Z
Çevrimdışı
zilelitarihçi
New member
Bu çalışma, Moğol İmparatorluğu döneminde Doğu-Batı kültürel değişiminin daha büyük ve kapsamlı bir araştırmasından ortaya çıktı. Başlangıçta, benim amacım, Moğolların, tüm zanaatçıları Avrupa’nın her tarafına dağıtma, paylaştırma ve tekrar yerleştirmelerini incelemekti. Fakat sonradan Chinggisidler’in• dokumacılara ve diğer tekstil işçilerine olan ilgisi daha belirgin hale geldi ve ben de, onlara öncelik vermek istedim. Aslında bu karar, Moğol saraylarında elbise, elbise yapımı, üretimi, kullanımı ve dağıtımı konusundaki oldukça çok bilgiyi içeren kaynaklar sayesinde verildi. Bu farklı kaynaklardan ben genellikle ithalatlarını göz önüne almadan okudum ancak daha sonra, Moğolların giyiminin onların siyasi kültürünün merkezini oluşturduğunu anladım bunun için bu çalışma, daha çok tekstil hareketinin Avrupa’da yayılmasını içermektedir.
Daha önceki çalışmada, Moğolların askeri kuvvetinin, savaş gereçlerinin ve mali kaynaklarının yayılışı üzerinde durdum. Burada ise onların yerleşik kaynakları üzerinde durdum. Bununla, Eski Dünya’nın kültürel tarihini karakterize eden ideolojilerinin, teknolojilerinin ve halklarının kıtalar ötesi yayılımının yeni bir perspektifini vermeyi umdum.
Araştırma ve yazı aşamasında, burada yazılanlar hakkında bazen şüphelerle karşılaştım. İlk olarak, on yedi yıldır bölüm başkanım olan John Karras, sürekli olarak beni teşvik etti. Ayrıca, taslak metni okuyan ve yorumlayan arkadaşlarım JoAnn Gross, Celia Chazelle, Adam Knobler ve Alexandra Cuffel’e teşekkür etmek isterim. Rebecca French, Stephen Dale ve Michael Gervers ayrıca eleştirilerde bulundu. Peter Golden ve Anatoly Khazanov ile yaptığım uzun konuşmalar, göçebe hayatı ve siyasi kültürü hakkındaki aklımdaki soruları çözmeme yardım etti. Gregory Golden, orijinalinden okuyamadığım Latin kaynaklarını nasıl kullandığımı denetledi. Priscilla Soucek, sanat tarihi malzemelereri konusunda beni yönlendirdi ve benim sürekli, bir tekstil uzmanı olan Ann E. Wardwell ile irtibatımı sağladı.
Son ve en özel olarak, eşim Lucille Helen Allsen’e, uzun süren teşvikleri ve desteğinden dolayı teşekkür etmek isterim. Göçebeler hakkında bulduğum her yeni şeyi anlatırken beni sabırla dinledi. Bunun gibi diğer pek çok nedenlerden dolayı, bu kitabı en çok ona ithaf ediyorum.
Harflerin Yazılması Üzerine Not
Farsça ve Arapça için Kongre Kütüphanesi sistemini kullandım. Bu sistem Rusça için de kullanıldı. Çince için Wade-Giles sistemi kullanıldı ve Moğolca için de Secret History’nin Cleaves tercümesinde yer alan sistemi kullandım. Son olarak Türkçe için de Nadeliaev’in yolundan gittim.
Giriş
“Book of the Estate of the Great Caam” isminde, 1330’larda yazılan ve İran’ın kuzeybatısındaki, Moğol başkenti Sultaniyyah’ın başpiskoposu William Adam’a ithaf edilen bir tezde yazar, Yuan Çin’inde bulunabilecek “ipek ve altından elbiselerin” bolluğundan bahsetmektedir. Hatta bu bolluğu şu cümleleriyle açıklamaktadır:
İmparatorun halkı çok pahalı giyiniyordu. Altın ve ipek çok bol olmasına karşın yün çok az vardı. Onun için herkes ipekten gömlekler giyiyordu. Elbiseleri de Tartary kumaşından, damask (Şam) ipeğinden ve diğer katı malzemelerden yapılmaktaydı.
Benzer elbiseler Güney Asya’da da giyilmekteydi. Ondördüncü yüzyıl Arap ansiklopedi yazarı Al Umari, Delhi saraylarında “sultanın, hanların, prenslerin ve diğer askeri zevatın Tatar elbiseleri (tatariyyat) giydiğini” söylemektedir. Aktardığına göre Müslüman bir tüccar ona “Tatar elbiselerinin çoğunun altınla kaplandığını” söyledi.
Avrasya’nın batı ucundaki İngilizler bile, en azından on dördüncü yüzyıl itibariyle, bu çeşit elbiseyi bilmekteydiler. III. Edward zamanında, Garter Şövalyeleri için üzerinde ipek ve altından Tarikatın özdeyişinin nakşedildiği koyu maviden jartiyerler yapılmıştı. Daha da ilginci, 1331 tarihli Cheapside Turnuvasında, on altı katılımcı, Londra caddelerinde Tatar elbiseleriyle yürümüştür. Bu gösteri, Juliet Barker’ın söylediğine göre, Rusticiano’nun Marco Polo’nun seyahatleri üzerine yazdığı, on dördüncü yüzyıl İngilteresinde yaygın olarak bulunan ve Moğolların elbiseleri hakkında detaylı bilgiler içeren özet kitabından ilham almış olabilir.
Bu ilhamın kaynağı ne olursa olsun, İngiltere’nin bu dokumayla olan alakası “The Knight’s Tale” de (Şövalye hikâyeleri) renkli ve grafikli bir şekilde anlatılmıştır.
Bu tartar elbisesi hakkındaki referans, ortaçağ Batı Avrupası edebiyatında karşılaşılan örnekler arasında tektir. Konuyu ilk araştıran Paget Toynbee, Boccaccio/Dante’de, on üçüncü yüzyılın küçük Fransız ve İtalyan şairleri eserlerinde bu tekstilden bahsetti. Bu şekliyle yapılan kumaşı belirlemeye çalıştı ve bunun nakışlı bir kumaş türü olduğuna karar verdi.
Son olarak, Cleveland Sanat Müzesinden Anne Wardwell, panni tantarici olarak dizayn edilmiş elbise örnekleri üzerinde çalışmalar yaptı. Çalışmalarının sonucunda, dizayn ve teknik özelliklerin değişiklik gösterdiğini ve “Tartar elbiselerinin” ipek ve altın şeritlerden yapıldığını gösterdi. Onun bu sonucu, dönemin Müslüman, Çinli ve Avrupalı kaynakları tarafından da doğrulanmıştır. Buna göre Tartar Elbisesi nasif denilen bir kumaştan üretiliyordu. Bu kelime, Arapça “nasaja” yani dikmek anlamında kullanılırken Moğol döneminde “altın ve ipekten kumaş” anlamında “nasij al-dhalah al-harir” olarak kullanılmıştır. Bu ikinci anlam çağdaş bazı eserlerde de geçmektedir. On dördüncü yüzyıl tüccarlarından olan Pegolotti, Çin’deki tekstil pazarı hakkında görüş bildirirken “altın ve ipekten nacchetti parçaları”ndan bahsetmektedir. Hatta daha açıklayıcı ve açık iki satırlık bir bilgi de, Çin’in Moğol hanedanının resmi tarihi olan Yuan shih’deki saray elbiseleri bölümünde bulunmaktadır. Eser parantez içinde, nasij [na-shih-shih]’in, “altın brokar üstünde büyük inciler” olarak tanımlanan altın brokar [chin-chin] olduğunu belirtir.
Modern kullanımda, brokar, süs şeritleri bulunan bir kumaş olarak geçmektedir. Nasij örneğinde açıkça süs şeritleri altındandır.
Brokarın sınırlı kullanım alanında, nasij’in gerçek bir wanderwort olduğu doğrudur ve Moğol imparatorluğu ve ötesinde geniş bir alanda yayılmıştır. Yukarıda belirtilen İtalyan ve Çin stillerinin yanı sıra Latin, Kıpçak, Türk, Farisi, Arap ve Moğol stilleri de bulunmaktadır. Bir çok kaynakta, Farsça bir terim olan, on dördüncü yüzyılın meşhur Arap seyyahı Ibn Battutah’ın “altınla işlenmiş ipekten” bir elbise olarak anladığı nakh ile eşleştirilmektedir. Bir yerde de bunun nasij’in eş anlamı olduğunu belirtir. Altın Boynuz’un (Golden Horne) yöneticisi Özbek’in eşlerinden birinin elbisesi için de, nakh’dan yapıldığını ve bunun nasij diye anıldığından bahseder.
Terminoloji konusunda biraz karışıklık olsa da on üçüncü ve on dördüncü yüzyıllara ait kaynaklarda kullanıldığı şekliyle nasij (ve nakh) çoğunlukla, altın ve ipekten dokunmuş elbise anlamındadır. Eminiz ki, bu elbise, ortaçağ Avrupası eserlerinde belirtilen “Tartar elbisesidir”. Moğollarla bu elbise arasındaki ilişki, Ortaçağ’da trans-Avrasya kültürel değişimini anlamada önemli bir noktadır.
On üçüncü ve on dördüncü yüzyıl Moğolları söz konusu olduğunda, Cengiz Han, tüm dünyayı kendi emri altına alması gerektiğine inanmış karizmatik bir liderdi. Bu amaçla Moğollar, insanoğlu tarihinde en büyük yayılmacı imparatorluğu kurdular. On dokuzuncu ve yirminci yüzyıl bilim adamları için, Moğol İmparatorluğu, hep çarpıcı bir örnek oluşturmuştur. İlk başta, bir milyonluk bir nüfusu geçmeyen göçebe bir kavim, nasıl olur da İran ve Çin gibi kalabalık ve yerleşik medeniyetleri hâkimiyeti altına almayı başardılar? Daha da ilginci Moğolların Avrupa tarihindeki efsanesidir. Bazı tarihçilere göre Moğol yayılmacılığı, yıkım, ölüm ve kültürel düşüş getiren bir felaketti. Bazılarına göre ise, Moğolların siyasi ihtirası sayesinde, Doğu ve Batı arasında iletişim kolaylaştı ve kültürel değişim için önemli bir fırsat yarattı.
Bu tartışma halen devam etmektedir. Moğollar dahil tüm eski imparatorluklar bazen yıkıcı bazen yapıcı politikalar izledi. Bazen zalim bazen de merhametli davrandı. Bazen muhafazakâr ve bazen de yenilikçi oldu. Örneğin, Moğol “barışı” kültürel değişimi teşvik etmesinin yanı sıra, bazen, birçok kültür adamı, yurtlarından edildi ve başka yerlerde yaşamaya zorlandı. Bazen şahsi olaylar da kesin çizgilerle tanımlanamamakta. Örneğin bir araştırmacıya göre, bir sanat hazinesinin yağmalanması basit bir hırsızlık gibi görünürken, diğeri tarafından kültürel yozlaşmanın bir işareti olarak görülmekte. İmparatorluk içindeki kültürel transferi inceleyen bu eser, Moğolların, ele geçirilen yerdeki baskıcı ve yıkıcı politikalarını göz önüne alarak pozitif yönünü vurgulama eğilimindedir.
Moğolların, Avrupa sınırları ötesindeki değişimde önemli bir rol almasını anlamak ve kitapta belirtilen halklar ve kültürler hakkında gerekli bilgileri vermek için, ilk önce, kurucularının “Yeke Mongghol Ulus” (Büyük Moğol Devleti) dediği bir politikanın doğuşu ve gelişimini kısaca belirtmemiz gerekmektedir.
On ikinci yüzyılda Avrasya steplerinin doğu ucu, şu anki Moğolistan, siyasi olarak parça parçaydı. Kabilesel gruplar birbirleriyle savaşıyorlardı. Böyle agresif bir durum, iki kenarlı bir kılıç gibiydi. Birbirlerini bölebilir ve güçsüzleştirebilirlerdi ya da feodal göçebeler arasından devletleşmeye doğru bir etki yaratabilirlerdi. Steplerdeki liderlerden biri olan Temujin (Timuçin), geleceğin Cengiz Han’ı, bu siyasi kaosu yavaş ama ağrılı bir şekilde yeni kabile federasyonuna doğru şekillendirmeye çalıştı. İyi bir yönetim, iyi şans ve kabiliyetle 1206 yılında doğu steplerini birleştirmeyi başardı. Aynı yıl Timuçin Cengiz Han unvanını aldı. “Okyanus Kralı”, hâkimiyetini genişletti ve güneydeki yerleşik kabililere saldırmak için askeri hazırlıklara başladı.
Çin’e ve batı komşusu ve rakibi Tangut Hsi-hsia hanedanına (990-1227) baskı yaparken, bazı küçük devletçikler hızla Moğol hakimiyetini kabul ediyordu. Bunu yapanların en önemlisi doğu T’ien-shan bölgesindeki Türkçe konuşan Uygurlardı. İlk başlarda göçebe olan Uygurlar Moğolistan’ı dokuzuncu yüzyılda terk etmiş ve pek çoğu doğu Türksitan vahaları ortasına yerleşmişti. Liderleri Iduqut, 1209’da Cengiz Han’ın koruyuculuğunu isteyince, yeni yeni oluşmaya başlayan bir devlete katılan ilk yerleşik halkın lideri oluvermişti. Böylece, krallığı, imparatorluğun pek çok bağımsız eyaletlerinden en başta geleni oldu ve imparatorluğun oluşma döneminde Moğol siyasetinde gözle görülür bir etki yarattı.
Güneyde devam eden faaliyetler olumlu netice almaya devam ediyordu. 1210’da Tangutlar Moğol hâkimiyetini kabul etti ve 1215’te Çin’in başkenti Chung-tu (Peking) düştü. Bu zaferden sonra, Cengiz Han, hala yenmesi zor olan Jürchen rejimine karşı harekât yapması için güvendiği komutanı Muqali’yi bırakarak, kendisi Moğolistan’a döndü. Moğolistan’dayken Cengiz Han, hızla yükselen imparatorluğun niyetleri ve kabiliyetleri hakkında meraklı ve endişeli olan Khwarazmshah’lardan (yöneticileri 1200-20 arasında Muhammed’di) elçileri kabul etti. Batı Türkistan’da Aral Denizinin güneyinde bulunan yeni devletin hükümdarı olan Muhammed, Cengiz Han ile barışçıl bir ticari ilişkiler kurdu. Bu ilişkiler, 1218’de Khwarazmian topraklarında bir Moğol kervanının saldırıya uğramasına kadar iyi gitti. İlk önce doğu Türkistan’ın her yerini ele geçiren Moğollar, bundan sonra, 1219’da doğu İslam dünyasının işgaline başladı. Khwarazmshah’ların güçsüz ordusunu 1224’te yenen Moğollar, batı Türkistan ve Khurasan’ı (Horasan-kuzey İran ve Afganistan) işgal etti. Büyük bir direnişle karşılaşan Moğollar, burada şehir halkının bazısını kılıçtan geçirmek zorunda kaldı.
Buralarda görevlilerini bırakan Cengiz Han 1225’te Moğolistan’a geri döndü. 1226’da başlayan Hsi-hsia’ya yapılan seferler, Cengiz Han’ın 1227 Ağustosunda tabi nedenlerle ölmeden az önce başarıyla tamamlanmıştı.
İmparatorluğun kurucusunun ölümüyle, tüm seferler durdu ve tüm Moğollar ve komutanları yeni liderlerini seçmek için Moğolistan’da toplandı. 1229’da Cengiz Han’ın üçüncü oğlu Ögödei’yi (1229-41 arasında yönetti) yeni kralları olarak seçtiler. Ögödei, seferleri her taraftan tekrar başlattı. İlk başarı, doğuda Çin hanedanının 1234’te çökmesiyle geldi. Böylece Moğollar, Çin topraklarını Güney Sung’a (1127-1278) kadar işgal edebildi. Batıda, 1237 ve 1241 yılları arasında Moğol ordusu, Qipchag steplerini, Volga bölgesini, Kuzey Kafkasya’yı ve Rus Emirliklerini ele geçirdi.
1241’de Ögödei’nin ölmesiyle, seferler tekrar durdu ve yeni kral için görüşmeler başladı. Yılar süren tartışmalardan sonra, kuruldaki prensler ve komutanlar, Ögödei’nin en son oğlu Güyüg’ü (1246-48 arasında yönetti) kral seçti. Bu karar sonrası hiç kan dökülmedi fakat Cengiz Han’ın en son oğlu olan ve batı steplerini ve Rusya’yı kontrol eden Jochi’nin oğulları arasında bir kırgınlık oluştu. Gerçekten, bir iç savaş, Güyüg’ün, onlara karşı bir sefer hazırlığındayken erken ölmesiyle önlendi.
Ancak, onun ölümü, prensler arasındaki bölünmüşlükten kaynaklanan huzursuzlukları sadece geciktirdi. Ögödeidler, krallık için kendilerinden birini önerdiler ve bu öneride, Cengiz Han’ın ikinci oğlu ve batı ve doğu Türkistan’ı kontrol altında tutan Chaghadai sülalesi tarafından da desteklendiler. Ögödeidlerden birinin kral olmasını engellemeye kararlı olan Jochidler, Cengiz Han’ın dördüncü oğlu olan Tolui sülalesinden birini önerdiler. Çünkü Toluidler, daha çok askeri kapasiteleri vardı. Böylece Toluid adayı Möngke (1251-59 arasında yönetti) krallığı kazandı.
Bunu hazmedemeyen muhalefet, karşı bir darbe yapmaya kalkıştı ve acımasız ve güçlü bir kral olan Möngke, Chaghadai de dahil Ögödei sülalesinin prenslerini, destekleyicileriyle birlikte ölüme gönderdi.
Möngke, zaten büyük bir imparatorluk haline gelmiş olan imparatorluğu, fetihlerle genişletmeye istekliydi. Kuzeydoğuya doğru, Kore direnişi, 1259 yılında kırıldı ve batıda, batı İran’daki İsmaililer (Assassinler) ile ve Bağdat’taki Abbasi halifeliği ile ilgilenmek için büyük bir ordu gönderildi. Möngke’nin kardeşi Hülagu komutasındaki bu güç, İsmailileri neredeyse helak etti ve 1258’in başlarında Bağdat’ı ele geçirerek yağmaladı. Güneyde Möngke ve kardeşi Kubilay Güney Sung’a daha büyük bir seferin hazırlığı için Yunnan ve Szechuan’a saldırıya geçtiler.
1259’da güney Çin’de Möngke’nin ölümü, yine bir taç yarışını başlattı. Bu seferki Tolui sülalesiyle ilgiliydi. Kubilay ve Ariq Böke kardeşler her ikisi de kendisini imparator ilan etti ve ardından orduları birbiriyle karşılaştı. 1264’te Ariq Böke, Kubilay’ın egemenliğini kabul etmek zorunda kaldı ve daha sonra öldürüldü ancak bu savaş imparatorluğun birliğini bozdu. Volga’daki Jochidler Böke’yi destekledi ve diğerinin zaferini kabul etmediler. Chaghadaidler, ilk başta kimi destekleyeceklerine karar verememişlerdi fakat Ariq Böke’nin öldürülmesiyle, onlar da Kubilay’ı devirmek için 1269’da Ögödeid prensleriyle ortak bir girişime dâhil oldular. İran’daki Hülagu, Kubilay’ın tek sağlam destekçisiydi ve tek güvenilir askeri müttefikiydi.
Birleşik bir imparatorluk amacıyla, Cengiz Hanın torunları, dört bağımsız devlet olarak imparatorluğu yönettiler: Kubilay (1260-94) Çin’de, 1271’de Yuan hanedanını da kurarak; Chaghadai atı Türkistan’da; Golden Horde Rusya ve batı steplerinde; Hülagu da (1256-65) İran ve Irak’ta hükümdar oldu. Bu ayrım, doğal olarak, yavaş yavaş imparatorluğun genişlemesine engel oldu ve askeri enerjileri iç savaşlarda on dördüncü yüzyılın ilk yıllarına kadar tükendi.
İmparatorluğun çöküşü öncesindeki dönemi karakterize ederken, 1240-1250 arasında İran’daki Moğol yönetiminde orta seviyeli bir bürokrat olan İranlı tarihçi Juvayni, Cengiz Han’ın oğullarının, Büyük fetihlere “karşılıklı ve uyumlu yardımla” ulaştıklarını belirtir. 1260-64 yılları arasındaki ayaklanmalar bu birbirine bağımlılığı bir ölçüde azalttı fakat Moğolların Çin ve İran saraylarının ittifakının devam etmesi ve birbirine destek vermesi, Doğu ve Batı Asya arasındaki etkileşim ve iletişimin devam etmesini ve bazı hallerde de genişlemesini sağladı.
Siyasi-diplomatik seviyede, Hülagu ve ondan hemen sonra gelenler, kendilerini, Kubilay’a olan bağımlılıklarını göstermek için il-qans (sadık hanlar) olarak tarif ettiler. Hatta Hülagu’nun büyük torunu Ghazan (1295-1304 arasında yönetti) İslam’ı kabul ettiğinde bile, İran saraylarının Yuan hanedanıyla olan ilişkisi hala askeri bakımdan önemliydi ve bu ikili, 1330’ların sonlarında Moğol rejiminin İran’da çökmesine kadar yakın ortaklık içinde kaldı.
Onların teknik ve kültürel ilişkilerinin devamı, askeri tekniklerin değişiminde kendini gösterir. Hülagu 1250’lerde İran için yola çıktığında, beraberinde, İsmaililerin kalelerinin ve Bağdat surlarının yıkımında çok önemli rol oynamış olan Çinli mancınık yapıcılarından 1000 tane aile vardı. Daha sonra, Güney Sung’a Yuanların son saldırısı boyunca il-qanlar durumu onların lehine çevirdi. Suriye’den mancınık uzmanları gönderdiler ve 1272 ve 1273’te Hsiang-yang’ın kuşatmasında Yuan güçlerine maddi destek verdiler.
Tıp alanı bile bu ilişkinin özelliğini açığa vurmaktadır. İmparatorluğun parçalanmasından önce, Batı Asyalı doktorlar doğuda yaygın olarak görülüyordu. Hülagu da kendisine bağlı olarak, İran’daki sarayında Çinli doktorları çalıştırdı. Daha sonra onların faaliyetleri, Çin tıbbının İran’a ve Batı Asya tıbbının da Çin’e gitmesiyle devam ettirildi. Daha da ilginci, psikoloji ve nabız teşhisi konusundaki Çin eserleri Farsçaya tercüme edildi.
Bu değiş tokuş çok çarpıcıdır. Ve bunun ancak belirli bir kısmı ortaya çıkarılabilmiştir. Tıp ve askeri teknolojinin yanı sıra, iki saray, tarih, kartografi, astronomi, agronomi, yazı, yemek pişirme sanatı ve dil konusunda uzmanlarını ve bunlarla ilgili bilgiyi paylaşmışlardır. Bu çerçevede, dokuma ve tekstil en göze çarpanıdır, en azından çağdaş araştırmacılara göre. Pek çok kumaş çeşidi imparatorluk içinde elden ele dolaşıyordu fakat daha önce de belirttiğimiz gibi “Tartar kumaşı/elbisesi” dediğimiz bir tür tekstil çok büyük bir üne kavuştu ve tüm Avrasya’ya yayıldı.
Doğal olarak, bu “Tartar elbiseleri” Moğollar tarafından yapılmıyordu fakat daha sonra onlar bunu çok yaygın bir şekilde kullanmalarıyla ünlendiler. Moğolların bu elbiseyle bilinmesini anlamak için birçok birbiriyle bağlantılı soruyu cevaplamamız gerekmektedir. İlk olarak, buraya kadar tarif ettiğimiz, bir Liberace’in kalbini sevindiren süslü elbiseler giyen Moğolların imajı, gerçekten doğru mu? Bu soruyu cevaplamak için, imparatorluk içinde nasijin farklı kullanım ve tüketim alanlarını bilmemiz gerekmektedir. İkincisi, Bu kumaşa yönelik talebi, Moğol idarecileri nasıl karşılıyordu? Bu, tedarik mekanizmasının (yağma, haraç, vergi, saray destekli üretim) araştırılmasını gerekli kılmaktadır. Üçüncüsü, Moğollar altın dokumadan niçin bu kadar etkilenmişlerdi? Burada göçebe kültürel gelenekleri inceleyeceğiz. Son olarak, imparatorluklarının büyüklüğü de göz önüne alındığında, tekstil stillerinde ve teknolojilerindeki yayılmasını kolaylaştırdı mı? Burada da, Yuan Çin’ine giren Batı Asya etkisi hakkında bazı ilginç bilgiler bulunmaktadır.
Bu sorularda açık olan şudur ki; bu çalışma, Moğol İmparatorluğunda, Moğolların önceliklerini ve onların Doğu-Batı değişimindeki rolünü gösteren altın dokumanın kültürel tarihi ile ilgilidir. Diğer bir deyişle, bu konuya, bir tekstil uzmanı olarak değil, steplerin bir tarihçisi perspektifinden yaklaştım. Teknik detaylar konusunda o kadar çok şey söylemesem de, umarım, bu araştırmanın devamı mahiyetinde bu konuda bilgi sahibi olanlar daha fazla veri bulabilirler.
Daha önceki çalışmada, Moğolların askeri kuvvetinin, savaş gereçlerinin ve mali kaynaklarının yayılışı üzerinde durdum. Burada ise onların yerleşik kaynakları üzerinde durdum. Bununla, Eski Dünya’nın kültürel tarihini karakterize eden ideolojilerinin, teknolojilerinin ve halklarının kıtalar ötesi yayılımının yeni bir perspektifini vermeyi umdum.
Araştırma ve yazı aşamasında, burada yazılanlar hakkında bazen şüphelerle karşılaştım. İlk olarak, on yedi yıldır bölüm başkanım olan John Karras, sürekli olarak beni teşvik etti. Ayrıca, taslak metni okuyan ve yorumlayan arkadaşlarım JoAnn Gross, Celia Chazelle, Adam Knobler ve Alexandra Cuffel’e teşekkür etmek isterim. Rebecca French, Stephen Dale ve Michael Gervers ayrıca eleştirilerde bulundu. Peter Golden ve Anatoly Khazanov ile yaptığım uzun konuşmalar, göçebe hayatı ve siyasi kültürü hakkındaki aklımdaki soruları çözmeme yardım etti. Gregory Golden, orijinalinden okuyamadığım Latin kaynaklarını nasıl kullandığımı denetledi. Priscilla Soucek, sanat tarihi malzemelereri konusunda beni yönlendirdi ve benim sürekli, bir tekstil uzmanı olan Ann E. Wardwell ile irtibatımı sağladı.
Son ve en özel olarak, eşim Lucille Helen Allsen’e, uzun süren teşvikleri ve desteğinden dolayı teşekkür etmek isterim. Göçebeler hakkında bulduğum her yeni şeyi anlatırken beni sabırla dinledi. Bunun gibi diğer pek çok nedenlerden dolayı, bu kitabı en çok ona ithaf ediyorum.
Harflerin Yazılması Üzerine Not
Farsça ve Arapça için Kongre Kütüphanesi sistemini kullandım. Bu sistem Rusça için de kullanıldı. Çince için Wade-Giles sistemi kullanıldı ve Moğolca için de Secret History’nin Cleaves tercümesinde yer alan sistemi kullandım. Son olarak Türkçe için de Nadeliaev’in yolundan gittim.
Giriş
“Book of the Estate of the Great Caam” isminde, 1330’larda yazılan ve İran’ın kuzeybatısındaki, Moğol başkenti Sultaniyyah’ın başpiskoposu William Adam’a ithaf edilen bir tezde yazar, Yuan Çin’inde bulunabilecek “ipek ve altından elbiselerin” bolluğundan bahsetmektedir. Hatta bu bolluğu şu cümleleriyle açıklamaktadır:
İmparatorun halkı çok pahalı giyiniyordu. Altın ve ipek çok bol olmasına karşın yün çok az vardı. Onun için herkes ipekten gömlekler giyiyordu. Elbiseleri de Tartary kumaşından, damask (Şam) ipeğinden ve diğer katı malzemelerden yapılmaktaydı.
Benzer elbiseler Güney Asya’da da giyilmekteydi. Ondördüncü yüzyıl Arap ansiklopedi yazarı Al Umari, Delhi saraylarında “sultanın, hanların, prenslerin ve diğer askeri zevatın Tatar elbiseleri (tatariyyat) giydiğini” söylemektedir. Aktardığına göre Müslüman bir tüccar ona “Tatar elbiselerinin çoğunun altınla kaplandığını” söyledi.
Avrasya’nın batı ucundaki İngilizler bile, en azından on dördüncü yüzyıl itibariyle, bu çeşit elbiseyi bilmekteydiler. III. Edward zamanında, Garter Şövalyeleri için üzerinde ipek ve altından Tarikatın özdeyişinin nakşedildiği koyu maviden jartiyerler yapılmıştı. Daha da ilginci, 1331 tarihli Cheapside Turnuvasında, on altı katılımcı, Londra caddelerinde Tatar elbiseleriyle yürümüştür. Bu gösteri, Juliet Barker’ın söylediğine göre, Rusticiano’nun Marco Polo’nun seyahatleri üzerine yazdığı, on dördüncü yüzyıl İngilteresinde yaygın olarak bulunan ve Moğolların elbiseleri hakkında detaylı bilgiler içeren özet kitabından ilham almış olabilir.
Bu ilhamın kaynağı ne olursa olsun, İngiltere’nin bu dokumayla olan alakası “The Knight’s Tale” de (Şövalye hikâyeleri) renkli ve grafikli bir şekilde anlatılmıştır.
Bu tartar elbisesi hakkındaki referans, ortaçağ Batı Avrupası edebiyatında karşılaşılan örnekler arasında tektir. Konuyu ilk araştıran Paget Toynbee, Boccaccio/Dante’de, on üçüncü yüzyılın küçük Fransız ve İtalyan şairleri eserlerinde bu tekstilden bahsetti. Bu şekliyle yapılan kumaşı belirlemeye çalıştı ve bunun nakışlı bir kumaş türü olduğuna karar verdi.
Son olarak, Cleveland Sanat Müzesinden Anne Wardwell, panni tantarici olarak dizayn edilmiş elbise örnekleri üzerinde çalışmalar yaptı. Çalışmalarının sonucunda, dizayn ve teknik özelliklerin değişiklik gösterdiğini ve “Tartar elbiselerinin” ipek ve altın şeritlerden yapıldığını gösterdi. Onun bu sonucu, dönemin Müslüman, Çinli ve Avrupalı kaynakları tarafından da doğrulanmıştır. Buna göre Tartar Elbisesi nasif denilen bir kumaştan üretiliyordu. Bu kelime, Arapça “nasaja” yani dikmek anlamında kullanılırken Moğol döneminde “altın ve ipekten kumaş” anlamında “nasij al-dhalah al-harir” olarak kullanılmıştır. Bu ikinci anlam çağdaş bazı eserlerde de geçmektedir. On dördüncü yüzyıl tüccarlarından olan Pegolotti, Çin’deki tekstil pazarı hakkında görüş bildirirken “altın ve ipekten nacchetti parçaları”ndan bahsetmektedir. Hatta daha açıklayıcı ve açık iki satırlık bir bilgi de, Çin’in Moğol hanedanının resmi tarihi olan Yuan shih’deki saray elbiseleri bölümünde bulunmaktadır. Eser parantez içinde, nasij [na-shih-shih]’in, “altın brokar üstünde büyük inciler” olarak tanımlanan altın brokar [chin-chin] olduğunu belirtir.
Modern kullanımda, brokar, süs şeritleri bulunan bir kumaş olarak geçmektedir. Nasij örneğinde açıkça süs şeritleri altındandır.
Brokarın sınırlı kullanım alanında, nasij’in gerçek bir wanderwort olduğu doğrudur ve Moğol imparatorluğu ve ötesinde geniş bir alanda yayılmıştır. Yukarıda belirtilen İtalyan ve Çin stillerinin yanı sıra Latin, Kıpçak, Türk, Farisi, Arap ve Moğol stilleri de bulunmaktadır. Bir çok kaynakta, Farsça bir terim olan, on dördüncü yüzyılın meşhur Arap seyyahı Ibn Battutah’ın “altınla işlenmiş ipekten” bir elbise olarak anladığı nakh ile eşleştirilmektedir. Bir yerde de bunun nasij’in eş anlamı olduğunu belirtir. Altın Boynuz’un (Golden Horne) yöneticisi Özbek’in eşlerinden birinin elbisesi için de, nakh’dan yapıldığını ve bunun nasij diye anıldığından bahseder.
Terminoloji konusunda biraz karışıklık olsa da on üçüncü ve on dördüncü yüzyıllara ait kaynaklarda kullanıldığı şekliyle nasij (ve nakh) çoğunlukla, altın ve ipekten dokunmuş elbise anlamındadır. Eminiz ki, bu elbise, ortaçağ Avrupası eserlerinde belirtilen “Tartar elbisesidir”. Moğollarla bu elbise arasındaki ilişki, Ortaçağ’da trans-Avrasya kültürel değişimini anlamada önemli bir noktadır.
On üçüncü ve on dördüncü yüzyıl Moğolları söz konusu olduğunda, Cengiz Han, tüm dünyayı kendi emri altına alması gerektiğine inanmış karizmatik bir liderdi. Bu amaçla Moğollar, insanoğlu tarihinde en büyük yayılmacı imparatorluğu kurdular. On dokuzuncu ve yirminci yüzyıl bilim adamları için, Moğol İmparatorluğu, hep çarpıcı bir örnek oluşturmuştur. İlk başta, bir milyonluk bir nüfusu geçmeyen göçebe bir kavim, nasıl olur da İran ve Çin gibi kalabalık ve yerleşik medeniyetleri hâkimiyeti altına almayı başardılar? Daha da ilginci Moğolların Avrupa tarihindeki efsanesidir. Bazı tarihçilere göre Moğol yayılmacılığı, yıkım, ölüm ve kültürel düşüş getiren bir felaketti. Bazılarına göre ise, Moğolların siyasi ihtirası sayesinde, Doğu ve Batı arasında iletişim kolaylaştı ve kültürel değişim için önemli bir fırsat yarattı.
Bu tartışma halen devam etmektedir. Moğollar dahil tüm eski imparatorluklar bazen yıkıcı bazen yapıcı politikalar izledi. Bazen zalim bazen de merhametli davrandı. Bazen muhafazakâr ve bazen de yenilikçi oldu. Örneğin, Moğol “barışı” kültürel değişimi teşvik etmesinin yanı sıra, bazen, birçok kültür adamı, yurtlarından edildi ve başka yerlerde yaşamaya zorlandı. Bazen şahsi olaylar da kesin çizgilerle tanımlanamamakta. Örneğin bir araştırmacıya göre, bir sanat hazinesinin yağmalanması basit bir hırsızlık gibi görünürken, diğeri tarafından kültürel yozlaşmanın bir işareti olarak görülmekte. İmparatorluk içindeki kültürel transferi inceleyen bu eser, Moğolların, ele geçirilen yerdeki baskıcı ve yıkıcı politikalarını göz önüne alarak pozitif yönünü vurgulama eğilimindedir.
Moğolların, Avrupa sınırları ötesindeki değişimde önemli bir rol almasını anlamak ve kitapta belirtilen halklar ve kültürler hakkında gerekli bilgileri vermek için, ilk önce, kurucularının “Yeke Mongghol Ulus” (Büyük Moğol Devleti) dediği bir politikanın doğuşu ve gelişimini kısaca belirtmemiz gerekmektedir.
On ikinci yüzyılda Avrasya steplerinin doğu ucu, şu anki Moğolistan, siyasi olarak parça parçaydı. Kabilesel gruplar birbirleriyle savaşıyorlardı. Böyle agresif bir durum, iki kenarlı bir kılıç gibiydi. Birbirlerini bölebilir ve güçsüzleştirebilirlerdi ya da feodal göçebeler arasından devletleşmeye doğru bir etki yaratabilirlerdi. Steplerdeki liderlerden biri olan Temujin (Timuçin), geleceğin Cengiz Han’ı, bu siyasi kaosu yavaş ama ağrılı bir şekilde yeni kabile federasyonuna doğru şekillendirmeye çalıştı. İyi bir yönetim, iyi şans ve kabiliyetle 1206 yılında doğu steplerini birleştirmeyi başardı. Aynı yıl Timuçin Cengiz Han unvanını aldı. “Okyanus Kralı”, hâkimiyetini genişletti ve güneydeki yerleşik kabililere saldırmak için askeri hazırlıklara başladı.
Çin’e ve batı komşusu ve rakibi Tangut Hsi-hsia hanedanına (990-1227) baskı yaparken, bazı küçük devletçikler hızla Moğol hakimiyetini kabul ediyordu. Bunu yapanların en önemlisi doğu T’ien-shan bölgesindeki Türkçe konuşan Uygurlardı. İlk başlarda göçebe olan Uygurlar Moğolistan’ı dokuzuncu yüzyılda terk etmiş ve pek çoğu doğu Türksitan vahaları ortasına yerleşmişti. Liderleri Iduqut, 1209’da Cengiz Han’ın koruyuculuğunu isteyince, yeni yeni oluşmaya başlayan bir devlete katılan ilk yerleşik halkın lideri oluvermişti. Böylece, krallığı, imparatorluğun pek çok bağımsız eyaletlerinden en başta geleni oldu ve imparatorluğun oluşma döneminde Moğol siyasetinde gözle görülür bir etki yarattı.
Güneyde devam eden faaliyetler olumlu netice almaya devam ediyordu. 1210’da Tangutlar Moğol hâkimiyetini kabul etti ve 1215’te Çin’in başkenti Chung-tu (Peking) düştü. Bu zaferden sonra, Cengiz Han, hala yenmesi zor olan Jürchen rejimine karşı harekât yapması için güvendiği komutanı Muqali’yi bırakarak, kendisi Moğolistan’a döndü. Moğolistan’dayken Cengiz Han, hızla yükselen imparatorluğun niyetleri ve kabiliyetleri hakkında meraklı ve endişeli olan Khwarazmshah’lardan (yöneticileri 1200-20 arasında Muhammed’di) elçileri kabul etti. Batı Türkistan’da Aral Denizinin güneyinde bulunan yeni devletin hükümdarı olan Muhammed, Cengiz Han ile barışçıl bir ticari ilişkiler kurdu. Bu ilişkiler, 1218’de Khwarazmian topraklarında bir Moğol kervanının saldırıya uğramasına kadar iyi gitti. İlk önce doğu Türkistan’ın her yerini ele geçiren Moğollar, bundan sonra, 1219’da doğu İslam dünyasının işgaline başladı. Khwarazmshah’ların güçsüz ordusunu 1224’te yenen Moğollar, batı Türkistan ve Khurasan’ı (Horasan-kuzey İran ve Afganistan) işgal etti. Büyük bir direnişle karşılaşan Moğollar, burada şehir halkının bazısını kılıçtan geçirmek zorunda kaldı.
Buralarda görevlilerini bırakan Cengiz Han 1225’te Moğolistan’a geri döndü. 1226’da başlayan Hsi-hsia’ya yapılan seferler, Cengiz Han’ın 1227 Ağustosunda tabi nedenlerle ölmeden az önce başarıyla tamamlanmıştı.
İmparatorluğun kurucusunun ölümüyle, tüm seferler durdu ve tüm Moğollar ve komutanları yeni liderlerini seçmek için Moğolistan’da toplandı. 1229’da Cengiz Han’ın üçüncü oğlu Ögödei’yi (1229-41 arasında yönetti) yeni kralları olarak seçtiler. Ögödei, seferleri her taraftan tekrar başlattı. İlk başarı, doğuda Çin hanedanının 1234’te çökmesiyle geldi. Böylece Moğollar, Çin topraklarını Güney Sung’a (1127-1278) kadar işgal edebildi. Batıda, 1237 ve 1241 yılları arasında Moğol ordusu, Qipchag steplerini, Volga bölgesini, Kuzey Kafkasya’yı ve Rus Emirliklerini ele geçirdi.
1241’de Ögödei’nin ölmesiyle, seferler tekrar durdu ve yeni kral için görüşmeler başladı. Yılar süren tartışmalardan sonra, kuruldaki prensler ve komutanlar, Ögödei’nin en son oğlu Güyüg’ü (1246-48 arasında yönetti) kral seçti. Bu karar sonrası hiç kan dökülmedi fakat Cengiz Han’ın en son oğlu olan ve batı steplerini ve Rusya’yı kontrol eden Jochi’nin oğulları arasında bir kırgınlık oluştu. Gerçekten, bir iç savaş, Güyüg’ün, onlara karşı bir sefer hazırlığındayken erken ölmesiyle önlendi.
Ancak, onun ölümü, prensler arasındaki bölünmüşlükten kaynaklanan huzursuzlukları sadece geciktirdi. Ögödeidler, krallık için kendilerinden birini önerdiler ve bu öneride, Cengiz Han’ın ikinci oğlu ve batı ve doğu Türkistan’ı kontrol altında tutan Chaghadai sülalesi tarafından da desteklendiler. Ögödeidlerden birinin kral olmasını engellemeye kararlı olan Jochidler, Cengiz Han’ın dördüncü oğlu olan Tolui sülalesinden birini önerdiler. Çünkü Toluidler, daha çok askeri kapasiteleri vardı. Böylece Toluid adayı Möngke (1251-59 arasında yönetti) krallığı kazandı.
Bunu hazmedemeyen muhalefet, karşı bir darbe yapmaya kalkıştı ve acımasız ve güçlü bir kral olan Möngke, Chaghadai de dahil Ögödei sülalesinin prenslerini, destekleyicileriyle birlikte ölüme gönderdi.
Möngke, zaten büyük bir imparatorluk haline gelmiş olan imparatorluğu, fetihlerle genişletmeye istekliydi. Kuzeydoğuya doğru, Kore direnişi, 1259 yılında kırıldı ve batıda, batı İran’daki İsmaililer (Assassinler) ile ve Bağdat’taki Abbasi halifeliği ile ilgilenmek için büyük bir ordu gönderildi. Möngke’nin kardeşi Hülagu komutasındaki bu güç, İsmailileri neredeyse helak etti ve 1258’in başlarında Bağdat’ı ele geçirerek yağmaladı. Güneyde Möngke ve kardeşi Kubilay Güney Sung’a daha büyük bir seferin hazırlığı için Yunnan ve Szechuan’a saldırıya geçtiler.
1259’da güney Çin’de Möngke’nin ölümü, yine bir taç yarışını başlattı. Bu seferki Tolui sülalesiyle ilgiliydi. Kubilay ve Ariq Böke kardeşler her ikisi de kendisini imparator ilan etti ve ardından orduları birbiriyle karşılaştı. 1264’te Ariq Böke, Kubilay’ın egemenliğini kabul etmek zorunda kaldı ve daha sonra öldürüldü ancak bu savaş imparatorluğun birliğini bozdu. Volga’daki Jochidler Böke’yi destekledi ve diğerinin zaferini kabul etmediler. Chaghadaidler, ilk başta kimi destekleyeceklerine karar verememişlerdi fakat Ariq Böke’nin öldürülmesiyle, onlar da Kubilay’ı devirmek için 1269’da Ögödeid prensleriyle ortak bir girişime dâhil oldular. İran’daki Hülagu, Kubilay’ın tek sağlam destekçisiydi ve tek güvenilir askeri müttefikiydi.
Birleşik bir imparatorluk amacıyla, Cengiz Hanın torunları, dört bağımsız devlet olarak imparatorluğu yönettiler: Kubilay (1260-94) Çin’de, 1271’de Yuan hanedanını da kurarak; Chaghadai atı Türkistan’da; Golden Horde Rusya ve batı steplerinde; Hülagu da (1256-65) İran ve Irak’ta hükümdar oldu. Bu ayrım, doğal olarak, yavaş yavaş imparatorluğun genişlemesine engel oldu ve askeri enerjileri iç savaşlarda on dördüncü yüzyılın ilk yıllarına kadar tükendi.
İmparatorluğun çöküşü öncesindeki dönemi karakterize ederken, 1240-1250 arasında İran’daki Moğol yönetiminde orta seviyeli bir bürokrat olan İranlı tarihçi Juvayni, Cengiz Han’ın oğullarının, Büyük fetihlere “karşılıklı ve uyumlu yardımla” ulaştıklarını belirtir. 1260-64 yılları arasındaki ayaklanmalar bu birbirine bağımlılığı bir ölçüde azalttı fakat Moğolların Çin ve İran saraylarının ittifakının devam etmesi ve birbirine destek vermesi, Doğu ve Batı Asya arasındaki etkileşim ve iletişimin devam etmesini ve bazı hallerde de genişlemesini sağladı.
Siyasi-diplomatik seviyede, Hülagu ve ondan hemen sonra gelenler, kendilerini, Kubilay’a olan bağımlılıklarını göstermek için il-qans (sadık hanlar) olarak tarif ettiler. Hatta Hülagu’nun büyük torunu Ghazan (1295-1304 arasında yönetti) İslam’ı kabul ettiğinde bile, İran saraylarının Yuan hanedanıyla olan ilişkisi hala askeri bakımdan önemliydi ve bu ikili, 1330’ların sonlarında Moğol rejiminin İran’da çökmesine kadar yakın ortaklık içinde kaldı.
Onların teknik ve kültürel ilişkilerinin devamı, askeri tekniklerin değişiminde kendini gösterir. Hülagu 1250’lerde İran için yola çıktığında, beraberinde, İsmaililerin kalelerinin ve Bağdat surlarının yıkımında çok önemli rol oynamış olan Çinli mancınık yapıcılarından 1000 tane aile vardı. Daha sonra, Güney Sung’a Yuanların son saldırısı boyunca il-qanlar durumu onların lehine çevirdi. Suriye’den mancınık uzmanları gönderdiler ve 1272 ve 1273’te Hsiang-yang’ın kuşatmasında Yuan güçlerine maddi destek verdiler.
Tıp alanı bile bu ilişkinin özelliğini açığa vurmaktadır. İmparatorluğun parçalanmasından önce, Batı Asyalı doktorlar doğuda yaygın olarak görülüyordu. Hülagu da kendisine bağlı olarak, İran’daki sarayında Çinli doktorları çalıştırdı. Daha sonra onların faaliyetleri, Çin tıbbının İran’a ve Batı Asya tıbbının da Çin’e gitmesiyle devam ettirildi. Daha da ilginci, psikoloji ve nabız teşhisi konusundaki Çin eserleri Farsçaya tercüme edildi.
Bu değiş tokuş çok çarpıcıdır. Ve bunun ancak belirli bir kısmı ortaya çıkarılabilmiştir. Tıp ve askeri teknolojinin yanı sıra, iki saray, tarih, kartografi, astronomi, agronomi, yazı, yemek pişirme sanatı ve dil konusunda uzmanlarını ve bunlarla ilgili bilgiyi paylaşmışlardır. Bu çerçevede, dokuma ve tekstil en göze çarpanıdır, en azından çağdaş araştırmacılara göre. Pek çok kumaş çeşidi imparatorluk içinde elden ele dolaşıyordu fakat daha önce de belirttiğimiz gibi “Tartar kumaşı/elbisesi” dediğimiz bir tür tekstil çok büyük bir üne kavuştu ve tüm Avrasya’ya yayıldı.
Doğal olarak, bu “Tartar elbiseleri” Moğollar tarafından yapılmıyordu fakat daha sonra onlar bunu çok yaygın bir şekilde kullanmalarıyla ünlendiler. Moğolların bu elbiseyle bilinmesini anlamak için birçok birbiriyle bağlantılı soruyu cevaplamamız gerekmektedir. İlk olarak, buraya kadar tarif ettiğimiz, bir Liberace’in kalbini sevindiren süslü elbiseler giyen Moğolların imajı, gerçekten doğru mu? Bu soruyu cevaplamak için, imparatorluk içinde nasijin farklı kullanım ve tüketim alanlarını bilmemiz gerekmektedir. İkincisi, Bu kumaşa yönelik talebi, Moğol idarecileri nasıl karşılıyordu? Bu, tedarik mekanizmasının (yağma, haraç, vergi, saray destekli üretim) araştırılmasını gerekli kılmaktadır. Üçüncüsü, Moğollar altın dokumadan niçin bu kadar etkilenmişlerdi? Burada göçebe kültürel gelenekleri inceleyeceğiz. Son olarak, imparatorluklarının büyüklüğü de göz önüne alındığında, tekstil stillerinde ve teknolojilerindeki yayılmasını kolaylaştırdı mı? Burada da, Yuan Çin’ine giren Batı Asya etkisi hakkında bazı ilginç bilgiler bulunmaktadır.
Bu sorularda açık olan şudur ki; bu çalışma, Moğol İmparatorluğunda, Moğolların önceliklerini ve onların Doğu-Batı değişimindeki rolünü gösteren altın dokumanın kültürel tarihi ile ilgilidir. Diğer bir deyişle, bu konuya, bir tekstil uzmanı olarak değil, steplerin bir tarihçisi perspektifinden yaklaştım. Teknik detaylar konusunda o kadar çok şey söylemesem de, umarım, bu araştırmanın devamı mahiyetinde bu konuda bilgi sahibi olanlar daha fazla veri bulabilirler.