Ç
Çevrimdışı
çubuk prenses
New member
Uğursuzluk
Avcı Sultan Mehmet bir gün adamlarıyla beraber akşama kadar bir keklik bile vuramaz. Bunun sebebini de, sabahleyin gördüğü bir dervişin uğursuzluğuna bağlar. Solaklara seslenir. Saraydan çıkarken, şu şu tipte, sivri külahlı, sırtı kambur birinin önünden geçtiğini söyler ve hemen bu adamı bulmaları emrini verir. Tarife göre Bektaşi babalarından ayyaş Hamza Babayı yaka paça huzura getirirler.
Sultan:
- Bre uğursuz, nabekar! Bugün sabahleyin karşıma çıktın. Bu yüzden akşama kadar bir ava rastlayamadım. Bu ne uğursuzluktur. Vurun kellesini...
Bektaşi bakar ki kelle elden gidiyor. Son bir dileğini açıklamak için söz alır:
- A devletlim siz beni gördünüz bir keklik vuramadınız. Ama insaf ediniz, benim de bugün ilk gördüğüm sizdiniz ve kellemi kaybediyorum. Söyleyin, uğursuzluk hangimizde!"
Aklıma Gelmedi
Vaktiyle reayadan haraç alındığı malum; haraç tahsildarları şurayı burayı teftiş ederlerken bir meyhanede başı açık ve hangi milletten olduğu belli olmayacak bir kılıkta oturan Bekri Mustafa'yı görünce haraç kağıdı sormuşlar. Bekri keyif haliyle onları terslemiş, onlar da yanlarındaki zabıta kuvveti ile alelacele ve yaka paça kaldırıp yola düzülmüşler. Yolda giderken bir tanıdık rastlamış, sormuş ve işi anladıktan sonra Bekri'ye:
- Müslüman olduğunu niçin söylemedin? deyince:
- Sus be kardeş aklıma gelmedi, demiş.
Yemin Edeceğim
Koca Ragıp Paşa sadrazam iken bir gün ahbaplarına hitaben “Rüşvet almadığınıza yemin edebilir misiniz?” dedikten sonra, oradakiler yemini billah ederek rüşvet almadıklarını söylerler. Mecliste meşhur Haşmet de vardı ve bir köşeye çekilmiş sessizce duruyordu.
Ragıp Paşa,
- Haşmet, Rumeli de hayli mansıplarda bulundun. Sessizce durup yemin edemediğine bakılırsa bir hayli rüşvet almışa benzersin” deyince,
Haşmet
- Sultanım, Müslümanlarda, yalan yere yemin edenler çatlar diye bir itikat vardır. Şimdi ben efendilere bakıyorum. Eğer çatlamazlarsa ben de yemin edeceğim” demiş.
Osmanlı Donanması
Osmanlı donanmasıyla Venedik donanması arasında savaş çıkmış. Venedik donanmasının komutanı Andrea Doria imiş. Gözcü Osmanlı donanmasının yaklaştığını fark edince hemen Andrea Doria'ya haber vermiş:
-Osmanlı yaklaşıyoor.
Andrea Doria sormuş:
-Kaç gemi var?
Gözcü:
-10-20 kadar.
Komutan hemen emir erini çağırmış:
Oğlum bana hemen kırmızı gömleğimi getir.
Emir eri şaşırmış:
-Niçin komutanım?
Andrea Doria:
-Savasırken yaralanacağız. Kan izi belli olmasın ve de askerlerin cesareti kırılmasın diye...Bu arada gözcüden yine ses gelmiş:
Efendim 50 kadar oldular.
Andrea Doria heyecanlanmış ve emir erine tekrar seslenmiş:
-Gömleği boşver. Sen bana kahverengi pantolonumu getir...
Eşekler neyin nesi?
Çevresindekilerce gizliden gizliye "Öküz" olarak adlandırılmış olan Mehmet Paşa'nın komuta ettiği ve İran'a karşı düzenlenen bir seferde, ordu komuta heyeti kışlak çadırında toplanmış taarruz planlarını gözden geçirirlerken, birliklerin iaşesi ve taşıma işleri icin getirilmiş öküzlerden biri çadırın aralığından kafasını uzatıp gözlerini Öküz Mehmet Paşa'ya dikmiş. Çevresindekiler gülmemek icin kendilerini zor tutmuşlar, biraz tebessüm ederlerken, ökuz gitmiş. Ancak bir süre sonra tekrar gelip, başını yine içeri uzatmış ve yine uzun uzun Öküz Mehmet Paşa'yı süzmüş. Bu sefer çevresindekiler artık kendilerini tutamayıp kahkahaları basmışlar. Herkes gülmekten kırılırken, Ökuz Mehmet Paşa,
"Bu hayvan bana ne diyor biliyor musunuz?" diye sormuş.
"'Hadi senin kim olduğunu anladım da, bu yanındaki eşekler neyin nesi?' diye soruyor."
Ancak ondan anlar
II. Abdülhamit zamanında Enderun'da Tıfli lakabı ile meşhur bir zat vardı.
Bir gece körkütük sarhoş olmuş ve Karacaahmet mezarlığına giderek, ölen arkadaşının başında nara atmış ve kahkalarla gülmeye başlamıştı. Ancak bölgenin güvenliğinden sorumlu subaşı kendisini yakalayıp karakola götürür.
Komiser Tıfli'yi şöyle bir süzdükten sonra sordu:
“Gece yarısı mezarlıkta ne işin vardı?"
”Arkadaşıma üç ihlas, bir fatiha okuyordum, komiserim” dedi.
Bu duruma öfkelenen komiser:
“Ulan, atarak ve kahkahayla fatiha okunduğu nerde görülmiştür?" deyince Tıfli şu cevabı verdi:
“Komiserim sen bilmezsin, orada yatan ancak bundan anlar.”
Atla Ne Konuştu?
Asıl adı Mustafa olan İncili Çavuş, Nasrettin Hoca'dan sonra en büyük Türk fıkra kahramanlarından biridir.
İncili Çavuş unvanını, Padişah IV. Murat'ın başlığına takdırdığı inciden almıştır. Şakacılığı ve hazır cevaplığıyla tanınmış olan İncili Çavuş, İran'a elçi olarak gönde¬rilmişti Hediyelerle ve bir heyetle birlikte İran Şahı'nı ziyaret edip gerekli görüşmelerde bulunarak İran'daki programı tamamlamıştı. Artık İstanbul'a dönülecekti.
İran Şahı, Türk elçilik heyetine görkemli bir uğurlama töreni hazırlatmış, ileri gelenleri ve halkı toplatmıştı.
İncili Çavuş’a bir at hediye etmiş ve: "Bu küheylan benim sana hediyemdir. Yolculuk esnasında binersin.” demişti. Ama bu hu öyle bir attı ki; uyuz mu uyuz, cılız mı cılız, zayıf mı zayıf. Üf desen yıkılacak. Ayakta zor duracak kadar yaşlı.
İncili Çavuş adeta kendisiyle alay edilircesine böyle bir at hediye edilmesi karşısında bozulmuş, ama bozuntuya vermeden ağzını atın kulaklarına götürerek bir şeyler söylemiş. Sonra da kulaklarını atın ağzına götürerek bir süre dinlemiş ve basmış kahkahayı.
Başta Şah olmak üzere vezirler ve halk, şaşkın şaş¬kın bu manzarayı izledikten sonra Şah sormuş:
"Atla ne konuştun? Sen ata ne dedin? At sana nesöyledi ki, böyle kahkahayla gülersin?"
İncili Çavuş şöyle demiş:
"Ben ata sordum: Ey ruhumun ruhu! Tanır mısın Hz. Nuh'u?"
Şah: "Eee! At ne dedi?" deyince,
İncili Çavuş: "Valla, at bana şöyle dedi:
Nuh da ne ki be gardaş Sırrımı kimseye etme faş
Ben Hz. Adem'e taş taşımışam, taş."
Avcı Sultan Mehmet bir gün adamlarıyla beraber akşama kadar bir keklik bile vuramaz. Bunun sebebini de, sabahleyin gördüğü bir dervişin uğursuzluğuna bağlar. Solaklara seslenir. Saraydan çıkarken, şu şu tipte, sivri külahlı, sırtı kambur birinin önünden geçtiğini söyler ve hemen bu adamı bulmaları emrini verir. Tarife göre Bektaşi babalarından ayyaş Hamza Babayı yaka paça huzura getirirler.
Sultan:
- Bre uğursuz, nabekar! Bugün sabahleyin karşıma çıktın. Bu yüzden akşama kadar bir ava rastlayamadım. Bu ne uğursuzluktur. Vurun kellesini...
Bektaşi bakar ki kelle elden gidiyor. Son bir dileğini açıklamak için söz alır:
- A devletlim siz beni gördünüz bir keklik vuramadınız. Ama insaf ediniz, benim de bugün ilk gördüğüm sizdiniz ve kellemi kaybediyorum. Söyleyin, uğursuzluk hangimizde!"
Aklıma Gelmedi
Vaktiyle reayadan haraç alındığı malum; haraç tahsildarları şurayı burayı teftiş ederlerken bir meyhanede başı açık ve hangi milletten olduğu belli olmayacak bir kılıkta oturan Bekri Mustafa'yı görünce haraç kağıdı sormuşlar. Bekri keyif haliyle onları terslemiş, onlar da yanlarındaki zabıta kuvveti ile alelacele ve yaka paça kaldırıp yola düzülmüşler. Yolda giderken bir tanıdık rastlamış, sormuş ve işi anladıktan sonra Bekri'ye:
- Müslüman olduğunu niçin söylemedin? deyince:
- Sus be kardeş aklıma gelmedi, demiş.
Yemin Edeceğim
Koca Ragıp Paşa sadrazam iken bir gün ahbaplarına hitaben “Rüşvet almadığınıza yemin edebilir misiniz?” dedikten sonra, oradakiler yemini billah ederek rüşvet almadıklarını söylerler. Mecliste meşhur Haşmet de vardı ve bir köşeye çekilmiş sessizce duruyordu.
Ragıp Paşa,
- Haşmet, Rumeli de hayli mansıplarda bulundun. Sessizce durup yemin edemediğine bakılırsa bir hayli rüşvet almışa benzersin” deyince,
Haşmet
- Sultanım, Müslümanlarda, yalan yere yemin edenler çatlar diye bir itikat vardır. Şimdi ben efendilere bakıyorum. Eğer çatlamazlarsa ben de yemin edeceğim” demiş.
Osmanlı Donanması
Osmanlı donanmasıyla Venedik donanması arasında savaş çıkmış. Venedik donanmasının komutanı Andrea Doria imiş. Gözcü Osmanlı donanmasının yaklaştığını fark edince hemen Andrea Doria'ya haber vermiş:
-Osmanlı yaklaşıyoor.
Andrea Doria sormuş:
-Kaç gemi var?
Gözcü:
-10-20 kadar.
Komutan hemen emir erini çağırmış:
Oğlum bana hemen kırmızı gömleğimi getir.
Emir eri şaşırmış:
-Niçin komutanım?
Andrea Doria:
-Savasırken yaralanacağız. Kan izi belli olmasın ve de askerlerin cesareti kırılmasın diye...Bu arada gözcüden yine ses gelmiş:
Efendim 50 kadar oldular.
Andrea Doria heyecanlanmış ve emir erine tekrar seslenmiş:
-Gömleği boşver. Sen bana kahverengi pantolonumu getir...
Eşekler neyin nesi?
Çevresindekilerce gizliden gizliye "Öküz" olarak adlandırılmış olan Mehmet Paşa'nın komuta ettiği ve İran'a karşı düzenlenen bir seferde, ordu komuta heyeti kışlak çadırında toplanmış taarruz planlarını gözden geçirirlerken, birliklerin iaşesi ve taşıma işleri icin getirilmiş öküzlerden biri çadırın aralığından kafasını uzatıp gözlerini Öküz Mehmet Paşa'ya dikmiş. Çevresindekiler gülmemek icin kendilerini zor tutmuşlar, biraz tebessüm ederlerken, ökuz gitmiş. Ancak bir süre sonra tekrar gelip, başını yine içeri uzatmış ve yine uzun uzun Öküz Mehmet Paşa'yı süzmüş. Bu sefer çevresindekiler artık kendilerini tutamayıp kahkahaları basmışlar. Herkes gülmekten kırılırken, Ökuz Mehmet Paşa,
"Bu hayvan bana ne diyor biliyor musunuz?" diye sormuş.
"'Hadi senin kim olduğunu anladım da, bu yanındaki eşekler neyin nesi?' diye soruyor."
Ancak ondan anlar
II. Abdülhamit zamanında Enderun'da Tıfli lakabı ile meşhur bir zat vardı.
Bir gece körkütük sarhoş olmuş ve Karacaahmet mezarlığına giderek, ölen arkadaşının başında nara atmış ve kahkalarla gülmeye başlamıştı. Ancak bölgenin güvenliğinden sorumlu subaşı kendisini yakalayıp karakola götürür.
Komiser Tıfli'yi şöyle bir süzdükten sonra sordu:
“Gece yarısı mezarlıkta ne işin vardı?"
”Arkadaşıma üç ihlas, bir fatiha okuyordum, komiserim” dedi.
Bu duruma öfkelenen komiser:
“Ulan, atarak ve kahkahayla fatiha okunduğu nerde görülmiştür?" deyince Tıfli şu cevabı verdi:
“Komiserim sen bilmezsin, orada yatan ancak bundan anlar.”
Atla Ne Konuştu?
Asıl adı Mustafa olan İncili Çavuş, Nasrettin Hoca'dan sonra en büyük Türk fıkra kahramanlarından biridir.
İncili Çavuş unvanını, Padişah IV. Murat'ın başlığına takdırdığı inciden almıştır. Şakacılığı ve hazır cevaplığıyla tanınmış olan İncili Çavuş, İran'a elçi olarak gönde¬rilmişti Hediyelerle ve bir heyetle birlikte İran Şahı'nı ziyaret edip gerekli görüşmelerde bulunarak İran'daki programı tamamlamıştı. Artık İstanbul'a dönülecekti.
İran Şahı, Türk elçilik heyetine görkemli bir uğurlama töreni hazırlatmış, ileri gelenleri ve halkı toplatmıştı.
İncili Çavuş’a bir at hediye etmiş ve: "Bu küheylan benim sana hediyemdir. Yolculuk esnasında binersin.” demişti. Ama bu hu öyle bir attı ki; uyuz mu uyuz, cılız mı cılız, zayıf mı zayıf. Üf desen yıkılacak. Ayakta zor duracak kadar yaşlı.
İncili Çavuş adeta kendisiyle alay edilircesine böyle bir at hediye edilmesi karşısında bozulmuş, ama bozuntuya vermeden ağzını atın kulaklarına götürerek bir şeyler söylemiş. Sonra da kulaklarını atın ağzına götürerek bir süre dinlemiş ve basmış kahkahayı.
Başta Şah olmak üzere vezirler ve halk, şaşkın şaş¬kın bu manzarayı izledikten sonra Şah sormuş:
"Atla ne konuştun? Sen ata ne dedin? At sana nesöyledi ki, böyle kahkahayla gülersin?"
İncili Çavuş şöyle demiş:
"Ben ata sordum: Ey ruhumun ruhu! Tanır mısın Hz. Nuh'u?"
Şah: "Eee! At ne dedi?" deyince,
İncili Çavuş: "Valla, at bana şöyle dedi:
Nuh da ne ki be gardaş Sırrımı kimseye etme faş
Ben Hz. Adem'e taş taşımışam, taş."