Selçuklu Kuruluşundan Alparslanın Tahta Çıkışına Kadar

ziberkan Çevrimdışı

ziberkan

Super Moderator
Dokak

Aral gölü civarındaki Oğuz devletinde vazifeli olduğunu gösteren kısa bilgi dışında, hakkında mâlûmat sahibi olmadığımız Dokak, eskiden beri reislik mevkiini elinde tutan bir âileden gelmekte idi. Nitekim daha Tuğrul Bey zamanından itibaren tarihî kaynaklar Dokak ailesinin asaletini belirtmekte birliktirler.
Dokak ile kendisine tâbi kütlelerin, Aral gölü kuzeyindeki yurtlarında iken, Hazar-Türk devletine bağlı olduğu ileri sürülmüş ise de, o sıralarda Hazar devletinin hayli sarsıntılara uğradığı ve Peçenekler'in tazyiki sebebiyle de komşuları Oğuzlar ile ittifak etmek zorunda kaldığı düşünülürse, bu tâbiiyetin şüphe ile karşılanması gerekir.
Kıpçak bozkırındaki Oğuzlar'ın başbuğu bulunan Dokak'ın Oğuz devleti içinde nüfuzlu bir idareci olduğu veya aynı devlette federatif bir kuvveti temsil ettiği ihtimali umumiyetle kabul edilmiştir. Nitekim Oğuz devletinde Yabgu'dan sonra gelen en büyük şahsiyet olduğu devlet idaresindeki mes'ul mevkiinden anlaşılan Dokak, Yabgu'nun bir Türk zümresi üzerine yapmak istediği sefere itiraz etmiş, bu yüzden çıkan kavgada kendisi yüzünden yaralanmış, fakat gürz ile vurduğu Yabgu'yu atından düşürmüştür.
Bu mücadeleyi bahis konusu eden bazı kaynaklar, Dokak'ın İslâm ülkelerine karşı tertiplenen sefere engel olduğunu kaydetmekle bu Oğuz başbuğunu İslâm müdâfii olarak göstermek istemişlerdir.
Fakat o tarihlerde diğer Oğuzlar'la birlikte Kınık boyunun dinî durumu iyice aydınlanmış değildir. Vaktiyle Selçuklu âilesindeki İsrâil ve Mikâil gibi adlardan dolayı bu âilenin Hıristiyanlığı veya Musevîliği kabul ettiği iddiaları kuvvetli temellere dayanmayan tahminler olmaktan ileri geçememiştir.
Oğuzlar'ın ancak X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren müslüman olmaya başlamaları ve Dokak soyundan ilk müslüman kişi olarak Selçuk'un gösterilmesi sebebiyle, Dokak'ın da İslâmiyet ile ilgisinin bulunduğunu kabûle imkân yok gibidir. O sıralarda Selçuklu âilesinin henüz eski Türk inancında olduğuna hükmetmek herhalde daha doğrudur.
Selçuk Bey

Dukak'ın oğlu Selçuk babasının ölümünden biraz sonra üstün vasıfları ile dikkati çekmiş ve Yabgu tarafından genç yaşta "sü-başı" (ordu kumandanı) tayin edilmişti. Yabgu, gün geçtikçe devleti içinde durumu kuvvetlenen Selçuk'u kıskanmıştı. Selçuk ise öldürülmekten korkarak kabîlesi, yakın adamları ve sürüleri ile bulundukları bölgeden ayrılmış, İslam ülkeleriyle Türk ülkelerinin birleştiği bir uç "sugûr" şehri olan Cend havâlisine gelmişti (Tahmînen 961).
Selçuk'un Cend'e gelişinin Oğuz Devleti'nin Kıpçaklar tarafından yıkılması ile ilgili bulunduğu illeri sürüldüğü gibi, bu göçün başlıca sebebinin yer darlığı ve otluk yetersizliğinden olduğu da kaynaklarda belirtilmiştir. Nitekim Selçuklu göçünden bahseden kaynaklardan bir kısmı Selçuk'un emri altındaki kütlelerin, kalabalık oluşları ve yerlerinin kâfi gelmeyişi yüzünden, Mâveraünnehir'e doğru indiklerini tasrih etmişlerdir. Oğuz devletinin kışlık merkezi, Hazar ile Aral arasındaki, Yeni-kent şehrinden (bugünkü Cankent harabeleri) ayrılırken Selçuk'un beraberinde, başta Kınık boyu mensupları olmak üzere, diğer Oğuz kütlelerinin külliyetli miktarda at, deve, koyun ve sığır getirmiş olmaları bunu teyid eder.
Bu sıralarda İslâm dîni Türk kütleleri arasında süratle yayılmakta idi.
Yeni-kent'den uzak olmayan ve Mâverâünnehir'den göç etmiş müslümanların oturduğu, Türkler ile İslâm ülkeleri arasında bir sınır şehri olan Cend'e Selçuk'un gelişi tarihte mühim bir çağın başlangıcı olmuştur. Birçok kalabalık Türk kitlelerinin İslâmiyete girdikleri bu devirde, dinî inançlarına yabancı olmadığı ve esasen Kâşgarlı Mahmûd'a göre, ahalisinin bir kısmı Türk olan bir müslüman bölgesinde yaşamak için zarurî ve ayrıca, siyasî imkânlar sağlamak bakımından da lüzumlu gördüğü İslâmiyeti kabûlü düşünen, böylece yeni çevrenin siyasî ve sosyal şartlarını kavramak suretiyle devlet adamlığı vasfını isbat eden Selçuk, Buhâra ve Harezm gibi civar İslâm ülkelerinden din adamları istedi ve kendisine bağlı Oğuzlar ile birlikte müslüman oldu.
Bundan sonra kaynaklarımızda "Selçuklular" (Salçukiyân, Salâcika) diye anılan ve aynı zamanda, önce Karluklar, sonra Oğuzlar arasında, islâmiyete girmezden evvel dahi, siyasî bir tâbir olarak kullanıldığı anlaşılan Türkmen adı ile zikredilen bu Türk kütlesi, böylece siyasî ve sosyal yönden yeni bir hüviyet kazanmış bulunuyordu. Oğuz yabgusunun, yıllık vergiyi tahsil etmek üzere Cend'e gelen memurlarını, "kâfirlere haraç vermeyeceğini" söyleyerek uzaklaştıran Selçuk, İslâmiyet için cihâda hazır "gazi" sıfatiyle, Oğuz devletine karşı mücadeleye girişiyordu.
Daha sonra da Yabgu tarafından gönderilen kuvvetlerle çarpıştı. Selçuk bu bölgede kolaylıkla tutundu ve Yabgu'nun hâkimiyetine son vererek Cend'e müstakil bir beylik kurdu.
Selçuklular Cend'de bulundukları sırada çevrede ikisi Türk (Karahanlılar ve Gazneliler) ve Sâmânîler olmak üzere üç büyük devlet var idi. Mâverâünnehr'de üstünlüğü ele geçirmek için Karahanlılar ve Sâmânîler savaş halinde idiler.
Selçuk, Müslüman olmayan Türkler üzerine yaptığı gazâlar sonucu şöhret kazanmış ve emrindeki Oğuzlar ile mühim bir kuvvete sâhip olduğunu göstermişti. Onun bu şöhreti Mâverâünnehr'de üstünlüğü ele geçirmeye çalışan devletlerden biri olan Sâmânîler ile anlaşmasını sağladı. Sâmânîler, devlet sınırlarının diğer Türk akınlarına ve Karahanlılar'a karşı korunmasına karşılık Selçuklu Oğuzlarına Buhârâ civarındaki Nûr kasabası yöresine yerleşme müsaadesi veriyordu (985-86). Bununla beraber Nûr kasabası ve civârındaki otlaklara gelenler Arslan İsrâil ile birlikte olan Oğuzlar idi. Selçuk'la beraber olanlar yine Cend civarında kalmışlardı.
Bundan sonra Yabgu unvanı taşımakta olan Arslan'ın Sâmânî Devleti'ne yardımcı olduğu görülmektedir. Arslan Yabgu kumandasındaki Oğuzlar ile Sâmâni şehzadesi İsmâil el-Muntasır, Karahanlılar karşısında başarılı savaşlar yaptılar. Oğuzlar bu savaşlardan ellerine çok ganîmet geçince İsmâil el-Muntasır'dan ayrılarak yurdlarına döndüler. Bu ayrılış el-Muntasır'ın Karahanlılar karşısında başarısız kalmasına ve ölümüne sebep oldu (10059). Onun ölümüyle Sâmânî Devleti'nin yeniden dirilme ümidi de kayboluyordu. Bunun neticesinde Mâverâünnehr Karahanlılar'ın, Horasan'da Gazneliler'in hâkimiyeti altına girdi.
Arslan Yabgu Dönemi

Uzun ömürlü olduğu anlaşılan Selçuk ise yüz yaşını geçmiş olduğu hâlde 1007 tarihinde Cend şehrinde öldü. Selçuk'un Mikâil, Arslan İsrâil, Yûsuf ve Mûsâ adlarında dört oğlu vardı. Mikâil daha babasının sağlığında bir savaş sırasında ölmüş, onun evladları Çağrı ve Tuğrul Beyler dedeleri Selçuk tarafından yetiştirilmişti. Selçuk'un ölümü ile âilenin başına Arslan Yabgu geçti. Bir müddet sonra Selçukluların hepsi Cend'den ayrılarak Arslan Yabgu'nun faaliyet sahâsı olan Buhârâ civarına idiler.

Sâmânîlerin ortadan kalkması ile Mâverâünnehr'e Karahanlıların hâkim olması, Selçukluların bu bölgede adı geçen devlet ile karşı karşıya kalmalarına sebep olmuştu. Tuğrul ve Çağrı Beyler, İlig Han Nasr'ın hücumuna uğradıkları zaman, yine Karahanlı hânedânından Buğrâ (Ahmed b. Ali) Han'ın yanına Talas havalisine gitmişlerdi. Ancak Buğrâ Han'ın onlara düşmanca davranarak Tuğrul Bey'i tutuklaması üzerine, Çağrı Bey bir baskınla Karahanlılar'ı mağlûp etmiş ve kardeşini kurtarmıştı. Yer sıkıntısı ve bu baskılar karşısında Tuğrul çöllere çekilirken, Çağrı Bey de Doğu Anadolu'ya meşhur akınını yapmıştı (1016-1021).
Çağrı ve Tuğrul Kardeşler

Selçuk Bey öldüğü zaman torunları Çağrı ve Tuğrul Bey'ler 17-21 yaşlarında idiler ve devlet idaresinde "bey" olarak görev yapıyorlardı.

Selçuklu ailesine mensup beyler, yeni yabgu Arslan Bey'e bağlı idiler, ama emirlerindeki kuvvetlerle hareket ediyorlardı. Bunların ara sıra destek vermelerine rağmen Sâmanî Devleti Karahanlılara mağlup oldu. Batı Karahanlılar Buhara-Semerkant bölgesini ele geçirdiler. Şimdi Selçuk beyleri güçlü Karahanlılarla karşı karşıya idiler ve üstelik Karahanlılar Gaznelilerle de anlaşmış bulunuyorlardı.

Batı Karahanlılar Selçuklulardan çekiniyordu. Bir yandan kuvvetlerinden yararlanmak için onları kendilerine çekmek istiyorlardı ama, bir yandan da onlara güvenmek istemiyorlardı. Karşılıklı güvensizlik arttı ve karşılaşma kaçınılmaz oldu. Tuğrul ve Çağrı kardeşler, bu karşılaşmadan önce, Doğu Karahanlı hükümdarı Buğra Han'a başvurdular ve kendilerinden yana tavır almasını istediler. Sonra da Buğra Han'ın arzusuna uyarak Talas bölgesine gittiler. Çünkü bulundukları yer onlara dar geliyordu.

Buğra Han da Selçuklulardan çekiniyordu. Çünkü Selçukoğulları'nın hakanlık peşinde olduklarını biliyordu. Onun için, aralarındaki bir anlaşmazlığı bahane ederek Tuğrul Bey'i tutuklattı. Tuğrul Bey'in kardeşi Çağrı Bey (Çakır Bey de denir), şiddetli bir baskınla Buğra Han'ın kuvvetlerini yendi, bazı kumandanlarını esir aldı ve kardeşi Tuğrul Bey'i kurtardı.

Tuğrul ve Çağrı Beyler Talas'tan tekrar Maveraünnehir'e, Buhara taraflarına döndükleri zaman burası Batı Karahanlı ailesinden Ali Tegin'in idaresine geçmiş bulunuyordu. Ali Tegin Selçukoğulları'na bir yandan askeri güçle karşı koyarken, öbür yandan Türkistan'daki meliklere ve sultanlara mektuplar yazarak yardım istedi.

İşte, bir yandan bu siyasi baskılar, öte yandan yer darlığı ve otlak yetmezliği yüzünden, Selçuklular kendilerine daha huzurlu bir yer aramak için, Anadolu'ya doğru bir akın düzenlemek zorunda kaldılar.
Rüzgar gibi uçan atlar üzerinde uzun saçlı Türkmenler
Tuğrul ve Çağrı Beyler, tıpkı Göktürk başbuğları Bilge ve Kül Tegin kardeşler gibi hareket ediyorlardı. Tam bir dayanışma içinde idiler. Aralarında nifakçıları barındırmadılar. Büyük kardeş Çağrı Bey, Kül Tegin gibi eşsiz bir savaşçı, küçük kardeş Tuğrul Bey ise siyasi bir deha sahibi idi. İki kardeş, başlarında bulundukları Oğuz-Türkmen boyları için, batıda geniş ölçüde bir keşif seferi yapmak üzere anlaştılar. Tuğrul Bey halkı, hücuma maruz kalmayacağı bozkır bölgelerine çekti.

Çağrı Bey ise üç bin kişilik süvari kuvveti ile Anadolu'ya doğru hareket etti. Gazneliler idaresindeki Horasan ve Azerbaycan üzerinden ilerleyerek, ama buralarda eğlenmeden, Bizans'ın doğu eyaleti olan Van Gölü etrafında göründü. Burada, Ermeni Vaspuragan Krallığı'nın kuvvetlerini bozguna uğrattı ve topraklarını işgal etti.
O devir kaynaklarında, Bizans'ın doğu eyaletlerinde görülen Çağrı Bey'in süvarilerinden "Rüzgar gibi uçan atlar üzerinde uzun saçlı, yaylı ve mızraklı Türkmenler..." diye söz ediliyor.

Çağrı Bey Van dolaylarını ele geçirdikten sonra kuzeye yöneldi. Burada Gürcü kuvveleri onunla çarpışmaya cesaret edemeyerek çekildiler. Daha kuzeyde bulunan Ermeni Ani Krallığı, Çağrı Bey'i durdurmaya çalıştı. Fakat Çağrı Bey, sayısı az ama rüzgar kanatlı süvarileriyle ve bozkır taktiği ile Ani Krallığı kumandanı Vasak Pahlavuni'nin kalabalık ordusunu bozguna uğrattı. Bu savaşta Pahlavuni öldü. Bundan sonra Doğu Anadolu bölgesinde bulunan Ermeniler, Bizans'ın hakimiyetindeki Orta Anadolu'ya doğru göç ettiler.

Çağrı Bey, Ermeni ve Gürcü memleketlerinde bir süre kaldıktan sonra, 1021 yılında, Maveraünnehir'deki kardeşi Tuğrul Bey'in yanına döndü. Böylece sonuçlanan keşif seferinde, yurt edinecekleri bölgeyi tespit etmiş oluyorlardı. Artık Türkmenlerin hedefi Anadolu olacaktı.

Arslan Yabgu ise, Karahanlılardan Ali Tegin ile birleşerek onun Buhârâ'yı ele geçirmesine yardımcı olmuştu (1020-21). Yûsuf Kadır Han'ın büyük kağanlığını tanımayarak isyan eden Ali Tegin'in, Arslan Yabgu ile ittifâkı, Mâverâünnehr'e hâkim olmak isteyen Karahanlı ve Gazneli devletleri için kuvvetli bir engeldi. Bu durumu değerlendiren Yusuf Kadir Han, Gazneli Mahmud ile görüşmek istedi.

İki Türk hükümdarı 1025 yılında Semerkant'da buluştular. "Maveraünnehr Görüşmesi" diye anılan bu buluşmada, Kadir Han, Selçukluların Gazneli Devleti için de büyük bir tehlike olduğunu söyledi ve Sultan Mahmud'dan, Selçukluların Maveraünnehir'den uzaklaştırılmasını veya zararsız hale getirilmesini istedi. Gazneli Mahmud aynı düşüncedeydi. Kendisi Hint seferine çıkacaktı ve o sırada Selçukluların ülkesine saldırmalarından korkuyordu. Onun için bir hile düşündü. Önemli meseleleri görüşmek ve güya kendisine danışmak için Arslan Yabgu'yu Semerkant'a davet etti. Semerkant'a gelen Arslan Yabgu'yu hile ile tutuklattı ve Hindistan'a sürdü. Burada bir kaleye kapatılan Arslan Yabgu 7 yıl sonra (1032'de) öldü.
Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu

Türklerin tarih boyunca kurdukları devletlerden en önemlilerinden birisi Büyük Selçuklu Devleti'dir. Selçuklular 24 Oğuz kabîlesinden Kınık boyuna mensupturlar. Oğuzlar X. yüzyılda Sır-Derya (Seyhun) ile Hazar Denizi'nin doğusu ve Aral Gölü arasındaki bölgede yaşarken Kınık boyu da bunların arasında Sır-Derya suyunun ağzına yakın oturmakta idi.
X. yüzyılın başında Oğuz Devleti'nin "Yabgu" unvanı taşıyan bir hükümdâr idâre etmekte idi.



Selçuklu âilesinin atası olan Temir-Yalıg (Demir yaylı) lakablı Dukak (veya Dokak) Oğuz Devleti'nde kuvvetli bir askerî ve siyâsî mevkie sâhipti. Gerçekten de demir gibi kuvvetli, kendisine güvenilen ve danışılan bir insandı. Yabgu'nun diğer bir Türk topluluğu üzerine tertip ettiği sefere Dokak itirazda bulunmuş bu sebeple ikisinin arası açılmıştı. Yabgu'nun bu sefere Müslümanlara karşı tertip ettiği, hattâ Dokak'ın gizlice Müslüman olduğu rivâyeti de vardır.
 
ziberkan Çevrimdışı

ziberkan

Super Moderator
Ynt: Selçuklu Kuruluşundan Alparslanın Tahta Çıkışına Kadar

Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu

Nitekim Selçukluların bu sâkin devresi çok uzun sürmedi, dört-beş ay geçtikten sonra yeniden Gazneli topraklarına akınlara başladılar. Sultan Mes'ûd, Horasan vilâyetini Selçuklu akınlarına karşı korumak için Sübaşı adındaki bir kumandanın idaresinde bir ordu gönderdi. Buna rağmen Selçuklular, idareleri altındaki topluluğa üzerinde yaşadıkları toprakların yetmediğini ileri sürerek Gazneli Devleti'nden Merv, Serahs ve Bâverd'in kendilerine verilmesini istediler. Onların bu istekleri kabul edilmediği gibi, Sultan Mes'ûd Sü-başı'ya Selçuklular ile savaşması için kat'î emir verdi.


Serahs civarında iki taraf arasında yapılan savaşı Selçuklular kazandı ve Gazneli ordusu ağır bir yenilgiye uğradı (Mayıs 1038). Bu zafer ile Selçuklular istiklâlleri için ilk adımı attıklarına inanmışlar ve yeni bir devlet kurma hazırlıklarına başlamışlardı. Kendi aralarında toplanarak eski Türk devlet geleneği gereğince sahip oldukları ve ele geçirmeği düşündükleri ülkeleri aralarında bölüştüler. Tuğrul Bey yeni devletin hükümdarı olarak Nîşâbûr'u, Çağrı Bey Merv'i ve Mûsâ Yabgu da Serahs'ı aldılar.

Tuğrul Bey ana bir kardeşi İbrâhim Yınal'ı öncü olarak Nîşâbûr'a gönderdi. Nîşâbûr halkı Selçuklulara itaat edeceklerini bildirdiler ve şehirde Tuğrul Bey adına hutbe okundu. Daha sonra Tuğrul Bey buraya geldi, böylece Horasan'ın mühim şehri Nîşâbûr Selçukluların merkezi oluyordu.
Dandânakan Savaşı (1040)
Diğer tarafdan Sultan Mes'ûd Selçukluların artık kendi devleti için ne kadar büyük bir tehlike olduğunu anlamış ve onlar üzerine sefere çıkmıştı. Nihayet Sultan Mes'ûd ilk iki savaşta Selçukluları mağlûp etmeğe muvaffak oldu (1039). Ancak bu Gazneliler için Selçukluları tamamiyle itaat altına alabilecek kesin bir zafer değildi. Bu bakımdan Selçuklulara barış teklif edildi. Selçuklular tarafında da kabul edilen bu teklife göre; Gazneli ordusu Herât'a gidecek, Nesâ, Bâverd, Fevâre şehir ve hududları Selçuklulara teslim edilecek, Selçuklular ele geçirmiş oldukları Nîşâbûr, Serahs ve Merv'i tahliye edeceklerdi.

İki tarafın da bu geçici barışı kabul etmelerinin sebebi, dinlenmek ve yeniden savaşa hazırlanmaktı. Selçuklular barış şartlarına uymadıkları gibi, Gazneli topraklarına yeniden akınlara başladılar. Sultan Mes'ûd tekrar Selçuklulara karşı harekete geçti. Selçuklular ile Gazneliler arasında devam eden savaşların en büyüğü ve önemlisi Merv civarındaki Dandânakan kalesi yakınında oldu. Selçuklular Sultan Mes'ûd idaresindeki ordu karşısında kesin sonucu alarak Gaznelileri hezîmete uğrattılar (24 Mayıs 1040). Dandânakan savaşını kazandıktan sonra Selçuklu Beyleri toplanarak Tuğrul Bey'i "Horasan Emîri" ilân ettiler. Artık Horasan'da tamamen bağımsız bir devlet kuruyorlar ve büyük bir imparatorluk için ilk adımlarını atıyorlardı. Ayrıca devrin âdeti gereğince civardaki hükümdarlara zaferlerini bildiren "fetih-nâmeler" gönderdiler.

Selçuklu reisleri aynı ay içinde Merv şehrinde toplanan Kurultay'da bir araya gelerek mühim kararlar aldılar. Bu toplantıda alınan kararlardan birisiyle Abbâsî Halîfesi Kâim bi-Emrillâh'a sâdık olduklarını ve Horasan'da adaleti tesis edeceklerini bildirdiler. Bundan sonra Selçuklular hâkim oldukları ve ayrıca ilerde ele geçirmeyi tasarladıkları ülkeleri yine eski Türk geleneği gereğince bölüştüler. Bu bölüşmeye göre; Tuğrul Bey "sultan" sıfatı ile Nîşâbûr'u alarak batıya Irak tarafına gidecekti. Çağrı Bey'e "Melik" unvanı ile merkez Merv olmak üzere Ceyhun ile Gazne arasındaki bölge, Mûsâ Yabgu'ya, Büst, Herat ve Sîstân havâlisi verildi. hânedâna mensup şehzâdeler de birer bölgenin zabtı ile görevlendirilmişlerdi. Selçuklular bu esas üzerine fetihlere giriştiler ve bu sür'atle gerçekleştirdiler.

Çağrı Bey Gaznelilere karşı başarılı savaşlar yaparak, onları Horasan'dan tamamen uzaklaştırdı. Bir Gazneli ordusunu mağlûp ederek Belh şehrini ele geçirdi (1040 yılı sonbaharı). Tuğrul Bey ile beraber Hârezm'e yürüdüler ve ezelî düşmanları Şâh Melik'i mağlûp ederek, geçmişte uğradıkları baskının acısını çıkardılar ve Harezm ülkesini Selçuklu Devleti'ne bağladılar (1043). Daha sonra Çağrı Bey oğlu Alp Arslan'ın yardımı ile başarısını sürdürdü ve Karahanlıları mağlûp etti. Ele geçirdiği bölgelerde Selçuklu hâkimiyetinin tanınması ve buralara Karahanlıların saldırmamaları şartı ile başarılı bir anlaşma yaptı (1050). Çağrı Bey ayrıca Gazneliler sultanı İbrâhim ile de Hindikuş dağları arada sınır olmak üzere anlaştı (1059). İki devlet arasındaki bu anlaşma yarım asır kadar devam etmiştir. Selçuklu Devleti'nin kuruluşunda büyük rolü olan Çağrı Bey yetmiş yaşında Serahs şehrinde öldü (1060).

Ailenin en büyüğü Mûsâ Yabgu, Dandânakan savaşından sonra Herât'ı zabtetti (1040). O Sistân bölgesini idaresi altında bulunduruyor ve daha çok Herât'da oturuyordu. Ancak onun hânedânın öteki üyeleri kadar başarılı olmadığı anlaşılıyor. Nitekim 1064 yılında Sultan Alp Arslan'a isyan etti. Neticede Herât kalesinde yakalanarak Alp Arslan'ın yanına götürüldü ve böylece siyâsî hayâtı sona erdi.
Anadolu'ya Akınlar
Anadolu'ya ilk Türk akınları Türkmenlerin burayı kendilerine yurt yapmak istemeleri neticesi başlamıştı. Ayrıca Selçuklu Devleti kurulduktan sonra sultanların kendi bölgeleri içinde yaşayan Müslüman halkın şikâyeti üzerine onları korumak maksadıyla Türkmenleri Anadolu'ya sevk etmeleri de bu gazaların diğer bir sebebiydi.

Anadolu'ya Türk akınları Çağrı Bey'in meşhur keşif akını ile başlamıştı. Bundan sonra Selçuklulara tâbi olmak istemeyen Türkmen reislerinin idaresindeki akınlar Güneydoğu Anadolu bölgesine kadar uzanmıştı. Bu bölgede ve civarında hüküm süren Mervânîler, Ukaylîler ve Irak'daki Büveyhî hükümdarı Celâlü'd-devle bu akınlardan Sultan Tuğrul Bey'e şikâyetçi oldular.

Bu olayı duyan Tuğrul Bey, Türkmenlerin İslâm ülkelerine hücûmdan vazgeçmelerini ve Azarbaycan'a dönerek Bizans'a akın yapacak olan emîrlerin hizmetine girmeleri husûsunda bir tâlimat gönderdi. Türkmenler neticede Selçuklu Devleti'nin emrine girmeğe mecbûr olmuşlar ve Tuğrul Bey'in buyruğuna uyarak bundan sonra Anadolu'da Bizans arâzisine yapılan hemen hemen bütün akınlara iştirâk etmişlerdi.
Bizansla İlişkiler
Sultan Tuğrul Bey, Selçuklu şehzâdelerini çeşitli bölgelerin fethi ile görevlendirmişti. Bu şehzâdelerden Mûsâ Yabgu'nun oğlu Hasan Büyük Zab nehri kenarında Bizanslılar karşısında büyük bir yenilgiye uğradı (1048). Tuğrul Bey; İbrâhim Yınal ve Kutalmış'ı bu yenilginin intikamını almak için Anadolu gazâsına memur etti. Bu iki şehzâdenin idaresindeki Selçuklu ordusu Hasankale'de Bizans ordusunu mağlûp ederek Gürcü prenseslerinden Lipârit'i esir aldı (18 Eylül 1049) ve büyük ganimetlerle Tuğrul Bey'in yanına döndü. Bizans İmparatorluğu batıda topraklarını ciddî bir şekilde tehdit eden diğer bir Türk kabilesi Peçeneklerin akınları sebebiyle doğuda Selçuklular ile anlaşmak zorunda idi.

Ayrıca esir bulunan Lipârit'i de kurtarmak istiyorlardı. Neticede İstanbul'da daha önce inşâ edilmiş, fakat o sırada harap durumda bulunan câmiin tamir edilmesi, Fâtımî Devleti adına okunan hutbenin Bağdad Abbâsî Halîfesi ve Tuğrul Bey adına okunması kararlaştırıldı. Bizanslılar Selçuklu Devleti'ne yıllık vergi ödenmesi için yapılan teklifi kabul etmediler.

Taht mücâdeleleri gibi bazı iç meselelerinin baş göstermesi sebebiyle Selçuklular bir süre Anadolu'ya akın yapmadılar. Bundan sonra Sultan Tuğrul'un bizzat Anadolu'ya sefer yaptığını görüyoruz. Sultan Tuğrul, Van gölü'nün kuzeyindeki Bargirî ve Erciş kalelerini aldıktan sonra Malazgirt'i kuşattı ise de, burayı zabtetmeye muvaffak olamadı. Bu sırada Selçuklular üç kol hâlinde doğu ve kuzey-doğu Anadolu'ya gelmemesine rağmen, muhtelif Selçuklu emîrleri akınlara devam etmişlerdir. Bu akınlar gelecek fetihlere zemin hazırlamış ve Bizans mukâvemetini kırmada büyük ölçüde faydalı olmuştur.
Tuğrul Bey'in Bağdad'a Gidişi
Abbâsî Halîfesi Kâim bi-Emrillâh Bağdad'da Büveyhîler ve Türk askerleri kumandanı Arslan Besâsîrî'nin baskısı altında idi. Ayrıca Arslan Mısır'daki Fâtımî Devleti ile de temasta idi. Bu durum karşısında Abbâsî halîfesi ısrarla Sultan Tuğrul Bey'i Bağdad'a davet etmiş ve kendisini bu güç durumdan kurtarmasını istemişti. Nihayet bu davetler sonucu Sultan Tuğrul Bey harekete geçerek Aralık 1055'de İslâm dünyasının o zamanki merkezi olan Bağdad'a girdi. Arslan Besâsîrî, sultanın gelişini duyduğu zaman önce Hille'ye sonra da Rahbe'ye çekilmişti.

Bağdad'da bulunan Türklerle Deylemli askerlerin sebep olduğu olay sonucu Selçuklu askerleri ile aralarında çarpışma oldu. Selçuklu ordusu bu hareketi bastırdı ve âsileri cezalandırdı. Büveyhî emîri Melik ür-Rahîm de yakalanarak hapsedildi ve Irak Büveyhî Devleti'nin hâkimiyetine son verildi. Bu sûretle Bağdad'da âsayiş sağlandı. Sultan Tuğrul Bey, halîfenin yıllık gelirini az görerek, artırılmasını emretti. Daha sonra Arslan Besâsîrî üzerine bir sefere çıktı (15 Ocak 1057).

Besâsîrî tekrar Rahbe'ye kaçtı. Tuğrul Bey ise, Cizre ve Sincâr'ı aldıktan ve Musul'u İbrâhim Yınal'ın idâresine bıraktıktan sonra tekrar Bağdad'a döndü (23 Aralık 1057). Sultan Tuğrul Bey Bağdad'a döndükten sonra bu defa Abbâsî halîfesi ile görüştü. Halîfelik sarayında büyük bir merâsim yapıldı. bu görüşme sırasında halîfe, sultanın faaliyetlerinden memnun olduğunu belirttikten sonra Tuğrul Bey'i "Melik el-Maşrık ve'l-Mağrib" ilân etmiş ve ona Ebû Tâlib künyesi ile Rükn ed-Dîn lâkabını vermişti. Böylece İslâm âleminin dünyevî hâkimiyetini halîfe kendi rızâsı ile Tuğrul Bey'e devr ediyor ve bir asırdan beri Büveyhîlerin tahakkümünde yaşamakta olan İslâm'ın manevî lideri halîfeler eski itibarlarını kazanmış oluyorlardı (15 Ocak 1058).

İbrahim Yınal'ın Katli ve Tuğrul Bey'in Vefatı
Daha sonra Fâtımîler ve Arslan Besâsîrî'nin teşvikleri ile saltanatta hak iddiâsı ile İbrâhim Yınal'ın isyânı, Sultan Tuğrul Bey'i Bağdad'dan ayrılmağa mecbur etmişti. Bu fırsattan yararlanan Besâsîrî tekrar Bağdad'a girdi (27 Aralık 1058) ve hutbe Mısır Fâtımî hükümdarı el-Mustansır adına okundu. Abbâsî halîfesi ise Besâsîrî'nin müttefiki Kureyşe teslim olmuştu. Tuğrul Bey, İbrahîm Yınal karşısında çok zor durumlara düştü.

Nihâyet yeğenleri Alparslan, Kavurt ve Yâkûtî'nin yardımları ile İbrâhîm Yınal, Türklerde hanedan azasının kanlarının akıtılmayacağı ananesine uyularak, yayının kirişi ile boğuldu (1059). Sultan Tuğrul Bey bundan sonra tekrar Bağdad üzerine yürüdü. Besâsîrî şehri terk etmekten başka çare bulamadı (14 Aralık 1059). Tuğrul Bey Abbâsî halîfesi Kaim bi-Emrillâh'ı tekrar Bağdad'a getirterek makamına oturttu.

Artık sıra gerek hilâfet makamının gerekse Selçuklu Devleti'nin başına belâ olan Besâsîrî'ye gelmişti. Besâsîrî ise, Hille emîri Dubeys'in yanına sığınmıştı. Nihâyet üzerine gönderilen bir Selçuklu birliğinin hücumu sonunda Besâsîrî ele geçirilerek öldürüldü (18 Ocak 1060). Bir süre sonra Sultan Tuğrul Bey halîfenin kızı ile evlenmek istedi. Halîfe Kaim bi-Emrillâh bu isteği önce kabul etmedi ise de, netîcede razı oldu. Nikâh 22 Ağustos 1062'de Tebriz dışında kıyıldı.

Tuğrul Bey daha sonra eşi ile beraber Rey şehrine döndü ve burada hastalanarak 70 yaşında öldü (4 Eylül 1063). Sultan Tuğrul Bey, Selçuklu Devleti'ni sağlam temeller üzerine oturtmuş ve devletin sınırlarını Ceyhun'dan Fırat'a kadar genişletmiştir. Ayrıca Türkmenleri Bizans'ın idaresinde bulunan Anadolu'ya sevkederek burasının bir Türk yurdu hâline gelmesine yardımcı olmuştur.
Alp Arslan'ın Tahta Çıkışı
Sultan Tuğrul Bey, çocuğu olmadığı için, ölmeden önce yerine Çağrı Bey'in oğullarından Süleymân'ın geçirilmesini vasiyet etmişti. Selçuklu vezîri Amîd el-Mülk bu vasiyeti yerine getirdi ve Rey şehrinde Süleymân'ı sultan olarak tahta çıkardı. Ancak Çağrı Bey'in öteki oğlu Alp Arslan ve Arslan Yabgu'nun oğlu Kutalmış ile bazı emîr ve şehzâdeler Süleymân'ın sultanlığını tanımadılar.

Kazvîn şehrinde Alp Arslan adına hutbe okundu. Kutalmış'ın Rey önüne gelerek şehri kuşatması üzerine, Vezîr Amîd el-Mülk, Alp Arslan'dan yardım istediği gibi, hutbeyi de onun adına okuttu. Kutalmış ise Alp Arslan ile Dameğan civarında savaşı ve saltanat uğrunda hayatını kaybetti (1064). Alp Arslan Rey şehrinde Selçuklu Devleti tahtına çıktı. Daha sonra Amid el-Mülk'ü vezirlikten azlederek, yerine Nizâm ül-Mülk'ü tâyin etti.

İlk Seferler ve Fetihler
Sultan Alp Arslan tahta geçmek iddiâsında bulunan öteki rakiplerini bertaraf ettikten sonra fetihlere başladı ve batı yönünde Rey şehrinden harekete geçti (22 Şubat 1064). Sultanın bu ilk seferi Gürcistân ve Bizans'ın idaresindeki Doğu Anadolu'ya olmuştu. Bu sefer beraberinde oğlu Melikşâh ve Vezîr Nizâm ül-Mülk de bulunuyordu.

Sultan Bizanslıların elinde bulunan Ani ve Kars bölgesine kadar ilerledi ve Ani'yi zabtetti. Kars bölgesi kralı Gagik-Abas, sultana itâattan başka çare bulamamıştı. Ani'nin Alp Arslan tarafından fethi İslâm dünyasında büyük sevinç yaratmış ve halîfe bi-Emrillâh, sultana Ebu'l-Feth lâkabını vermişti (1064).
Ani'yi Alacak Kuvvet hani?
Ani'yi çeviren surlar, bu surları savunan Bizans birliği çok kuvvetli idi. O güne kadar şehir defalarca saldırıya uğramış fakat zapt edilememişti. Şehrin üç tarafını Arpaçay çeviriyor, diğer tarafında ise su dolu bir hendek bulunuyordu. Bölgedeki bütün Ermeniler surlarla ve sularla çevrili bu şehrin asla zapt edilemeyeceğini düşünerek oraya sığınmışlardı. "Ani'yi alacak kuvvet hani?" diyorlardı.

Alparslan, su dolu hendeğin bulunduğu tarafta, ahşap bir kule yapılmasını emretti. Kısa zamanda yapılan bu kuleye yerleştirilen mancınıkla surları dövmeye başladı. Bazı günler hiç durmadan dolu gibi küçük taşlar, bazı günler büyük kayalar yağdırıyor, Rum askerinin yıkılan surları onarmasına fırsat vermiyordu. Nihayet, açılan bir gedikten Türk askerleri şehre girdiler.

Savunmayı yapan ve Bizans hizmetinde bulunan iki Gürcü general, Bagrat ve Greguar, iç kaleye girerek savunmaya devam ettiler. Fakat bir süre sonra, Alparslan'ın gücü karşısında dayanamayacaklarını anlayarak teslim olacaklarını, vergi vereceklerini bildirdiler. Ama bu, zaman kazanmak, oyalamak için yapılan bir teklifti. Nitekim, iç kalede tutunabileceklerini sanarak, Türk askerleri üzerine tekrar ok yağdırmaya başladılar. Bunun üzerine Alparslan kuşatmayı daralttı, çeşitli savaş taktikleri uygulayarak direnmeyi iyice zayıflattı. Sonunda açılan gediklerden içeri dalan Türk askerleri kaleyi zaptettiler.

Sultan Alp Arslan 1065 yılı sonlarında Üst-Yurd ve Mangışlak taraflarına yürüdü. Kuzey doğuya giden ticaret yollarını vuran Kıpçak ve Türkmenleri itâat altına aldı. Dedesi Selçuk'un Cend şehrinde bulunan mezârını ziyâret etti. Daha sonra Hârezm'e oradan da Merv şehrine döndü (Mayıs 1066).
 
Geri
Üst