Ynt: Türk İstihbarat Tarihi (Sen Ne Biliyorsun?)
Hocam iyi bi araştırma olmuş. Birkaç bilgide ben paylaşmak isterim O0:
Altta yazanları kısaca özetlemek isterim Osmanlı da her padişah zamnındakı orgutler özellikleri işlevleri hangi padişah ne yapmş,önemli işler için kurulan önemli teşkilatlar:
Konu uzun olduğu için okumaya başlamadan bir not: Bilerek uzun konu ve cok sayıda başlık aldım ki isteyen istediği bölümü okusun umarım faydalı olmuşumdur.
("SAYGILAR.............................................
Sıkışık ama okumaktan zevk alacağınıza eminim ~~)
1. XIV.-XVI. Yüzyıllar (1301-1599):
a. Osman Gazi ve Orhan Bey, Murad Hüdâvendigâr, II. Murad, Fatih Sultan Mehmed:
301’de, Osman Bey’in (?- 1324) liderliğinde Bizans’a karşı kazanılan Koyun-Hisar (Bapheus) Savaşı ile büyük bir zafer kazanan Türkler, Anadolu’nun kuzey batısında kurulmuş olan beyliklerini kısa zamanda genişletip, beylikten devlete geçecekler, Asya, Avrupa ve Afrika’da yeni topraklar fethederek cihânşümûl Osmanlı İmparatorluğu’nu kuracaklardır. Osmanlılarda istihbarat ve espiyonaj (ajanlık) faaliyetleri, uç beyliğinin kuruluşu döneminde
(1298-1301) başlamıştır. Bu faaliyetlerden, günümüzdeki modern anlamda belirli bir merkezden idare edilen faaliyetler anlaşılmamalıdır.
Osmanlı Beyliği’nin kurucusu Osman Gazi, çevresindeki Bizans tekfurlarına karşı istihbarat ve espiyonaj faaliyeti yürütmüştür. Onun, İnegöl tekfuruna karşı giriştiği hareket esnasında ve oğlu Orhan Bey (1324-1362) zamanında Konur kalesinin fethi münasebeti ile Martolos adı verilen ajanların ve habercilerin kullanıldığı bilinmektedir.
Murad Hüdâvendigâr’da (1362-1389), Balkanlardaki fetihleri sırasında, Venedik tüccarları vasıtası ile Avrupa kamuoyunu yoklamakta, krallar ve onların siyasetleri ile muhtemel Haçlı tehlikeleri hakkında haberler almaktaydı.
- OSMANLILARDA İSTİHBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR) Erdal İLTER* Dr., Tarihçi-Yazar.
‘Bu makale, kaynaklara dayal› olarak genifl flekilde haz›rlanan ve kitap olarak basılacak olan ‘Türk İstihbarat Tarihi’ adlı çalışmamın belirli bir bölümünün dipnotsuz özetidir (E.İ.).
Avrasya Dosyası, İstihbarat Özel, Yaz 2002, Cilt: 8, Sayı: 2, ss. 233-254. 234 ERDAL İLTER / OSMANLILARDA İSTİHBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR)
1402’de Yıldırım Bayezid (1389-1402) ile Timur arasında cereyan eden Ankara Savaşı’nda darbe yiyen Osmanlılar kısa zamanda toparlanarak yurt için de ve dışında istihbarat faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Yurt dışı faaliyetler genellikle, başta Bizans olmak üzere Macaristan, Sırp Krallığı ve Venedik Cumhuriyeti ile Papalığa karşı Hıristiyan Martolos ve Voynuk kullanılarak yapılmış, Anadolu birliğini sağlamak için beyliklere, özellikle Karamanoğulları’na karşı dil (esir) alıp, durumu öğrenmek için ajanlar kullanılmıştır.
Türkçe “dil” tabiri, diğer anlamları yanında, düşmandan bilgi almak üzere tutulan esirler hakkında kullanılan bir tabirdir. Osmanlı kaynaklarında
geçen “dil almak, dil getirmek” gibi tâbirlerde “dil”, “esir” anlamında kullanılmaktadır. Akıncılara da bu “diller” kılavuzluk yaparlardı. “Diller” in bir kısmı Tımarlı Sipahîler tarafından yakalanırdı ve “dil” getirmeyen Sipahînin yükselmesi mümkün değildi.
Böylece, Osmanlılar merkezî sisteme yönelen iç ve dış tehditlerden mümkün olduğu kadar ayrıntılı bir şekilde haberdar olmaya çalışıyorlardı. II. Kosova Savaşı (1448) arifesinde, Osmanlı Sultanı II. Murad (1421-1444; 1446-1451), Doğan adlı bir Martolostan düşmanın durumu hakkında bilgi edinmesini istemiştir. Fatih Sultan Mehmed’in (1444-1446; l451-1481), sarayına davet ettiği İtalyan sanatkârlardan da zaman zaman ülkeleri hakkında istihbarat amacıyla yararlandığı bilinmektedir.
1461’de Rimini’den, Mateo di Pasti bir tavsiye mektubu ile “de re Militari” adlı kitabı Fatih’e takdim etmek üzere yola çıkmış, ancak vapuru Girit’te Kandiye’ye geldiğinde yakalanıp casusluk suçu ile hapse atılmıştır. Fatih Mehmed’in İtalya’da sahip olduğu haber alma ağı, çeşitli İtalyan devletlerinin en yüksek çevrelerine kadar nüfuz etmek imkânı bulmuştur. Fatih, İstanbul’a yerleşmiş Türk tüccarlarından da faydalanmakta idi. Başkalarının elde edemeyecekleri haber ve bilgileri toplayacak durumda olan tüccarlar her zaman iyi karşılanan kişiler olmuşlardır.
b. Martolos Teşkilâtı:
Martolos teşkilâtı, XV-XIX. yüzyıllar arasında Balkanlarda faaliyette bulunan, genel olarak gayr-i Müslim topluluklardan meydana gelen bir Osmanlı askerî teşkilâtı idi. Bu teşkilâtın ilk zamanlardaki durumu bilinmemektedir. Martolosların, Osmanlıların kuruluş döneminde ajan ve haberci olarak kullanıldıkları anlaşılmaktadır.
Fatih Sultan Mehmed ve AVRASYA DOSYASI 235
Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) dönemlerinde Martolosların önemi çok artmıştır. Bunlar genellikle hudut, kale askeri ve akıncı sayılmaktadırlar. Fatih devrinde Macaristan’a yapılan akınlardan birinde, gerçekte Müslüman, fakat görünüşte Hıristiyan, 40 Martolos haberci olarak kullanılmıştır. Kanuni döneminde Batıya yapılan seferlerde Martoloslardan geniş ölçüde yararlanılmış ve daha çok haber alma işlerinde görevlendirilmişlerdir. Martolosların
görevlerinden biri de, Osmanlılar ile savaşmayı göze alan devletin halkı arasına karışarak, onlara Osmanlıların gücünü ve üstünlüğünü anlatarak morallerini bozmak ve genel güvenliği sarsmaktı. Martolos teşkilâtı, bunların çok ileri giden taşkınlıkları sebebi ile III. Ahmed (1703-1730) tarafından lâğvedilmiş, fakat sınırlı bir şekilde de olsa XIX. yüzyıla kadar devam etmiştir.
c. Voynuk Teşkilâtı:
Voynuk teşkilâtı ise, I. Murad Hüdâvendigâr zamanında, Rumeli Beylerbeyi Timurtaş Paşa tarafından kurulmuştur. Voynuklar, Türk fethinden önce Balkanlarda yaşayan toplumların içinde küçük asilzâde sınıfını oluşturmaktaydılar. 1545 tarihli bir kanunnâmede Voynukların, uç bölgelerine gidip ajanlık yaptıkları ve düşmanın durumu hakkında bilgi topladıkları bildirilmekte ve buna karşılık bütün vergilerden muaf oldukları belirtilmektedir. Voynuklar, tımar tasarrufunda bulunmaları yasak olmakla birlikte, ender de olsa tımar sahibi olmuşlardır. Voynuk teşkilâtı, Sultan II Süleyman’ın (1687-1691) saltanatının sonlarında 1691 yılında ilga olunmuş, fakat 1693 yılında yeniden ihdas edilmiş ve 1878 yılına kadar devam etmiştir. Bazı Voynuklara tımar tevcih edilmiş olması, Osmanlıların istihbarat ve espiyonaj konuları üzerindeki hassasiyetlerini göstermesi bakımından dikkate şayandır.
ç. II. Bayezid ve Cem Sultan:
Osmanlılar, imparatorluğun yükseliş döneminde, özellikle yurt dışı istihbarat faaliyetlerinde sıkıntı çekmemişlerdir. XVI. yüzyılın ortalarından itibaren, İstanbul’da daimi elçilikler kurarak istihbaratı kurumlaştıran Batılı devletlerde, Osmanlıların daimi elçi bulundurmamış olmaları bir eksiklik olarak gösterilirse de, onlar çok iyi haber Osmanlılar, imparatorluğun yükseliş döneminde, özellikle yurt dışı istihbarat faaliyetlerinde sıkıntı çekmemişlerdir.
236 ERDAL İLTER / OSMANLILARDA İSTİHBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR)
Haber toplayan espiyonaj elemanları yanında, yabancı elçiler marifeti ile de değerli bilgiler toplamışlardır. Ayrıca, Venedik, Milano, Floransa, Raguza
ve Sırbistan zaman zaman Osmanlılara güvenilir haberler yetiştirmekte yararlı olmuşlardır.
Osmanlıların Anadolu’da ve Avrupa’da güçlenip genişlemeleri, Batıda biri Papalık, diğeri krallıklar tarafından yürütülen iki büyük istihbarat teşkilâtının gelişmesine yol açmıştır. Papa, bir taraftan Avrupa devletlerini Osmanlılara karşı birleşmeye çağırırken, diğer taraftan ajanlar aracılığı ile bütün kiliseleri ve kralları Türklere karşı kışkırtıyordu. Bu amaçla, İstanbul’da bulunan Ortodoks Kilisesi ile Vatikan arasında gizli haberleşmeler yapılıyordu. XV. yüzyılda espiyonaj faaliyetlerinin en büyüklerinden birine, Fatih Sultan Mehmed’in oğlu Cem Sultan sebep olmuştur. Fatih’in ölümünden (1481) sonra tahta geçme konusunda II. Bayezid (1481-1512) ile Cem arasında geçen taht kavgaları, Cem’in Roma’ya gidişi ve Papanın eline düşmesi, Roma, Venedik ve İstanbul arasında yıllarca süren espiyonaj (ajanlık) ve çıkar oyunlarına yol açmıştır.
Cem Sultan’ın İstanbul ile ilişkilerinin kesilmediği bilinmektedir. Nitekim, Cem’in kurtarılması için kıyafet değiştirerek İstanbul’a gelen Cem’in nişancısı Sa’di, Roma’ya döneceği sırada öldürülmüştür. Bu arada II. Bayezid de, Avrupa’da olup bitenleri daha yakından öğrenmek için Kapıcıbaşı Mustafa Bey’i Roma’ya göndermişti. Diğer taraftan, Türklere karşı duyduğu hisler hiç de dostça olmamakla beraber, menfaatına uygun hareket etmeyen Hıristiyan krallarının tutumu karşısında, Papa VIII. lnnocent’in yerine geçen Papa VI. Aleksandr, Avrupa’nın Türkler hakkındaki düşüncelerini çeşitli yollarla II. Bayezid’e bildirmeye başlamıştı. Nicolo Simo adlı bir piskopos da, padişaha yazdığı bir mektupta, Hıristiyan krallarının yapmakta oldukları savaş hazırlıkları hakkında değerli bilgiler vermekte ve Fransa Kralının Osmanlı topraklarına saldırmak niyetinde olduğunu belirtmekte idi.
d. Yavuz Sultan Selim ve Pîrî Mehmed Paşa:
Osmanlı devletinde yurt içinde ve dışında istihbarat ve espiyonaj hizmetlerine en fazla önem veren Padişah Yavuz Sultan Selim (1512-1520) olmuştur. Fevkalâde şartlar içinde tahta çıkan Sultan Selim, imparatorluğu demir bir pençe ile tutmuş bir otokrattı. Bütün gücünü Doğu işleri üzerinde toplamak için Avrupa’daki komşuları ile özellikle Macaristan ile uzayıp giden barış müzakerelerine girişti. Safevî Hükümdarı Şah İsmail’e karşı sefere çıkmadan önce, onun Osmanlı devletini yıkmak için Anadolu’da faaliyet yürüten ajanlarını ve gandistlerini bertaraf ettirdi. Yavuz Selim döneminde kuvvetli bir istihbarat teşkilâtı kurulması fikri, Sadrazam Piri Mehmed Paşa (?-1532) tarafından ortaya atılmıştır. 0, istihbaratın bir devlet için son derece önemli olduğunu bilen bir devlet adamıydı. Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail ile mutlak surette hesaplaşmak azminde idi. Pîrî Mehmed Paşa’nın Yavuz Selim’e tavsiyesi, düşman hakkında haber toplayıp, alınan bilgiler doğrultusunda strateji belirlenmesi olmuştur. Böylece, düşmanın nerede gizlendiği ve ne yapmak niyetinde olduğu ajanlar vasıtasıyla öğrenilmiştir. Pîrî Mehmed Paşanın, Yavuz Selim’e verdiği fikirler doğrultusunda istihbarat teşkilâtı kurulmuş, düşmanın ordusu hakkında en ince ayrıntısına kadar bilgi toplanmıştır. Yavuz Selim’in ajanı Şeyim Ahmed’in, Şahın huzuruna çıkarak ona Yavuz’un kuvvetleri hakkında yanıltıcı bilgiler vermesi dikkate şayandır. Burada, Yavuz Selim’in düşmana karşı “Yanıltma Operasyonu” tatbik ettiğine şahit olunmaktadır.
Yurt dışında, bir yerin alınmasından önce, o topraklar hakkında istihbarat faaliyetinde bulunmak ve savaş sırasında düşmanın genel durumu hakkında haber almak için elemanların düşman tarafına gönderilmesine, Yavuz Selim zamanında, Pîrî Mehmed Paşanın sadrazamlığı sırasında başlanmıştır. Mesela, Saint-Jean şövalyelerinin idaresinde bulunan Rodos adasında bir Türk haber alma ağı (ajan şebekesi) kurulmuş, şövalyelerin itimadını kazanmak için din değiştirerek Hıristiyan olan bir Yahudi hekim bu örgütün başına getirilmiştir.
e. Kanuni Sultan Süleyman ve Sonrası:
Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520-1566) da Rodos şövalyeleri arasında ajanlarının bulunduğu bilinmektedir. Bunların en ünlüsü, Saint-Jean Teşkilâtı’nın en büyük reislerinden “Grand-Croix” pâyesini haiz Don Andrea d’Amaral adındaki şövalyedir. İşte, 1522 yılında Rodos adasının Osmanlılar tarafından kuşatılması günlerinde, Yahudi hekim ile Don Andrea d’Amaral, Türkler ile haberleşmeyi sürdürmüşler, adada olup bitenleri günü gününe rapor etmişlerdir. Yahudi hekim, bir taraftan diğer ajanlar ile teması temin ediyor, diğer taraftan da adanın müdafaa vaziyeti hakkındaki raporlarını oklara bağlayarak Türk ordusuna atıyordu; ancak 14 Eylül 1522 Pazar günü yine raporunu ok ile atarken yakalanarak öldürülmüştür. Don Andrea d’ Amaral da, aynı akıbete
uğramıştır. Türklere kalenin müdafaa plânlarını vermekle suçlanan Amaral, önce şövalyelikten atılmış, sonra da idam edilmiştir. Rodos adasında kurulan Osmanlı haber alma ağında esir Türk kadınlarının da görev yaptıkları görülmektedir. Bunlar da kuşatma sırasında, şehrin muhtelif yerlerinde yangınlar çıkarmışlardır.
238 ERDAL İLTER / OSMANLILARDA İSTİHBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR)
Osmanlılar, Mukaddes Roma-Germen İmparatorluğu’na karşı Macaristan’a yaptıkları seferlerde düşman hakkında istihbarat yapmak için “kılavuz” da kullanıyorlardı; çünkü bunlar, geçitleri ve bataklıkların geçilecek yerlerini biliyorlardı. Bir Macar kaynağında, Türklerin ve Macarların kullandıkları kılavuzların dönme olduğundan bahsedilmektedir. O devrin ünlü kılavuzları arasında Palajtay Lörincz, Kürtössy Gergely ve Simon Peter’in adları sayılmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1566’da Zigetvar Seferi’ndeki kılavuzu, Macar uçlarında uzun zaman hizmet görmüş olan Balazshazy Marton adlı bir Sırptı. 1561’de uç bölgesinde bulunan Macar Komutan Ormanyi Jozsa, sarayına yazdığı bir mektupta, Hıristiyan köylülerin Osmanlılara yakınlık gösterdiklerini ve onlara ajanlık yaptıklarını bildirmektedir. Bu sebeple, Macaristan Kralı Ferdinand (1527-1564)’ın yeter sayıda ajanı olmadığı için Macar müşavirler krala durmadan, Türkler gibi fazla sayıda ajan bulundurmasını tavsiye ediyorlardı. Bu cümleden olarak, 1550 yılları başından itibaren Almanlar, Budin Beylerbeyleri’nin Alman İmparatoru ile Macarca mektuplaşmaları sağlayan Macar katiplerinden faydalanma yolunu seçmişlerdi. Budin Paşaları, bu kâtiplerin, duydukları haberleri gizlice Macarlara bildirdiklerinden habersizdiler. Macarlar bu kâtipleri hediyelere boğarlardı. Mesela, Eğri kalesinin piskoposu Verançiç, Rüstem Paşanın kâtibinin bir çalar cep saati hayal ettiğini duyduğu zaman, kendi saatini hediye olarak göndermişti. Bu kâtibin asıl adı Scherer Mark’tı, fakat Müslümanlığı kabul ederek, Hidayet adını almış, Rüstem Paşa’nın kızıyla evlenmiş ve sonraları Ağa rütbesini almıştı. Hidayet’in gizlice verdiği haberler, özellikle 1560 yılının kışında, Rüstem Paşa, Yeniçeri birliklerinin süratle ve dinlenmiş olarak hücum mahalline nakledilebilmeleri için, 90 araba yaptırdığı zaman değer kazandı. Hidayet Ağa, 1562’de bir çatışma sırasında esir düşüp serbest bırakılınca, Macarlara daha da minnettar kalmıştı. Daha sonraları XVI. yüzyılın ikinci çeyreğinde, Almanlar her yıl İstanbul’daki büyükelçiliklerine birkaç Avusturyalı ve İtalyan genç göndererek, onların Türkçeyi ve Türkçe okuyup yazmayı öğrenmelerini sağlamışlar ve bunların bir kısmını istihbarat faaliyetlerinde kullanmışlardır. 1591 yılında, Alman-Avusturya İmparatoru II. Rudolf’un (1576-1612), Osmanlılar ile barışı 8 yıl daha uzatmak ve yükümlü olduğu yıllık vergiyi ödemek üzere Viyana’dan Istanbul’a gönderdiği fevkalâde elçilik heyetinde bulunan Baron Wenceslaw Wratislaw, 1597 yılında Linz’de Latince olarak yayınlanan anılarında, İstanbul’daki Alman elçisinin gizli istihbarat çalışmalarında bulunduğunu belirterek, Elçi Von Kregwitz’in rüşvet karşılığında saraydan, yüksek rütbeli devlet
memurlarından bilgiler sızdırdığını ve bunları kendi imparatoruna ulaştırmaya çalıştığını, ordunun gücü, savaş plânları, ilk hedefler gibi devlet sırlarını elçiye ulaştıranların arasında Sultan III. Mehmed’in (1595-1603) annesi Safiye Sultanın da bulunduğunu, Sadrazam Sinan Paşanın ise kendisini sadaret makamına getiren Safiye Sultandan ve sarayı karşısına almaktan çekindiği için, ortaya çıkardığı Alman elçisinin gizli haber alma çalışmalarını örtbas ettiğini anlatmaktadır. 1626’dan sonra Almanlar, Budin, Belgrad, Sofya ve İstanbul’da birer diplomat istihbaratçı bulundurmaya başlamışlardır.
Osmanlıların Tata kalesinin zaptında ajanlardan faydalandığı bilinmektedir. Diğer devletlerde olduğu gibi, Osmanlıların da hulûl operasyonları
çerçevesinde, imparatorlukların toplantılarındaki müzakerelerden haber almak için oldukça yüksek seviyedeki kimseleri de istihbarat hizmetinde istihdam ettikleri görülmektedir. Osmanlılarda istihbarat elemanlarının uzun bin süre yurt dışındaki ülkelere gönderilmesine Yavuz Sultan Selim devrinde başlandığına yukarıda temas edilmişti. Buna dair bir örnek de, Sicilyalı Mehmed Ağa’nın faaliyetleri gösterilebilir. Kaptan-ı Derya Küçük Ali Paşanın adamlarından Sicilyalı Mehmed Ağa, Titus Moldariensis Clericus adı ile 40 yıla yakın Fransa kralının sarayında Osmanlı ajanı olarak görev yapmış, Avrupa devletleri ve özellikle o devrin en büyük rakip devleti Avusturya hakkında İstanbul’a muntazam bilgi göndermiştir. Kanunî ve oğlu II. Selim (1566-1574) devirlerinde, devlete istihbarat hizmetinde bulunan bir kişi de Yasef Nasi idi. Portekiz doğumlu olan ve ailesi engizisyonun baskısı sonucunda dininden dönerek Hıristiyanlığı kabul etmek zorunda bırakılmış olan Yasef Nasi, Osmanlı devleti hizmetine girmeden önce, para-banka işlemleri ve deniz ticaret şirketleri sayesinde büyük servet sahibi olmuştu. Avrupa’nın siyasi çevrelerinde sözü geçen bir kişiydi. 1554 yılında İstanbul’a yerleşen Yasef Nasi, tekrardan dinine dönerek Osmanlı devletinin hizmetine girdi. o, şirketleri ve Avrupa’da iken kurmuş olduğu ilişkiler sayesinde devlete, Avrupa ülkelerinin malî ve ekonomik durumları, yöneticilerinin zayıf ve güçlü tarafları, askerî örgütler ve savaş yöntemlerine ait bilgileri temin etmekte idi. Avrupa’nın hemen hemen her sarayında olup bitenleri kendisine rapor eden adamları vardı. Yasef Nasi’nin bu çalışmaları nedeniyle, Venedik elçisi onun yalnız Venedik için değil, bütün Hıristiyan dünyası için tehlikeli ve zararlı olduğunu rapor etmişti.
Kıbrıs Seferi’nden hemen önce Venedik tersanesinin barut deposunun 13 Eylül 1570 tarihinde havaya uçurulmasını Osmanlı İstihbarat Teşkilâtı’nın gerçekleştirdiği belirtilmektedir ki, bazı kaynaklar bunu Yasef Nasi’nin yaptırdığını öne sürmektedirler.
XVI. yüzyıl ikinci yarısının ünlü tarihçisi Gelibolulu Mustafa Âli de (1541-1600) 1587 yılında yazdığı ve Osmanlı Padişahı III. Murad’a (1574-1595) sunduğu siyasetnâme niteliği taşıyan “Mevâ’ıdü’n-Nefâis fî Kavâ' ıdi’l-Mecâlis” adlı eserinde, padişahların ülkenin ve halkın durumunu yakınen takip edebilmeleri ve halkın huzurunu sağlayabilmeleri için ajan kullanmaları gerektiğine işaret etmekte ve ajanların ise gizlice kontrol altında tutulmalarını tavsiye etmektedir.
f. Ulak Teşkilâtı ve Menzilhâneler:
Osmanlılar da, haberleşme ve posta hizmetlerine eskiden beri önem vermişlerdir. Tarihin her döneminde, ekonomik, sosyal ve askerî bakımlardan yollar hep birinci derecede önemi haiz olmuştur. Zira orduların bir yerden bir yere sevki ve merkez ile diğer idarî birimler arasında haberleşmenin temini devletler için önem taşımıştır. Özellikle haberleşmede, haberin çabuk ve seri şekilde yerine ulaştırılması düşüncesi, insanları yeni muhabere usulleri geliştirmeye itmiştir. Nitekim başlangıçtan beri bu yolda ateş kuleleri, koşucular, güvercinler ve haberci atlılar kullanılmıştır. Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Mısır Memlük devletlerinde “Berid”, Moğollar ve İlhanlılarda “Yam”, Safeviler’de “Çaparhâne” gibi adlar altında zikredilen haberleşmeyi (istihbarat) sağlayabilmek amacıyla kurulan teşkilâta, Osmanlılarda “Menzil” adı verilmektedir. İşte, haberleşme bu teşkilâtın bünyesinde bulunan ve “Ulak” adı verilen kişiler tarafından yürütülmekte idi. Başka bir ifadeyle, haberleşme teşkilâtı Ulak-Menzilhâne ikilisinden oluşuyordu. Haber ve emirlerin götürülüp getirilmesinde kullanılan Ulaklar, namuslu kişiler arasından seçilirdi. Ulak tâbiri, Osmanlılarda sonraları “Tatar” şeklinde kullanılmıştır. Bu Osmanlı haberleşme teşkilâtında, Kanunî devrinde Sadrazam Lütfi Paşa (1539-1541) tarafından esaslı bir şekilde ıslahat yapılmış ve ülke çapında Menziller kurulmuştur. Lütfi Paşa, Âsafnâme’sinin “Savaş Tedbirlerini Açıklar” başlıklı bölümünde de, ajanlara dikkat çekmekte, Yavuz Sultan Selim’in Diyarbakır’ın
fethine giderken, Şah İsmail tarafından otağ önüne gönderilmiş birkaç ajanın, padişahın çadırını geceleyin ateşe vermek ve padişah dışarı çıkarsa, hançer ile vurmak niyetiyle geldiklerini, ancak yakalandıklarını belirtmekte ve bu sebeple sefer sırasında padişahın otağı önünde bir bölük ağasının beklemesini tavsiye etmektedir. Ulak Teşkilatı’nda daha çok Kırım Tatarları kullanılmıştır. Ulakların Çoğu Osmanlı devleti yararına çalışan özel görevli ajanlardır. 1649 tarihine kadar, Divân-ı Hümayun’da hazırlanan ve çıkan padişah hükümlerinin tarih sırası ile yer aldığı Mühimme Defterleri'nde, padişahların Anadolu ve Rumeli beylerbeyinden sınır ülkeleri hakkında istihbarat ve espiyonaj faaliyetlerine ağırlık vermeleri konusunda hükümler bulunmaktadır. Bu hükümlerde, ajanlar vasıtası ile sınır ülkeleri ve orduları ile hareket tarzları hakkında bilgi toplanması ve saraya bildirilmesi emredilmektedir.
2. XVII. Yüzyıl (1601-1699)
a. Duraklama, “Kitâb-i Müstetâb" ve “Telhisü’l-Beyân fi Kavânin-i Âl-i Osman”:
Osmanlı İmparatorluğu, kendine özgü bir devlet düzeni sayesinde, XVI. yüzyılda Yakın Doğu ve Balkanların sahibi durumuna gelmişti; ancak XVII. yüzyılın başlarından itibaren imparatorluk bunalımlı bir döneme girmiş, devletin zaafını, hükümdar ve yönetici kadronun yetersizliğini, kanun düzeninin işlemez durumunu yakından görenlerin sayıları daha da artmıştır. Böylece, XVII. yüzyılda ıslahat ihtiyaç ve eğilimleri belirmiş, dönemin düşünürleri ve devlet yönetiminde deneyimli olanlar çareler aramaya başlamışlardır. Eskiden beri bilinen, Orta Doğu ve İslâm dünyasında çokça başvurulan bir usûl kullanılarak, bazı devlet adamları, padişahlara ve sorumluluk taşıyan görevlilere, karşılaşılan problemlerin çözümünü gösteren risâleler, lâyihalar sunmaya başlamışlardır. Siyasetnâme, nasihatnâme ve kanûnnâme türüne sokulan bu raporlar, ortaya çıkan bozuklukların nedenlerini göstererek, genellikle Kanunî dönemi şartlarına dönülmesini tavsiye etmektedirler. Bu nasihatnâmelerde padişahların istihbarata da önem vermeleri tavsiye edilmekte, düşmandan haber almanın önemi üzerinde durulmakta ve örnekler verilmektedir. Yazarı bilinmeyen (anonim), ancak Padişah II. Osman’a (1618-1622) sunulduğu belirtilen “Kitâb-i Müstetâb”ta (Güzel-Hoş Kitap), özellikle idareci tabakanın, kul ve tımar sistemlerinin ve Osmanlı toplum düzeninin esasını teşkil eden ilkelerin nasıl çözülmeye uğradığı açık ve müşahhas bir ifade ile ortaya konulmakta, mevcut bozuklukların nasıl düzeltilebileceği gösterilmektedir. Müellif, nasihatnâmesinin 23. bâbında, durumu hikâye etmekte, ihtiyar ve güngörmüşlere önem verilmesi gerektiğini bildirerek, haber almaya değinmekte ve deneyimli olanların sözlerinin dinlenmesini istemektedir. Başka bir ifadeyle, istihbarat faaliyetlerinin usta-çırak ilişkisi ile orantılı olarak, başarılı olacağına dikkat çekildiği görülmektedir. “...bir zamanda iki padişah biri birine mukabil olmuşlar, bir pâdişâh âkil imiş, bir câsûs göndermiş ki yâr ol leşkeri gör, hep taze yiğitler midir, yohsa içlerinde ihtiyar kişiler dahi var mıdır deyü. Ol câsûs varub gelmiş pâdişâha. Cevâb virmiş ki taze yiğitleri dahi çok, eski ihtiyârları 242 ERDAL ‹LTER / OSMANLILARDA ‹ST‹HBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR)
dahi çok dimiş. Hemân ki pâdişâh bu sözü işitdikte leşkerine cevâb
virıniş ki siz onlarla mukabil olımazsız, zira hep tâze yiğitlersiz, ahvâle
muttali değülsüz, delükanlularsız, anlar bize gâlübdür deyü mukabil
olmamışlar.”
Hezarfen Hüseyin Efendi (1600-1676) de, 1675 yılına doğru meydana
getirmiş olduğu “Telhisü’l-Beyân ffi Kavânin-i Al-i Osman”
(Osmanlı Kanunlarının Özet Açıklamaları) adlı kanunnâmesinin IX.
Bâb’ında yer alan “Ahvâl-i Tecessüs ve Câsüsân” (Tedkik-Tahkik
Durumları ve Casuslar) başlıklı bölümünde, Fatih Sultan Mehmed ve
Sadrazam Mahmud Paşanın ajanlarının memleketi dolaşıp köşe bucakta
gizlenmiş olan akıllı kişileri araştırmaya dikkat ettiklerini belirtip eski
dönemlere atıfta bulunarak, Padişahların gizli ve özel ajanlar kullanmaları
gerektiğini böylece vezinler, ulemâ ve ümerâ hakkında, ayrıca
başkent ile ülkenin diğer şehirlerindeki halkın durumundan bilgi sahibi
olabileceklerini tavsiye etmektedir. Hezarfen Hüseyin Efendi, serhad
boylarının korunması konusunda da önemli tavsiyelerde bulunmaktadır.
Ona göre, düşmanın ne düşündüğü hakkında bilgi sahibi olmak
ve serhad boylarında çıkabilecek bir ayaklanmayı önlemek için, serhad
bölgeleri, ajanlar kullanılmak suretiyle devamlı kontrol altında tutulmalıdır.
XVII. yüzyılda Osmanlı devletine tercüman, hekim, elçi olarak gelen,
saraya giren ve padişahlarla yakın ilişki kuran Ermeni, Yahudi ve Rum
gibi gayr-i Müslimlerin yanı sıra, Arap, Gürcü, Tatar, Arnavut ve Boşnak
gibi Müslüman olan ya da devşirme olarak yetişen kimselerin de zaman
zaman ajanlık yaptıkları, bir takım cinayetlere yol açtıkları, hatta II.
Viyana Kuşatması’nda (1683) devlete karşı yıkıcı faaliyetlerde bulundukları
bilinmektedir. Bunların en önemlisi, Merzifonlu Kara Mustafa
Paşa ile Tatarlar arasında cereyan eden olaydır. Kırım Tatarları arasına
karışan düşman ajanları, Mustafa Paşanın zaferden sonra yağmaya izin
vermeyeceği şâyiasını yayarak, onların savaşma şevklerini kırmışlar ve
Osmanlı ordusunun mağlûbiyetine sebep olmuşlardır. Bu hadisede,
düşman ajanlarının yıkıcı psikolojik harekâtına şahit olunmaktadır.
b. Osmanlı-Fransız İş Birliği ve Venedik’e Karşı İstihbarat:
XVII. yüzyılda istihbarat faaliyetleri, bir taraftan da, Osmanlı devletine
dost devletler ve bazı kişisel çıkarları karşılığı tutulan ajanlar
tarafından yapılıyordu. 1677 yılında İstanbul’a gelen Fransız Elçisi
Nuvantel, kendi devleti ile savaş halinde bulunan Avusturya’ya karşı
Osmanlıların da savaşa girmesi için çalışmış ve Venedikli mühendis
Borozzi’nin kendisine verdiği Raab ve Komoron kalesinin planlarını
Sadrazam Kara Mustafa Paşaya teslim etmişti. 1688 Haziranında
AVRASYA DOSYASI 243
Venediklilerin Eğriboz adasını almak için yaptıkları saldırıda, ada
muhafızı Çelebi İbrahim Paşa, ada hakkında bilgi toplamak için
Venedik Amirali Morozini tarafından adaya gönderilen Atinalı papazı
teşkilâtıyla birlikte yakalatmış ve kendisinden Venedik kuvvetleri
hakkında bilgi almıştı. Yine bu savaş sırasında, Çelebi İbrahim Paşa,
Morozini’nin yanında kâtiplik yapan bir Rum çocuğunun babası
vasıtasıyla, Venedik ordusu ve harekât plânları hakkında bilgi almış ve
ona bol para vermişti. Ayrıca, Venedikliler arasına ajan göndermek ve
dil (esir) yakalamak suretiyle düşmana ait bilgi ediniliyordu. Böylece,
Venediklilerin yapacağı taarruz ve kuvvetlerinin miktarı öğrenilmiş,düşman yenilgiye uğratılmıştı. devamıda var sığmadı :/*
işte link:
http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=2704&kat1=15&kat2=
daha detaylı bilgiler içerdiğine inanıyorum ben sadece buldum yazmış falan değilim matsak paylaşım olsun!