ziberkan
Super Moderator
Ortaçağ Avrupa’sında, kitapların bölüm başlıklarındaki ilk harflerin kırmızıya boyanmasında kullanılan boyaya “minium” adı verilirdi. Latince “kırmızı ile boyamak” anlamına gelen “miniare” ve “minyatür” bu kelimeden türetilmiştir.
Zaman içinde kitap metinlerini süsleyen resimler olarak gelişim gösteren minyatür sanatına, İranlılar ve Türkler “Nakış resim” veya “Hurde nakış”, minyatür sanatçısına ise “Nakkaş” ve “Musavvar” demişlerdir.
Çin’den İran’a, oradan da Anadolu yoluyla Avrupa’ya geçen minyatür, İslam ülkeleri içinde özellikle İran’da büyük gelişme göstermiş, en büyük minyatür ressamı olarak bilinen Behzat, sarayın başnakkaşı olmuş ve İran’daki bütün kütüphaneler, ressam ve nakkaşlar şahın fermanıyla onun emrine verilmiştir.
Minyatür sanatının doğuda ortaya çıkmasının ve gelişmesinin en önemli nedeni, kâğıdın ve kitabın doğuda icat edilmiş olmasıdır.
Minyatürün bir tür resim olmasına karşın, onu resim sanatından ayıran bir çok farkı vardır. Minyatürde renkler dümdüz sürülür ve resimde olduğu gibi ışık ve gölge etkisi aranmaz. Şekiller birbirini kapatmayacak durumda yan yana dizilir. Resmedilen insanların büyüklükleri ve yeri önemlerine göre belirtilir. önemli kişiler ön taraflarda ve daha büyük boylarda yapılır. Şekillerin ayrıntıları detaylı olarak gösterilir ve görüntülerde uzaklık anlaşılmaz.
MİNYATÜRÜN YAPILIŞI
Minyatür sanatçısı, sırf pamuktan yapılmış bir parça has kâğıdı bir mermerin üzerine yayarak, mermer ya da fildişiyle sürte sürte parlatır. Yapacağı şekillerin hatlarını da kedi veya samur kılından yapılmış ve ipek telle kuş tüyüne bağlanmış bir fırçayla kâğıt üzerinde belli ederek taslağını hazırlar. Sınırları çizilmiş şekillerin üzerinden çini mürekkebiyle geçerek hatlara son hâlini verir. Daha sonra şekillerin sınır içinde kalan kısmını kalınca bir fırçayla uygun renklere boyar ve çini mürekkebiyle bir kez daha etrafından geçer. Eski minyatürlerin bugün bile canlılığını ve parlaklığını korumalarının nedeni, aynen fresklerde ve halılarda olduğu gibi yapımlarında kök boyasının kullanılmış olmasıdır. Bugün yapılan minyatürlerde kullanılan boyaların kimyevî maddelerden elde edilmesi eserlerin dayanma sürelerini kısaltmıştır.
8. ve 9. asırdan günümüze kadar gelmiş Türk resim sanatının örnekleri arasında, duvar resmi ve figürlü işlemelerin yanında, Uygur prens ve prensesleri ile Mani ve Uygur rahiplerinin canlandırıldığı minyatürler de bulunmaktadır. Fakat ne yazık ki Türk minyatür sanatının 13. asra kadar gelişimini gösteren daha sonraki örnekleri kaybolup gitmiştir.
13. asır Selçuklu resim sanatının en güzel örneklerinden biri de Abdül Mü’min tarafından resmedilen “Varka ve Gülşah” minyatürleridir. Bu minyatürlerdeki Türk tiplerini temsil eden figürler, Büyük Selçuklu dönemi çini ve seramiklerindeki figürlerle büyük benzerlik gösterir.
Bu dönemden günümüze kadar gelen bir başka eser ise 1271’de Aksaray’da yazılıp, Sivaslı Nasreddin tarafından III. Gıyaseddin Keyhüsrev’e sunulan bir astroloji kitabıdır. Minyatürlerdeki hafif gölgelendirme ve güçlü konturlar, sanatçının Bizans minyatürlerini tanımış olduğunun işaretidir.
Osmanlı minyatür sanatına geçmeden önce “Mehmet Siyah Kalem” diye adlandırılan resimlerden söz etmek gerekir. Araştırmacıların Türkistan’da yapıldığı konusunda hemfikir oldukları bu resimler, içinde sultanın resminin de bulunduğu “Fatih Albümü” adlı derlemede yer almaktadır. Son yıllarda yapılan araştırmalar Fatih Sultan Mehmed döneminde yapılmış olan birçok minyatür eserini gün ışığına çıkarmıştır. Bunlardan biri 1455 yılında Edirne’de yapılan “Dilsüzname: Gül ve Bülbül” adlı eserdir. Bununla beraber “Hüsrev-i Şirin”, “Kâtibi Külliyatı” ve “İskendername” isimli minyatür eserleri dönemin giyim, müzik aletleri ve eğlence hayatı gibi bazı unsurlarını yansıtırlar.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde pek çok yeniliğin denendiği parlak bir gelişim izleyen minyatür sanatı, 16. asrın ikinci yarısında, nakkaş Osman’ın Sultan III. Murat’ın oğlunun sünnet düğününü 427 minyatürle anlattığı “Surname”yle zirveye ulaşmış, 17. asırda Nakşi, ve 18. asırda Levni ile ilerlemesine devam etmiştir.
Yine Kanuni devrinde tarihî olaylar saptanıp kayda geçirilirken bir yandan da resimlenmiş ve “Şeyhnamecilik” adıyla resmî bir görev hâlini almıştır. Bu tür eserlerin en önemlilerinden biri, 1543 Macaristan kuşatmasını, Nice’nin fethini ve deniz seferlerini konu alan Arifî’nin “Süleymannamesi” dir. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1534 yılında yaptığı Doğu seferi, Barbaros Hayrettin Paşa tarafından yapılan Akdeniz seferi ve yine Kanuni tarafından yapılan “Macaristan” seferi Matrakçı Nasuh tarafından resmedilmiştir. Matrakçı Nasuh bu minyatürleri bizzat gözlemleyerek hazırlamıştır. I. Selim zamanında da Cemâlü'l-Küttâb ve Kemalü'l- Hisâb isimli eserleri neşretmiştir. Matrakçı Nasuh çok yönlü bir kişiliktir. Mesela tarih alanında da Taberî Tarihi 'ni Mecmaü't-Tevârih adıyla Türkçe'ye çevirmiştir.
17. yüzyılda verilen en önemli minyatür eserlerinin başında Kalender Paşanın “Falname”si, Tarihçi Nadir’in “Şahname-i Nadir”i, Taşköprülüzade’nin “Tercüme-i Şeka’ik Nu’maniye” isimli yazmaları gelir. 18. yüzyılın en ünlü minyatür ustası olan nakkaş Levni, çeşitli milletten resmettiği kadın ve erkek figürlerinden oluşan ve iki kopya halinde hazırladığı “Surname” adlı eseri bırakmıştır.
Osmanlı devletinde minyatür sanatı 19. yüzyıla kadar devam etmiş, imparatorluğun çöküşü ile ilerlemesi durmuş, yerini batı resim tekniğiyle yapılan yağlı boya tablolara bırakmıştır. Günümüzde ise geleneksel sanatların hayatta kalması için yürütülen faaliyetler çerçevesinde varlığını bir biçimde devam ettirmektedir.
Zaman içinde kitap metinlerini süsleyen resimler olarak gelişim gösteren minyatür sanatına, İranlılar ve Türkler “Nakış resim” veya “Hurde nakış”, minyatür sanatçısına ise “Nakkaş” ve “Musavvar” demişlerdir.
Çin’den İran’a, oradan da Anadolu yoluyla Avrupa’ya geçen minyatür, İslam ülkeleri içinde özellikle İran’da büyük gelişme göstermiş, en büyük minyatür ressamı olarak bilinen Behzat, sarayın başnakkaşı olmuş ve İran’daki bütün kütüphaneler, ressam ve nakkaşlar şahın fermanıyla onun emrine verilmiştir.
Minyatür sanatının doğuda ortaya çıkmasının ve gelişmesinin en önemli nedeni, kâğıdın ve kitabın doğuda icat edilmiş olmasıdır.
Minyatürün bir tür resim olmasına karşın, onu resim sanatından ayıran bir çok farkı vardır. Minyatürde renkler dümdüz sürülür ve resimde olduğu gibi ışık ve gölge etkisi aranmaz. Şekiller birbirini kapatmayacak durumda yan yana dizilir. Resmedilen insanların büyüklükleri ve yeri önemlerine göre belirtilir. önemli kişiler ön taraflarda ve daha büyük boylarda yapılır. Şekillerin ayrıntıları detaylı olarak gösterilir ve görüntülerde uzaklık anlaşılmaz.
MİNYATÜRÜN YAPILIŞI
Minyatür sanatçısı, sırf pamuktan yapılmış bir parça has kâğıdı bir mermerin üzerine yayarak, mermer ya da fildişiyle sürte sürte parlatır. Yapacağı şekillerin hatlarını da kedi veya samur kılından yapılmış ve ipek telle kuş tüyüne bağlanmış bir fırçayla kâğıt üzerinde belli ederek taslağını hazırlar. Sınırları çizilmiş şekillerin üzerinden çini mürekkebiyle geçerek hatlara son hâlini verir. Daha sonra şekillerin sınır içinde kalan kısmını kalınca bir fırçayla uygun renklere boyar ve çini mürekkebiyle bir kez daha etrafından geçer. Eski minyatürlerin bugün bile canlılığını ve parlaklığını korumalarının nedeni, aynen fresklerde ve halılarda olduğu gibi yapımlarında kök boyasının kullanılmış olmasıdır. Bugün yapılan minyatürlerde kullanılan boyaların kimyevî maddelerden elde edilmesi eserlerin dayanma sürelerini kısaltmıştır.
8. ve 9. asırdan günümüze kadar gelmiş Türk resim sanatının örnekleri arasında, duvar resmi ve figürlü işlemelerin yanında, Uygur prens ve prensesleri ile Mani ve Uygur rahiplerinin canlandırıldığı minyatürler de bulunmaktadır. Fakat ne yazık ki Türk minyatür sanatının 13. asra kadar gelişimini gösteren daha sonraki örnekleri kaybolup gitmiştir.
13. asır Selçuklu resim sanatının en güzel örneklerinden biri de Abdül Mü’min tarafından resmedilen “Varka ve Gülşah” minyatürleridir. Bu minyatürlerdeki Türk tiplerini temsil eden figürler, Büyük Selçuklu dönemi çini ve seramiklerindeki figürlerle büyük benzerlik gösterir.
Bu dönemden günümüze kadar gelen bir başka eser ise 1271’de Aksaray’da yazılıp, Sivaslı Nasreddin tarafından III. Gıyaseddin Keyhüsrev’e sunulan bir astroloji kitabıdır. Minyatürlerdeki hafif gölgelendirme ve güçlü konturlar, sanatçının Bizans minyatürlerini tanımış olduğunun işaretidir.
Osmanlı minyatür sanatına geçmeden önce “Mehmet Siyah Kalem” diye adlandırılan resimlerden söz etmek gerekir. Araştırmacıların Türkistan’da yapıldığı konusunda hemfikir oldukları bu resimler, içinde sultanın resminin de bulunduğu “Fatih Albümü” adlı derlemede yer almaktadır. Son yıllarda yapılan araştırmalar Fatih Sultan Mehmed döneminde yapılmış olan birçok minyatür eserini gün ışığına çıkarmıştır. Bunlardan biri 1455 yılında Edirne’de yapılan “Dilsüzname: Gül ve Bülbül” adlı eserdir. Bununla beraber “Hüsrev-i Şirin”, “Kâtibi Külliyatı” ve “İskendername” isimli minyatür eserleri dönemin giyim, müzik aletleri ve eğlence hayatı gibi bazı unsurlarını yansıtırlar.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde pek çok yeniliğin denendiği parlak bir gelişim izleyen minyatür sanatı, 16. asrın ikinci yarısında, nakkaş Osman’ın Sultan III. Murat’ın oğlunun sünnet düğününü 427 minyatürle anlattığı “Surname”yle zirveye ulaşmış, 17. asırda Nakşi, ve 18. asırda Levni ile ilerlemesine devam etmiştir.
Yine Kanuni devrinde tarihî olaylar saptanıp kayda geçirilirken bir yandan da resimlenmiş ve “Şeyhnamecilik” adıyla resmî bir görev hâlini almıştır. Bu tür eserlerin en önemlilerinden biri, 1543 Macaristan kuşatmasını, Nice’nin fethini ve deniz seferlerini konu alan Arifî’nin “Süleymannamesi” dir. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1534 yılında yaptığı Doğu seferi, Barbaros Hayrettin Paşa tarafından yapılan Akdeniz seferi ve yine Kanuni tarafından yapılan “Macaristan” seferi Matrakçı Nasuh tarafından resmedilmiştir. Matrakçı Nasuh bu minyatürleri bizzat gözlemleyerek hazırlamıştır. I. Selim zamanında da Cemâlü'l-Küttâb ve Kemalü'l- Hisâb isimli eserleri neşretmiştir. Matrakçı Nasuh çok yönlü bir kişiliktir. Mesela tarih alanında da Taberî Tarihi 'ni Mecmaü't-Tevârih adıyla Türkçe'ye çevirmiştir.
17. yüzyılda verilen en önemli minyatür eserlerinin başında Kalender Paşanın “Falname”si, Tarihçi Nadir’in “Şahname-i Nadir”i, Taşköprülüzade’nin “Tercüme-i Şeka’ik Nu’maniye” isimli yazmaları gelir. 18. yüzyılın en ünlü minyatür ustası olan nakkaş Levni, çeşitli milletten resmettiği kadın ve erkek figürlerinden oluşan ve iki kopya halinde hazırladığı “Surname” adlı eseri bırakmıştır.
Osmanlı devletinde minyatür sanatı 19. yüzyıla kadar devam etmiş, imparatorluğun çöküşü ile ilerlemesi durmuş, yerini batı resim tekniğiyle yapılan yağlı boya tablolara bırakmıştır. Günümüzde ise geleneksel sanatların hayatta kalması için yürütülen faaliyetler çerçevesinde varlığını bir biçimde devam ettirmektedir.