaşları sonrasında imzalanan İstanbul Antlaşması da Bulgaristan’daki Türk Azınlık açısından özel hükümler içermektedir.
I.Dünya Savaşı esnasında Osmanlı Devleti ile Bulgaristan’ın aynı müttefik grubu içerisinde yer almaları, Bulgaristan Türkleri için kısa süreli bir nefes alışı da beraberinde getirmiştir. Savaş sonrasında imzalanan Neuilly Antlaşması, Bulgaristan’daki azınlık grupları açısından ileri düzeyde maddeler içermektedir. Alexandr Stambolyski zamanında altın çağlarını yaşayan Bulgaristan Türkleri, Neuilly, Lozan ve 1925 Türk-Bulgar Dostluk Antlaşmalarıyla koruma altına alınmışlardır. Ancak, Çiftçi Partisi’nden sonra iktidara gelen Faşist hükümetler döneminde Türklere yönelik baskı unsurları artmış ve farklı sebeplere dayanılarak 1913–1934 yılları arasında ortalama olarak her yıl 10–12 bin Türk Anadolu’ya göç etmiştir.[5]
C).KOMÜNİZM DÖNEMİ (1944–1989): 1944 yılında Sosyalist-Marksist düşünce sisteminin Bulgaristan’da iktidar olması, komşu ülke Türkiye ile ideolojik ayrımı pekiştirecek ve bu sancılı süreç yine Bulgaristan Türklerine pahalıya mal olacaktır.
Komünist ideoloji iktidarının ilk yıllarında Türklere karşı eşit ve özgürlükçü siyasalar izlenirken, bu siyasalar yerini zamanla ‘tek Bulgar ulusu yaratma’ fikrine bırakmıştır. Yapılan uygulamalar Türklerin hayal kırıklığına uğradığını destekler nitelikte olduğundan, komünist düşünce felsefesi Türkler arasında yayılma popülaritesini kaybetmiştir.12 Eylül 1946’da devletleştirilen Türklerin öğrenim gördüğü 2500 ilkokul, 67 ortaokul, 1 lise ve öğretmen okulu Bulgar okullarıyla birleştirilmiştir.1959’da Türk azınlık okulları kapatılırken Türkçe seçmeli ders olarak haftada 2 saate indirilmiştir. 1974’te tamamen vazgeçilen uygulama Türklere yapılan haksızlıklar konusunda bize yardımcı olabilmektedir.[6]
1956 yılında Todor Jivkov’un komünist parti üzerinde nüfuzunu artırması, Türk azınlığın kaygılarını derinleştirmiştir. Bu tarihten itibaren homojen bir Bulgar nüfusu yaratma gayesiyle sürdürülen asimilasyon hareketi, 1985 yılında doruk noktasına ulaşmıştır. Türk isimlerinin Bulgar isimleriyle değiştirilmesi, dini vecibelerin engellenmesi, komünizm bahanesiyle camilerin kapılarına kilit vurulması, İslam’ın ön gördüğü sünnet olmanın yasaklanması vb. uygulamalar kültürel soykırıma; Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlere yatırım yapılmaması ve Türkçe konuşanlardan zorla para alınması ekonomik soykırıma; bu uygulamalara itiraz edip başkaldıranların öldürülmesi ise fiziki soykırıma açık bir örnek teşkil etmektedir. Bu dönemdeki göç olgusu Bulgaristan Türklerinin değişmeyen kaderidir.
Ø 1951 Göçü: Bu tarihte 150.000 Türk’ün aniden göç ettirilmesi Türk-Bulgar ilişkilerinde yaşanacak olan buhranlı günlerin başlangıcı olmuştur. Ayrıca, 10 Ağustos 1950 tarihinde Bulgaristan Hükümeti’nin Türkiye’ye nota vererek 250.000 kişiyi göçmen olarak almasını istemesi ilginçtir.[7] 1951 göçüne Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılmasına Rusya’dan yanıt olduğu şeklinde bakmak kendi içinde tutarlı ve araştırmacılar tarafından kabul edilen bir görüştür.[8]
Ø 1969–78(Akraba Göçü):1968 yılında yapılan göç antlaşmasıyla bu 10 yıllık süre zarfında Bulgaristan’dan Türkiye’ye yaklaşık olarak 130.000 Türk göç etmiştir.
Ø 1989 Göçü:1985 yılında hat safhaya ulaşan şovenist politikalar, klasik insan hakları kural ihlalleri bir tarafa dursun; medeniyet tarihine ağır hakaretler içermektedir. 1984 sonu itibariyle yüz binlerce Türk’ün isim değişikliğine karşın yapılan insanlık dışı uygulamalar Türklerin mukavemetini artırmış ve örgütlenmelerine olanak sağlamıştır.6 Mayıs 1989 tarihinde 300 kişiden fazla Türk açlık grevine başlamış ve bu grevler zamanla protesto yürüyüşlerine dönüşmüştür. Yankı getiren protestolar sonucunda 29 Mayıs 1989’da Jivkov’un televizyona çıkarak Türkiye’yi sınırlarını açmaya davet etmesi üzerine mal varlığına el konulmuş yüz binlerce Türk, kanunlara aykırı olarak sınır dışı edilmiştir.[9] 1989 Aralık ayı itibariyle 320.000 kadar Türk anavatan Türkiye’ye göç etmiştir. Bu rakam, II. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşen en büyük kitlesel göç olma vasfını taşımaktadır.[10] Ayrıca,1989 Göç Hareketinden öncesinde, 1984–1985 yıllarında yapılan soykırım faaliyetlerine yönelik olarak Türkiye’de gerekli hassasiyetin gösterilmemesi, siyasi parti yöneticilerinin Bulgar yönetiminin politikalarını kınamaktan öteye gidememeleri; Türkiye’de olan en ufak bir hukuksuzlukta ayağa kalkan Avrupa ve diğer Birleşmiş Milletler ülkeleri, Bulgaristan’daki mezalimin üzücü olduğunu belirtmekten başka hiçbir şey yapmamaları da ayrı bir nüanstır.[11]
C).DEMOKRATİK DÖNEM(1989-...): 1989 yılı sonunda T.Jivkov iktidarının devrilmesiyle meydana gelen boşluk, yeni alternatifler ve çözüm önerileriyle birlikte doldurulmaya çalışılmıştır. 1991 yılında Soğuk Savaş Dönemi’nin sona erip Varşova Paktı’nın dağılması, dünya iktisadi ve siyasi dengelerini değiştirmiştir. 1991 sonrası dünyaya hâkim olan genel düzensizlik, Bulgaristan’da da kendini göstermiştir. Ancak, bu dönemde Bulgaristan dış politikasının temel eğilimi, Batı ile entegrasyon sürecine girmek (bu entegrasyon sürecinde AB ve NATO üyelikleri kaçınılmaz hedeflerdir.), tarafsızlık politikası ve Sovyetler Birliği’nin devamı olan Rusya ile yeniden işbirliğine gitme olarak göze çarpmaktadır.[12]
Bulgaristan’da bu dönemde değişmeyen tek şey, Türk Azınlık kavramıdır. 8 Ocak 1990’da Sofya’da toplanan konferansta hem etnik azınlık olarak Türkler, hem de ‘milliyetçi komünistler’ tatmin edilmiştir. Yayınlanan bildirgeye göre; Türkler kendi adlarını alabilecek, ibadetlerini serbestçe icra edebilecek, kendi gelenek ve göreneklerini yaşatabilecek, Türkçe günlük hayatta kullanılabilecek ve Türkçe yayınlar neşredilebilecek, bunun yanında Bulgarca ülkede tek resmi dil olacaktı.[13]
Her ne kadar Bulgaristan’daki Türklerin durumunda olumlu değişmeler gerçekleşmişse de 1980’li yıllardaki terörün failleri ciddi bir yargılama sürecinden geçmemişlerdir. 1997 yılında TBMM’yi ziyaret eden Bulgaristan Cumhurbaşkanı Peter Steyanov, yaşanan olaylardan duyduğu üzüntüyü dile getirirken; 2002 yılında Bulgaristan Cumhurbaşkanı Yardımcısı komünizm döneminde yaşanan olaylardan dolayı Bulgaristan Türklerinden resmen özür dilemiştir.[14]