ziberkan
Super Moderator
Eşkıyalık hareketleri, XV. yüzyıldan itibaren Akdeniz dünyasında değişen sosyal ve ekonomik koşullara paralel olarak giderek artan bir tırmanma eğilimi gösterdi. Akdeniz dünyasının doğusunda büyük bir güç olan Osmanlı İmparatorluğu XVI. yy’ın son çeyreği ile XVII. yy’ın ortalarına kadar büyük bir sosyal problem haline gelen eşkıyalık hareketlerine , doğusun da ve batısın da devam eden oldukça külfetli ve yıpratıcı savaşlara rağmen çözüm üretmek zorunda kalmıştır.[1]
Anadolu’nun kırsal kesimleri, yarım yüzyılı aşan uzun yıllar boyunca çıkar birliği yapan, aynı uğraşlarda buluşan , sonra tekrar yolları ayrılan, bu çıkar ve uğraşları yeniden tanımlayan grupların yarattığı kargaşalıkları göğüslemek zorunda kaldı. Celali denen ve köylere , küçük topluluklara saldıran bu eşkıyaların tahribatı ağır oldu. Seyyar tüccarlara yaptıkları saldırılar, kervan güzergahlarına düzenli baskınlara dönüştü; şehir kuşatmaları şehir halkından düzenli haraç almayı da kapsayacak şekilde yoğunlaştı. Bazı eşkıyalık faaliyetleri yerel düzeyde kalırken bazıları çabucak yayıldı. Bazıları ise birkaç eyalette Osmanlı ordularıyla sıcak çatışmaya girdi.[2]Aslında yerel çaplı ayaklanmalar ve itaatsizlik Osmanlı İmparatorluğunda ilk kez rastlanan bir olgu değildi. Merkezi yönetim 1519’da ki Şeyh Celal isyanından sonra tüm asilere eşkıyalara ve adi haydutlara Celali adını vermiş, celali muamelesi yapmıştı. Bu yafta Osmanlıdaki tüm eşkıyalık faaliyetlerinin genel ismi haline geldi. Daha önce yerel adli vakalar olarak ortaya çıkan eşkıyalık faaliyetleri 1596 yılında sefere katılmayan ve sayıları 30.000’ i bulan Haçova firarilerinin tımarlarına ek konulunca, büyük yığınların katıldığı isyanlara dönüştü.[3] Taşrada asayiş ancak Vezir-i Azam Kuyucu Murad Paşa’nın Celalileri kırmaları için her yere güçlü ve iyi ordular göndermesiyle sağlanabildi. Eşkıyalık bir süre ortadan kalksa da 1622’de yeni liderler yönetiminde ancak eski bileşenleriyle yeniden belirdi. Bütün bu olaylar, yeni bir vezir-i azamlar hanedanın Taşrada yeniden güçlü bir devlet denetimi kurmasıyla 1658 yılında bastırıldı.
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki eşkıyalık faaliyetlerini ve bunların kitleselleşmesini sağlayan ve bu hareketin niteliğini belirleyen sebepleri saptamak göreceli olarak zor bir olgudur. Bunun birinci sebebi, eşkıyalık türküleri, söylenceler, masallar vb. gibi “ötekilerin” yarattığı argümanlar temel alındığında resmi söylemden farklı bir nitelik ortaya çıkmasından kaynaklanan beylik metodolojik tartışmadır. İkinci sebep ise XVI.yy’dan XVII. yy geçiş sürecinde Akdeniz dünyasında ve onun bir parçası olan Osmanlı İmparatorluğu’nda oluşan kriz ortamının, eşkıyalık faaliyetlerini yaratan temel olgular olup olmadığıdır. Fiyat artışı, demografik değişim, toprak rejimindeki değişim vb. gibi etmenlerin “çöküş” paradigmalarından Celali isyanlarının sebepleri gibi daha spesifik konulara kadar kimi zaman birer reçete olar kullanılması , kriz ortamının, Celali İsyanlarının niteliğini belirlemesi noktasında daha ihtiyatlı bir yaklaşım sergilememizi zorunlu kılar. Bu tartışmalar çerçevesinde yinede Osmanlı İmparatorluğu’nda bu dönemde meydana gelen toplumsal ve ekonomik değişimler, Celali isyanlarını anlamak adına bize genel bir çerçeve sunabilir.
XVI.yy.’ın başlarından itibaren nüfus artış hızının %60’lara ulaşması, yabancı gümüş akışı ve Avrupalı tüccarların mütecaviz ticareti , para dolaşımının artmasına, temel maddelerde fiyat artışına ve devalüasyona yol açtı. Ateşli silahların yaygınlaşması, savaş teknolojisinde ki değişim Osmanlı İmparatorluğunda bir kriz ortamı yarattı.[4] Değişen dünya koşullarına ve kriz ortamına bir reaksiyon olarak merkezi yönetim, toprak ve askeri sisteminde değişikliklere gitmek zorunda kaldı. Bütün bu değişimlerin ve kriz ortamının bir yan ürünü olarak eski konumlarını yitiren ve yaşamlarını idame ettirebilmek adına birleşen işsiz güçsüz yığınları ortaya çıktı. Değişen koşullar bu yığınların sisteme yeniden entegre olabilmesi için değişik kanallar oluştursa da seçenekler fazla değildi. Kendilerine pekte parlak gelecek sunmayan medreselere gidebilirler yada eşkıya ve paralı asker olabilirlerdi. Bu genel çerçeve içerisinde Celalilerin oluşum süreci ve büyük Celalilerin faaliyetleri ele alındığında Osmanlı’daki eşkıyalık faaliyetlerinin genel niteliği ortaya çıkacaktır.
I. CELALİLERİN OLUŞUMU
Osmanlı’larda eşkıya grupların faaliyetlerini binbeşyüzlü yıllara kadar götürmek mümkünse de onaltıncı yüzyılın ikinci yarısında bu gruplar oldukça yoğunluk kazanmış ve yüz yılın sonunda büyük isyanlara dönüşecek kadar kitleselleşmiştir. Bu oluşumu belirleyen iki temel süreç önemlidir. Birincisi tımar sistemindeki değişikliklerin ve gittikçe ağırlaşan vergilerin bir yan ürünü olarak işsiz yığınların oluşumu süreci, ikinci olarak da, ateşli silahların bu kitleler tarafından kolay ulaşılabilir hale gelmesiyle bu grupların, birer eşkıya veya paralı askere dönüştüğü silahlanma sürecidir.
Tımar sistemi, Osmanlı’lara direkt merkezi hazineden ödeme yapmaksızın, ordu beslemelerinin, topluma her türlü sosyal hizmeti götürmelerini kolaylaştıran bir sistemdi. Tımar sahibi, genellikle savaştaki hizmetleri karşılığında dirlik ihsan edilen bir sipahi olurdu. Sancak beyleri sıradan tımar sahiplerinden çok daha büyük dirlikler alır, ancak idari bakımdan onlarla aynı şekilde görev yaparlardı ve yıllık gelirleri ikiyüzbin akçe ile altıyüzbin akçe arasında değişirdi. Beylerbeyi, yılda ortalama altıyüzbin- birmilyon akçe getiren daha da büyük dirlikler alırlardı. Tımar sahipleri ise yılda ortalama ikibin akçe kazanırdı. Tımar sahibinin edinebileceği ikinin akçe ile sınırlıydı. Dirlik bahşedilen sipahi, geçinebilmek için burayı idare etmek ve büyüklüğü sipahinin gelirine göre değişen tam donanımlı küçük bir sipahi grubu beslemek zorundaydı[5].
Tımar sistemi nakit ihtiyacın olmadığı orta çağlar boyunca sorunsuz bir şekilde işlemeye devam etti. 16. yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise tımar sahipleri ekonomik krizden en çok zarar gören grup oldu. Çünkü hem devlete bağımlıydılar hem de kendilerini yeniden üretmek için geleneksel savaşların sürmesine muhtaçtılar. Savaşma usullerinde değişimler, akçenin değer kaybetmesi ve toprakların iltizamla işletilmeye başlanması onları derinden etkiledi[6]. 1584’den sonra meydana gelen yüzde yüz oranda enflasyon karşısında tımarların değerinin aynı kalması, bardağı taşıran son damla oldu. Masraflarını karşılamakta büyük sıkıntılara düşen sipahiler, reayadan fazla vergi talep ederken, seferlere de katılmaz oldular. Osmanlı’lar başlangıçta sipahi ordusuna ateşli silahlarla donatılmış birkaç birlik eklemişlerse de yapılan savaşlarda başarılı olunamaması üzerine orduları ve savaş usullerini yenilemek gerekmiştir. Yeni orduların kurulması, daha fazla para gerektirmekte, hazineye daha fazla yük getirmekte idi. Bu yükü karşılamak üzere devlet yeni yollar denemiş imparatorluğun yayılmasının durması nedeniyle hazineye gelir aktarması bakımından, tek düzenli gelir kaynağı olan köylülere yönelmiştir. Bir taraftan nakit vergileri daha sık ve düzenli hale getirirken, diğer yandan da toprak sistemi ile oynamaya başlamış, sahipsiz sipahi topraklarının askeri sınıftan olmayan servet sahibi kişilere satmaya başlamıştır. Toprakların bu şekilde satılması ve el değiştirmesi, para karşılığı birlikler besleyen ve topraklarını parça parça köylüye kira olarak veren taşra güçlerini yaratmıştır. Devletin artık daimi ordulardan milis güçlerine ve paralı askerlere yöneldiği bir sürece girilmiştir[7]. Değişen koşullara ve giderek zorlaşan ekonomik şartlara karşın köylüler reaksiyon göstermek zorunda kalmış, yaşamlarını idame ettirebilmek için toprağını terk ederek, yeni oluşan kanallardan sisteme farklı şekilde entegre olabilme yollarını aramıştır. “Daha 1500’lerin sonlarında köylülerin yerlerini ve topraklarını terk etmeye başladıklarını gösteren kanıtlar mevcuttur. Mustafa Ali bu konuya değinerek, binlerce eski köylü reayanın kentlere yerleşerek bir takım zanaat dalları ile uğraşmaya başladığına dikkat çekmektedir. Hatta daha ileriye giderek, bu gelişmeler esnasında, toprağını terk eden köylünün ödemesi gereken çiftbozan vergisiyle, normal zamanlarda esnaf ve zanaatkar taifesinin ödediği bir takım vergilerin kente yeni gelen bu reaya tarafından ödememesi yüzünden hazinenin uğradığı çifte kayıptan dolayı ateş püskürmektedir”[8]. Topraklarını terk eden ve gelir kaynaklarını yitiren köylüler, geçimlerini sürdürebilmek adına geleneksel bir yöntem izleyerek medreselere yöneldiler yada daha sonra değinileceği gibi ateşli silahlarla donanarak farklı bir toplumsal niteliğe bürünüp eşkıya-paralı asker kitlelerini meydana getirdiler.
A. Suhteler
Osmanlı klasik sistemdeki bölüşüm süreci katı ve dini ve toplumsal ayrımcılık kuralı ile biçimlenmiştir. Esasen yönetimin temel görevlerinden biri toplumsal tabakaları birbirinden ayrı tutmaktır. Ana fikir, her toplumsal grubun düzende kendine uygun görülmüş konumda kalmasıdır. Bunun neticesi olan toplumda değişmezlik kavramı “raiyyet oğlu raiyyettir” sloganı ile sembolize edilmiştir. Toplumsal hiyerarşinin tepesinde devlet bürokrasisi ve askeri sınıflar vardır. Bu grup imparatorluğun sonuna kadar en prestijli ve geliri en yüksek katman olarak kalır. Sıradan köylü ana görevi gıda üretimi ve vergi ödemek olduğu için tımar alamaz hatta şehirde bile yaşayamazdı. Bir köylü için toplumsal piramitte tırmanmanın tek alışılmış yolu dini kurumlara girmektir.[9] XVI. yy’ın ikinci yarısıyla XVII. yy’ın başlangıcı boyunca topraklarını terk eden işsiz güçsüz avare öbeğinin büyük bir kısmı suhte olmak için medreselere akın etti. Bu insanlar mezun olunca çok az iş olanağı bulabiliyorlardı. O dönemde zaten çok fazla kadı olduğundan dolayı, mahkemelere giremiyorlardı. Öncelikle, belli medreselerin özelliklede İstanbul, Edirne ve Bursa’dakilerin mezunları tercih ediliyor, daha az iyi kurumlardan yetişme pek çok öğrenci işsiz kalıyordu. Ayrıca merkezi yönetimin çeşitli emirleri, kayırmacılığın çok ileri safhada olduğunu, iyi kurumlardan diploma alanlar genellikle liyakatsiz kişilerken, daha liyakatli fakat daha az bağlantılara sahip gençlerin önemli merkezlerden dışlandığını göstermektedir. Zaten dinsel ve hukuksal kurumları kadroları XVI. yy da ciddi derecede şişmişti. Dalga dalga gelen işsiz güçsüz, yarı okur yazar köylüler pek hoşnutlukla karşılanmadı.[10]
Dinsel eğitimin üzerindeki yükü hafifletmeye yönelik çabalara rağmen, medreselerden yetişen büyük sayıda genç iş bulamıyor, bundan dolayı bir kızgınlık duyuyor ve gruplar halinde kırsal bölgelerde dolaşmaya başlayıp köylülerden yiyecek, barınak ve geçimlik para istiyorlardı.15-20 kişilik küçük guruplardan daha büyük guruplara evrilmeleriyle birlikte köylere inmeye, köylülerin hasadını mahvetmeye, tecavüzlere ve yağmalara başladılar. 1575’ten 1597’ye kadar daha sonrada 1613’te bir araya gelip faaliyetlerine devam ettiler. En çok tercih ettikleri faaliyet “ cerre çıkmış ” gibi yaparak cemaate namaz kıldırmak, ardından da köy halkından ağır vergiler almaktı. En iyi numaraları tımar sahibi, kadı yada naib gibi atanmış görevlilerden biriymiş biriymiş gibi yapmak ve böylelikle vergi toplamaktı. Faaliyet bölgeleri Yeşilırmak Havzası’ndan Batı Anadolu’nun kırsal kesimlerine, özelliklede Aydın, Manisa ve Menteşe gibi şehirlere uzanıyor Kastamonu ve Bolu bölgesini de kapsıyordu[11]. 17. Yüzyılın başlarına kadar suhteler bir eşkıyalık dalgasının etkisi altında varlıklarını devam ettirebildiler. Kırsal kesimde eşkıyalarla sekban ordularının yaygınlaşması ile ve mücadelelerin, savaşların daha da alevlenmesi ile birlikte suhtelere karşı takınılan tutumlarda değişti. İlk defa, bu öğrencilerle tüm yönlerini, sembolik güçlerini ve çıkarlarını hesaba katarak pazarlık edip anlaşmak için ciddi bir çaba sergilendi[12]. Bu çaba ile suhtelerin taşradaki diğer mücadelelerin dışında bağımsız bir birim olarak yok etme fikri ortaya çıktı ve nitekim 1613 yılında yok oldular. Suhtelerin bir kısmı yavaş yavaş oluşan ve kırsal kesimin yağmalanması ve tahribi etrafında örgütlenen başka grupların içine karıştılar. Suhteler belki ayırt edici özelliklerini yitirdiler ama diğer potansiyel eşkıya, haydut ve paralı askerlerle ittifaka girdikleri ölçüde sayılarını ve örgütsel güçlerini artırdılar.
B. Eşkıyalar ve Paralı Askerler
Daha öncede belirtildiği gibi Anadolu 16. Yüzyılın ikinci yarısı ile 17. Yüzyılın ilk yarısında yükselmek isteyen köylülere belli başlı üç fırsat sunuyordu. Medreselerde suhte olabilirler yada yerel iktidar sahiplerinin maiyetine girebilirler üçüncü olarak Osmanlı ordusuna katılabilirlerdi. Bu seçeneklerin ilkinde, kişiye kısa vadede mevki ve başarı sağlamayan bir dinsel eğitim yer alıyordu. Diğer ikisinde ise silah sahibi olup en azında geçici bir dikey hareketlilik sağlayabilecek yeni bir mesleği öğrenebiliyorlardı. Dinsel yada askeri yollardan her iki doğrultununda kişiyi yarı yolda bırakma ihtimali vardı. Bu gerçekleştiğinde ise öğrenciler ve paralı askerler eşkıyalığa yönelmeyi tercih ediyorlardı. Suhte, eşkıya, levend, asker, köylü kavramları arasındaki farkı bulanıklaştıran ve bunlar arasındaki farkı kaldırıp tüm bu grupları Celali kılan şey Halil İnalcık’ında belirttiği gibi ekonomik ve demografik etmenlerin insanları köyden uzaklaştırmasından ziyade giderek daha erişilebilir hale gelen yeni bir askeri tecrübenin cazibesi ile dahası bu, devletin ateşli silahlarla donatılmış paralı levendleri giderek daha fazla kullanmasının bir sonucuydu[13]. Sıkıntı çeken pek çok köylü çiftliğini dağıtıyor öküzlerini satıp at alıyor sabanlarının demirlerini silahla takas ediyordu. Zengin-fakir, genç-yaşlı pek çok köylü, atlarına atlayıp, kale ve sur inşa etmek, uzak sınırlara ve düşman kalelerine akın düzenlemek için sekban ordularına katılıyorlardı. 16. Yüzyılın sonuna gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun kırsal kesimleri çok yaygın bir şekilde silahlanmıştı; köylerini terk etmeyen yada eşkıyalara katılmayan köylüler ise iaşelerini sağlamak için köyleri basan haydutların ve zorbaların kurbanı oluyordu. 17. Yüzyılda silahlanma kırsak kesimdeki en önemli dönüşüm haline geldi. Devlet hem merkezi hem de bölgesel orduları silahlandırma sürecine soktu[14]. Kapı halkları önem kazanarak ekonomik ve siyasi bir yatırım haline büründüler. Kapı halkı sahibi olmak bir saygınlık ve şeref meselesi, yerel gücün bir göstergesi haline geldi. Giderek daha fazla adama ihtiyaç duymaları güç sahiplerini, köylüleri maiyetlerine almaya itti. İşsiz güçsüz kalan köylüler, kolaylıkla bir görevlinin hizmetine girip adam, yönetimin gözünden düşünceye kadar ona hizmet edebiliyorlardı[15]. Bu kişilerin belli bir resmi garantisi olmadığı için resmi idarelerin değişmesi ile işsiz kalıyorlardı. Küçük gruplarda haydutluğa başlamayanlar liderlerinin ayaklanma yoluyla yeni bir resmi görev ele geçirme çabasına destek oluyorlardı. Zamanla bölgesel görevlilerin kapı halkları öylesine önem kazandı ki, bu görevlilerin merkeze karşı fesat çıkarma niyetinde olup olmadığının göstergesi sayılmaya başlandılar. Devlet görevlileri iki arada bir derede kalmışlardı; bir taraftan beylerbeyleri, sancak beyleri ile çeşitli paşaların kapı halklarının büyümesi, imparatorluğun giderek çetinleşen savaşlarda daha iyi savaşacağı anlamına geliyordu. Öte yandan ise bu yarı talimli levedlerin sayısı arttığında, ordu zapdedilmesi güç, pek güvenilmeyecek bir orduya dönüşüyordu. Kapı halklarına uzun vadeli yatırım yapılmıyordu; kolayca gözden çıkarılabiliyor ve yerine yenileri alınabiliyordu. Yevmiyeli olarak çalışan ve ihtiyaç duyulmadığında terhis edilen levend-askerler eşkıyalık faaliyetlerine girişiyorlardı. Belli bir taşra görevlisinin hizmetinde olmadıklarında belli bir bölükbaşının yönetimi altında birimlerini bir arada tutuyor ve bölük olarak hep birlikte alternatif istihdam olanakları arıyorlardı.
Devletin giderlerini kısmaya yönelik dönüşümlü görevlendirme uygulaması olan terhislerin devlet ve toplum için çok yıkıcı etkileri oldu. Sürekli ordularla rekabet içinde olmaları ve savaşlara göre hizmete alınıp işsiz bırakılmaları, terhis edilen birimleri hırçınlaştırdı. Dönüşümlü görevlendirme uygulaması, onları işsiz kaldıklarında yaşamlarını sürdürmek için başvurdukları yağmacılığa bağımlı hale getirdi. Bu sadece alt kademeler için geçerli değildi; liderlerde duruma göz yumuyorlardı. Alt kademenin yanı sıra kendi eşkıya grubunu kurmak için kapı halklarını terk eden bölükbaşılar daha üst kademelerde – asilik ve yağmacılık eden beyler ve paşaların- meşru örgütlenme biçimlerinden gayri meşru biçimlere sürekli akışı vardı[16].
Özetleyecek olursak, avarelikten milis güçlerine oradan da sekban ordularına geçen eşkıya, toplumsal bir tip olarak köylü toplumundaki esas kökeninden uzaklaşmış, kendi dünyasında bir parça kalıcılık ve imtiyaz elde edebilmek için savaşan bir tip olarak belirmiştir.
Anadolu’nun kırsal kesimleri, yarım yüzyılı aşan uzun yıllar boyunca çıkar birliği yapan, aynı uğraşlarda buluşan , sonra tekrar yolları ayrılan, bu çıkar ve uğraşları yeniden tanımlayan grupların yarattığı kargaşalıkları göğüslemek zorunda kaldı. Celali denen ve köylere , küçük topluluklara saldıran bu eşkıyaların tahribatı ağır oldu. Seyyar tüccarlara yaptıkları saldırılar, kervan güzergahlarına düzenli baskınlara dönüştü; şehir kuşatmaları şehir halkından düzenli haraç almayı da kapsayacak şekilde yoğunlaştı. Bazı eşkıyalık faaliyetleri yerel düzeyde kalırken bazıları çabucak yayıldı. Bazıları ise birkaç eyalette Osmanlı ordularıyla sıcak çatışmaya girdi.[2]Aslında yerel çaplı ayaklanmalar ve itaatsizlik Osmanlı İmparatorluğunda ilk kez rastlanan bir olgu değildi. Merkezi yönetim 1519’da ki Şeyh Celal isyanından sonra tüm asilere eşkıyalara ve adi haydutlara Celali adını vermiş, celali muamelesi yapmıştı. Bu yafta Osmanlıdaki tüm eşkıyalık faaliyetlerinin genel ismi haline geldi. Daha önce yerel adli vakalar olarak ortaya çıkan eşkıyalık faaliyetleri 1596 yılında sefere katılmayan ve sayıları 30.000’ i bulan Haçova firarilerinin tımarlarına ek konulunca, büyük yığınların katıldığı isyanlara dönüştü.[3] Taşrada asayiş ancak Vezir-i Azam Kuyucu Murad Paşa’nın Celalileri kırmaları için her yere güçlü ve iyi ordular göndermesiyle sağlanabildi. Eşkıyalık bir süre ortadan kalksa da 1622’de yeni liderler yönetiminde ancak eski bileşenleriyle yeniden belirdi. Bütün bu olaylar, yeni bir vezir-i azamlar hanedanın Taşrada yeniden güçlü bir devlet denetimi kurmasıyla 1658 yılında bastırıldı.
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki eşkıyalık faaliyetlerini ve bunların kitleselleşmesini sağlayan ve bu hareketin niteliğini belirleyen sebepleri saptamak göreceli olarak zor bir olgudur. Bunun birinci sebebi, eşkıyalık türküleri, söylenceler, masallar vb. gibi “ötekilerin” yarattığı argümanlar temel alındığında resmi söylemden farklı bir nitelik ortaya çıkmasından kaynaklanan beylik metodolojik tartışmadır. İkinci sebep ise XVI.yy’dan XVII. yy geçiş sürecinde Akdeniz dünyasında ve onun bir parçası olan Osmanlı İmparatorluğu’nda oluşan kriz ortamının, eşkıyalık faaliyetlerini yaratan temel olgular olup olmadığıdır. Fiyat artışı, demografik değişim, toprak rejimindeki değişim vb. gibi etmenlerin “çöküş” paradigmalarından Celali isyanlarının sebepleri gibi daha spesifik konulara kadar kimi zaman birer reçete olar kullanılması , kriz ortamının, Celali İsyanlarının niteliğini belirlemesi noktasında daha ihtiyatlı bir yaklaşım sergilememizi zorunlu kılar. Bu tartışmalar çerçevesinde yinede Osmanlı İmparatorluğu’nda bu dönemde meydana gelen toplumsal ve ekonomik değişimler, Celali isyanlarını anlamak adına bize genel bir çerçeve sunabilir.
XVI.yy.’ın başlarından itibaren nüfus artış hızının %60’lara ulaşması, yabancı gümüş akışı ve Avrupalı tüccarların mütecaviz ticareti , para dolaşımının artmasına, temel maddelerde fiyat artışına ve devalüasyona yol açtı. Ateşli silahların yaygınlaşması, savaş teknolojisinde ki değişim Osmanlı İmparatorluğunda bir kriz ortamı yarattı.[4] Değişen dünya koşullarına ve kriz ortamına bir reaksiyon olarak merkezi yönetim, toprak ve askeri sisteminde değişikliklere gitmek zorunda kaldı. Bütün bu değişimlerin ve kriz ortamının bir yan ürünü olarak eski konumlarını yitiren ve yaşamlarını idame ettirebilmek adına birleşen işsiz güçsüz yığınları ortaya çıktı. Değişen koşullar bu yığınların sisteme yeniden entegre olabilmesi için değişik kanallar oluştursa da seçenekler fazla değildi. Kendilerine pekte parlak gelecek sunmayan medreselere gidebilirler yada eşkıya ve paralı asker olabilirlerdi. Bu genel çerçeve içerisinde Celalilerin oluşum süreci ve büyük Celalilerin faaliyetleri ele alındığında Osmanlı’daki eşkıyalık faaliyetlerinin genel niteliği ortaya çıkacaktır.
I. CELALİLERİN OLUŞUMU
Osmanlı’larda eşkıya grupların faaliyetlerini binbeşyüzlü yıllara kadar götürmek mümkünse de onaltıncı yüzyılın ikinci yarısında bu gruplar oldukça yoğunluk kazanmış ve yüz yılın sonunda büyük isyanlara dönüşecek kadar kitleselleşmiştir. Bu oluşumu belirleyen iki temel süreç önemlidir. Birincisi tımar sistemindeki değişikliklerin ve gittikçe ağırlaşan vergilerin bir yan ürünü olarak işsiz yığınların oluşumu süreci, ikinci olarak da, ateşli silahların bu kitleler tarafından kolay ulaşılabilir hale gelmesiyle bu grupların, birer eşkıya veya paralı askere dönüştüğü silahlanma sürecidir.
Tımar sistemi, Osmanlı’lara direkt merkezi hazineden ödeme yapmaksızın, ordu beslemelerinin, topluma her türlü sosyal hizmeti götürmelerini kolaylaştıran bir sistemdi. Tımar sahibi, genellikle savaştaki hizmetleri karşılığında dirlik ihsan edilen bir sipahi olurdu. Sancak beyleri sıradan tımar sahiplerinden çok daha büyük dirlikler alır, ancak idari bakımdan onlarla aynı şekilde görev yaparlardı ve yıllık gelirleri ikiyüzbin akçe ile altıyüzbin akçe arasında değişirdi. Beylerbeyi, yılda ortalama altıyüzbin- birmilyon akçe getiren daha da büyük dirlikler alırlardı. Tımar sahipleri ise yılda ortalama ikibin akçe kazanırdı. Tımar sahibinin edinebileceği ikinin akçe ile sınırlıydı. Dirlik bahşedilen sipahi, geçinebilmek için burayı idare etmek ve büyüklüğü sipahinin gelirine göre değişen tam donanımlı küçük bir sipahi grubu beslemek zorundaydı[5].
Tımar sistemi nakit ihtiyacın olmadığı orta çağlar boyunca sorunsuz bir şekilde işlemeye devam etti. 16. yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise tımar sahipleri ekonomik krizden en çok zarar gören grup oldu. Çünkü hem devlete bağımlıydılar hem de kendilerini yeniden üretmek için geleneksel savaşların sürmesine muhtaçtılar. Savaşma usullerinde değişimler, akçenin değer kaybetmesi ve toprakların iltizamla işletilmeye başlanması onları derinden etkiledi[6]. 1584’den sonra meydana gelen yüzde yüz oranda enflasyon karşısında tımarların değerinin aynı kalması, bardağı taşıran son damla oldu. Masraflarını karşılamakta büyük sıkıntılara düşen sipahiler, reayadan fazla vergi talep ederken, seferlere de katılmaz oldular. Osmanlı’lar başlangıçta sipahi ordusuna ateşli silahlarla donatılmış birkaç birlik eklemişlerse de yapılan savaşlarda başarılı olunamaması üzerine orduları ve savaş usullerini yenilemek gerekmiştir. Yeni orduların kurulması, daha fazla para gerektirmekte, hazineye daha fazla yük getirmekte idi. Bu yükü karşılamak üzere devlet yeni yollar denemiş imparatorluğun yayılmasının durması nedeniyle hazineye gelir aktarması bakımından, tek düzenli gelir kaynağı olan köylülere yönelmiştir. Bir taraftan nakit vergileri daha sık ve düzenli hale getirirken, diğer yandan da toprak sistemi ile oynamaya başlamış, sahipsiz sipahi topraklarının askeri sınıftan olmayan servet sahibi kişilere satmaya başlamıştır. Toprakların bu şekilde satılması ve el değiştirmesi, para karşılığı birlikler besleyen ve topraklarını parça parça köylüye kira olarak veren taşra güçlerini yaratmıştır. Devletin artık daimi ordulardan milis güçlerine ve paralı askerlere yöneldiği bir sürece girilmiştir[7]. Değişen koşullara ve giderek zorlaşan ekonomik şartlara karşın köylüler reaksiyon göstermek zorunda kalmış, yaşamlarını idame ettirebilmek için toprağını terk ederek, yeni oluşan kanallardan sisteme farklı şekilde entegre olabilme yollarını aramıştır. “Daha 1500’lerin sonlarında köylülerin yerlerini ve topraklarını terk etmeye başladıklarını gösteren kanıtlar mevcuttur. Mustafa Ali bu konuya değinerek, binlerce eski köylü reayanın kentlere yerleşerek bir takım zanaat dalları ile uğraşmaya başladığına dikkat çekmektedir. Hatta daha ileriye giderek, bu gelişmeler esnasında, toprağını terk eden köylünün ödemesi gereken çiftbozan vergisiyle, normal zamanlarda esnaf ve zanaatkar taifesinin ödediği bir takım vergilerin kente yeni gelen bu reaya tarafından ödememesi yüzünden hazinenin uğradığı çifte kayıptan dolayı ateş püskürmektedir”[8]. Topraklarını terk eden ve gelir kaynaklarını yitiren köylüler, geçimlerini sürdürebilmek adına geleneksel bir yöntem izleyerek medreselere yöneldiler yada daha sonra değinileceği gibi ateşli silahlarla donanarak farklı bir toplumsal niteliğe bürünüp eşkıya-paralı asker kitlelerini meydana getirdiler.
A. Suhteler
Osmanlı klasik sistemdeki bölüşüm süreci katı ve dini ve toplumsal ayrımcılık kuralı ile biçimlenmiştir. Esasen yönetimin temel görevlerinden biri toplumsal tabakaları birbirinden ayrı tutmaktır. Ana fikir, her toplumsal grubun düzende kendine uygun görülmüş konumda kalmasıdır. Bunun neticesi olan toplumda değişmezlik kavramı “raiyyet oğlu raiyyettir” sloganı ile sembolize edilmiştir. Toplumsal hiyerarşinin tepesinde devlet bürokrasisi ve askeri sınıflar vardır. Bu grup imparatorluğun sonuna kadar en prestijli ve geliri en yüksek katman olarak kalır. Sıradan köylü ana görevi gıda üretimi ve vergi ödemek olduğu için tımar alamaz hatta şehirde bile yaşayamazdı. Bir köylü için toplumsal piramitte tırmanmanın tek alışılmış yolu dini kurumlara girmektir.[9] XVI. yy’ın ikinci yarısıyla XVII. yy’ın başlangıcı boyunca topraklarını terk eden işsiz güçsüz avare öbeğinin büyük bir kısmı suhte olmak için medreselere akın etti. Bu insanlar mezun olunca çok az iş olanağı bulabiliyorlardı. O dönemde zaten çok fazla kadı olduğundan dolayı, mahkemelere giremiyorlardı. Öncelikle, belli medreselerin özelliklede İstanbul, Edirne ve Bursa’dakilerin mezunları tercih ediliyor, daha az iyi kurumlardan yetişme pek çok öğrenci işsiz kalıyordu. Ayrıca merkezi yönetimin çeşitli emirleri, kayırmacılığın çok ileri safhada olduğunu, iyi kurumlardan diploma alanlar genellikle liyakatsiz kişilerken, daha liyakatli fakat daha az bağlantılara sahip gençlerin önemli merkezlerden dışlandığını göstermektedir. Zaten dinsel ve hukuksal kurumları kadroları XVI. yy da ciddi derecede şişmişti. Dalga dalga gelen işsiz güçsüz, yarı okur yazar köylüler pek hoşnutlukla karşılanmadı.[10]
Dinsel eğitimin üzerindeki yükü hafifletmeye yönelik çabalara rağmen, medreselerden yetişen büyük sayıda genç iş bulamıyor, bundan dolayı bir kızgınlık duyuyor ve gruplar halinde kırsal bölgelerde dolaşmaya başlayıp köylülerden yiyecek, barınak ve geçimlik para istiyorlardı.15-20 kişilik küçük guruplardan daha büyük guruplara evrilmeleriyle birlikte köylere inmeye, köylülerin hasadını mahvetmeye, tecavüzlere ve yağmalara başladılar. 1575’ten 1597’ye kadar daha sonrada 1613’te bir araya gelip faaliyetlerine devam ettiler. En çok tercih ettikleri faaliyet “ cerre çıkmış ” gibi yaparak cemaate namaz kıldırmak, ardından da köy halkından ağır vergiler almaktı. En iyi numaraları tımar sahibi, kadı yada naib gibi atanmış görevlilerden biriymiş biriymiş gibi yapmak ve böylelikle vergi toplamaktı. Faaliyet bölgeleri Yeşilırmak Havzası’ndan Batı Anadolu’nun kırsal kesimlerine, özelliklede Aydın, Manisa ve Menteşe gibi şehirlere uzanıyor Kastamonu ve Bolu bölgesini de kapsıyordu[11]. 17. Yüzyılın başlarına kadar suhteler bir eşkıyalık dalgasının etkisi altında varlıklarını devam ettirebildiler. Kırsal kesimde eşkıyalarla sekban ordularının yaygınlaşması ile ve mücadelelerin, savaşların daha da alevlenmesi ile birlikte suhtelere karşı takınılan tutumlarda değişti. İlk defa, bu öğrencilerle tüm yönlerini, sembolik güçlerini ve çıkarlarını hesaba katarak pazarlık edip anlaşmak için ciddi bir çaba sergilendi[12]. Bu çaba ile suhtelerin taşradaki diğer mücadelelerin dışında bağımsız bir birim olarak yok etme fikri ortaya çıktı ve nitekim 1613 yılında yok oldular. Suhtelerin bir kısmı yavaş yavaş oluşan ve kırsal kesimin yağmalanması ve tahribi etrafında örgütlenen başka grupların içine karıştılar. Suhteler belki ayırt edici özelliklerini yitirdiler ama diğer potansiyel eşkıya, haydut ve paralı askerlerle ittifaka girdikleri ölçüde sayılarını ve örgütsel güçlerini artırdılar.
B. Eşkıyalar ve Paralı Askerler
Daha öncede belirtildiği gibi Anadolu 16. Yüzyılın ikinci yarısı ile 17. Yüzyılın ilk yarısında yükselmek isteyen köylülere belli başlı üç fırsat sunuyordu. Medreselerde suhte olabilirler yada yerel iktidar sahiplerinin maiyetine girebilirler üçüncü olarak Osmanlı ordusuna katılabilirlerdi. Bu seçeneklerin ilkinde, kişiye kısa vadede mevki ve başarı sağlamayan bir dinsel eğitim yer alıyordu. Diğer ikisinde ise silah sahibi olup en azında geçici bir dikey hareketlilik sağlayabilecek yeni bir mesleği öğrenebiliyorlardı. Dinsel yada askeri yollardan her iki doğrultununda kişiyi yarı yolda bırakma ihtimali vardı. Bu gerçekleştiğinde ise öğrenciler ve paralı askerler eşkıyalığa yönelmeyi tercih ediyorlardı. Suhte, eşkıya, levend, asker, köylü kavramları arasındaki farkı bulanıklaştıran ve bunlar arasındaki farkı kaldırıp tüm bu grupları Celali kılan şey Halil İnalcık’ında belirttiği gibi ekonomik ve demografik etmenlerin insanları köyden uzaklaştırmasından ziyade giderek daha erişilebilir hale gelen yeni bir askeri tecrübenin cazibesi ile dahası bu, devletin ateşli silahlarla donatılmış paralı levendleri giderek daha fazla kullanmasının bir sonucuydu[13]. Sıkıntı çeken pek çok köylü çiftliğini dağıtıyor öküzlerini satıp at alıyor sabanlarının demirlerini silahla takas ediyordu. Zengin-fakir, genç-yaşlı pek çok köylü, atlarına atlayıp, kale ve sur inşa etmek, uzak sınırlara ve düşman kalelerine akın düzenlemek için sekban ordularına katılıyorlardı. 16. Yüzyılın sonuna gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun kırsal kesimleri çok yaygın bir şekilde silahlanmıştı; köylerini terk etmeyen yada eşkıyalara katılmayan köylüler ise iaşelerini sağlamak için köyleri basan haydutların ve zorbaların kurbanı oluyordu. 17. Yüzyılda silahlanma kırsak kesimdeki en önemli dönüşüm haline geldi. Devlet hem merkezi hem de bölgesel orduları silahlandırma sürecine soktu[14]. Kapı halkları önem kazanarak ekonomik ve siyasi bir yatırım haline büründüler. Kapı halkı sahibi olmak bir saygınlık ve şeref meselesi, yerel gücün bir göstergesi haline geldi. Giderek daha fazla adama ihtiyaç duymaları güç sahiplerini, köylüleri maiyetlerine almaya itti. İşsiz güçsüz kalan köylüler, kolaylıkla bir görevlinin hizmetine girip adam, yönetimin gözünden düşünceye kadar ona hizmet edebiliyorlardı[15]. Bu kişilerin belli bir resmi garantisi olmadığı için resmi idarelerin değişmesi ile işsiz kalıyorlardı. Küçük gruplarda haydutluğa başlamayanlar liderlerinin ayaklanma yoluyla yeni bir resmi görev ele geçirme çabasına destek oluyorlardı. Zamanla bölgesel görevlilerin kapı halkları öylesine önem kazandı ki, bu görevlilerin merkeze karşı fesat çıkarma niyetinde olup olmadığının göstergesi sayılmaya başlandılar. Devlet görevlileri iki arada bir derede kalmışlardı; bir taraftan beylerbeyleri, sancak beyleri ile çeşitli paşaların kapı halklarının büyümesi, imparatorluğun giderek çetinleşen savaşlarda daha iyi savaşacağı anlamına geliyordu. Öte yandan ise bu yarı talimli levedlerin sayısı arttığında, ordu zapdedilmesi güç, pek güvenilmeyecek bir orduya dönüşüyordu. Kapı halklarına uzun vadeli yatırım yapılmıyordu; kolayca gözden çıkarılabiliyor ve yerine yenileri alınabiliyordu. Yevmiyeli olarak çalışan ve ihtiyaç duyulmadığında terhis edilen levend-askerler eşkıyalık faaliyetlerine girişiyorlardı. Belli bir taşra görevlisinin hizmetinde olmadıklarında belli bir bölükbaşının yönetimi altında birimlerini bir arada tutuyor ve bölük olarak hep birlikte alternatif istihdam olanakları arıyorlardı.
Devletin giderlerini kısmaya yönelik dönüşümlü görevlendirme uygulaması olan terhislerin devlet ve toplum için çok yıkıcı etkileri oldu. Sürekli ordularla rekabet içinde olmaları ve savaşlara göre hizmete alınıp işsiz bırakılmaları, terhis edilen birimleri hırçınlaştırdı. Dönüşümlü görevlendirme uygulaması, onları işsiz kaldıklarında yaşamlarını sürdürmek için başvurdukları yağmacılığa bağımlı hale getirdi. Bu sadece alt kademeler için geçerli değildi; liderlerde duruma göz yumuyorlardı. Alt kademenin yanı sıra kendi eşkıya grubunu kurmak için kapı halklarını terk eden bölükbaşılar daha üst kademelerde – asilik ve yağmacılık eden beyler ve paşaların- meşru örgütlenme biçimlerinden gayri meşru biçimlere sürekli akışı vardı[16].
Özetleyecek olursak, avarelikten milis güçlerine oradan da sekban ordularına geçen eşkıya, toplumsal bir tip olarak köylü toplumundaki esas kökeninden uzaklaşmış, kendi dünyasında bir parça kalıcılık ve imtiyaz elde edebilmek için savaşan bir tip olarak belirmiştir.