ziberkan
Super Moderator
Dokak
Aral gölü civarındaki Oğuz devletinde vazifeli olduğunu gösteren kısa bilgi dışında, hakkında mâlûmat sahibi olmadığımız Dokak, eskiden beri reislik mevkiini elinde tutan bir âileden gelmekte idi. Nitekim daha Tuğrul Bey zamanından itibaren tarihî kaynaklar Dokak ailesinin asaletini belirtmekte birliktirler.
Dokak ile kendisine tâbi kütlelerin, Aral gölü kuzeyindeki yurtlarında iken, Hazar-Türk devletine bağlı olduğu ileri sürülmüş ise de, o sıralarda Hazar devletinin hayli sarsıntılara uğradığı ve Peçenekler'in tazyiki sebebiyle de komşuları Oğuzlar ile ittifak etmek zorunda kaldığı düşünülürse, bu tâbiiyetin şüphe ile karşılanması gerekir.
Kıpçak bozkırındaki Oğuzlar'ın başbuğu bulunan Dokak'ın Oğuz devleti içinde nüfuzlu bir idareci olduğu veya aynı devlette federatif bir kuvveti temsil ettiği ihtimali umumiyetle kabul edilmiştir. Nitekim Oğuz devletinde Yabgu'dan sonra gelen en büyük şahsiyet olduğu devlet idaresindeki mes'ul mevkiinden anlaşılan Dokak, Yabgu'nun bir Türk zümresi üzerine yapmak istediği sefere itiraz etmiş, bu yüzden çıkan kavgada kendisi yüzünden yaralanmış, fakat gürz ile vurduğu Yabgu'yu atından düşürmüştür.
Bu mücadeleyi bahis konusu eden bazı kaynaklar, Dokak'ın İslâm ülkelerine karşı tertiplenen sefere engel olduğunu kaydetmekle bu Oğuz başbuğunu İslâm müdâfii olarak göstermek istemişlerdir.
Fakat o tarihlerde diğer Oğuzlar'la birlikte Kınık boyunun dinî durumu iyice aydınlanmış değildir. Vaktiyle Selçuklu âilesindeki İsrâil ve Mikâil gibi adlardan dolayı bu âilenin Hıristiyanlığı veya Musevîliği kabul ettiği iddiaları kuvvetli temellere dayanmayan tahminler olmaktan ileri geçememiştir.
Oğuzlar'ın ancak X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren müslüman olmaya başlamaları ve Dokak soyundan ilk müslüman kişi olarak Selçuk'un gösterilmesi sebebiyle, Dokak'ın da İslâmiyet ile ilgisinin bulunduğunu kabûle imkân yok gibidir. O sıralarda Selçuklu âilesinin henüz eski Türk inancında olduğuna hükmetmek herhalde daha doğrudur.
Selçuk Bey
Dukak'ın oğlu Selçuk babasının ölümünden biraz sonra üstün vasıfları ile dikkati çekmiş ve Yabgu tarafından genç yaşta "sü-başı" (ordu kumandanı) tayin edilmişti. Yabgu, gün geçtikçe devleti içinde durumu kuvvetlenen Selçuk'u kıskanmıştı. Selçuk ise öldürülmekten korkarak kabîlesi, yakın adamları ve sürüleri ile bulundukları bölgeden ayrılmış, İslam ülkeleriyle Türk ülkelerinin birleştiği bir uç "sugûr" şehri olan Cend havâlisine gelmişti (Tahmînen 961).
Selçuk'un Cend'e gelişinin Oğuz Devleti'nin Kıpçaklar tarafından yıkılması ile ilgili bulunduğu illeri sürüldüğü gibi, bu göçün başlıca sebebinin yer darlığı ve otluk yetersizliğinden olduğu da kaynaklarda belirtilmiştir. Nitekim Selçuklu göçünden bahseden kaynaklardan bir kısmı Selçuk'un emri altındaki kütlelerin, kalabalık oluşları ve yerlerinin kâfi gelmeyişi yüzünden, Mâveraünnehir'e doğru indiklerini tasrih etmişlerdir. Oğuz devletinin kışlık merkezi, Hazar ile Aral arasındaki, Yeni-kent şehrinden (bugünkü Cankent harabeleri) ayrılırken Selçuk'un beraberinde, başta Kınık boyu mensupları olmak üzere, diğer Oğuz kütlelerinin külliyetli miktarda at, deve, koyun ve sığır getirmiş olmaları bunu teyid eder.
Bu sıralarda İslâm dîni Türk kütleleri arasında süratle yayılmakta idi.
Yeni-kent'den uzak olmayan ve Mâverâünnehir'den göç etmiş müslümanların oturduğu, Türkler ile İslâm ülkeleri arasında bir sınır şehri olan Cend'e Selçuk'un gelişi tarihte mühim bir çağın başlangıcı olmuştur. Birçok kalabalık Türk kitlelerinin İslâmiyete girdikleri bu devirde, dinî inançlarına yabancı olmadığı ve esasen Kâşgarlı Mahmûd'a göre, ahalisinin bir kısmı Türk olan bir müslüman bölgesinde yaşamak için zarurî ve ayrıca, siyasî imkânlar sağlamak bakımından da lüzumlu gördüğü İslâmiyeti kabûlü düşünen, böylece yeni çevrenin siyasî ve sosyal şartlarını kavramak suretiyle devlet adamlığı vasfını isbat eden Selçuk, Buhâra ve Harezm gibi civar İslâm ülkelerinden din adamları istedi ve kendisine bağlı Oğuzlar ile birlikte müslüman oldu.
Bundan sonra kaynaklarımızda "Selçuklular" (Salçukiyân, Salâcika) diye anılan ve aynı zamanda, önce Karluklar, sonra Oğuzlar arasında, islâmiyete girmezden evvel dahi, siyasî bir tâbir olarak kullanıldığı anlaşılan Türkmen adı ile zikredilen bu Türk kütlesi, böylece siyasî ve sosyal yönden yeni bir hüviyet kazanmış bulunuyordu. Oğuz yabgusunun, yıllık vergiyi tahsil etmek üzere Cend'e gelen memurlarını, "kâfirlere haraç vermeyeceğini" söyleyerek uzaklaştıran Selçuk, İslâmiyet için cihâda hazır "gazi" sıfatiyle, Oğuz devletine karşı mücadeleye girişiyordu.
Daha sonra da Yabgu tarafından gönderilen kuvvetlerle çarpıştı. Selçuk bu bölgede kolaylıkla tutundu ve Yabgu'nun hâkimiyetine son vererek Cend'e müstakil bir beylik kurdu.
Selçuklular Cend'de bulundukları sırada çevrede ikisi Türk (Karahanlılar ve Gazneliler) ve Sâmânîler olmak üzere üç büyük devlet var idi. Mâverâünnehr'de üstünlüğü ele geçirmek için Karahanlılar ve Sâmânîler savaş halinde idiler.
Selçuk, Müslüman olmayan Türkler üzerine yaptığı gazâlar sonucu şöhret kazanmış ve emrindeki Oğuzlar ile mühim bir kuvvete sâhip olduğunu göstermişti. Onun bu şöhreti Mâverâünnehr'de üstünlüğü ele geçirmeye çalışan devletlerden biri olan Sâmânîler ile anlaşmasını sağladı. Sâmânîler, devlet sınırlarının diğer Türk akınlarına ve Karahanlılar'a karşı korunmasına karşılık Selçuklu Oğuzlarına Buhârâ civarındaki Nûr kasabası yöresine yerleşme müsaadesi veriyordu (985-86). Bununla beraber Nûr kasabası ve civârındaki otlaklara gelenler Arslan İsrâil ile birlikte olan Oğuzlar idi. Selçuk'la beraber olanlar yine Cend civarında kalmışlardı.
Bundan sonra Yabgu unvanı taşımakta olan Arslan'ın Sâmânî Devleti'ne yardımcı olduğu görülmektedir. Arslan Yabgu kumandasındaki Oğuzlar ile Sâmâni şehzadesi İsmâil el-Muntasır, Karahanlılar karşısında başarılı savaşlar yaptılar. Oğuzlar bu savaşlardan ellerine çok ganîmet geçince İsmâil el-Muntasır'dan ayrılarak yurdlarına döndüler. Bu ayrılış el-Muntasır'ın Karahanlılar karşısında başarısız kalmasına ve ölümüne sebep oldu (10059). Onun ölümüyle Sâmânî Devleti'nin yeniden dirilme ümidi de kayboluyordu. Bunun neticesinde Mâverâünnehr Karahanlılar'ın, Horasan'da Gazneliler'in hâkimiyeti altına girdi.
Arslan Yabgu Dönemi
Uzun ömürlü olduğu anlaşılan Selçuk ise yüz yaşını geçmiş olduğu hâlde 1007 tarihinde Cend şehrinde öldü. Selçuk'un Mikâil, Arslan İsrâil, Yûsuf ve Mûsâ adlarında dört oğlu vardı. Mikâil daha babasının sağlığında bir savaş sırasında ölmüş, onun evladları Çağrı ve Tuğrul Beyler dedeleri Selçuk tarafından yetiştirilmişti. Selçuk'un ölümü ile âilenin başına Arslan Yabgu geçti. Bir müddet sonra Selçukluların hepsi Cend'den ayrılarak Arslan Yabgu'nun faaliyet sahâsı olan Buhârâ civarına idiler.
Sâmânîlerin ortadan kalkması ile Mâverâünnehr'e Karahanlıların hâkim olması, Selçukluların bu bölgede adı geçen devlet ile karşı karşıya kalmalarına sebep olmuştu. Tuğrul ve Çağrı Beyler, İlig Han Nasr'ın hücumuna uğradıkları zaman, yine Karahanlı hânedânından Buğrâ (Ahmed b. Ali) Han'ın yanına Talas havalisine gitmişlerdi. Ancak Buğrâ Han'ın onlara düşmanca davranarak Tuğrul Bey'i tutuklaması üzerine, Çağrı Bey bir baskınla Karahanlılar'ı mağlûp etmiş ve kardeşini kurtarmıştı. Yer sıkıntısı ve bu baskılar karşısında Tuğrul çöllere çekilirken, Çağrı Bey de Doğu Anadolu'ya meşhur akınını yapmıştı (1016-1021).
Çağrı ve Tuğrul Kardeşler
Selçuk Bey öldüğü zaman torunları Çağrı ve Tuğrul Bey'ler 17-21 yaşlarında idiler ve devlet idaresinde "bey" olarak görev yapıyorlardı.
Selçuklu ailesine mensup beyler, yeni yabgu Arslan Bey'e bağlı idiler, ama emirlerindeki kuvvetlerle hareket ediyorlardı. Bunların ara sıra destek vermelerine rağmen Sâmanî Devleti Karahanlılara mağlup oldu. Batı Karahanlılar Buhara-Semerkant bölgesini ele geçirdiler. Şimdi Selçuk beyleri güçlü Karahanlılarla karşı karşıya idiler ve üstelik Karahanlılar Gaznelilerle de anlaşmış bulunuyorlardı.
Batı Karahanlılar Selçuklulardan çekiniyordu. Bir yandan kuvvetlerinden yararlanmak için onları kendilerine çekmek istiyorlardı ama, bir yandan da onlara güvenmek istemiyorlardı. Karşılıklı güvensizlik arttı ve karşılaşma kaçınılmaz oldu. Tuğrul ve Çağrı kardeşler, bu karşılaşmadan önce, Doğu Karahanlı hükümdarı Buğra Han'a başvurdular ve kendilerinden yana tavır almasını istediler. Sonra da Buğra Han'ın arzusuna uyarak Talas bölgesine gittiler. Çünkü bulundukları yer onlara dar geliyordu.
Buğra Han da Selçuklulardan çekiniyordu. Çünkü Selçukoğulları'nın hakanlık peşinde olduklarını biliyordu. Onun için, aralarındaki bir anlaşmazlığı bahane ederek Tuğrul Bey'i tutuklattı. Tuğrul Bey'in kardeşi Çağrı Bey (Çakır Bey de denir), şiddetli bir baskınla Buğra Han'ın kuvvetlerini yendi, bazı kumandanlarını esir aldı ve kardeşi Tuğrul Bey'i kurtardı.
Tuğrul ve Çağrı Beyler Talas'tan tekrar Maveraünnehir'e, Buhara taraflarına döndükleri zaman burası Batı Karahanlı ailesinden Ali Tegin'in idaresine geçmiş bulunuyordu. Ali Tegin Selçukoğulları'na bir yandan askeri güçle karşı koyarken, öbür yandan Türkistan'daki meliklere ve sultanlara mektuplar yazarak yardım istedi.
İşte, bir yandan bu siyasi baskılar, öte yandan yer darlığı ve otlak yetmezliği yüzünden, Selçuklular kendilerine daha huzurlu bir yer aramak için, Anadolu'ya doğru bir akın düzenlemek zorunda kaldılar.
Rüzgar gibi uçan atlar üzerinde uzun saçlı Türkmenler
Tuğrul ve Çağrı Beyler, tıpkı Göktürk başbuğları Bilge ve Kül Tegin kardeşler gibi hareket ediyorlardı. Tam bir dayanışma içinde idiler. Aralarında nifakçıları barındırmadılar. Büyük kardeş Çağrı Bey, Kül Tegin gibi eşsiz bir savaşçı, küçük kardeş Tuğrul Bey ise siyasi bir deha sahibi idi. İki kardeş, başlarında bulundukları Oğuz-Türkmen boyları için, batıda geniş ölçüde bir keşif seferi yapmak üzere anlaştılar. Tuğrul Bey halkı, hücuma maruz kalmayacağı bozkır bölgelerine çekti.
Çağrı Bey ise üç bin kişilik süvari kuvveti ile Anadolu'ya doğru hareket etti. Gazneliler idaresindeki Horasan ve Azerbaycan üzerinden ilerleyerek, ama buralarda eğlenmeden, Bizans'ın doğu eyaleti olan Van Gölü etrafında göründü. Burada, Ermeni Vaspuragan Krallığı'nın kuvvetlerini bozguna uğrattı ve topraklarını işgal etti.
O devir kaynaklarında, Bizans'ın doğu eyaletlerinde görülen Çağrı Bey'in süvarilerinden "Rüzgar gibi uçan atlar üzerinde uzun saçlı, yaylı ve mızraklı Türkmenler..." diye söz ediliyor.
Çağrı Bey Van dolaylarını ele geçirdikten sonra kuzeye yöneldi. Burada Gürcü kuvveleri onunla çarpışmaya cesaret edemeyerek çekildiler. Daha kuzeyde bulunan Ermeni Ani Krallığı, Çağrı Bey'i durdurmaya çalıştı. Fakat Çağrı Bey, sayısı az ama rüzgar kanatlı süvarileriyle ve bozkır taktiği ile Ani Krallığı kumandanı Vasak Pahlavuni'nin kalabalık ordusunu bozguna uğrattı. Bu savaşta Pahlavuni öldü. Bundan sonra Doğu Anadolu bölgesinde bulunan Ermeniler, Bizans'ın hakimiyetindeki Orta Anadolu'ya doğru göç ettiler.
Çağrı Bey, Ermeni ve Gürcü memleketlerinde bir süre kaldıktan sonra, 1021 yılında, Maveraünnehir'deki kardeşi Tuğrul Bey'in yanına döndü. Böylece sonuçlanan keşif seferinde, yurt edinecekleri bölgeyi tespit etmiş oluyorlardı. Artık Türkmenlerin hedefi Anadolu olacaktı.
Arslan Yabgu ise, Karahanlılardan Ali Tegin ile birleşerek onun Buhârâ'yı ele geçirmesine yardımcı olmuştu (1020-21). Yûsuf Kadır Han'ın büyük kağanlığını tanımayarak isyan eden Ali Tegin'in, Arslan Yabgu ile ittifâkı, Mâverâünnehr'e hâkim olmak isteyen Karahanlı ve Gazneli devletleri için kuvvetli bir engeldi. Bu durumu değerlendiren Yusuf Kadir Han, Gazneli Mahmud ile görüşmek istedi.
İki Türk hükümdarı 1025 yılında Semerkant'da buluştular. "Maveraünnehr Görüşmesi" diye anılan bu buluşmada, Kadir Han, Selçukluların Gazneli Devleti için de büyük bir tehlike olduğunu söyledi ve Sultan Mahmud'dan, Selçukluların Maveraünnehir'den uzaklaştırılmasını veya zararsız hale getirilmesini istedi. Gazneli Mahmud aynı düşüncedeydi. Kendisi Hint seferine çıkacaktı ve o sırada Selçukluların ülkesine saldırmalarından korkuyordu. Onun için bir hile düşündü. Önemli meseleleri görüşmek ve güya kendisine danışmak için Arslan Yabgu'yu Semerkant'a davet etti. Semerkant'a gelen Arslan Yabgu'yu hile ile tutuklattı ve Hindistan'a sürdü. Burada bir kaleye kapatılan Arslan Yabgu 7 yıl sonra (1032'de) öldü.
Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu
Türklerin tarih boyunca kurdukları devletlerden en önemlilerinden birisi Büyük Selçuklu Devleti'dir. Selçuklular 24 Oğuz kabîlesinden Kınık boyuna mensupturlar. Oğuzlar X. yüzyılda Sır-Derya (Seyhun) ile Hazar Denizi'nin doğusu ve Aral Gölü arasındaki bölgede yaşarken Kınık boyu da bunların arasında Sır-Derya suyunun ağzına yakın oturmakta idi.
X. yüzyılın başında Oğuz Devleti'nin "Yabgu" unvanı taşıyan bir hükümdâr idâre etmekte idi.
Selçuklu âilesinin atası olan Temir-Yalıg (Demir yaylı) lakablı Dukak (veya Dokak) Oğuz Devleti'nde kuvvetli bir askerî ve siyâsî mevkie sâhipti. Gerçekten de demir gibi kuvvetli, kendisine güvenilen ve danışılan bir insandı. Yabgu'nun diğer bir Türk topluluğu üzerine tertip ettiği sefere Dokak itirazda bulunmuş bu sebeple ikisinin arası açılmıştı. Yabgu'nun bu sefere Müslümanlara karşı tertip ettiği, hattâ Dokak'ın gizlice Müslüman olduğu rivâyeti de vardır.
Aral gölü civarındaki Oğuz devletinde vazifeli olduğunu gösteren kısa bilgi dışında, hakkında mâlûmat sahibi olmadığımız Dokak, eskiden beri reislik mevkiini elinde tutan bir âileden gelmekte idi. Nitekim daha Tuğrul Bey zamanından itibaren tarihî kaynaklar Dokak ailesinin asaletini belirtmekte birliktirler.
Dokak ile kendisine tâbi kütlelerin, Aral gölü kuzeyindeki yurtlarında iken, Hazar-Türk devletine bağlı olduğu ileri sürülmüş ise de, o sıralarda Hazar devletinin hayli sarsıntılara uğradığı ve Peçenekler'in tazyiki sebebiyle de komşuları Oğuzlar ile ittifak etmek zorunda kaldığı düşünülürse, bu tâbiiyetin şüphe ile karşılanması gerekir.
Kıpçak bozkırındaki Oğuzlar'ın başbuğu bulunan Dokak'ın Oğuz devleti içinde nüfuzlu bir idareci olduğu veya aynı devlette federatif bir kuvveti temsil ettiği ihtimali umumiyetle kabul edilmiştir. Nitekim Oğuz devletinde Yabgu'dan sonra gelen en büyük şahsiyet olduğu devlet idaresindeki mes'ul mevkiinden anlaşılan Dokak, Yabgu'nun bir Türk zümresi üzerine yapmak istediği sefere itiraz etmiş, bu yüzden çıkan kavgada kendisi yüzünden yaralanmış, fakat gürz ile vurduğu Yabgu'yu atından düşürmüştür.
Bu mücadeleyi bahis konusu eden bazı kaynaklar, Dokak'ın İslâm ülkelerine karşı tertiplenen sefere engel olduğunu kaydetmekle bu Oğuz başbuğunu İslâm müdâfii olarak göstermek istemişlerdir.
Fakat o tarihlerde diğer Oğuzlar'la birlikte Kınık boyunun dinî durumu iyice aydınlanmış değildir. Vaktiyle Selçuklu âilesindeki İsrâil ve Mikâil gibi adlardan dolayı bu âilenin Hıristiyanlığı veya Musevîliği kabul ettiği iddiaları kuvvetli temellere dayanmayan tahminler olmaktan ileri geçememiştir.
Oğuzlar'ın ancak X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren müslüman olmaya başlamaları ve Dokak soyundan ilk müslüman kişi olarak Selçuk'un gösterilmesi sebebiyle, Dokak'ın da İslâmiyet ile ilgisinin bulunduğunu kabûle imkân yok gibidir. O sıralarda Selçuklu âilesinin henüz eski Türk inancında olduğuna hükmetmek herhalde daha doğrudur.
Selçuk Bey
Dukak'ın oğlu Selçuk babasının ölümünden biraz sonra üstün vasıfları ile dikkati çekmiş ve Yabgu tarafından genç yaşta "sü-başı" (ordu kumandanı) tayin edilmişti. Yabgu, gün geçtikçe devleti içinde durumu kuvvetlenen Selçuk'u kıskanmıştı. Selçuk ise öldürülmekten korkarak kabîlesi, yakın adamları ve sürüleri ile bulundukları bölgeden ayrılmış, İslam ülkeleriyle Türk ülkelerinin birleştiği bir uç "sugûr" şehri olan Cend havâlisine gelmişti (Tahmînen 961).
Selçuk'un Cend'e gelişinin Oğuz Devleti'nin Kıpçaklar tarafından yıkılması ile ilgili bulunduğu illeri sürüldüğü gibi, bu göçün başlıca sebebinin yer darlığı ve otluk yetersizliğinden olduğu da kaynaklarda belirtilmiştir. Nitekim Selçuklu göçünden bahseden kaynaklardan bir kısmı Selçuk'un emri altındaki kütlelerin, kalabalık oluşları ve yerlerinin kâfi gelmeyişi yüzünden, Mâveraünnehir'e doğru indiklerini tasrih etmişlerdir. Oğuz devletinin kışlık merkezi, Hazar ile Aral arasındaki, Yeni-kent şehrinden (bugünkü Cankent harabeleri) ayrılırken Selçuk'un beraberinde, başta Kınık boyu mensupları olmak üzere, diğer Oğuz kütlelerinin külliyetli miktarda at, deve, koyun ve sığır getirmiş olmaları bunu teyid eder.
Bu sıralarda İslâm dîni Türk kütleleri arasında süratle yayılmakta idi.
Yeni-kent'den uzak olmayan ve Mâverâünnehir'den göç etmiş müslümanların oturduğu, Türkler ile İslâm ülkeleri arasında bir sınır şehri olan Cend'e Selçuk'un gelişi tarihte mühim bir çağın başlangıcı olmuştur. Birçok kalabalık Türk kitlelerinin İslâmiyete girdikleri bu devirde, dinî inançlarına yabancı olmadığı ve esasen Kâşgarlı Mahmûd'a göre, ahalisinin bir kısmı Türk olan bir müslüman bölgesinde yaşamak için zarurî ve ayrıca, siyasî imkânlar sağlamak bakımından da lüzumlu gördüğü İslâmiyeti kabûlü düşünen, böylece yeni çevrenin siyasî ve sosyal şartlarını kavramak suretiyle devlet adamlığı vasfını isbat eden Selçuk, Buhâra ve Harezm gibi civar İslâm ülkelerinden din adamları istedi ve kendisine bağlı Oğuzlar ile birlikte müslüman oldu.
Bundan sonra kaynaklarımızda "Selçuklular" (Salçukiyân, Salâcika) diye anılan ve aynı zamanda, önce Karluklar, sonra Oğuzlar arasında, islâmiyete girmezden evvel dahi, siyasî bir tâbir olarak kullanıldığı anlaşılan Türkmen adı ile zikredilen bu Türk kütlesi, böylece siyasî ve sosyal yönden yeni bir hüviyet kazanmış bulunuyordu. Oğuz yabgusunun, yıllık vergiyi tahsil etmek üzere Cend'e gelen memurlarını, "kâfirlere haraç vermeyeceğini" söyleyerek uzaklaştıran Selçuk, İslâmiyet için cihâda hazır "gazi" sıfatiyle, Oğuz devletine karşı mücadeleye girişiyordu.
Daha sonra da Yabgu tarafından gönderilen kuvvetlerle çarpıştı. Selçuk bu bölgede kolaylıkla tutundu ve Yabgu'nun hâkimiyetine son vererek Cend'e müstakil bir beylik kurdu.
Selçuklular Cend'de bulundukları sırada çevrede ikisi Türk (Karahanlılar ve Gazneliler) ve Sâmânîler olmak üzere üç büyük devlet var idi. Mâverâünnehr'de üstünlüğü ele geçirmek için Karahanlılar ve Sâmânîler savaş halinde idiler.
Selçuk, Müslüman olmayan Türkler üzerine yaptığı gazâlar sonucu şöhret kazanmış ve emrindeki Oğuzlar ile mühim bir kuvvete sâhip olduğunu göstermişti. Onun bu şöhreti Mâverâünnehr'de üstünlüğü ele geçirmeye çalışan devletlerden biri olan Sâmânîler ile anlaşmasını sağladı. Sâmânîler, devlet sınırlarının diğer Türk akınlarına ve Karahanlılar'a karşı korunmasına karşılık Selçuklu Oğuzlarına Buhârâ civarındaki Nûr kasabası yöresine yerleşme müsaadesi veriyordu (985-86). Bununla beraber Nûr kasabası ve civârındaki otlaklara gelenler Arslan İsrâil ile birlikte olan Oğuzlar idi. Selçuk'la beraber olanlar yine Cend civarında kalmışlardı.
Bundan sonra Yabgu unvanı taşımakta olan Arslan'ın Sâmânî Devleti'ne yardımcı olduğu görülmektedir. Arslan Yabgu kumandasındaki Oğuzlar ile Sâmâni şehzadesi İsmâil el-Muntasır, Karahanlılar karşısında başarılı savaşlar yaptılar. Oğuzlar bu savaşlardan ellerine çok ganîmet geçince İsmâil el-Muntasır'dan ayrılarak yurdlarına döndüler. Bu ayrılış el-Muntasır'ın Karahanlılar karşısında başarısız kalmasına ve ölümüne sebep oldu (10059). Onun ölümüyle Sâmânî Devleti'nin yeniden dirilme ümidi de kayboluyordu. Bunun neticesinde Mâverâünnehr Karahanlılar'ın, Horasan'da Gazneliler'in hâkimiyeti altına girdi.
Arslan Yabgu Dönemi
Uzun ömürlü olduğu anlaşılan Selçuk ise yüz yaşını geçmiş olduğu hâlde 1007 tarihinde Cend şehrinde öldü. Selçuk'un Mikâil, Arslan İsrâil, Yûsuf ve Mûsâ adlarında dört oğlu vardı. Mikâil daha babasının sağlığında bir savaş sırasında ölmüş, onun evladları Çağrı ve Tuğrul Beyler dedeleri Selçuk tarafından yetiştirilmişti. Selçuk'un ölümü ile âilenin başına Arslan Yabgu geçti. Bir müddet sonra Selçukluların hepsi Cend'den ayrılarak Arslan Yabgu'nun faaliyet sahâsı olan Buhârâ civarına idiler.
Sâmânîlerin ortadan kalkması ile Mâverâünnehr'e Karahanlıların hâkim olması, Selçukluların bu bölgede adı geçen devlet ile karşı karşıya kalmalarına sebep olmuştu. Tuğrul ve Çağrı Beyler, İlig Han Nasr'ın hücumuna uğradıkları zaman, yine Karahanlı hânedânından Buğrâ (Ahmed b. Ali) Han'ın yanına Talas havalisine gitmişlerdi. Ancak Buğrâ Han'ın onlara düşmanca davranarak Tuğrul Bey'i tutuklaması üzerine, Çağrı Bey bir baskınla Karahanlılar'ı mağlûp etmiş ve kardeşini kurtarmıştı. Yer sıkıntısı ve bu baskılar karşısında Tuğrul çöllere çekilirken, Çağrı Bey de Doğu Anadolu'ya meşhur akınını yapmıştı (1016-1021).
Çağrı ve Tuğrul Kardeşler
Selçuk Bey öldüğü zaman torunları Çağrı ve Tuğrul Bey'ler 17-21 yaşlarında idiler ve devlet idaresinde "bey" olarak görev yapıyorlardı.
Selçuklu ailesine mensup beyler, yeni yabgu Arslan Bey'e bağlı idiler, ama emirlerindeki kuvvetlerle hareket ediyorlardı. Bunların ara sıra destek vermelerine rağmen Sâmanî Devleti Karahanlılara mağlup oldu. Batı Karahanlılar Buhara-Semerkant bölgesini ele geçirdiler. Şimdi Selçuk beyleri güçlü Karahanlılarla karşı karşıya idiler ve üstelik Karahanlılar Gaznelilerle de anlaşmış bulunuyorlardı.
Batı Karahanlılar Selçuklulardan çekiniyordu. Bir yandan kuvvetlerinden yararlanmak için onları kendilerine çekmek istiyorlardı ama, bir yandan da onlara güvenmek istemiyorlardı. Karşılıklı güvensizlik arttı ve karşılaşma kaçınılmaz oldu. Tuğrul ve Çağrı kardeşler, bu karşılaşmadan önce, Doğu Karahanlı hükümdarı Buğra Han'a başvurdular ve kendilerinden yana tavır almasını istediler. Sonra da Buğra Han'ın arzusuna uyarak Talas bölgesine gittiler. Çünkü bulundukları yer onlara dar geliyordu.
Buğra Han da Selçuklulardan çekiniyordu. Çünkü Selçukoğulları'nın hakanlık peşinde olduklarını biliyordu. Onun için, aralarındaki bir anlaşmazlığı bahane ederek Tuğrul Bey'i tutuklattı. Tuğrul Bey'in kardeşi Çağrı Bey (Çakır Bey de denir), şiddetli bir baskınla Buğra Han'ın kuvvetlerini yendi, bazı kumandanlarını esir aldı ve kardeşi Tuğrul Bey'i kurtardı.
Tuğrul ve Çağrı Beyler Talas'tan tekrar Maveraünnehir'e, Buhara taraflarına döndükleri zaman burası Batı Karahanlı ailesinden Ali Tegin'in idaresine geçmiş bulunuyordu. Ali Tegin Selçukoğulları'na bir yandan askeri güçle karşı koyarken, öbür yandan Türkistan'daki meliklere ve sultanlara mektuplar yazarak yardım istedi.
İşte, bir yandan bu siyasi baskılar, öte yandan yer darlığı ve otlak yetmezliği yüzünden, Selçuklular kendilerine daha huzurlu bir yer aramak için, Anadolu'ya doğru bir akın düzenlemek zorunda kaldılar.
Rüzgar gibi uçan atlar üzerinde uzun saçlı Türkmenler
Tuğrul ve Çağrı Beyler, tıpkı Göktürk başbuğları Bilge ve Kül Tegin kardeşler gibi hareket ediyorlardı. Tam bir dayanışma içinde idiler. Aralarında nifakçıları barındırmadılar. Büyük kardeş Çağrı Bey, Kül Tegin gibi eşsiz bir savaşçı, küçük kardeş Tuğrul Bey ise siyasi bir deha sahibi idi. İki kardeş, başlarında bulundukları Oğuz-Türkmen boyları için, batıda geniş ölçüde bir keşif seferi yapmak üzere anlaştılar. Tuğrul Bey halkı, hücuma maruz kalmayacağı bozkır bölgelerine çekti.
Çağrı Bey ise üç bin kişilik süvari kuvveti ile Anadolu'ya doğru hareket etti. Gazneliler idaresindeki Horasan ve Azerbaycan üzerinden ilerleyerek, ama buralarda eğlenmeden, Bizans'ın doğu eyaleti olan Van Gölü etrafında göründü. Burada, Ermeni Vaspuragan Krallığı'nın kuvvetlerini bozguna uğrattı ve topraklarını işgal etti.
O devir kaynaklarında, Bizans'ın doğu eyaletlerinde görülen Çağrı Bey'in süvarilerinden "Rüzgar gibi uçan atlar üzerinde uzun saçlı, yaylı ve mızraklı Türkmenler..." diye söz ediliyor.
Çağrı Bey Van dolaylarını ele geçirdikten sonra kuzeye yöneldi. Burada Gürcü kuvveleri onunla çarpışmaya cesaret edemeyerek çekildiler. Daha kuzeyde bulunan Ermeni Ani Krallığı, Çağrı Bey'i durdurmaya çalıştı. Fakat Çağrı Bey, sayısı az ama rüzgar kanatlı süvarileriyle ve bozkır taktiği ile Ani Krallığı kumandanı Vasak Pahlavuni'nin kalabalık ordusunu bozguna uğrattı. Bu savaşta Pahlavuni öldü. Bundan sonra Doğu Anadolu bölgesinde bulunan Ermeniler, Bizans'ın hakimiyetindeki Orta Anadolu'ya doğru göç ettiler.
Çağrı Bey, Ermeni ve Gürcü memleketlerinde bir süre kaldıktan sonra, 1021 yılında, Maveraünnehir'deki kardeşi Tuğrul Bey'in yanına döndü. Böylece sonuçlanan keşif seferinde, yurt edinecekleri bölgeyi tespit etmiş oluyorlardı. Artık Türkmenlerin hedefi Anadolu olacaktı.
Arslan Yabgu ise, Karahanlılardan Ali Tegin ile birleşerek onun Buhârâ'yı ele geçirmesine yardımcı olmuştu (1020-21). Yûsuf Kadır Han'ın büyük kağanlığını tanımayarak isyan eden Ali Tegin'in, Arslan Yabgu ile ittifâkı, Mâverâünnehr'e hâkim olmak isteyen Karahanlı ve Gazneli devletleri için kuvvetli bir engeldi. Bu durumu değerlendiren Yusuf Kadir Han, Gazneli Mahmud ile görüşmek istedi.
İki Türk hükümdarı 1025 yılında Semerkant'da buluştular. "Maveraünnehr Görüşmesi" diye anılan bu buluşmada, Kadir Han, Selçukluların Gazneli Devleti için de büyük bir tehlike olduğunu söyledi ve Sultan Mahmud'dan, Selçukluların Maveraünnehir'den uzaklaştırılmasını veya zararsız hale getirilmesini istedi. Gazneli Mahmud aynı düşüncedeydi. Kendisi Hint seferine çıkacaktı ve o sırada Selçukluların ülkesine saldırmalarından korkuyordu. Onun için bir hile düşündü. Önemli meseleleri görüşmek ve güya kendisine danışmak için Arslan Yabgu'yu Semerkant'a davet etti. Semerkant'a gelen Arslan Yabgu'yu hile ile tutuklattı ve Hindistan'a sürdü. Burada bir kaleye kapatılan Arslan Yabgu 7 yıl sonra (1032'de) öldü.
Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu
Türklerin tarih boyunca kurdukları devletlerden en önemlilerinden birisi Büyük Selçuklu Devleti'dir. Selçuklular 24 Oğuz kabîlesinden Kınık boyuna mensupturlar. Oğuzlar X. yüzyılda Sır-Derya (Seyhun) ile Hazar Denizi'nin doğusu ve Aral Gölü arasındaki bölgede yaşarken Kınık boyu da bunların arasında Sır-Derya suyunun ağzına yakın oturmakta idi.
X. yüzyılın başında Oğuz Devleti'nin "Yabgu" unvanı taşıyan bir hükümdâr idâre etmekte idi.
Selçuklu âilesinin atası olan Temir-Yalıg (Demir yaylı) lakablı Dukak (veya Dokak) Oğuz Devleti'nde kuvvetli bir askerî ve siyâsî mevkie sâhipti. Gerçekten de demir gibi kuvvetli, kendisine güvenilen ve danışılan bir insandı. Yabgu'nun diğer bir Türk topluluğu üzerine tertip ettiği sefere Dokak itirazda bulunmuş bu sebeple ikisinin arası açılmıştı. Yabgu'nun bu sefere Müslümanlara karşı tertip ettiği, hattâ Dokak'ın gizlice Müslüman olduğu rivâyeti de vardır.