1. #1
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462


    [youtube=425,350]ThvLy54xgYY&feature[/youtube] 1

    [youtube=425,350]CdpBRd5TsPY&feature[/youtube] 2

    Bu ikisini bulabildim ama araştıralacaktır Selametle
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  2. #2
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    19 Mayıs: Sözde Pontus Soykırımı PDF Yazdır E-posta
    Thursday, 18 May 2006

    Yunanistan'ın şu günlerde (2005) başlattığı Türkiye aleyhtarı sözde PONTUS soykırımı propaganda kampanyasının Logosunun üzerindeki yazı, "19 MAYIS PONTUSLULAR SOYKIRIMI" şeklindedir.

    19 MAYIS: SÖZDE PONTUS SOYKIRIMI YUNANİSTAN KAŞIYOR MU? KAŞINIYOR MU?

    Yunanistan, 1916-1923 yılları arasında, Anadolu'nun Doğu Karadeniz bölgesinde yaşayan Rum Ortodoks nüfusun, Türk makamlarının sistematik imha politikasının kurbanı olduğunu ve bundan kurtulanların, ancak Yunanistan'a sığınmakla canlarını kurtardıklarını iddia etmektedir.

    24 Şubat 1994 tarihinde, Yunan parlamentosu "19 Mayısı", "Pontus Yunanlılarının Türklerce Katlini Anımsama Günü" olarak kabul etmiştir. Ama tarih ve olgular, Yunan iddialarıyla çatışmakta ve çok farklı bir yönü işaretletmektedir.

    Yunanlı politikacıların konuşmalarında sık sık; "Türkiye'nin kan kaybından ölmesi için, yaralarını kaşıyacağız.." yönündeki söylem ve politikalarının bir ürünü olan PONTUS konusu, Atina'yı bağlayan bir mesele değildir.

    1922'den önce Doğu Karadeniz sahillerinde yaşayanlar, azınlıklardan biri olan, Bizans kökenli Rumlardı.

    Bunlar, Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içinde 450 yıl huzur içinde yaşamış, imparatorluğun zenginliklerinden fazlasıyla payını almış olan Hıristiyanlardı. Yunanistanla uzak yakın hiçbir kan bağları yoktu.

    Yunan Yayılmacılığı, Anadolu Ruamları'nın felaketi olmuştur. Venizelos'la başlayan "Meğali İdea" politikası, Türkiye'deki Rumları ayaklandırarak toprak talepleriyle devlete isyan ettirmiştir. Tıpkı 1820'lerde Rus,İngiliz ve Fransızların kışkırtmalarıyla Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içinde bulunan değişik kökenli (Sırp, Arnavut, Makedonyalı, Bulgar, Anadolulu vs) insanların uydurma bir Yunan Devleti kurmak için Türklere karşı ayaklandırıldıkları gibi. Bu hareketin asıl amacı bir Yunan Devleti kurmak değil, yabancı büyük devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu parçalayarak petrol zenginliklerini yağmalamak olduğunu Yunanlı tarihçiler yazıyor.

    1918'lerde yaratılan "Pontus" ve "Ermeni" meselelerinin Osmanlı İmparatorluğunun aleyhine malzeme olarak kullanılması da nedeni Anadolu'yu parçalamayı amaçlıyordu. Ve göz ardı edilemeyecek bir gerçek de aradan 80 yıl geçtiği halde, Türkiye Cumhuriyetini; "Pontus Rum Devleti", "Ermenistan Devleti","Kürt Devleti" şeklinde parçalama çabası içinde bulunanların hala daha var olduğu gözleniyor.

    Önceleri, basit bir folklorik öğe olan "Pontus" terimine, 1974 Kıbrıs olaylarından sonra, Türkiye aleyhine hasmane duyguları körüklemek amacıyla ideolojik bir içerik yüklendi. Yunanlı siyasiler, "Pontus" fikrinin sömürülmesinin, Türk devletinin temelini oluşturan politik ve kültürel ilkeleri berhava etme çabalarına hizmet edeceğini ve Batı Trakya'daki Türk azınlığı mensuplarını kovmak için bir gerekçe teşkil edeceğini düşündüler.

    Yunan tarafının öncelikli hedefi, muhtemelen mikro milliyetçi duyguları kışkırtmak suretiyle, Türkiye'nin çok kültürlü etnik yapısında istikrarsızlık yaratmaktır. Amaç, Türkiye'nin toprak bütünlüğünü bozmaktır.

    Dolayısıyla, bu bağlamda, Yunanistan'ın aşağıda sıralanan hedeflere ulaşma çabasında olduğu söylenebilir:
    · Yunanistan'ın Türkiye'yi işgaline engel olan Mustafa Kemal'in görüntüsünü karalamak;

    · Dünya kamuoyunu, Türkiye tarihinin soykırımlarla dolu olduğu yolunda kandırmak;

    · PK.k terörizmini, "bir özgürlük savaşı" olarak takdim etmek ve "Pontus Yunanlıları" ile "Kürtler" arasında bir bağ kurmak suretiyle, PK.k ile Türkiye karşıtı bir cephe oluşturmak;

    · Onlara hayali bir "Pontus kimliği" atfederek, sözde Pontus Yunanlıları arasında Türk aleyhtarı duyguları teşvik etmek;

    PONTUS NEDİR?

    "Pontus" kelimesi, eski Yunan dilinde, "Pont-Euxin" yani "Karadeniz" sözcüğünü ifade etmektedir. Yunan propagandası PONTUS'dan bahsederken Trabzon ve cıvarının 4000 yıldan beri Yunan toprakları olduğunu iddia eder ve sahiplenir. Yunanlı Tarihçi Yorgos KORDATOS ise, "Büyük Yunan Tarihi" adlı kitabının birinci cildinde,"Atinalı tüccarların gemileriyle Trabzon yaşayan insanlardan çaldıkları inekleri Atina'ya ve Mısır'a götürüp sattıklarını" yazar.

    Oysa İngiliz yazar Nil Asserson, "Black Sea_Karadeniz" adlı kitabında, "Bu topraklarda, 4000 yıldan beri Tatar, Kırım Türkü, Çerkez, Bizanslı Rum, Laz, Abaza gibi çeşitli soylardan ve dinden insanların problemsiz olarak bir arada yaşadıklarını" belirtiyor.

    Asserson, kitabının bir bölümünde şöyle diyor; "Yunan Meğali İdea'sı ile Elenizm Milliyetçiliği bu topraklara ayak bastığı an vahşeti de beraberinde getirdi"

    Gerçekten Atinalılar bu bölgeye ilk ayak bastıkları andan itibaren hayvan hırsızlığı yapmakla yetinmemiş, orada yaşayan insanları, gemilerine yükleyerek esir pazarlarında sattıklarını gene Yunanlı tarihçi KORDATOS'un kitabından okuyup öğreniyoruz.

    "Bazı Tarihçiler Pontusluların Yunan kökenli olduklarını iddia ederler. Oysa Karadenizin bu bölgesinde yaşayan topluluklar yukarıda da belirttiğimiz gibi farklı kökenden gelen insanlardır ve bunların arasında yaşayanlar, Yunanlı değil Romeos'lar yani Bizanslı Rumlardır".

    Karadeniz bölgesinde Elen etkisinin kökleri, Sinop ve Trabzon'da, M.Ö.. VI. yy.'da şehir-devletler kuran, İyonyalılara kadar dayanmaktadır. Makedon Kralı Philippe ile oğlu Büyük İskender, Persleri Güneydoğu Karadeniz kıyılarından sürüp, bölgede kendi nüfusunu pekiştirdi.

    Haçlılar İstanbul'u ele geçirmek için saldırılara başlayınca İstanbul'da yaşayan Bizanslıların bir bölümü Doğu Karadeniz bölgesine göç ederek Pontus Krallığını kurdular. Pontus Krallığı, 250 yıl ayakta kalmayı başardı ve daha sonraları; yani, İstanbul'un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesinden sonra, Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliği altına girdi.

    GÜLÜNÇ SOYKIRIM YALANLARI

    Yunanistan, Doğu Türk Karadeniz bölgesinde "700,000" Rumun yaşadığını ve bunların 350,000'in boğazlandığını iddia ederek dünyayı kandırıyor.

    Karadeniz bölgesinde yaşayan Rum nüfusuna ilişkin yabancı ve yerel kaynakların gelişigüzel incelenmesi bile, Yunanlıların telaffuz ettiği "700,000" iddiasının ne kadar uydurma olduğunu hemen açığa çıkarmaktadır.

    Amerikan Hükümetince görevlendirilen King Krane Komisyonu, 28 Ağustos 1919'da hazırladığı bir raporda, Doğu Karadeniz Bölgesi'nde yaşayan Rumların sayısını 200,000 olarak belirtmektedir.

    Fransa Dışişleri Bakanlığı'nca yayımlanan, "Documents Diplomatiques", 1893 ve 1897 tarihleri arasında Osmanlı tarafından yapılan nüfus sayımlarına atfen, Rum nüfusun Trabzon'da 193,000 olduğunu kaydetmektedir. Nüfus değişimi sırasında, Karadeniz bölgesinden, 100,000 kadar Rum Yunanistan'a göç etmiştir.

    Yabancı kaynaklara göre; Trabzon, Samsun ve civarında yaşayanlardan, 100 bin kadar Rum'un Türk-Rus savaşından sonra Rusya'ya göç ederek, Sivastopol ve Odessa'ya yerleşmişler. Bolşevik yönetim, Çar'ı tekrar iktidara getirmek isteyen İngilizler ile olan ilişkileri yüzünden onları devamlı gözaltında bulunduruyor ve baskı uyguluyordu. 1928'e gelindiğinde İngilizler hesabına çalışan Yunanlı ajanlar, Kilise kanalıyla, Rusya'daki Pontus Rumlarının arasına sızarak Bolşeviklerin aleyhine faaliyetlerde bulunmaya başlayınca, yüz binlerce Rum tutuklanmış, okulları ve kiliseleri kapatılmıştı. 1936'da ise 170 bin Rum toplu halde Sibirya'ya sürgün edilmişlerdi.

    İkinci Dünya savaşı sırasında Sibirya'dan dönen Rumlar, Kırım'a yerleşmişlerdi.

    Rumları yönlendiren Kilise tekrar gücünü kazanmak için harekete geçince, bu konularda acımasız olan Stalin, Rumlara karşı bir temizlik hareketi başlattı. 14-15 Haziran 1945'de Rus gizli polisi NKVD seri bir operasyonla 100 bin Rum'u hayvan vagonlarına doldurup kapılarını mühürledikten sonra, aç ve susuz Sibirya'ya yolladı.

    Günlerce süren bu yolculuk sırasında çok sayıda ölen oldu.

    Bu sürgünün en kayda değer yanı, Rumların Sibirya köylerinde yaşayan Müslüman ailelerin yanına yerleştirilmeleridir. Halbuki 1915'de Samsunda yaşayan Rumlar, Balkan Harbi göçmenleri olan Arnavut Müslümanları, Müslüman oldukları için değil evlerine köylerine bile sokmak istememiş, Türk jandarmasına silah çekmişlerdi.

    Stalin'in, Sibirya'ya sürgün ettiği 100 bin Rum'dan geriye ancak 40 bin kişi dönebildi. Kısacası 1928'den 1955'lere kadar Rus Yönetiminin Rum kurbanlarının sayısı 150 bin olarak hesaplanıyor.

    SOYKIRIM YAPAN KİM; TÜRKLER Mİ, YUNANLI ÇETELER Mİ?

    Osmanlı İmparatorluğu'nun hızla çökmekte olduğu, 20. yüzyılın ilk bölümünde, Yunanistan'ın yolladığı subaylarına kurdurttuğu 40 kadar çete; Türk köylülerini soydu, yaşlı, kadın ve çocuk ayırımı yapmaksızın en az 2000 Türkü katletti.

    1918 Ateşkes Anlaşması'ndan sonra, Yunanistan ile Anadolu'da yaşayan Rum azınlık Osmanlı Padişahı'nın bölgede kontrolü sağlamakta içine düştüğü zaaftan faydalanan Yunanlıların emrindeki çeteler, Karadeniz kıyısında, antik Pontus Devleti'ni model alan etnik bir Yunan Devleti kurma girişiminde bulundular.

    Bölgeyi, o tarihlerde ziyaret eden pek çok yabancı gözlemci Rum çetelerinin Türklere karşı nasıl vahşice davrandıklarına tanık olmuş, gördüklerini yazmışlardır. Amerikan Yüksek Komiseri Mark Bristol, Karadeniz kıyısında yaptığı bir geziden sonra yazdığı bir raporda, Yunanlıların körüklediği anarşiye dikkat çekmişti.

    Şubat 1920'de, Zile'ye yaptığı ziyaret sırasında, bir Yunanlı teğmen ise Piskopos Efthimios'un Türk devlet makamlarına karşı takındığı tehditkar tavırlar karşısında şaşakalmıştı. Yunanlı Teğmen Karasiaskos, Efthimios'un, Samsun Valisi'nin hapisteki bir çete reisini serbest bırakmaması halinde, şehre 5000 silahlı çeteci göndereceği tehdidinde bulunduğunu anlatır.



    Doğu Karadeniz'de, Rum ve Ermenilerin ayaklanmaları devam ederken, Türkiye'deki Müttefik işgal kuvvetleri; bilinçli bir şekilde, Türk güvenlik güçlerinin asilere karşı mücadelesini "soykırım" olarak çarpıtıyorlardı. Onların asıl amacı, bölgedeki kargaşadan yararlanarak, kendilerine, Ateşkes Anlaşmasına rağmen, bölgeyi işgal etmek için fırsat yaratmaktı.


    PONTUS KONUSU TÜRKİYE'Yİ PARÇALAMA OYUNUNUN BİR PARÇASIDIR.

    Yunanistan'ın, şu günlerde (Mayıs-2005) PONTUS SOYKIRIMI masalını Amerika, Fransa, İngiltere ve İtalya'da gündeme getirerek Türkiye aleyhine propaganda malzemesi olarak kullanmaya başladığı görülüyor.

    Bugün, NATO Müttefiklerimiz olan yukarıda isimlerini saydığımız ülkelerin; 1917'de Yunanistan ile Türk Devletini parçalayarak, üzerinde bir Rum Cumhuriyeti kurmak için nasıl bir ortaklık kurmuş olduklarını aşağıdaki mektuptan okuyup öğrenmek mümkündür.

    Trabzon Metropolitine hitaben yazılmış olan bu mektubu gönderen Chardini adında bir FRANSIZ Albayı'dır. Bu mektup bugün benzeri daha yüzlerce mektupla birlikte Türk Devletinin arşivlerinde yerini almış bulunuyor.

    Mektubun tam tercümesi şöyledir:

    TİFLİS: 11-24 Aralık 1917

    Efendim;

    Geçirmekte olduğumuz şu sıkıntılı günlerden ancak bütün iyi niyetlerimizi birleştirerek kurtulabiliriz. Kafkasya'da Ermeni-Gürcü kolorduları kuruluyor. Müttefik devletlerin ellerindeki güçlerin bütünü bu hareketleri desteklemeye hazırdırlar. Daha önce belirttiğimiz gibi, dostumuz Rum milleti unutulmamıştır. İsteğimiz üzerine Kafkas hükümeti bir Rum tümeninin kurulması için gerekli yetkiyi vermiştir. Askerleri Kars, Tiflis, Batum ve Trabzon'da toplayacaklar. Bu tümene şahsen tanıdığım bir
    general komuta edecek. Bu kişi aslen Rum olup, Rumca konuşmaktadır. Adı Ananiyas'dır.

    Efendim Trabzonda da bir Rum gönüllü Alayının kurulması elimizdedir. Bu alay önce şehrin huzuru için çalışacak ve sonra da Rus, Ermeni ve Gürcü gönüllüleriyle birleşerek, Türklere karşı savaşacaktır.

    Efendim, ortak amaçlarımızın gerçekleşmesi ve Trabzon'da, Rum gönüllü alayının kurulması için General Kolosovski'ye yardım ederek kişiliğinizi kullanmanızı hükümetim ile arkadaşlarım İNGİLİZ ve AMERİKALI'lar adına yüksek kişiliğinizden rica ediyorum. Birkaç güne kadar gelecek FRANSIZ subaylarını bekliyorum. Bunlardan birisini özellikle Rum alayını kurması için size göndereceğim.Kolosovski'ye de benim tarafımdan şimdiye kadar alay için ayırdığı Rus subaylarını vermesini söyleyiniz. Gerektiği zaman Amerika Konsolosu Mistir Zenge'nin aracılığı ile benimle haberleşebilirsiniz. Bu kişi size Alayın kurulmasıyla ilgili bilgileri verecektir.

    Bu yeni görevin güçlüğü gözden kaçmamaktadır. Bütün güçlüklerin üstesinden geleceğinize inanıyorum. Hizmetlerinizden dolayı Fransa ve diğer Müttefik devletlerin son derece duygulandıklarını bilmenizi isterim.
    ALBAY Chardini

    Bu ve benzeri belgeler arşivlerin karanlığından gün ışığına çıkınca, kimlerin soykırım kurbanı oldukları anlaşılacak, böylece Türk Devletinin ve insanının var olmak için kimlerle ne savaşlar verdiği açıklık kazanacak. Türk Devleti ve insanının o yıllarda yarattığı mucize bir YAYILMACI savaşı değil, bir ÖLÜM KALIM mücadelesiydi.

    YUNANLI TARİHÇİNİN KALEMİNDEN PONTUS GERÇEĞİ

    "Hristos SAMUELİDİS, 1900'ların başında Samsun'da doğmuş bir araştırmacı-yazardır. 1970'de Atina'da yayınlanan "Mavri Thalasa-Karadeniz" adlı kitabının da yazarıdır. Bu kitapta yazarın yaşadıklarına dayanarak yazdıkları; Sadece Yunanlıların PONTUS konusundaki yalanlarını ortaya çıkarmakla kalmıyor, Türk tarafının haklılığını bir kez daha gözler önüne seriyor.

    SAMUELİDİS'in, 306 sayfalık "Karadeniz" adlı kitabından alınmış aşağıdaki bölümler, Türkiye'yi parçalamak için Pontus adı altında, oynanan kirli oyunların yalnızca birkaçını anlatıyor.

    "Yunanistan'dan gelen Amasya Metropoliti KARAVANGELİS, Samsun'a ayağını basar basmaz, yaptığı ilk iş Rum halkını Türklere karşı ayaklandırmak için propaganda yapmak olmuştu. Rum gençlerine tüfek dağıtarak onları Yunanistan'dan gelen subaylara eğittirdi. Anavatanla (Yunanistan) irtibatı sağlayan Teğmen KARAVANGELİS, Atina'dan Samsun'a tüfek ve cephane gönderilmesini istedi. Bir hafta sonra silah ve cephaneler bira fıçıları içinde gizlenmiş olarak Samsun'a getirilmişti. Silahları bize teslim eden bir Yunan Yüzbaşısıydı.

    Silahları Kadıköy'de, Mercanis'in kahvehanesinde gizlemiştik. Bu silahları birkaç gün sonra Türklere karşı mücadeleye katılacak gençlere dağıttık."

    "Balkan Savaşı başladığında Türkler, Rum gençlerini Osmanlı vatandaşı oldukları için askere alarak cepheye yollamaya başlamıştı. Mitropolit KARAVANGELİS; Rum gençlerinin, Yunan Ordusuna karşı, Türk Ordusu saflarında savaştırılacakları için çılgına dönmüştü. Bu arada 20 Rum genci Türklere karşı savaşmak için gizlice Yunanistan'a kaçmışlardı. Zorla Türk ordusuna alınan Rum gençleri, savaşın başlamasından beş ay sonra firar ederek Samsun'a gelmişlerdi. Altıncı aya gelindiğinde, Türk ordusundaki tüm Rum ve Ermeni gençleri firar etmişlerdi. Pontuslu Rum firari gençler Türk ordusunun Makedonya'da Yunanlılara karşı uğradığı hezimeti öğrendikçe firar edip Türk gücünü zayıflattıkları için kendileriyle övünüyorlardı."

    "Çanakkale savaşında, topçu olarak askerliklerini yapan Rum gençleri, Yunan gemilerini vurmamak için denize karavana atış yapıyorlardı. "

    "Samsun'un en zengin tütün tüccarı olan isim yapmış bir Rum Türklere karşı savaşacak Rum çetelerinin silah satın almaları için Kiliseye büyük miktarda para vermişti. Hatta depoları Pontuslu Rum çetecilerin bir ikmal üssü durumundaydı."

    "Ermeniler, Ruslarla birlikte Türklere karşı savaştıkları ve Van'da ve Adana'da Türkleri katlettikleri için Samsun'da korku içinde yaşıyorlardı. Türklerden kaçan Ermenilerden bir bölümünü Metropolit KARAVANGELİS kilisede saklamıştı."

    "Rus savaş gemileri Trabzon'a yanaşıp karaya asker çıkarmaya başlamalarıyla Rumları bir sevinç havası sarmıştı. Kiliselerin kampanaları çalarken, papazlar limana inmiş karaya ayak basan Rus general ve amiralini çiçeklerle karşılıyorlardı. Türkler ise ortadan kaybolmuşlardı."

    "Osmanlı Devleti, Balkan Savaşlarının sona ermesiyle Türkiye'ye gelen Arnavut göçmenlerin bir bölümünü yerleşmeleri için Samsun'a yollamıştı. Bunlar Rumların yaşadıkları köylere yerleştirilmeleri için ferman çıkmıştı. Samsunlu Rum Tüccar, Cemaatin lideri olan Despota giderek, Müslüman göçmenlerle bir arada yaşayamayacaklarını söyleyerek tepki göstermesini istediler. Despot Mutasarrıf Halil Hamdi Efendiye giderek bu durumu bildirdi. Halil Paşa, Despot'a " Despot Efendi bunlar topraklarından sökülüp atılmış zavallı insanlardır. Huzur bulmak için bir ümitle bize gelmişlerdir. Bunların acılarını dindirmek bize düşer" deyince, Despot tepki göstererek, "Bu bizim değil sizin probleminizdir. Biz onlarla yan yana yaşayamayız, onlar da sizin gibi Müslüman'dırlar, onları siz barındırın, bizim sırtımıza yüklemeyin."cevabını vermişti. Mutasarrıf "Ferman var.." deyip göçmenleri Rum köylerine yerleştirme konusunda ısrar edince, Rumlar silaha sarılarak Jandarmaya direnmişlerdi."

    "Rum çeteci Kaptan Vasilusta, Türk ordusundan firar eden geçlerden oluşturduğu bir çete ile Sivas'ta bir askeri hapishaneyi basarak oradaki bütün Türk muhafızları öldürmüş, esir bulunan bir Rus generalini kaçırmışlardı. Bu olay Rusları çok etkilemişti. Bu olaydan on gün sonra Vasilusta, Rusların işgali altında bulunan Trabzon'a gitmişti. Orada görüştüğü Rus İstihbarat subayı Yarbay ARTATOF, ona Samsunda, Türklere karşı bir direnme hareketi başlatmasını istemişti."

    "Rum çeteleri Türklere karşı mücadele için mantar gibi ürüyorlardı. Eylül ayı ortalarında Rum çetecilerin başı Vasilusta ile KOSMİDİ Rusların kendilerine verdiği 2.000, tüfeği gizlice Samsun'a getiren bir Rus savaş gemisinden bir koyda boşaltmışlardı."

    "1917 Ocak ayında Rusya'da Çarlık Yönetiminin devrilmesiyle birlikte, Rus askerleri Trabzon'dan ayrılmaya başlamışlardı. Askeri ve sivil Rus yönetimi İhtilal Komitesinin emrindeydiler. Rum Metropoliti Hrisanthos da Komitenin kontrolünde bulunuyordu.

    Ruslar artık bizimle değil kendi sorunlarıyla ilgileniyorlardı."

    "1917 Kasım ayında Marsilya'da bulunan Pontus'lu zengin bir Rum işadamı, Fransa'nın Nis şehrinde Elefterios VENİZELOS ile buluşarak onunla PONTUS'un bağımsızlık mücadelesini görüştü. Rus askerleri Trabzon'dan çekildikten sonra Metropolit harekete geçerek toplantılar düzenledi Rum,
    Ermeni ve Gürcülerden oluşan bir gönüllü birliği Türklere karşı savaşmaları için Kafkas Cephesine gönderildi. Ruslar Kafkas cephesinden çekilmeye başladıklarında Pontuslu Rumlardan oluşan bir tümen Türklere karşı savaşı sürdürdü. Trabzon'daki Rum liderler, Rusların onları terk ettiklerini görünce Rum, Ermeni ve Gürcü Birlikleri takviye edecek yeni güçler oluşturmak amacıyla Trabzon ve Samsun havalisinde yaşayan Rum erkekleri toplayarak ellerine silah verdiler. Böylece Türklere karşı
    direnebileceklerdi. "

    "Venizelos, 1919 Haziran ayında Ukrayna'ya güvenilir adamlarını yollamıştı. Bunlar, beraberlerinde bol para ile Bolşeviklere karşı savaşan General Denikin'i desteklemeye gitmişlerdi. Venizelos, Clemenseau ve Lioyd George'nin isteği ile Türk Devleti'ni parçalamak için Pontus devletini kurmak amacıyla Samsun'a Giritli ve Anadolulu Rum çeteciler yollamıştı. Bunlara verilen talimat, Ermenilerle işbirliği yapmalarıydı. Londra, Kuzey Anadolu sahillerinde bağımsız bir Rum-Ermeni devletinin kurulmasını kararlaştırmıştı. Ermeni ihtilalcilerin başında bulunan Nubar Paşa, Paris'te yaşıyordu. Nubar Paşa, Venizelos ile yaptığı görüşmeler sonucunda, çok sayıda ajanını, Yunan ajanlarına yardımcı olmaları için Samsun'a yollamıştı.

    "1919'un Nisan ayı başlarında Rum kilisesinin piskopos'u Zilon ile Rum eşkiyalarının başı Pandelis, görüşmek için kendilerini davet eden İngiliz Kuvvetlerinin komutanına gittiler. İngiliz komutan Solder, "Bildiğiniz gibi Türkiye ve Almanya savaşı kaybetti. Galipler bizleriz. Sizi biz koruyacağız artık silaha ihtiyacınız yok sizi biz koruyacağız, bunun için silahlarınızı bölgenizdeki polis karakoluna teslim edin." dedi. Kendisine silahlarımızı teslim etmeyeceğimizi bildirdik."

    "İngilizler Samsun'da bulundukları sürece hiç açık vermeden bölgenin Bağımsız bir PONTUS olması yolunda çalışmalarını çok gizli bir şekilde sürdürüyorlardı. Tespit ettikleri alan Samsun, Trabzon ve Sivas'ı içine alıyordu. "

    "1919 Ağustos ayında Yunan ordusunun içinde 2 Pontuslular taburu kuruldu. Bunlardan biri Selanik'te, diğeri Atina'da üslenmişti. Bu taburlar kurulacak PONTUS Devletinin ordusunun ilk birlikleri olacaktı. Gece gündüz tatbikat yapıyor ve heyecanla Trabzon'a ayak basacakları günü bekliyorlardı. Aralık ayında Atina'daki Pontus taburu Selanik'e aktarıldı ve diğer taburla birleştirildi. 1920'lerin başında her an yola çıkma emri beklenirken emir gelmişti ama Trabzon'a değil İzmir'e."

    "Bu arada Pontus Komitesi bir toplantı yaparak bazı kararlar aldı. 1919'da Türk Ordusu güçsüzdü ve dağılmıştı. Pontus cephesinde Rum gençlerinin oluşturacakları 18.000 kişilik bir güç Türklere Kuzey ve Orta Anadolu'da problem yaratabilecek ve Yunan Kuvvetleri Anadolu'yu fazla güçlük çekmeden işgal edebileceklerdi."

    "Pontus Komitesi, Rus ordusunda General Rütbesiyle görev yapan Pontus'lu Rum Ananias ile gene onun emrinde Çarlık ordusunda görev yapan 500 subay ve erden ek bir kuvvet düzenledi. Anadolu Rumlarından oluşacak 10.000 kişilik bir ordu hazır sayılıyordu. Böylece Yunan Askerleri Anadolu'yu işgale başladıklarında hiçbir güçlükle karşılaşmadan Mustafa Kemal'in üssü olan Sivas'a kolayca ulaşacak, onu yok edebileceklerdi."

    "Mustafa Kemal Anadolu'da örgütlenmeye başlayınca; PONTUS'lu gençlerin Türklere karşı savaşmak için Yunanistan'ın onlara irtibat subayı olarak yolladığı Pontus kökenli Üsteğmen Karaiskos, Yunanistan'dan acele olarak silah ve cephane gönderilmesini istedi. Atina'dan kısa süre sonra gelen gizli bir mesajda bol miktarda silah ve cephanenin bir gemiye yüklendiği ve geminin Samsun'a doğru yola çıktığı bildiriliyordu. Yunanlı İstihbarat subayı Karaiskos, Samsun'da Kızılhaç temsilcisi örtüsü altında faaliyetlerini gizliyordu."

    Yunanistan'ın yolladığı silahlarla donatılmış Rum çeteciler omuzlarına astıkları fişekliklerle at üzerinde Samsun sokaklarında dolaşıyor, Türk halk üzerinde korku yaratıyorlardı. Tepki gösteren Türkleri ise yolun ortasında kırbaçlıyorlardı.

    ARTIK EN SON NOKTAYA GELİNDİ

    Türk Devleti'nin toprak bütünlüğü ve insanı'nın can güvenliği Yunanistan'ın tehditleri altında varlığını sürdürmesini artık kimse beklemesin.

    Yunanistan'ın, Devlet olarak Türkiye'nin karşısında yerini aldığından beri geçen yaklaşık 160 yıl, her zaman Türkiye için bir yara olarak kalmıştır.

    Yunanistan'ın yıllarca beslediği PK.k terör örgütüyle olan ilişkileri ile bu yarayı bir kez daha kaşımıştır. Türk insanı terörün acılarını yaşadıkça, aklına ilk gelen Yunanistan oluyor. Bunun da ne anlama geldiğini anlatmamıza gerek yok. Yunanistan ise bildiğini okumaya devam ediyor. Bakalım bu daha ne kadar sürecek?"

    Cem BAŞAR

    Kaynak: Kıbrıs Strateji
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  3. #3
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462


    Etnik kökenli sosyal hareketlerin tarihsel tahlilini yapan yazar doktor Georgos Nakratzas tarafından, 04/07/2004 tarihinde kendisine ait " www.sitemaker.gr/antiethnikistik " (Milliyetçilik Karşıtı Hareket) erişim adresli internet sitesinde Pontus soykırımı iddiaları hakkında Yunanca bir yazı yayımlandı.

    G.Nakratzas'in, irtibat kanalı olarak "PK.13794 10310 Atina" ve " " e-mail adresini verdiği "Pontus Soykırımıyla İlgili Şamata" başlıklı yazısında şöyle diyor;

    "Son yıllarda, İyonya ve Pontus�taki Yunanlıların 1922'deki sözde soykırımıyla ilgili inanılmaz bir şamatadır süregelmekte. İyonyalı Yunanlıların soykırımıyla ilgili ve cumhurbaşkanı tarafından imzalanmış olan kararnamenin, son anda dahi olsa, resmi gazetede basılmadan Başbakan Simitis tarafından geri çekilmesi önemli bir gelişmeydi. Kararname, sözde soykırımın resmen anılacağı tarihi saptamaktaydı...

    Pontuslu Yunanlıların soykırımıyla ilgili sağır edici şamatası ise, hala süregelmekte ve son derece milliyetçi, büyük çoğunluğunu profesyonel vatanseverlerin oluşturduğu Pontuslular tarafından da desteklenmektedir.

    Pontus�taki Yunanlıları konu alan tarihi bir analizle ve gerçeğin diğer bir yüzüyle ilgilenecek bir uzman, bugüne kadar maalesef çıkmadı.

    Pontuslu halkın 1915-1924 tarihleri arasında yasadıklarıyla ilgili Pontuslu milliyetçilerin argümanları, gerçeği yarim yamalak, saptırarak, yalanlarla süsleyerek sunmaktan geri kalmamaktadır.

    Sosyal ve siyasi acıdan bakıldığında, Pontus'u Türk işgalinden kurtarmak ve bir Pontus Yunan cumhuriyeti kurmak üzere sözde bir ihtilal teorisi, tamamen gerçek dışı ve hayali bir urundur.

    Teorik açıdan bakıldığında, ihtilal tanımı ancak, büyük bir toprak parçasında yasayan etnik grubun nüfusu açısından çoğunluğu temsil ettiği taktirde gerçekçi bir içerik kazanır. Bizi ilgilendiren durumda ise, Pontus'un üç ilinde veya vilayetinde yaşayan Yunan nüfusu, önemli, küçük veya tamamen önemsiz bir azınlıktır.

    1912 istatistiklerini sağlayan Atina Üniversitesi Profesörü Sotiriadis'tir. Venizelos Hükümeti bu verileri, ulusal amaçlarını desteklemek üzere çeşitli uluslararası görüşmelerde kullanmıştır.

    Trabzon vilayetinde veya ilinde, Yunanlılar toplam nüfusun %25.9'unu oluşturmaktaydı. Yani Türklerin nüfusu 957.866 iken, Yunanlıların nüfusu 353.533 idi.

    Kastamonu vilayetinde veya ilinde, toplam nüfusun %2.5'ini temsil eden Yunanlılar, sayıca önemsiz bir etnik grubu oluşturmaktaydı ve son olarak Sivas vilayetinde veya ilindeki Yunanlılar nüfusun %8.9'u kadardı.

    Milliyetçilerin adlandırdığı gibi Pontusun bağımsızlığı için verilen mücadele başarıyla sonuçlansaydı, bu sadece Yunan azınlığın, Türk çoğunluğun üzerinde sağladığı askeri hakimiyet ile gerçekleşebilirdi. Tabii ki bu hakimiyet, Yunanistan da yaşadığımız gibi ve Papadopoulos'un vatana ihanet sucundan mahkumiyetiyle sonuçlanan, acımasız diktatörlüğünü de beraberinde getirirdi.

    Pontus nüfusunun milliyetçi eğitimi, ki bu olay yıkımının nedeni oldu, aşamalı olarak, Trabzon Yunan azınlık eğitim sistemiyle gerçekleştirildi.

    Bu milliyetçi propaganda, 1870'te, klasik bir örnek teşkil eden, Trabzon dershanesindeki öğretmen S.İoanidis'in çalışmasıyla başladı.

    Anılan öğretmen, "Trabzon ve civar bölgesinin tarihi ve istatistiği" baslığıyla bir kitap yayınladı.

    Bu eserde birçok tarihi yalan yer almakta ve en klasik örneğini de su metin oluşturmaktadır: "...Yunan dostu 6.Mithridatis döneminde (MÖ 63 yılında) milyonlarca Yunanistan sakini Küçük Asya�ya akın edip, Yunan ırkını Pontus'a getirmiştir."

    Bir başka nokta da aynı yazarın söz ettiği gibi: "...zira belirtilen Mithridatis, Birinci Mithridatis'ten sonra Pontus'un 6. kralı olup, Pers kökenlidir, fakat ayni zamanda büyük İskender'in generali ve dostudur."

    Yunanlıların Pontus'a MÖ 63 yılındaki göçü, yazarın tamamen hayali urunudur ve Pontuslularda olmayan Yunanlı Asya kökenini eski Yunana dayatmayı hedefler. Öte yandan en gülüncü ise, 1.Mithridatis'in kral ilan edilmesinden 50 yıl önce ölen Büyük İskender�den bahsetmesidir.

    Pontuslu milliyetçiler günümüzde dahi, kabul edilemez şekilde İoannidis'in eserini ciddi bir yazılı kaynak olarak sunmaktadırlar. Bu bilgiler de, eleştirebilecek pozisyonda olmayan, çocuklar arasında yayılmaktadır.

    İlgili çalışmada bahsedilen eylemlere de gelince, özellikle Pontus bağımsızlığı Andart Savaşı gibi, bunlar da rahatlıkla Kuzey Yunanistan'daki Yunan milliyetçiliğinin kalesi olarak tanımlanabilecek "Selanik Makedon Araştırmaları Birliği" kütüphanesinin yayınlarına ve Pontuslu milliyetçilerin çalışmalarına dayanır.

    Pontus Andart Savaşı ve eylemleri Pontus'un iki bölgesinde yer aldı. Samsun'un Bafra ve Trabzon�un dağlık kesimindeki Sanda bölgelerinde.

    Özellikle Bafra�da, 1.Dünya Savaşı'nın başladığı yıl, yani 1914 yılından sonra, Türk ordusunda Hristiyan asker kaçakları baş gösterdi ve bu kişiler daha çok Türk köylerine saldırıp hayvan ve yiyecek çalarak, yaşamlarını sürdürdüler.

    Milliyetçilik içerikli kitaplarda Ortodoks kaçakların asılmaları, Yunan unsurunu düzenli bir şekilde yok etme çabası olarak anlatılır ve asılsızdır.

    Valavanis'in son derece milliyetçi çalışmasında kelimesi kelimesine şunlar geçer, "otuz Türk asker kaçağı, içeriği bildirilmeden, Hıristiyanlarla birlikte asıldılar".

    Yani asker kaçağı olma sucunun cezası, Yunanlıları olduğu kadar, Türkleri de kapsıyordu ve savaş döneminde tüm Avrupa�da uygulanıyordu.

    Asıl Andart Savaşı 1916'da Rusların Trabzon�u işgali ve Türk-Rus cephesinin Trabzon bölgesine taşınmasıyla başladı.

    Yunan Andart Savaşını organize eden "General Germanos Karavagellis" idi ve Samsun'a 1908'de metropolit olarak gelmişti.

    Elini kana bulayan din adamı, başarılarını, anılarını yazarken su metinle tasvir etmekte: "bu küçük ve düzensiz grupları, Makedonya�daki mücadelemizden de edindiğim ve yılların verdiği tecrübeye dayanarak, düzenli ve savaşabilen Andart birlikleri olarak örgütlemeye başladım. Bu birlikler çoğaldı. Değerli ve savaş tecrübesi olan liderlere sahip olduklarında ki, onları ben tayin ediyordum, gerçek bir askeri birliğe dönüştüler, vilayetin belirli bölgeleri korumaları altındaydı ve tüm yetkilere sahiptiler."

    Metropolit, Ruslardan aldığı para ve savaş malzemeleriyle oluşturduğu Andart birliklerini, Trabzon cephesinde Ruslarla savaşan Türk ordusuna cephe gerisinden saldırtmak üzere salıverdi.

    Zavallı Bafralı Andartlar ki, çoğunluğu Türkçe konuşan cahil kişilerdi, kana susamış bu papazin tuzağına düştüler ve sözde bağımsızlık savaşının sonuçlarını düşünemediler. Yani, savasın bitmesiyle ve papazin kurtulmak üzere yok olmasıyla ki, öyle oldu, ne olacaklarının bilincine dahi varamadılar. Onlar orada kalacaklardı.

    Bafralılar Pontus'ta kalmayışlarını da Eleftherios Venizelos hükümetine borçlular. Bahse konu hükümet, onları, Lozan antlaşması gereğince, diğer mültecilerle birlikte Yunanistan�a gelmelerini zorunlu kildi. Mübadele, anlaşma gereğince zorunluydu. Bazı kaynaklara göre Venizelos, bu mübadeleyi 1915'ten bu yana hedefliyordu.

    Bafralı Andartların eylemlerini hafifletici bir unsur, dış dünya ile iletişimlerinin olmayışı ve sadece kana susamış metropolitin verdiği bilgilerle kısıtlı kalmaları gösterilebilir. Andartlar, en azından Andartların liderleri, savaşın bitmesiyle, 1945-1946 yıllarında Yunanistan�da Slav dilini konuşan Makedonların veya Latin dilini konuşan Ulahların kaderini paylaşacaklarını tahmin dahi edemiyorlardı. Onlar, Yunan hükümeti tarafından vatana ihanetle suçlanıp idam edilmişlerdi.

    Aynen Türk hükümetinin, Türk uyruğuna sahip Bafralı ve Sandalı Hristiyan Andartları vatana ihanetle suçladığı gibi, Yunan hükümeti de, yukarıda belirtilen grubu, yani Slavca konuşan Makedonları ve Ulahları, vatana ihanetle suçladı.

    Pontuslu Andartlar, savaş sırasında düşman Rus ordusunun yanında yer aldılar. Vatandaşı oldukları devletin ordusuna karşı savaştılar. Farklı dine mensup hemşerilerine baskı uyguladılar ve öldürdüler.

    Karavagellis'in kriminal eylemlerine karşın, Trabzon bölgesindeki Yunanlılar bu güçlüklerle dolu donemde neredeyse hiç zorluk çekmediler. Trabzon bölgesinde bir kişinin dahi burnunun kanamaması iki faktöre bağlıydı:

    Bunlardan ilki, Trabzonluların ruhani liderlerinin Hrisanthos Filippidis olmasıydı. Söz konusu piskopos, daha sonra Yunanistan başpiskoposu oldu ve insanlığın parlak bir örneğiydi. İkinci ve en önemli faktör de, Trabzon sakinlerinin yüksek kültür seviyeleriydi.

    Son derece milliyetçi olan Valavanis, yazılarında Trabzonluları su metinle tasvir etmekte, "Trabzonlu Yunanlılar, tüccar ve bilim adamlarıydı. Diğer Pontuslu Yunanlıları niteleyen aşırı heyecan ve coşku onlarda fazla gelişmemişti. Ermenilerin dehşet verici anılarının baskısı altında, milli duygularını daha dizginlemiş olarak Yunan kızıl haçını yaygarasız karşıladılar ve bu akılcı tavırlarıyla Türklerin doğu eyaletine başından beri saygıyla yaklaşmalarını sağladılar."

    Trabzon metropoliti Hrisanthos, Karavegellis'i kendine örnek almadı ve bölgesinde Andart birlikleri oluşturmadı. Tam tersine, 1916'da, Trabzon�un Rus işgali suresince, Türkleri Ermenilerin intikam cinnetinden ve haddini bilmeyen Yunanlılardan korudu.

    Bunun dışında, Hrisanthos, yoksul olan Türk göçmenlere düzenli olarak yemek verdi. Daha sonra, sultanin yetkilileri Trabzon�a tekrar döndüklerinde, bu hizmetini tanıyarak, ona madalya verdiler.

    Ermenilerin dehşet verici olaylarına ve Trabzonluların konuyla ilgili anılarına da gelince, bunlar Van�daki korkunç gelişmelere aittir. Özellikle, 1.Dünya Savası ve Türk ordusu ile Rus ordusu arasında Kafkasya�da süregelen çatışmalar sırasında, Van gölü civarında, Türk hattının ardında, 1915'te ermeni ihtilali patlak verdi.

    Ermeni ihtilalciler, 17 Mayıs 1915'te, küçük Türk muhafız birliğini şehri terk etmeye zorladı ve Van ermeni cumhuriyetini ilan ederek, şehrin Türk kesimini ateşe verdiler. 3 günde toplam 30.000 sivil Türkü öldürdüler. Türk ordusu, 22 haziran 1915'te şehri geri aldı.

    Yunan Andartlarının Pontus'ta buna benzer soykırım suçları, daha çok Sanda ve Paf'ta yer aldı.

    Sanda bölgesinin 7 köyünde nüfusu Hristiyanlar oluşturuyordu. 2.500 metre yükseklikteki yaylada yasayan, daima silahlı, acımasız dağ adamları ve ayni zamanda savaş canlısı bu Hristiyanlar, Sanda Bölgesi�nin 1916'da geçici olarak Rus ordusu tarafından işgal edilmesini coşkuyla karşılayarak civar bölgedeki Türk köylerine saldırılar düzenlediler.

    1920 yılında Türk hükümeti Sandalılara af önerisinde bulundu. Fakat Sandalılar, ilgili şartları kabul etmeyip, sürekli ihlal ettiler ve herhangi bir uzlaşmadan yana tavır almadılar.

    Kanın bir çay gibi aktığı bölge Bafra�ydı ve bu da yerel nüfusun ister Türk olsun, ister Yunanlı, ahlakını bozmakta başrol oynayan Germanos Karavagellis'in önderliğinde gerçekleşti.

    Aşağıda, Bafralı Hristiyanların, asırlardır barış içerisinde yaşadıkları Müslüman hemşerilerine olan tavırlarını tanımlayan, sadece birkaç olaya değinilmektedir.

    Karavagellis'in buyruğu altında Hristiyanlar, Andart saflarını yoğunlaştırmaya ve Türk ordusunu sırtından vurmaya başladılar. Hayatta kalabilmek için de özellikle de Türk köylerini soyuyorlardı.

    Bu eylemler üzerine Türk ordusu, Bafra bölgesinde Andart avına başladı. Andartlar, Nisan 1917'de, kendilerini kovalayan Türklerden kurtulmak üzere, Nepten Dağı eteklerindeki Otkaya Köyü yakınlarında bulunan ve Meryem Ana adını taşıyan mağaraya sığındılar.


    Andartlar 80 kişiydi ve beraberinde yaklaşık 700 kadın ve çocuk vardı. Türk güçleri mağarayı kuşattı, yaralı Andartları öldürdüler.

    Tam iki yıl sonra, 15 Nisan 1919'da 12.000 Andart, Türkleri aldatmak için kadınlarının ve çocuklarının eşliğinde, bir Türk kasabası olan komşu Casur'a gece vakti saldırdılar. Ciddi kriminal eylemler gerçekleştirdiler ve sadece silahlı Türkleri öldürmekle kalmayıp, silahsız vatandaşlara da saldırdılar. Hristiyanlar, 1000 askeri ve 400 kadın ile çocuğu öldürdüler. 400 ev yaktılar, 800 asker, jandarma ve sivili yaraladılar.

    Türk halkına karşı gerçekleştirilen bu soykırım sucunun lideri, aynı zamanda Karavagellis'in sağ kolu, Bafra piskoposu Zinonas Agritelis idi.

    Sürekli Türklerin Yunanlılara karşı işlemiş olduğu soykırım eylemlerinden bahsedildiği ve düzenli bir şekilde Yunanlı Andartların kriminal faaliyetleri hiç anılmadığı için, bunların sadece bir kısmına, Pontuslu milliyetçi yazar Anthemidis'in çalışmalarında bahsedildiği şekilde değineceğiz.

    Yazar, "İhtilalci Terör, Yunanlıların Türk Nüfusuna Karşı Misilleme Eylemleri" başlığını verdiği kitabında, diğerlerinin yanı sıra, şunlardan da bahsetmektedir:

    "Aralık 1922'de, Yunan Andartlar düzensiz Türk birliklerine karşı saldırdılar ve sadece tek bir operasyonda 8 Türk köyünu yaktılar. Yunan Andart birliklerinin geçtiği Türk köyleri tamamen harap olmaktadır..."

    Andartların Türk sivillerine karşı misilleme eylemleri, savaş hukuku ve o donemin Andart Savaşı hukuku çerçevesindeydi. Ayni yazar kitabının başka bir noktasında şöyle devam etmekte:

    "... Levazımları için başlıca kaynakları bundan böyle Türk köyleriydi. Eylül ayında yaklaşık 200 Andart 150 haneli Sivaslı koyunu istila etti, 200 hayvani alarak, (koyu) tamamen yaktı. Tam beş gün sonra 70 haneli Kuteti Köyü�nü istila etti, devamında 50 haneli tayipli koyunu ve Karoglar Köyü�nü...

    20 gün dinlendikten sonra, 500 Yunan Andart ve 1000 sivil, 600 haneli Şehri'yi istila etti, tüm hayvan ve yiyecekleri alıp, sivillerin yardımıyla köyü yaktılar. Kaptanın (çete başı) yaralandığı Pontus'un dağlarında şimşek hızıyla duyuldu. Herkes yardım amaçlı onun yanına koştu. Camiliköy'de kaptanın emriyle, Andartlar misillemeye geçti ve her şeyi tahrip etti."

    En ilginci de bazı Pontuslu yazarların, günümüzde dahi, Pontuslu Andartlarin soykırım suçlarını gururla anlatmasıdır. Ayni zamanda Pontus'lu milliyetçiler, Türk tarafının işlediği suçları histerik bir şekilde ve büyük bir gürültü kopararak kınamaktadır. Ayrıca soykırımın uluslararası alanda tanınmasını talep ederken, kendi taraflarının gerçekleştirmiş olduğu suçlardan dolayı da Türklerden özür dilememektedirler.

    Anlaşıldığı üzere bu profesyonel vatanseverlerin aklından bir kere olsun, bundan böyle geçmişe bakmadan, geleceğe yönelerek, iki tarafın da birbirine yaptığı kötülükten dolayı özür dilemesi geçmedi.

    Bu bilgiler, farklı bir görüsü dinleyerek, kendi sonuçlarını çıkarmaları için Yunan gençlerine, özellikle de Pontus kökenli Yunan gençlerine sunulmaktadır.

    Kaynak: Diplomatik Gözlem
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  4. #4
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    Avrupa Parlamentosu Ermeni soykırımı iddiası yetmiyormuş gibi şimdi de karşımıza 'Pontus Soykırımı' çıkarıyor

    Karadeniz'de Rum Çeteleri

    Avrupa Birliği Parlamentosu'nda geçen ay yapılan oylamada bu kez Türkiye'nin Pontus soykırımını kabul etmesi istendi. Şimdi, Avrupa Birliği'ne girmek için her türlü dayatmayı kabul etmeye hazır bir Türkiye imajı var. Bu imajın farkına varan Avrupalılar şimdi de yeni bir dayatmayla karşımızdalar. Bu dayatma, Pontus soykırımı konusudur.

    Geçen ay Avrupa Birliği (AB) Parlamentosu'nda yapılan bir oylamada, Türklerin Pontus konusunda da soykırım yaptıklarını kabul etmeleri istendi.

    Ermeni soykırımı yetmiyormuş gibi şimdi karşımıza bir de "Pontus Soykırımı" çıkarılıyordu. Pontus olayı denilince, Kurtuluş Savaşı sırasında, Samsun'dan başlayarak Doğu Karadeniz'e doğru yayılan Rum çeteleri akla gelir.

    Şimdi, AB'ye girmek için her söyleneni yapmaya amade bir Türkiye izlenimi var. Bunu görenler Ermeni Soykırımı'nın yanına bir de Pontus Soykırımı'nı eklemiş oluyorlar. Bu nedenle Pontus konusunu tarihsel kökenleri ile birlikte ayrıntılı olarak ele almakta yarar vardır.

    Tarihte Pontus

    Doğu Karadeniz bölgesi, İÖ 400 yıllarında Pers İmparatorluğu'na bağlı bir sapratlıktı. Daha sonra Kapadokya'da bir devlet kuran Datomes 'in yönetimine girdi. Büyük İskender döneminde bu bölge işgal edilemedi. İÖ 300 yıllarında bölgede Pers kökenli Pontus Devleti kuruldu. Başkenti Amasya olan bu devlet, Perslere özgü bir toplumsal yapıya sahipti. Kıyıdaki Yunan kolonileri bu devlete bağlandı. Bölge tarım ve maden zenginlikleriyle ünlenmişti. Sonunda Pontus Devleti Roma İmparatorluğu ile karşı karşıya geldi. Savaşlar sonunda Büyük Roma Devleti'nin egemenliğine girdi. Roma İmparatorluğu'nun dağılmasıyla ortaya çıkan Doğu Roma, yani Bizans İmparatorluğu zamanında, 1024'te IV. Haçlı Seferi'yle İstanbul'a gelen Latinlerin Bizans İmparatorluğu'nu ele geçirmeleri üzerine İmparator Komnenos 'un İstanbul'dan kaçan torunları Aleksios ve David Trabzon'a geldiler. Gürcü Kraliçesi Tamara 'nın da desteğiyle Trabzon'da bir devlet kurdular. Aleksios Kommenos (1204-1222) ilk imparator ilan edildi. Türklerin 1071'den itibaren Anadolu'ya egemen olmaları sonucu bu devlet Selçuklular ve İlhanlılar'la barışçıl ilişkiler yürütmeye gayret gösterdi. 1398'de Yıldırım Beyazıt 'ın Samsun ve Canik'i alması üzerine Trabzon Devleti, Osmanlı İmparatorluğu'na yıllık vergi ödemek zorunda kaldı. Osmanlılar bir süre sonra, 1461'de tüm bölgeyi aldılar ve Trabzon Devleti ya da İmparatorluğu'na son verdiler. Böylece, bu bölge Selçuklular ve Osmanlılar'ın ilk dönemindeki etkileri bir yana bırakılırsa, 1461 yılından bugüne 545 yıldır Türklerin egemenliğinde bulunmaktadır.

    Pontus Rum Cemiyeti

    Pontus Rum Cemiyeti ilk defa 1904 yılında Merzifon Amerikan Koleji'nde gizli olarak kurulmuştu. 1908 yılında Samsun'da "Müdafaa-i Meşrute" , daha sonra "Mukaddes Anadolu Rum" cemiyetlerinin kurulmasıyla Pontus teşkilatı genişletilmiş, Batum'dan İnebolu'ya kadar olan bölgede birçok şube açılmıştı. Pontus Rum Cemiyeti 1909 yılında Atina'daki Küçük Asya (Asya-yı Sugra) Cemiyeti'nin emri altına girmiş, ertesi yıl "Pontus" adlı bir risale yayımlayarak çalışmalarını daha da yoğunlaştırmıştı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus işgal döneminin himaye ettiği bu faaliyetler, Mondros ateşkesi sonrasında bu kez Yunanistan'ın güdümünde yeniden hız kazanmıştı. Cemiyetin amacı Batum'dan Sinop'a kadar uzanan Karadeniz sahillerinde başkenti Trabzon veya Samsun olan bir Karadeniz Rum Cumhuriyeti kurmaktı. Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra yörede oluşturulan Rum çeteleri Türk köylerini basarak terör estirmeye başladılar.

    Diğer taraftan aynı amaç doğrultusunda siyasi faaliyetlerde bulunmak üzere Avrupa'ya heyetler gönderdiler.

    Bu cemiyetin içyüzü 16 Şubat 1921'de TBMM kuvvetleri tarafından Merzifon Amerikan Koleji'ne yapılan ani bir baskın sonucunda ortaya çıkarıldı. Ayrıca, kolejin Amerikalı yönetiminin ele geçen belgelerinde; İslam ve Osmanlı Devleti Hıristiyanlığın en büyük engeli ve düşmanı olarak gösterilmekte, Rum ve Ermeni çocuklarını din ve devlet düşmanı olarak eğitirken, amaçları anlaşılmasın diye birkaç Müslüman çocuğa yaptıkları yardımı büyük günah saydıkları ve bunun için Hz. İsa 'dan af diledikleri belirtilmekteydi. (A. I. Gencer ve S. Özel, İnkılap Tarihi, s. 87)

    Pontus Cemiyeti ve çeteleri hakkında verilen bu özet bilgiden sonra olayların gelişmesini izleyebiliriz.

    Mondros Ateşkesi'nden sonra

    Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'nı kaybedince, 30 Ekim 1918'de yapılan Mondros Ateşkes Antlaşması'yla kendi topraklarının yabancılar tarafından işgal edilmesine izin vermiş oluyordu.

    İngilizler petrol bölgelerini (Musul, Irak), Fransızlar Adana, Maraş, Gaziantep, Urfa ve Suriye'yi, İtalyanlar Antalya, Muğla, Aydın vilayetlerini ve hepsinin karışımı askeri güç İstanbul'u işgal etmişti.

    Yunanlıların 1880'li yılların ortalarından beri uyguladıkları büyük Yunan Politikası (Megali İdea) artık gerçekleşme noktasına gelmiş olarak görülüyordu.

    Yunan tarihçi P. Pipinellis , 1919 yılının 40. yıldönümü nedeniyle yazdığı makalesinde, Yunan emperyalizminin 1919'daki amacı olan bu büyük ideali (Megali İdea) şöyle tanımlıyor:

    "... Yunan varlığının anlamı, Yunanistan'ı, tüm Yunan ırkını bir sınır içinde toplayarak, birleşik ulusal bir devletin çekirdeği haline gelmeye zorluyordu. ... Herkes kendisini Bizans İmparatorluğu'nu yeniden canlandırma hayaline kaptırmıştı..." (R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı ve Dış Politik a, C. 1, S. 30-41)

    Yunan Başbakanı Venizelos 'un liderliğinde yürütülen bu politikaya göre, Yunanlar birleşecekler, Batı Anadolu'da (İonia'da) Yunan krallığını kuracaklar, Karadeniz'den Trabzon'a kadar uzanarak, Trakya ve İstanbul'u kapsama alanına dahil edeceklerdi.

    İşte bu noktada Yunanlar İzmir ve tüm Ege bölgesini ele geçirmek istediler. Yunan Başbakanı Venizelos, Ocak 1919'da toplanacak olan Paris Barış Konferansı'na bir rapor sundu. Yunan isteklerini kapsayan rapor Trakya, Batı Anadolu, Ege Adaları ve Pontus olarak 4 ana maddede toplanabilir. (Ş. Turan, Devrim Tarihi C. 1, S. 111)

    Bu istekler aslında Yunan "Megali İdea" sının bir rapora yansımasıydı. Tarih ve siyasetbilimi açısından son derece ilginç olan bu rapordaki istekler şöyle özetlenebilir:

    1) Trakya

    Yunanistan, Edirne ve İstanbul da içinde olmak üzere, Trakya'nın kendisine verilmesini istiyor; Boğazların Milletler Cemiyeti tarafından yönetilmesine razı olacağını belirtiyordu.

    2) Batı Anadolu (Ege)

    Marmara kıyılarından başlayıp Antalya Körfezi'ne kadar tüm Batı Anadolu'nun, Balıkesir, Bandırma, Ayvalık, Edremit, İzmir, Ödemiş ve Aydın'ın kendisine verilmesini istiyordu.

    3) Ege Adaları

    Yunanistan o tarihte Türk egemenliği altında bulunan İmroz ve Bozcaada ile Fransızların elinde bulunan Meis'in ve İtalyan işgalindeki Rodos ve Oniki Ada'nın kendilerine verilmesini istiyordu.

    4) Pontus (Trabzon ili)

    Batum'dan İnebolu'ya kadar uzanan ve Pontus adını verdikleri, eski Trabzon devletinin hüküm sürdüğü bölgenin Yunanistan'a bağlanmasını istiyordu.

    Pontus Gazetesi

    Bu yöredeki Rumlar, 23 Şubat 1919'da Rum Karadeniz Cumhuriyeti adıyla yeni bir devlet kurma kararı aldılar. Bu kararlarını da İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiserliği'ne sundular. Bir hafta on gün sonra 4 Mart 1919'da İstanbul'da Pontus adlı bir gazete yayın yaşamına girdi ve ilk sayısında amacını, "Trabzon'da bir Rum Cumhuriyeti'nin kurulmasına hizmet için çıkıyoruz" diye verdi. (Z. Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü C. 1. s. 157)

    Ayrıca Trabzon'da bir Pontus Cemiyeti kuruldu. Bu gelişmeler sürerken yerel Osmanlılar tarafından kurulan Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti, çok geçmeden başta Rize olmak üzere Doğu Karadeniz bölgesinde pek çok şubesini açarak faaliyete geçirdi.

    Lazistan'ın merkezi kabul edilen Rize şubesi, Tuzcuoğlu Şaban 'ın başkanlığında, Kazancıoğlu İbrahim, Turnaoğlu İsmail, Tuzcuoğlu Hakkı, Taviloğlu Ethem ve Faik Efend i' den oluşmuştu.

    23 Nisan 1919'da bir açıklama yapan bu şube, Osmanlı Devleti'ne bağlı olduğunu, ayrı bir devlet kurmak gibi düşünceleri olmadığını belirtti.

    Öte yandan bağımsız bir Pontus devleti kurmanın güçlüklerini gören kimi yerel Rumlar, Müslüman Türklerle birlikte, Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı, ama özerk bir devlet kurmanın geçerli olacağını düşünmeye başladılar. "Ben bu makama Padişah'ın iradesiyle geldim" diyen Giresun Metropoliti Lanzandios bile bu görüşten yana çıkmıştı. ( M. Goloğlu , Erzurum Kongresi, s. 12, 40)

    VENİZELOS, ERMENİLERLE DAYANIŞMA İÇİNDEYDİ
    Projede Sıvas da Vardı

    Venizelos, Barış Konferansı'na sunduğu raporda, Pontus Rum İmparatorluğu ya da Pontus Devleti adını kullanmamış, Trabzon ili demeyi uygun bulmuştu.

    Bu bölgenin Wilson İlkeleri'ne göre Rumluğunu kanıtlamak amacıyla rakamlar verirken, Trabzon'un çok uzağındaki Sıvas ve Kastamonu illerini de bu projeye dahil etmişti.

    Trabzon ilinden söz ederken Sıvas'ı da işin içine katması, Venizelos'un Ermeni isteklerini göz önüne aldığındandır. Bir dayanışma örneği sergileyip, bu alanlarda ödünler vermeye hazır olduğunu belirterek konferansa sunduğu raporda, Ermeniler için kurulması öngörülen devletin denize çıkışını sağlamak amacıyla Trabzon'u Ermenilere bırakabileceğini de belirtmişti.

    Venizelos, 3 Şubat 1919'da, Paris Konferansı'nda Onlar Konseyi adı verilen o günkü büyük devletlerin temsilcilerinden oluşan konseyin önüne çıkarak bu düşüncelerini savunmuştu ve bu düşüncelerini Wilson İlkeleri'nin 12. maddesinde yer alan "Self-Determination" ilkesine dayandırmıştı.

    Ancak Venizelos için en önemli konu, Ege bölgesiydi. Bu nedenle isteklerinin aşırı bulunmasını önlemek için Trakya, İstanbul, Rodos, Oniki Ada ve Pontus konularında pek fazla ısrarcı olmamıştı.
    (Ş. Turan, a.g.e., s. 112)

    Bu konferansta konuşmalar sürerken kendilerini en güçlü bir biçimde destekleyen İngilizlerin bile Pontus konusunda abartılmış istekleri hoş karşılamadıklarını gören Venizelos, konferansın 21 Şubat 1919 tarihli toplantısında, Pontus Cumhuriyeti'nin kurulması isteğinden vazgeçmiş, bu yörenin Ermenistan'a katılmasının uygun olacağını resmen söylemişti.

    PONTUS AYAKLANMASI

    Bölgenin Rumlara verilmesi için yapılan çete savaşlarını Pontus Cemiyeti yürütüyordu.

    Pontus Cemiyeti , 1904 yılında Merzifon'daki Amerikan Koleji'nde, orada okuyan Rum öğrenciler tarafından kurulmuştu. Okulun Amerikalı müdürü Mr. White, tüm Hıristiyan azınlıkların Osmanlı yönetiminden bağımsızlaşması için güçlenmeleri gerektiğine inanıyordu.

    Okulda Pontus adlı spor dernekleri kurulmuştu. Cemiyet, düşlediği Pontus Cumhuriyeti'nin bir haritasını bastırıp dağıtmıştı. Bu haritaya göre merkezi Samsun olmak üzere Batum'dan İnebolu'ya kadar Karadeniz kıyıları ile Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sıvas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve Erzincan bu sözde cumhuriyetin sınırları içinde gösteriliyordu.

    İstanbul'daki Kordos Cemiyeti, bir yandan Rum göçmenleri bu bölgeye yerleştirirken, Türkçe konuşan Rumlara da Türkçeyi unutmaları için baskı yapılıyordu. İstanbul'daki Ortodoks Patrikhanesi Rum Pontus, Mavrı Mira, Etniki Eterya, Kordos Cemiyeti, Rum İzci Derneği gibi örgütleri yönetiyordu.

    Rum çetelerini Amasya Metropoliti Yermanos ile Samsun Tütün Fabrikası Müdürü Tokomanidis yönetiyorlardı. Yardım amacıyla Kızılhaç heyetleri arasında gelen kimi subaylar (Amerika ve diğer ülkelerden) bu çeteleri askerlik yönünden eğitmekteydi.

    Bu çetelerin gelişmesi ve güçlenmesi üzerine Yunanistan ve Rum kilisesi daha etkin bir girişim başlattı.

    METROPOLİTİN ETKİSİ
    Bölgedeki Rumların Faaliyetleri

    Yunan isteklerinin oluşmasında ve Yunan askeri güçlerinin İzmir'e çıkmalarında Efes Metropoliti C. Kristsostumos nasıl etkili bir rol oynadıysa, Trabzon Metropoliti Krisantos da Pontusçuluk propagandasında aynı rolü oynuyordu.

    Dini liderlerin bu dönemde ne derece ve ölçüde bağnazlıkla hareket etmek yeteneğinde oldukları, İznik Başpiskoposu Vassilios 'un şu sözleriyle anlaşılabilir: "Geride bir tek ferdi kalmamak üzere Türklerin tamamıyla yok olmasını ne kadar isterdim." (G. Jaeshke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, S. 52)

    Yukarıda belirtildiği gibi her ne kadar Venizelos Ege bölgesini ve Trakya'yı garantiye almak için "denize çıkışı" sağlamak nedeniyle "Trabzon vilayetini Ermenilere bırakacağını" söyleyerek Ermenilerden ve Avrupa devletlerinden destek sağlamaya çalışıyorsa da, yerel Rumlar ve metropolit Krisantos, Venizelos'un bu konuşmasını asla kabul etmiyordu.

    Bu kesim, "Trabzon İmparatorluğu" anısıyla bir "Pontus Cumhuriyeti" kurulması için çok hızlı bir çalışmaya çok önceden girmişti.

    30 Ekim 1918 Mondros Ateşkesi'nin üzerinden henüz bir ayı geçmeden 1918 Kasım ayının sonunda Marsilya'da bir kongre toplandı. Bu kongrede 1.5 milyon Ortodoks Pontuslu Rumun himayesinin, yenen bağlaşık devletlerinden "istirham edilmesi" (yalvarma, dileme) kararı alındı.

    2 Aralık 1918'de İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na (Foreign Office) Marsilya'daki Kongre Başkanı C. G. Kostantinides imzasıyla gelen yazıda,

    "... Vaktiyle Komnen İmparatorluğu'nun olan bu memlekette halkın çoğunluğu hâlâ Rumca konuşmakta olup Rum âdet ve geleneklerini muhafaza etmektedir... Nihayet Türk zulmünün artık sonu gelmiş olduğunu görüyoruz."

    İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na gelen bu dilekçeye Arnold F. Toynbee şu derkenarı eklemiş: "Bu muhtırada ileri sürülen istatistik ve hudutlar hayal mahsulüdür..." (G. Jaeschke, İngiliz Belgeleri , s. 57)

    Ancak ne var ki bu oluşumları Reuter haber ajansı 15 Aralık 1918'de Atina'dan şöyle vermişti:

    "İstanbul kaynaklı söylentilere göre Karadeniz kıyılarında yaşayan Rum halkı, başşehri Trabzon olmak üzere bir Pontos Hükümeti kurulmasını ileri sürmek için Avrupa merkezlerini ziyaret etmek üzere komiteler teşkil etmektedirler." (The Morning Post, 12 Aralık 1918)

    Bu yörenin Rumlara verilmesi için Atina'da, İstanbul'da Rumların hareketi duraksamadan sürüyordu. Özellikle Paris Barış Konferansı'nda Venizelos'un konuşmasından sonra, 5 Şubat 1919'da kurulan komisyon çalışmalarını sürdürürken, Karadeniz sahillerinde çok ciddi bir faaliyet gözlemleniyordu.

    İŞGAL GÜÇLERİ
    TBMM'ye şikâyet ettiler

    Pontuslardan kimilerinin İstiklal Mahkemesi'nde ölüm cezasına çaptırılmaları Eylül 1921'de işgal güçlerini harekete geçirdi, TBMM hükümetine şikâyette bulundular.

    Ancak hükümetin bunlara verdiği yanıt gerçekten ilginçtir. Bu yanıtta özet olarak şu noktalar üzerinde durulmuştur:

    * Yunanlılar Trakya'da ve İzmir'de çok kötü hareket etmiş, Marmara Bölgesi'nde 20.000 Türk öldürmüşlerdir.

    * (Karadeniz bölgesindeki) Rum azınlığını çoğalmak için Yunan hükümeti ile Patrikhane, her tedbire başvurmakta ve Rusya'nın güneybatısında yaşayan Rumları Anadolu'ya göç ettirmektedirler.

    * Mondros Mütarekesi'nin imzalandığı tarihten 1920 Eylülü'ne kadar geçen zaman içinde Rum çeteleri, yalnız Samsun çevresinde 699 kişiyi öldürmüş, 59 kişiyi yaralamış, 15 kişiyi dağa kaldırmış, 13 Türk kadınını kirletmiş, 41 köy ile 26 çiftlik ve değirmeni yakmışlardır.

    * Yunanlılar, devletler hukukunu hiçe sayarak Türk uyruklu Rumları silah altına almaya başlamışlardır.

    * Yunanlılar tarafından silahlandırılan Samsun bölgesindeki Rum köylerinde 2.500 tüfek ile 1.200.000 mermi bulunmuştur.

    * Batı Anadolu'da bulunan Yunan kuvvetlerinin Anadolu içlerine bir ilerleme yapması halinde, Karadeniz kıyılarında bulunan ve Yunanlılar tarafından silahlandırılmış olan Rumların Türk Ordusu'nu arkadan vuracakları anlaşılmıştır. Bu nedenlerle Karadeniz kıyılarındaki Rumlar, Anadolu içlerine gönderilmiş, ancak bu gönderiliş sırasında kendilerine hiçbir kötülük yapılmamıştır.

    (G. Jaeschk, Kurtuluş Savaşı Kronolojisi , s. 161, İstiklal Harbi -İç Ayaklanmalar- s. 148)

    İki Taraftan Kuşatma

    Pontus Rum Devleti' ni kurmak amacıyla Samsun ve Tokat dolaylarında fiilen 6 Aralık 1920 'de ayaklanma başladı. Bu ayaklanma Yunan ordusunun 1921 yazındaki kara ve deniz harekâtına paralel bir gelişme göstermiş, böylece Türk ordusunun iki taraftan kuşatılması amaçlanmıştı. TBMM kuruluşundan itibaren bu konuyu önemle ele almış, Merkez ordusunu kurmak ve kıyı kesimindeki şüpheli kişileri iç kısımlara sevk etmek suretiyle bu oyunu bozmuştu. Pontus Ayaklanması Yunan ordusunun Batı cephesinde kesin bir yenilgiye uğratılmasıyla ciddi bir tehlike olmaktan çıkmış, ancak Pontus çetelerine karşı başlatılmış olan harekât 6 Şubat 1923 gününe kadar sürdürülmüştü.

    RUM MEZALİMİ

    Rum çetelerinin yörede yaptığı mezalimin tam rakamlarını bilmek pek kolay değildir. Ancak sadece Samsun yöresinde 699 Türk'ün öldürüldüğü bilinmektedir.

    Öteki yörelerde öldürülenlerle birlikte ölü sayısı 1921 sonuna kadar 1641'i buldu. Yaralanan ve evleri yakılan binlerce Türk vardı. Hayvan sürüleri, mallar yağmalanıyor, terör ve baskı her yanda kol geziyordu. Çeteler artık ciddi bir ayaklanma içine girmişlerdi. Onlarla baş edilemiyordu.

    Çetelerin ortadan kaldırılması amacıyla bölgeye gönderilen 15. Tümen'in alayları başarılı olamadılar. Aralık 1920'de Amasya'da Merkez ordusu oluşturuldu, başına Sakallı Nurettin Paşa atandı.

    Nurettin Paşa sert önlemler alarak ayaklanmayı bastırmaya girişti. Samsun metropolit vekili Rapaz Eftim , İstiklal Mahkemesi'ne gönderildi.

    MERZİFON AMERİKAN KOLEJİ

    Merzifon Amerikan Koleji'nde Türkçe öğretmeni Zeki Bey' in öldürülmesi üzerine TBMM ulusalcı güçleri Merzifon Amerikan Koleji'ni ablukaya aldılar ve içeriye girdiler.

    Amerikan Koleji'nde ayrılıkçı Pontus Rum Cemiyeti'ne ait çok sayıda belge ve harita, Yunan bayrağı ve Pontus'la ilgili armalar ve belgeler ele geçirildi.

    Pontus hareketine temel olan bu kışkırtıcı belgelerin ele geçirilmesiyle, kolejin sorumlu Amerikalı yöneticileri yurtdışına zorunlu olarak gönderildi.

    Bu baskından sonra, Pontus Cemiyet'nin çalışmaları daha etkin bir biçimde denetlendi. Ortodoks din adamları daha ciddi olarak izlemeye alındı. Çeteciliğe yardımcı olan kimi Rum köyleri boşaltıldı. 1922 yılı başında, Rum çetelerinin faaliyetlerinin ve ayaklanmanın bastırılması için TBMM hükümeti kesin harekâta başladı.

    Bu konuda biraz daha ayrıntı verelim:

    Merzifon Koleji'nde ele geçirilen bu belgelerden sonra TBMM'de yapılan konuşmalarda zabıtlara geçen noktalar aşağıdadır:

    "Okul niteligini kaybetmiş ve Pontus ayrılıkçı hükümeti için teşekkül eden mükemmel ve siyasi bir kulüp olduğu anlaşılan bir kuruluş haline gelmişti." (TBMM Zabıt Çevirileri, C. 15. s. 241)

    İnebolu'nun bombalanması

    Pontus faaliyetleri ve isyanı ancak İzmir'in kurtuluşundan sonra tamamen ortadan kaldırıldı.

    Türk İstiklal Savaşı'nda kullanılan silah ve cephanelerin Anadolu'ya geçiş noktası olan İnebolu'nun bombalanması olayı, Pontus hareketi ile bağlantılıdır.

    9 Haziran 1921'de sabah saat 6'da Yunanlıların Kilkis adındaki savaş gemisi ve muhripleri İnebolu Limanı'na girdi. Karaya çıkan iki subay, Türk sivil ve askeri makamlarına bir nota verdi. Buna göre 2 saat içinde İnebolu'da bulunan "savaş araç ve gereçleri imha" edilecek, "toplar tahrip" edilecek ve top arabaları ile halkın elinde bulunan silahlar, telefon ve telgraf makineleri, limandaki tekneler Yunanlılara teslim edilecek, ayrıca şehirdeki kuvvetler de şehri terk edeceklerdi. (Türk İstiklal Harbi Deniz ve Hava Harekâtı, s. 43)

    İnebolu'daki yetkililer hemen Ankara ile temasa geçtiler. Ankara, Yunan notasının reddedilmesi ve düşmana silahla karşı çıkılması talimatını verdi. İnebolu'nun güvenlik altına alınması içinde Refet Bele Paşa İnebolu'ya gönderildi.

    Yunan gemilerinden karaya asker çıkarılması durumu karşısında, İnebolu'ya destek birliği gönderildi. Yunanların gerek İnebolu'yu savaş gemileriyle taciz etmeleri, gerekse Pontus çeteleriyle sürekli halka baskı yapmaları ve bölgede terör estirmeleri üzerine, silah ve cephane gelişinin denetim altına alınması amacıyla Ankara hükümeti bazı önlemler aldı.

    Bakanlar kurulu 12 Haziran 1921'de, Amasya'da kurulmuş olan Merkez Ordusu'nun önerisi üzerine, Samsun ve İnebolu'ya bir Yunan çıkarması olasılığına karşı, kıyılardaki Rum erkeklerin iç bölgelere göç ettirilmesine karar verdi.

    Pontus çetelerinin hareket halinde olduğu, Karadeniz sahillerinin Yunan torpidoları tarafından bombalandığı bu sıcak ortamda, Sivas ve civarında İngilizlerin kışkırtmalarıyla Koçgiri İsyanı patlak verdi. Aslında isyan 1921 yılının mart ayında başlamış ve sürüyordu.

    Nurettin Paşa 'nın etkin komutanlığı sayesinde Pontus isyanı giderek denetim altına alındı.

    Merkezi Amasya'da bulunan Merkez Ordusu komutanlığına Nurettin Paşa getirildi. Karadeniz kıyısındaki şehir, kasaba ve köylerdeki Rumlar iç kısımlara nakledildi, 4 Şubat 1921'de Samsun Metropolidi Eftimos ile başpapaz Platon Matnoz İstiklal Mahkemesi'ne verildi. Bu arada Samsun ve Trabzon metropolitlik merkezlerinde arama yapıldı. Burada Pontusçulara ait belgeler ele geçirildi.

    Pontus ayaklanması 6 Aralık 1920'de başladı, 23 Şubat 1923 tarihine kadar 15 ay sürdü. Temel olarak Samsun, Bafra, Amasya, Merzifon, Erbaa, Niksar, Tokat ve kısmen Trabzon dolaylarında etkili oldu.

    Pontus çetelerinin faaliyetleri ve isyanı, İzmir'in kurtuluşu 9 Eylül 1922'den sonra, 23 Şubat 1923 tarihinde tamamen ortadan kaldırılabildi.

    Yunan baskınına karşı halk imeceye koştu

    1Haziran 1921'de Sovyet Rusya'dan gönderilen önemli miktardaki savaş malzemesi, Bahricedit vapuruyla İnebolu'ya geldi:

    Yunanlıların baskınından korkuluyordu. Bütün yakın köylere haber salındı. Herkes kıyıya koştu, sandıklar, denkler elden ele, omuzdan omuza uçuruldu. Gümrük, banka, telgrafhane ve diğer taş yapıların arkasına taşınarak üzerleri muşambalarla örtüldü. (Nuretin Peker, İnebolu, Kastamonu ve Havalisi Deniz ve Kara Harekâtı , s. 329)

    Bunun üzerine 2 Haziran 1921'de Yunan torpidosu, Karadeniz Ereğlisi'ne gelerek kıyıya top atışı yaptı. Bunun üzerine İnebolu'ya indirilen cephane, savaş araç ve gereçleri halk tarafından yavaş yavaş iç kısımlara taşınmaya başlandı. "İnebolu köylerinden duyan koşuyordu: İnebolu'ya cephane gelmiş, haydi imeceye!" , 8 Haziran 1921'de İnebolu Kaymakamı'ndan Kastamonu Valiliği'ne gönderilen telgrafta şöyle diyordu: "Bugün askeri eşya yüklü manda ve öküz arabası yola çıkarılmıştır. Arz olunur." (Z. Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü , III, s. 560) 9 Haziran 1921 günü gece sabaha kadar 250 tonluk bir gemi İnebolu'ya savaş araç ve gereçleri boşaltmaya başladı. Karadeniz'de dolaşan Yunan devriye gemilerinin bir baskınından endişelenen İnebolulular, gelen silah ve cephaneyi boşaltmak için gene seferber oldular. Ancak sabaha karşı Yunanlıların Kılkış ve Averof adlı gemileri İnebolu Limanı'na girerek kenti bombalamaya başladılar.

    Rumlar, Wilson ilkelerine göre egemenlik elde edebilecekleri inancıyla bölgeye göç hareketi başlattılar
    Pontus'un 'çoğunluk' girişimi

    Çalışma alanını Rize'den Ordu'ya kadar yaygınlaştıran Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti gittikçe azgınlaşan Rum çetelerine karşı koyabilmek için "silahlı savunma"ya yönelmek zorunda kaldı. Bu amaçla ilk aşamada motorcu ve kayıkçılar örgütlendi ve silahlandırıldı. Yörenin sözü geçen ailelerinden Serdaroğulları Akçaabat'ta; Tuzcu ve Mataracıoğulları Rize-Hopa dolaylarında, Sarıalioğulları ve Çakıroğulları Of'ta kendi adamlarını silahlandırdılar. Rum çetelerinin en etkin olduğu Giresun'da ise kendi başına çete kurmuş olan kayıkçı Topal Osman, derneğe katıldı ve Rum çetelerine karşı ciddi hizmetler gördü.

    Rumlar özellikle istanbul'daki metropolit eliyle Pontus adını verdikleri bölgede egemen olabilmek için, Wilson İlkeleri'ne göre çoğunluğu sağlayabilmek amacıyla önemli bir girişim başlattılar. Trabzon, Samsun, Sinop, Amasya bölgelerindeki Ortodoks din liderlerinin buyrukları altında çalışmalar hızlandırıldı. Bu bölgedeki Rumların nüfusunu artırmak amacıyla Rusya ve Kafkaslar'dan Rum ve Ermeni göçmenler getiriliyordu. (İngiliz Devlet Arşivi FO/4158/113183-S.R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, C. 1, s. 48)

    Rusya'dan getirilen yerli göçmenlerin sayısı 250.000'i bulmuştu. Aynı zamanda yerli Rumları da silahlandırmaya başladılar.

    İstanbul'da Rum kilisesinin liderliği altında KORDUS adı verilen bir yardım komisyonu kuruldu. Aslında yardım perdesi altında kurulan KORDUS örgütü, Yunanistan'dan gelenlerle İstanbul'dan gönüllü yazılanları silahlandırıp Karadeniz'e yolluyordu. (Tayyip Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken , C. I., S. 154.)

    Bu gönüllülerden ve yerel Rumlardan Rum çeteleri oluşturuldu. Çeteler, Trabzon'dan Samsun'a kadar bölgedeki Türk köylerine saldırmaya başlamışlardı.

    İNGİLİZ ÇIKARLARI

    Mondros Ateşkesi'nden sonra İngilizler hemen bir hafta içinde önce petrol bölgesi Musul'u, sonra da Kafkaslar'ı denetim altına almıştı. 8 Aralık 1918'de Batum'u işgal etmişler, Ocak 1919'da da Kars'ı ele geçirmişlerdi.

    İngilizler Kafkaslar'ı işgal ettiklerine göre, kendileri için önemli olan Karadeniz kıyıları, özellikle Trabzon Limanı'nın Rumlar tarafından denetim altına alınmasını çok olumlu karşılıyorlar, bu nedenle Rum çetelerinin gelişme ve girişimlerine hoşgörüyle bakıyorlar ve destekliyorlardı.

    Bu noktada İngiltere, Osmanlı Devleti'ne bir nota vererek Karadeniz'de oluşan Türk çetelerinin yerel Rumları taciz ettiğini bildirdi. (21 Nisan 1919) İngiltere Rum çetelerinin yaptıklarını görmezlikten geliyor, suçu Türklere atıyordu. İngiltere bu ultimatomunda yöreye dirayetli bir komutan atanmasını, olmadığı takdirde Samsun ve bölgesini işgal edeceğini bildirdi. Nitekim İngiltere 9 Mart 1919'da 200, arkasından 150 kişilik bir İngiliz birliğini Samsun'a çıkarmış ve Merzifon'u işgal etmişti.

    İngiltere Kafkaslar'daki petrol çıkarlarını korumak için Türklerin hiçbir harekette bulunmamasını, Rum çetelerinin de bölgeye egemen olmasını istiyordu .

    ULUSAL HAKLARI KORUMA DERNEĞİ'NİN KURULUŞU

    Yunan isteklerinin açık biçimde belli oluşu, yerel Rumların çeteler kurarak Müslüman halka saldırmaları karşısında ulusalcı kesimler harekete geçti. Trabzon'da, Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti'nin (Trabzon Ulusal Hakları Koruma Derneği) kuruluşu gerçekleşti.

    Başkanlığını Belediye Başkanı Barutçuoğlu Ahmet Efendi 'nin üstlendiği dernekte, oğulları Faik Ahmet ve Hafız Mehmet , Eyüpoğullarından İzzet ve Ömer Fevzi, Abanozoğlu Hüseyin, Murathanoğlu Emin , Nemlioğlu Şevki, Müftüoğlu Han Ahmet görev aldılar.

    İsminden de anlaşılacağı gibi, bu dernek bir Kuvayı Milliye kuruluşuydu ve Faik Ahmet Barutçu'nun başyazılarını yazdığı İstiklal gazetesi de derneğin görüşlerini yansıtmaya başladı.

    Çok geçmeden derneğin Giresun, Of ve Ordu şubeleri açıldı. Giresun şubesi Dizdaroğlu Eşref 'in başkanlığında öğretmen Niyazi Tayyip, İbrahim Hamdi, Dr. Ali Naci ve hukuk öğrencisi Ethem Nazif 'ten oluşuyordu. Ayrıca Işık, Karadeniz ve Yeni Giresun gazeteleri bu ulusalcı girişime destek oluyorlardı.

    Rum çetelerine karşı bilinçli mücadeleye giren dernek, o derece hassastı ki, yönetim kurulu üyelerinden Ömer Fevzi, ABD Yüksek Komiserliği'ne başvurarak Amerikan mandasından yana olduğunu bildirmesi üzerine üyelikten atıldı. (M. Goloğlu, Erzurum Kongresi, s. 173)

    KARABEKİR'İN ULUSALCI TAVRI

    XV. Kolordu Komutanlığı'na atanan Kazım Karabekir , Nisan 1919'da Trabzon'a geldi. Dernek yönetimiyle konuştu. Halkın elindeki mevcut silahların antlaşma devletlerine teslim edilmeyip, halkın "meşru savunması" için kullanılması kararı verildi. Karabekir'in gelişi derneğin çalışmalarını olumlu yönde etkiledi.
    ÖRGÜTLERİN YAPISI
    Toplam çeteci sayısı 25 bini buldu

    Dağlarda kurulan Pontus örgütleri şöyleydi:

    a) Birtakım elebaşılar yönetiminde silahlı ve savaşçı birlikler;

    b) Bunların beslenmesini sağlayan üretimci Pontus halkı;

    c) Yönetim ve kolluk kurulları ile kentlerden ve köylerden yiyecek sağlamakla görevli ulaştırma kolları.

    Çetelerin çalışma bölgeleri ayrılmıştı. Pontus haydutlarının kuvveti, başlangıçta 6.000 - 7.000 silahlı idi. Daha sonra her yerde katılanlarla 25.000'i buldu. Bu kuvvetler, ufak birliklere ayrılarak türlü yerlerde barınıyorlardı. Pontus çetecilerinin işi gücü, Müslüman köylerini yakmak, Müslüman halka karşı, usa, imgeye sığmaz ağır suçlar işlemek gibi, kan dökücü bir sürünün yaptıklarından başka bir şey değildi.

    Biz, Anadolu'ya çıkar çıkmaz Türk halkını uyardık. Akla gelen tehlikelere karşı önlemler almaya başladık.

    Merkezi Sivas'ta bulunan Üçüncü Kolordu, bütün çabasını, türlü bölgelerde gözüken çeteleri izleyip tepeleme işine özgüledi. Trabzon bölgesinde dolaşan ' Köroğlu' adındaki Rum çetesiyle ' Eftalidi' çetesini ve öbür çeteleri merkezi Erzurum'da bulunan Onbeşinci Kolordu izleyip tepeliyordu. Bir yandan Pontus haydutlarının dönüp dolaştıkları yerlerde, halk silahlandırılarak ulusal örgütler kuruldu."

    (Söylev, sadeleştiren H.V. Velidedeoğlu, Cumhuriyet Kitapları, s. 303-305)



    Karadeniz'de yaşanan ve Rum çetelerinin çıkardığı çatışmalar Söylev'in 'İç İsyanlar' bölümünde yer almıştır
    Atatürk 'Pontus'u anlatıyor

    Atatürk, Söylev'de Pontus konusunu iç çatışmalar ve iç isyanlar bölümünde anlatmıştır. Pontus konusunu Atatürk'ün kendi anlatımından izleyelim:

    "Sayın Baylar, bu Söylev'in başlangıcında bir Pontus sorununa değinmiştim. Bu sorun, belgeleriyle, herkesçe öğrenilmiştir. Ancak bizi de çok uğraştırdığından burada ilgisi bulunan bazı noktalarına değineceğim.

    1840 yılından, yani üç çeyrek yüzyıldan beri, Rize'den İstanbul Boğazı'na değin Anadolu'nun Karadeniz bölgesinde eski Yunanlılığın diriltilmesi için çalışan bir Rum topluluğu vardı. Amerika'daki Rum göçmenlerinden Rahip Klemetyos (Klematios) adında biri, ilk Pontus toplantı ocağını İnebolu'da, şimdi halkın ' Manastır' dediği bir tepede kurmuştu. Bu örgüt üyeleri, zaman zaman, ayrı ayrı haydut çeteleri kurarak çalışıyorlardı. Genel Savaş (Birinci Dünya Savaşı) sırasında dışardan dağıtılan silah, cephane, bomba ve makineli tüfeklerle Samsun, Çarşamba, Bafra ve Erbaa ' daki Rum köyleri sanki birer silah deposu durumuna gelmişti.

    Ateşkes Anlaşması'ndan sonra bütün Rumlar, Yunanlılık ulusal amacıyla her yerde şımardığı gibi, Etniki Eterya Derneği propagandacıları ile Merzifon'daki Amerikan kurumlarınca eğitilip yetiştirilen ve yabancı hükümetlerin silahlarıyla güçlendirilip yüreklendirilen bu bölgedeki Rum topluluğu da bağımsız bir Pontus Devleti kurmak isteğine kapıldı. Bu amaçla genel bir başkaldırı hazırladılar. Dağlara çekildiler; Amasya, Samsun ve dolayları Rum metropoliti Yermanos 'un yönetiminde, düzenli bir programla çalışmaya başladılar. Bir yandan da Samsun'daki Rum komitacılarının başkanı Reji Fabrikası (Tütün) Müdürü Tokomanidis, Orta Anadolu ile haberleşmeyi sağlamaya çalışıyordu. Kimi yabancı hükümetler, Pontus'un kurulmasına yardım edeceklerine söz verdiler ve Samsun dolaylarındaki Rumların sayısını artırmak için de Rusya'daki Rum ve Ermenileri Batum'da topladılar. Onları, Türk Kafkas ordularından alınıp Batum'da depo edilen silahlarla donatarak, kıyılarımıza çıkarmaya başladılar. Çetecilik etmek üzere, kıyılarımıza çıkarılabilecek birkaç bin Rum'u Sohum'da topladılar; başlarına da Haralambos adında bir adam verdiler. Batum'da toplananların da Haralambos'un yanındakilere katılmaları sağlanıyordu. Bunları, yurdumuz içinde, Samsun'da kimi yabancı temsilciler koruyor ve silahlandırıyorlardı. Kıyılarımıza çıkan bu çeteler ' göçmenleri besleme' adı altında, yabancı hükümetlerce yedirilip giydiriliyordu. Yabancı Kızılhaç kurulları arasında gelen subayların da örgüt kurmakla ve çetecileri askerlik yönünden eğitip gelecekteki Pontus Devleti'nin temelini atmakla görevlendirildikleri anlaşılıyordu.

    4 Mart 1919 günü İstanbul'da Pontus adıyle yayımlanmaya başlayan bir gazetenin başyazısında bunun, ' Trabzon ilinde Rum Cumhuriyeti'nin kurulmasına çalışmak amacıyla yayımlandığı' açıklanmıştı.

    Yunanistan'ın kurtuluş gününe rastlayan 7 Nisan 1919 günü, her yerde ve özellikle Samsun'da gösteriler yapıldı. Yermanos 'un saygısızca davranışları, Rumların düşüncelerini ve isteklerini açığa çıkardı. Bafra ve Çarşamba dolaylarındaki yerli Rumlar, sık sık kiliselerde toplanıyor, örgütlerini ve donatımlarını güçlendiriyorlardı. 23 Ekim 1919 günü, Doğu Trakya ve Pontus için merkez olarak İstanbul kabul edilmişti. Venizelos, İstanbul'un merkez olması işinin daha sonraki bir zamana bırakılarak, bunun yerine Pontus Hükümeti'nin kurulmasının uygun olacağı kanısında bulunduğunu belirtmiş ve buna göre İstanbul Patrikliği'ne yönerge vermişti.

    Bir yandan da İstanbul'da Yunan gizli kolluğu kurmakla görevlendirilen Albay Aleksandros Zimbragaki, Pontus jandarmasını düzene sokmak üzere ' Eyfel' adlı Yunan torpidosu ile bir subaylar kurulunu göndermişti.

    Türkiye'de bu işler olurken Batum'da da 18 Aralık 1919'da ' Pontus Rum Hükümeti' adıyla bir hükümet kurulmuş ve örgütlenmeye başlamıştı. 19 Temmuz 1920'de de Batum'da, Karadeniz, Kafkas, Güney Rusya Rumları Pontus sorunu üzerine bir kurultay topladılar. Bu kurultayın muhtırası, üyelerden birinin aracılığıyla, İstanbul'daki Rum Patrikliği'ne gönderildi. Pontusçular, 1920 yılı sonlarına doğru çalışmalarını büsbütün artırarak iyice ortaya çıktılar. Bizi sağlam önlemler almak zorunda bıraktılar.

    Kaynak: Cumhuriyet
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  5. #5
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    Kelime olarak "Büyük Fikir (Ülkü)" anlamına gelen Megali İdea, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u alarak, Bizans İmparatorluğuna son verdiği günden beri yürürlükte olan bir ülküdür. Megali İdea, "Bizans'ın yeniden diriltilmesi" ya da "Büyük Yunanistan" amacı diye de ifade edilebilir. İki kıtalı, beş denizli Yunanistan hayali!

    Kısaca Helen Emperyalizmi diyebileceğimiz Megali İdea, "Helenlerin önderliğinde Bizans İmparatorluğu'nu yeniden diriltmek hedefi" olarak da tanımlanmıştır.
    Bizans İmparatorluğunu bir Helen İmparatorluğu olarak kabul eden Yunan milliyetçileri, Megali İdea adını verdikleri büyük ülküleri ile eskiden Bizans'a ait olan tüm topraklan yeniden elde ederek Konstantinopolis diye adlandırdıkları İstanbul başkent olmak üzere, büyük Helen İmparatorluğunu yeniden kurmayı hayal etmektedirler.1Bu ülkü doğrultusunda en fazla çalışan ve İlk Megali İdea haritasını yayınlayan kişi, Yunan tarihinin ünlü şairi ve ulusal kahramanı Rigas Ferreros'tur (1757-1798). Ferreros, 1791 yılında Bükreş'te bulunduğu sırada ilk haritayı çizmiş ve daha sonra 1796 yılında bu haritayı Viyana'da bastırarak Yunanca konuşulan tüm topraklarda dağıttırmıştır Bu haritada; Balkanların büyük bölümü, Anadolu'nun yarıdan fazlası, Ege adaları ile Girit, Rodos, Kıbrıs, Trakya ve İstanbul Yunan toprakları olarak gösterilmiştir.2 Oysa Ferreros'un hayalindeki cumhuriyette 1798'lerde yaşayan Yunanlı nüfus ancak 150 000 kadardır. Ve sadece İstanbul'da yaşayan Türk nüfusundan azdır. Yine sadece, Balkanlarda yaşayan Türk nüfusu 5 milyondan fazladır. Ne var ki, Osmanlı İmparatorluğu aleyhine genişleme emelleri besleyen İngiltere, Rusya ve Fransa, Yunan milliyetçiliğine yoğun destek vermişlerdir.Bu ülkü çerçevesinde; önce Yunanistan'ın bağımsızlığı elde edilecek, ardından Ege adaları, Batı Anadolu, Karadeniz bölgesi, Rodos, Girit, Bozcaada, Kıbrıs, Epir, Makedonya, Batı ve Doğu Trakya ele geçirilecek ve nihayet İstanbul, Helen İmparatorluğunun başkenti olacaktır.
    Bu haritada; Balkanların büyük bölümü, Anadolu'nun yarıdan fazlası, Ege adaları ile Girit, Rodos, Kıbrıs, Trakya ve İstanbul Yunan topraklan olarak gösterilmiştir.3
    Ferreros, bu haritadaki hedeflere ulaşmak için bir ihtilal programı ve bir de anayasa hazırlamış ve bunları da 1797 yılında yayınlamıştır.
    Buna göre; Osmanlı topraklarını ve eskiden Yunanca konuşulan tüm yerleri kapsayacak olan bu devletin adı "Helen Cumhuriyeti" olacaktı. Anayasasının 53. Maddesine göre de; resmi dili yine Yunanca olacaktı.4
    Oysa Ferreros'un hayalindeki cumhuriyete 1798'lerde yaşayan Yunanlı ancak 150 bin kadardı": Ve sadece İstanbul'da yaşayan Türk nüfusundan azdı. Yine sadece, Balkanlarda yaşayan Türk nüfusu 5 milyondan fazlaydı. Ne var ki, Osmanlı İmparatorluğu aleyhine ge
    nişleme emelleri besleyen İngiltere, Rusya ve Fransa, Yunan milliyetçiliğine yoğun destek veriyorlardı.
    Yunanlığın iki büyük merkezi vardır: Atina ve İstanbul. Atina Krallığın merkezidir. Bütün Yunanların emeli, güzel şehir İstanbul büyük merkezdir.5
    Hellenizm'in merkezi iki taneydi; (krallığın başkenti) Atina ile tüm Yunanlarca Polis (kent) olarak adlandırılan, düş ve umudu, büyük başkent Konstantinopolis.6
    Bizans İmparatorluğunu bir Helen İmparatorluğu olarak kabul eden Yunan milliyetçileri, "Megali idea" adını verdikleri büyük ülküleri ile eskiden Bizans'a ait olan tüm toprakları yeniden elde ederek, "Konstantinopolis" diye adlandırdıkları İstanbul başkent olmak üzere, büyük Helen İmparatorluğunu yeniden kurmaya hayal etmektedirler.7
    Gerçekten, hemen hemen yüzyıl boyunca Yunan halkı Megali İdea'yayani bütün Helenlerin bağımsızlığı ve birleştirilmesi dış politikasına hararetle bağlı kaldı. Başından beri genç Krallık (Yunanistan) bu emeli gerçekleştirmek uğrunda yoğun bir diplomatik çalışmaya girişti. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı, Osmanlı İmparatorluğu'ndan kurtarılacak eyaletlere göre dairelere ayrılmıştı: Makedonya, Teselya, Epir, Girit Daireleri gibi.8
    Megali İdea 1844 yılında ortaya atıldığında havada kalmıştı. Büyük dozlarda megalomani ve dinsel filozofi rolü (mission civili-satrice) içeren tasarım halinde bulanık bir programdı. Bilimsel ifadesini ve kanıtlanmasını, ama aynı zamanda düşten eyleme geçebilmek için pratik açıklanmasını da aramakta olan siyasi bir düşünceydi.9
    İlk gereksinim olan, bilimsel (daha doğrusu bilimsel görünümlü) kanıtlamayı, özellikle Paparigopulos üstlenerek Bizans döneminin milli tarihe kattı. Paparigopulos Megali İdea'nın ve "Doğunun yeniden canlandırılması için Yunan misyonunun" ateşli taraftarıydı. Pratik yön, yani Megali İdea'nın dış politikada uygulanması, birbirini izleyen üç safhada ifadesini bulmakta, ama bir sonraki safhaya geçmek öncekinin terki anlamına gelmemekteydi:
    — Bizans toprakları üzerinde başkentin Konstantinopolis olacağı Yunan İmparatorluğunun kurulması (halka yönelik slogan "ya İmparatorluk ya ölüm" olmuştu.)
    — Özellikle güney Balkanlar'da ve Ege adalarında ("Enosis ya da ölüm" sloganıyla) girişilecek silahlı çatışmalarla Osmanlı İmparatorluğu aleyhinde adım adım genişlemek
    —Yunanlıların ve Osmanlıların barışçı yoldan anlaşmaları ile kurulacak büyük bir Helen-Osmanlı devletinin kurulması.10
    Yunanlar aralarında Megali İdea'dan bahsettikleri zaman akıllarından geçen, Türk devletini ortadan kaldırmak, İstanbul, İzmir, Kıbrıs ve Küçük Asya dedikleri Anadolu'yu sınırlarının içine katmayı kapsamaktadır. Oysa, Türk düşmanlığı ile beslenen Megali İdea ideoloji ve arzusunun arkasına neyin gizlenmiş olduğu tarihçi Panayotis Kayas'ın Megali İdea adlı kitabında şöyle belirtilmektedir;11
    "Yunanistan'ın siyasi ve sosyal liderleri, her dönemde, var olabilmesi için bir milli ideolojiye sahip olunması gerektiğine inanıyorlardı. Böylece, Yunan milletini her an yeni mücadelelerle hazır tutacak, halledilmeyen ekonomik problemlere karşı, hiç kimse vatan haini damgasını yememek için muhalefette bulunamayacaktı. Kısacası Megali İdea, Yunan iç ve dış politikasının canıdır. Milli hedefe ulaşmanın dışında her şey yönetim, eğitim, imar bekleyebilirdi. Böylece, Türk sınırlan içinde bulunan toprakların Milli Hedef olarak gösterilmesi, milli ideolojinin doğmasına yol açmıştı. Bu milli ideolojinin adı "Megali İdea" ideolojisi idi. Böylece ülkenin siyasi, askeri, dini ve sosyal liderlerinin her şeyi bir yana iterek bu hedefe yönelmeleri devlet kuruluşları içinde Megali İdea'ya yönelik faaliyetlerin başlamasına yol açtı. Bu genel yönlenmeye paralel olarak, Yunanistan'ın talep ettiği Türk topraklarında yaşayan Rumların örgütlenmesine geçildi. Böylece, Türk'ün varlığı, Yunanistan'ın siyasi yaşamında, Kral, Kilise, Ordu ve Politikacılar tarafından istismar edildi.12Yunanistan Devleti'nin resmi ülküsü (ideolojisi) olan "Panhellenizm" ütopyasının oluşturduğu "Megali İdea" imgelemi (hayali), iki anakaralı (kıtali), beş denizli bir Yunanistan Devleti düşler. İki anakara; Avrupa-Yunanistan, Asya-Türkiye, beş deniz; Karadeniz, Marmara Denizi, Ege Denizi. Akdeniz ve İyon Denizi'dir.13Venizelos'la birlikte en belirgin biçimde aktif bir duruma getirilmek istenen Megali İdea, gerçek olmaktan çok romantik bir tabana oturtulmaya çalışılan, ütopik ve o denli asılsız bir iddiadan başka bir şey değildir.14
    Venizelos arkadaşlarını çalışma odasına, kocaman bir haritanın başına topladı. Haritaya kendi istediği Yunanistan'ın sınırlarını çizdi: Bugünkü Arnavutluk'un koskocaman bir parçasıyla bugünkü Türkiye'nin hemen hemen hepsi dahildi. Başkent de İstanbul olacaktı.
    Bu Megali İdea'ydı yani "büyük idealdi. Yaşlı bir milliyetçi şöyle diyordu: "Doğa diğer insanların umutlarına sınırlar getirir, ama Yunanlarınkine getirmez. Yunanlar geçmiş zamanda da, bugün de, doğa kanunlarıyla bağlı değildir." Megali İdea (megalomani sözcüğü de aynı kökten gelmektedir) hayallerden, fantezilerden oluşan bir şeydi. Yeniden doğan bir imparatorluğun, Roma'dan Kırım'a kadar her yerde Yunancanın konuşulduğu bir altın çağı yansıtmasıyla ilgiliydi.15
    Megali İdea, ırkçı ve şoven niteliktedir. Çünkü Grek devlet adamları her dönemde, Balkan Yarımadası, Ege Adaları ve Anadolu'ya yayılmış tüm Grekleri içine alan tek bir devlet düşüncesinden hareketle ve bölgenin kendileriyle ilişkisini romantik bir varsayıma dayandırarak açıklamaya çalışmış ve "Enosis"i sürekli tırmandırarak, dinsel motiflerle süslü bu ulusal hedeflerine ulaşmayı düşlemişlerdir"16
    Yunanistan ile arasındaki sorunlar Cumhuriyetin kurulduğu yıllardan günümüze kadar - belki de olması gerekenden çok fazla -Türkiye'yi meşgul etmiştir. Atina'nın ele geçirilmesiyle beraber 1456 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliği altına giren Yunanistan, bağımsızlığının Osmanlı tarafından kabul edildiği 1832 yılına kadar tam 376 yıl Osmanlı egemenliğinde yaşamıştır.17
    Ancak, Yunanistan bağımsızlığını ilan ettiği 1830 yılından itibaren "Megali İdea" peşinde koşmuş ve çoğunlukla politikasını Türk düşmanlığı üzerine inşa etmiştir. Bazı yazarlar tarafından "Büyük Düş" olarak da adlandırılan "Büyük Yunan İdeali"nin, Türklerin 1453 yılında İstanbul'u ele geçirmesinden sonra ortaya çıkarılan bir Pan-Yunan ideolojisi olduğu belirtilmektedir.18
    Doğu Karadeniz kıyılarında bir Pontus-Rum Devleti'nin kurulması fikri Yunanistan'ın bağımsızlığını kazandığı yıllara dayanmaktadır. Bölgede yaşayan Hıristiyan Ortodoks nüfus, 19. yüzyılın başından itibaren Rum Ortodoks kilisesi ile gelişmekte olan Rum burjuvazisinin birlikte yürüttükleri faaliyetlerin etkisi altına girmiş, kökeni ne olursa olsun Anadolu'da yaşayan Türkçe veya Rumca konuşan bütün Ortodoks Hıristiyanlar, Yunan toplumuna ait olma duygusunu benimsemeye başlamışlardır.19 Bölgede bir Pontus Devleti'nin kurulması Megali İdea'nın hedeflerinden biri olmuştur. 20 Bölgedeki Hıristiyan halk üzerinde Yunanlılık bilincinin yerleşmesinde ve gelişmesinde Fatih Sultan Mehmet'in geniş yetkiler vererek canlandırdığı İstanbul Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin büyük rolü olmuştur.19 Megali İdea ülküsünü besleyen, yayan esas örgütlü güç, Osmanlı Devleti içinde çok geniş imtiyazlar elde eden Ortodoks Kilisesi olmuştur.21
    Kilisenin kuşaktan kuşağa aktardığı bu ülkü ile yoğrulan Yunan aydınları, Osmanlı imparatorluğunu parçalamak isteyen İngiltere, Rusya ve Fransa tarafından verilen destekle, zaman içinde etkili bir hareket yaratmayı başarmışlardır.
    1844'te krallık Yunanistan'ında ilk kez seçim yapıldı. Seçime adları; "Rus Partisi"; "İngiliz Partisi", "Fransız Partisi" olan Yunan siyasal partileri katıldı. Seçimi Fransız Partisi kazandı. Fransız Partisi Başkanı İoannis Kolettis (1788-1847) Yunan Anayasası yapılırken Meclis'te şu konuşmayı yaptı:
    "Yunanistan krallığı, tüm Yunanistan değildir. Şimdiki sınırlarımız içinde bulunan topraklarımız, Yunanistan'ın en küçük ve en fakir bir bölümüdür. Yunanlı; yalnız krallık sınırları içinde yaşayan Yunanlılar değildir. Yanya'da, Selanik'te, Serez'de, Edirne'de, Konstantinopolis'te (İstanbul'da), Trabzon'da, Girit'te, Sisam'da yaşayan ve tarihin çeşitli dönemlerinde, değişik topraklarda yaşamış Yunan ırkına ilişkin herkes Yunanlıdır. Helenizm'in iki büyük başkenti vardır. Atina ve Konstantinopolistir. Atina yalnız krallığımızın başkentidir. Konstantinopolis; bütün Helenlerin umudu, kıvancı, coşkusu ve sonsuz (ebedi) başkentidir."
    Kolesttis "Enosis" ve "Helenizm" ilkeleri doğrultusunda, Türklerin yerleşik olduğu toprakların Türklerden geri alınmasına ilişkin "Yunan Yayılmacılığı"nı açıkça belirtmişti.
    Yunan milliyetçilerinin Megali İdea ülküsü ile, bu fikri destekleyen İngiltere, Rusya ve Fransa'nın Balkanlar, Ege, Akdeniz ve Anadolu'daki yayılma hedefi çakışıyordu. Bu nedenle Megali İdea"ı desteklemek, kendi yayılmacı emelleri açısından çıkarlarına geliyordu. Bu destek hem imparatorluğu yıpratıyor, hem de Osmanlı devleti üzerinde bir baskı oluşturuyordu. Bundan da öle, kendi denetimlerinde olacak yayılmacı bir Yunanistan'ı kendi sömürgeci emelleri için kullanabileceklerdi.
    Pontus meselesi, 19. yüzyılın ilk çeyreğinde başlayan ve 1830 yılında Yunanistan'ın bağımsızlığı ile sona eren Yunan İsyanı ve bu isyanı yönlendiren Megali İdea (Büyük İdeal)'nın bir gereği olarak ortaya çıkmıştır.
    Yunanistan'ın Osmanlı Devleti aleyhinde, batılı devletlerin ve Rusya'nın yardımıyla toprak koparmak suretiyle giderek büyümesi, Rum azınlıkların yaşadığı yörelerde büyük bir heyecana ve ileriye dönük gizli yapılanmaya neden olmuştur. Bu yörelerden biri de İnebolu'dan Batum'a kadar uzanan Karadeniz bölgesidir. Bölge Rumları daha çok Protestan Misyonerleri ve Patrikhanenin kışkırtması ile Megali İdea kapsamında, bölgede (merkezi Samsun ya da Trabzon olacak) bağımsız bir Pontus Devleti kurmak ve bunu ileride Büyük Yunanistan'la birleştirmek hayaline kapılmışlardır.
    Diğer taraftan, Yunanistan'ın Megali İdea'yı gerçekleştirmek üzere Etniki Eterya'dan Mavri Mira'ya kadar kurdurduğu birçok cemiyete paralel olarak Türkiye'de Pontus cemiyetleri de kurulmaya başlamıştır. Daha önce bahsedildiği üzere Türkiye 'de ilk Pontus teşkilâtı İnebolu'da halkın Manastır olarak adlandırdığı bir yerde Amerikalı Misyonerler tarafından tesis edilmiştir.22
    Megali İdea hedeflerini gerçekleştirmek için 1814 yılına kadar Avrupa'nın çeşitli kentlerinde değişik örgütler kurulmuştur. Bunlardan en etkili olanı Filiki Eteıya'dır.
    1714 doğumlu Yunan şairi Kosmos O Etolios, en etkili Megali İdea'cı örgüt olan Filiki Eterya'dan 100 yıl önce Megali İdea fikirlerini yaymış ve geniş destek bulmuştur.
    1814 yılında Rusya'nın Odessa kentinde Emmanuel Ksanthos, Nikolaos Skufas ve Athanasios Tsakalof adlı üç tüccar, "Filiki Eterya 23 (Dostluk Ortaklığı ya da birçok kaynakta geçtiği adıyla Dostlar Derneği) adlı gizli bir örgüt kurdu. Örgütün amacı, Megali İdea'yı hakim kılmaktı.
    Cemiyetin görünürdeki amacının Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki gayri-müslim tebaanın eğitimi olmasına karşın, asıl amaç merkezi İstanbul olmak üzere Bizans İmparatorluğu'nun yeniden oluşturulması idi. Bu imparatorluk Fener Patrikhanesi'nin manevi birliği içinde olacaktı. Cemiyetin oluşturulması konusunda Rus çarının bilgisi olduğu gibi, örgütlenme konusunda da önemli desteği olmuştu.24
    Filiki Eterya, kuruluşunun ilk yıllarında, 1814-1817 yıllan arasında fazla bir varlık gösterememiş ve bocalamıştır. Fakat 1818'de dernek merkezi Odessa'dan İstanbul'a taşındıktan sonra hamle yapmış ve üye sayısı süratle artmıştır. O yıl, sadece İstanbul'daki kayıtlı üye sayısı 17.000'e ulaşmış, 1820 yılına girildiğinde ise; Balkanlar, Ortadoğu ve çeşitli Avrupa ülkelerinde açılan şubelerden sonra üye sayısı 400.000'i geçmiştir.
    Filiki Eterya:nın bu denli benimsenmesinde, Rusların ve özellikle de Rus Çan'nın, demeğin arkasında olduğu inancının ve propagandasının da büyük rolü olmuştur.25
    Rumlar, ılık denizlere inme siyaseti güden Rusya üzerinde büyük nüfuz sahibiydi ve demeğin en büyük desteği Rusya'ydı.26
    Cemiyet başta "Hayır Cemiyeti" olarak tanınıyordu. Cemiyetin bu hali ve icraatı ile Yunan emellerinin sağlanamayacağını anlayan Ksanthos, cemiyette önemli değişikliklerin yapılması gerektiği kanaatine vardı. Arkadaşlarına; "Eski Yunan evlatları Doğu Roma imparatorluğu'nun bir kalıntısıdır. Osmanlı Devleti'nin elinde esir ve onursuz olarak yaşamaktadırlar. Bunları kurtarmak Yunan ulusu için en büyük hizmettir." diyerek tahrike hız verdi.
    İşte bu ana fikir üzerine, güçlü bir destek sağlamayı, yetenekli bir başkan bulmayı ilk hedef edindiler. Bu açıdan hareket eden kurucular, yuvalandıkları Rus ülkesinde bulunmanın avantajıyla, Rusya'nın desteğini kısa zamanda sağlamayı başardılar. Bu desteği kullanmasını da bildiler. Zaten baş politikası Osmanlı İmparatorluğu 'nu içeriden çökertmek, zayıf düşürerek parçalamak olan Rusya'nın aradığı da bu olduğuna göre bu konuda pek de zorluk çekmediler. Bundan sonra iş başkan bulmaya kalıyordu. Hemen Yunan kampanyası başladı. Rus Çarı'nı derneğin gizli başkanıymış gibi yaydılar. Psikolojik etkisinin büyük olması gayesiyle her vesileyle bu gizli başkanın varlığından söz ettiler. Bu konuda o kadar ileri gittiler ki, bu gizli başkanın Rus Çan I. Aleksandr olduğunu açıklamayı bile göze aldılar. Fakat, ne olursa olsun Çar sembolikti. Oluşacak direnişin başında faaliyetleri üstlenecek birisinin bulunması zorunluydu.27
    Örgüt tarafından ilk düşünülen kişi, 1815'den beri Nesselrode ile birlikte Rus Dışişleri Bakanlığı'ni yürüten "Kapodistrias22 idi. Ancak Kapodistrias bu görevi kabul etmedi.28
    Araya en nihayet Rus Çan'nın harp yaverliğini yapmakta olan Yunan topluluğunun çok yakından tanıdığı yüksek bir aileye mensup General Aleksandr İpsilanti bulundu. Onlarca, Genel Başkan Rus Çarı olduğuna göre; Aleksandr İpsilanti, cemiyetin başına Başkan Vekili unvanı ile getiriliyordu. Etniki Eterya süratle gelişmeye ve güçlenmeye başlamıştı.
    Cemiyet kısa bir süre içinde geniş bir örgütlenme sağladı. Eflak Beyi Kalimaki ile İstanbul Rum Patriği bile cemiyetin üyeleri arasına katılmışlardı.
    Bu gelişmeler esnasında Etniki Eteryanın sloganı; Doğu Roma İmparatorluğunu yeniden ihya etmek ve Ayasotfya’ya Haçı dikmek” idi 29
    Filiki Eterya, İtalyan Carbonari örgütünü örnek alıyordu.15 Batı Avrupa'daki gizli mason cemiyetlerinin kuruluş ve işleyiş usullerini benimsemişti. Filiki Eterya'nın ilk amacı, Rumları Osmanlı yönetimine karşı ayaklandırmak, bu arada mümkün olursa diğer Balkanlı Hıristiyan topluluklarını da bu isyana karıştırmaktı. Örgüt, mali problemlerini çözümlemek amacıyla bünyesine öncelikle büyük tüccar ve armatörleri kaydetmiş, ayrıca halk üzerinde daha etkili propaganda yapabilmek için papazları kullanmıştır. Bu örgüt zamanla güçlendikçe gayesini daha belirgin ve açık bir şekilde propaganda etmeye başladı. Filiki Eterya, ilk aşamada Mora'da bir Yunan devleti kurmayı, sonra da Orta Yunanistan, Batı Trakya, Selanik, Ege adaları, On İki Ada, Kıbrıs ve Batı Anadolu'yu Yunanistan'a katmayı, nihayet İstanbul'u ele geçirerek Bizans'ı yeniden kurmayı hedefliyordu.30
    Filiki Eterya'nın faaliyet programı şu şekildeydi:
    1. Yunan milletinin tam istiklalinin temini,
    2. Batı Trakya ve Selanik'in Yunanistan'a ilhakı,
    3. Ege Adaları'nın Yunanistan'a ilhakı,
    4. Oniki Adalar'm Yunanistan'a ilhakı,
    5. Girit Adası'nın Yunanistan'a ilhakı,
    6. Batı Anadolu'nun Yunanistan'a ilhakı,
    7. Pontus Rum Devleti'nin kurulması,
    8. Kıbrıs Adası'nın Yunanistan'a ilhakı,
    9. Gökçeada ve Bozcaada'nın Yunanistan'a ilhakı,
    10. İstanbul işgal edilerek Doğu Roma İmparatorluğu'nun yeniden kurulması ve Megali İdea'nın gerçekleştirilmesi idi. 31
    Bu amaca ulaşabilmek için de yapılacak ilk iş, Osmanlı İmparatorluğu sınırları dahilindeki bütün Hıristiyanları silahlandırmak ve Rumlar arasında birlik ve beraberliği kurarak aktif mücadeleyi güçlendirmekti.Gittikçe zenginleşenleri, tahsil görenleri, kendilerine eski Atinalıların torunları süsünü vererek, dünyaya kabul ettirmek propagandasını yürütüyorlardı. Bu amaçla az zamanda, Rumların yoğun topluluklar teşkil ettikleri Moskova, Odessa, Trieste, Marsilya gibi önemli bölge ve şehirlerde şubeler kurdular. Belli başlı merkezler İzmir, Misolonki, Bükreş, Yaş, Yanya ve Trieste sayılabilir.32 Cemiyetler, yaptıkları yardımlarla Yunanistan'da okullar açtılar. Bu okullarda ihtilal fikirlerinin aşılanmasını ve devamını sağladılar. Bir plan ve program dahilinde, sistemli bir şekilde para yardımı da yaptılar ve silah temin ettiler.
    İçten ve dıştan destekle bu örgüt o hale geldi ki, bir aralık İpsianti Mora'dan ne kadar ihtilalci çıkacağını araştırtmış ve bu araştırma sonucunda 40.000 silahlıya yaklaşıldığı cevabı gelmiştir. O tarihte Mora Yarımadası'ndaki Türk askeri mevcudu ise 12.000 kadardır.33
    Bu demek kendisinden 80 yıl sonra kurulan Etniki Eterya'nın da temelini oluşturmaktadır.34
    Odessa'da kurulan Filiki Eterya'nın ilk hedefi, Yunanistan'ın bağımsızlığını elde etmek ve
    daha sonra Megali İdea haritası içindeki hedeflere yayılmaktı. Filiki Eterya'nın ilk hedefine ulaşarak, Yunan isyanını başlatması ve bağımsız Yunan devletini kurmasından sonra, 1894 yılında Atina'da Yunan ordusu içinde Etniki Eterya örgütü kurulmuştur.
    Filiki Eterya'nın 1876 yılında dağıtılmasından sonra kurulan Etniki Eterya'nın amacı ise Girit'in. Trakya ve Batı Anadolu'nun istilasıdır. 231 Etniki Eterya. Girit'in Yunanistan'a ilhakında büyük bir rol oynamıştır. 1919 yılına kadar faaliyet gösteren bu derneğin, İstanbul'da da Kordus Derneği adlı (Rum Göçmenleri Merkez Komitesi) patrikhaneye bağlı bir kolu vardı.
    Etniki Eterya'nın 1896 yılında yayınladığı bildiri, yüzündeki maskesini iyice düşürmüştür.35
    - Ezeli ve ebedi düşmanımız Türklerdir.
    - Yunan Milleti bağımsızlığını kazanmakla önemli bir kazanç temin edemedi. Milletinin büyük bir kısmı Türklerin boyunduruğu altında kaldı. Bu kardeşlerimizi kurtarmak hepimizin görevidir.
    - Megali İdea'yı gerçekleştirmek esastır.
    - Gayeye varmak için, gizliliğe olağanüstü dikkat etmek gereklidir.
    - Yunanistan'da parti mücadeleleri ve fikir ayrılıkları kesin olarak terk edilmelidir.
    - Bütün Rum Milletinin Etniki Eterya bayrağı altında toplanması yüksek çıkarlarımızın gereğidir.
    - Megali İdea'nın gerçekleşmesi için her türlü vasıtaya başvurulacaktır.
    - Etniki Eterya, Rum halkını bütünüyle silahlandıracaktır.
    - Mukadder olan zamanın gelmesinden sonra ezeli ve ebedi düşmanımız Türklere taarruz edilecektir.
    - Ezeli ve ebedi düşmanımız Türklere karşı, Yunanistan hariçten hiçbir yardım beklemeyecek ve yalnız kendisine güvenecektir.
    - Etniki Eterya, doğuda birçok karışıklıklar çıkaracaktır. Bu takdirde, hükümet ilgisiz kalır ve tarafsız bulunursa, Etniki Eterya hükümete görevini bildirecektir.
    - Politik fırsatlardan yararlanmak Etniki Eterya'nın baş görevidir.
    - Etniki Eterya, bütün Rum zenginlerini örgüte yardıma davet eder.
    - Sonsuz bir güce sahip ve malik olan Helenizm'in kuvvetine inanarak, eski ve ebedi düşmanımız Türklere karşı büyük düşmanlık hareketlerine başlayalım.
    - Etniki Eterya, hiçbir siyasi partiye tabi olmadığı gibi, hiçbir siyasi partinin de emrinde değildir.
    - Şayet hükümet memleket sorunları üzerine eğilmezse, Etniki Eterya, hükümeti görevini yapmaya zorlayacaktır.
    - Tanrının yardımıyla Megali İdea muhakkak surette gerçekleşecektir.
    Filiki Eterya ve Etniki Eterya'nın da etkisiyle Megali İdea, Yunanistan'ın resmi politikası olmuştur.
    Bu yayılmacı fikirlerin sadece gizli örgütlerde benimsenmediğinin ilk kanıtlarından biri de, Yunan Meclisinde yapılan konuşmalar ve Yunan hükümetlerinin açıklamalarıdır.
    Örneğin 1844 yılı Ocak ayında Yunan Meclisinde konuşan Jhon Kolettis adlı politikacı şunları söylemiştir: "... Yunanistan kralının huzurunda politikacı Jhon Kolettis tarafından ilk kez dile getirimiştir. Kollettis "Yunanistan Krallığı, Yunanistan değildir. Yunanistan'ın sadece bir parçası, en küçük, en yoksul parçasıdır. Yunanlılar, sadece krallık içerisinde oturanlar değildirler, aynı zamanda Yanya'da ya da Selanik'te, Serez'de ya da Edirne'de, İstanbul ya da Trabzon'da, Girit'te ya da Sisam Adasında, Yunan tarihine ya da Yunan ırkına bağlı başka yerlerde oturanlar da Yunanlıdır. Helenizm'in iki büyük merkezi vardır. Krallığın başkenti Atina'dır. İstanbul büyük başkent bütün Yunanlıların kenti, düşü, umududur36 diyerek ana hatlarını çizdiği büyük amacı sonraki nesillere aktarmıştır.
    Etniki Eterya'dan sonra, onun devamı niteliğinde ve aynı amaçlan güden "Mavri Mira" adlı örgüt 1919 yılında kurulmuştur. 1922 yılına kadar faaliyetlerini sürdüren bu örgüt de, diğerleri gibi Megali İdea hedefleri doğrultusunda Anadolu'nun istilası, Pontus devletinin kurulması, Yunan-İngiliz; Yunan-Ermeni işbirliğinin sağlanması için çalışmıştır.37 İstanbul'da kurulan bu örgüt, Kurtuluş Savaşı'nın başarıya ulaşmasının ardından 1922'de dağıtılmıştır.
    Bu büyük rüyanın gerçekleştirilmesi için Anadolu'nun çeşitli yerlerinde bulunan Rumlar kiliseler vasıtasıyla teşkilatlandırılmıştı. Patrikhane destekli Anadolu Rumlarının isyan hareketleri özellikle Ege Bölgesi ve Trabzon havalesinde yoğunlaştı. Fener Rum Patrikhanesi 09 Mayıs 1919'da yayınladığı bir bildiri ile Osmanlı tebaası olan Rumların Osmanlı Devleti ile hiçbir bağlarının kalmadığını ilan etmiş ve İzmir'in işgalinden sonra Anadolu Rumlarını Yunan ordusuna katılmaya çağırmıştı." 38
    Megali-İdea'ya göre, 1453'de Fatih tarafından fethedilen İstanbul tekrar ele geçirilecek, Yunanistan, Girit, Rodos, Kıbrıs, Anadolu ve ta Büyük İskender'in uzandığı İskenderiye'ye kadar olan topraklar işgal edilerek Büyük Bizans İmparatorluğu yeniden kurulacaktır. Bu günkü duruma baktığımızda ilk beş hedefin gerçekleştiğini, altı numaralı hedefin ise 1922'de Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından engellendiği görülmektedir. Şu anda yedi numaralı hedefe ulaşmak için çalışılmaktadır. Bu yönde oldukça mesafe alınmıştır. Sekiz ve dokuz numaralı hedefler için tarihi ve ideolojik zeminin hazırlandığını, uzun soluklu politik mücadeleye her alanda ve çıkan her fırsattan istifade ile devam edildiği gözlenmektedir. Özellikle dokuzuncu maddede yer alan İstanbul'un fethi sadece Ortodoks camiasını değil tüm Hıristiyanları da etkilemiştir. Vatikan kaynaklarında şöyle yazmaktadır: İslam İstanbul'u işgal ederek, Hıristiyanlığın Başı'nı esir almış, onun Ekümenik Tahtı (Trone) olan Ayasofya'yı cami yapmıştır. Bu acı tüm Hıristiyanları ağlatmaktadır. 39
    Filiki Eterya'nın bu programı gerçekleştirmek için nüfusu ve 50 bin kilometrekareyi bulmayan toprağı ile, bağımsız bir devlet olan küçük Yunanistan, hep Osmanlı İmparatorluğu aleyhine yayılarak, yüzyıldan az sürede üç kat genişlemiştir. 40
    1909 ihtilalinin ardından 18 Ekim 1910'da iktidara gelen Venizelos, Megali İdea hedefleri doğrultusunda şu programı uygulamaya koydu:
    a) Ege Denizi Yunan denizi olacak
    b) İki kıtaya ve 5 denize açılan Yunanistan gerçekleşecek
    c) Yunanistan'ın bir ayağı Avrupa'da, bir ayağı Asya'da olacak
    d) Bizans İmparatorluğu yeniden kurulacak
    Venizelos, başlangıçta hayal gibi olan bu hedeflerini gerçekleştirmek için 1.Dünya Savaşı sonrası oluşan durum neticesinde büyük fırsat ele geçirdi.
    Venizelos Yunanistan'ı, bu amaçlan doğrultusunda sürekli olarak yayılmaya davet etti. Bu yayılma politikası sonunda 1830'larda 50 bin kilometrekare, 1913'te imzalanan Bükreş anlaşması ile de tam bir kat genişleyerek, 120 bin kilometrekareye çıkmıştır. 1830'larda 1,5 milyon olan nüfusu da buna paralel olarak 4,5 milyona ulaşmıştır. Yunanistan, bu süre içinde Avrupa'nın en büyük Türk kenti olan Selanik'i ve 1908 yılında da Türk halkını toplu katliamdan geçirdikleri Girit'i kendi topraklarına katmıştır.
    Bu gelişmelerden sonra Venizelos, "Büyük Yunanistan"a olan inancını dile getiren şu ifadeleri kullanıyordu: "Gençliğimden beri ben Skiros Adasını (Ege Denizinin ortasındadır), Elenizmin coğrafi merkezi saymışımdır." Bükreş antlaşması ile kazandığı topraklar karşısında iyice heyecana kapılan Venizelos, dönemin Yunan İçişleri Bakanı Emanuel Repulis'e şöyle diyordu: "Şimdi artık gözlerimizi doğuya çevirme zamanı geldi."
    Venizelos'un hesapları, Atatürk önderliğindeki Türk milleti tarafından bozulmasaydı; Yunanistan, Venizelos döneminde 250 bin kilometrekareye ulaşmış olacaktı. I. Dünya Savaşını İngiltere ve müttefiklerinin kazanacağını hesap ederek, son anda onların yanında savaşa giren ve savaştan sonra da Anadolu'dan toprak talebinde bulunan Venizelos, Paris Barış Konferansı'na 30 Aralık i 918'de sunduğu toprak isteklerinde, Megali İdea hedefleri doğrultusunda şu bölgeleri talep ediyordu41:
    a) Kuzey Epir (Güney Arnavutluk),
    b) Batı ve Doğu Trakya (İstanbul dahil),
    c) Batı Anadolu (Bursa, İzmit, İzmir, Aydın ve civarı),
    d) İmroz, Bozcaada, Sakız, Rodos, Oniki Ada, Meis,
    e) Pontus,
    f) Kıbrıs.
    Bir kısım düşünür ve yazarlar yukarıda açıklanan Yunan Megali İdea'sının 1922 yenilgisi ile sona erdiğini, bu tarihten sonraki Yunan hükümetlerinin bu ülküden vazgeçtiğini her vesile ile vurgulamaktadırlar. Ancak takip eden 83 yılda meydana gelen olaylar, bu ülküden vazgeçildiğini değil çok daha keskin ve ihtiraslı bir şekilde mücadeleye devam edildiğini göstermektedir. 42
    Yunanistan'ın Büyük İdealleri olmasına karşı, Türkiye'nin dış politikadaki düsturu şöyle belirlenmiştir: "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh". Türkiye, bölgesinde ve dünyada daima dostluktan, barıştan ve karşılıklı diyalogdan yana olan ve her zaman Yunanistan'a dostluk eli uzatan taraf olmuştur. Bununla birlikte, Atatürk-Venizelos döneminin ardından devam eden yaklaşık 25 yıl hariç, iki devlet arasında genellikle sorunlarla dolu yıllar yaşanmıştır. Sorunların kaynağını ise, iki taraftaki bu temel dış politika farklılığı oluşturmaktadır.
    Türkler, gerek Osmanlı İmparatorluğu, gerekse Cumhuriyet dönemlerinde Yunan Megali İdeası'nın karşısında duran bir engel ve Yunan yayılmasını önleyen bir millet olarak görülmüş, son yıllardaki örneğin, Türkiye'nin Arnavutluk ile yakın ilişkiler içine girmesi, Makedonya'yı ilk tanıyan devletler arasında yer alması, Bulgaristan ile ilişkilerini iyi tutması Atina tarafından hep Yunanistan'a yönelik, bu ülkeyi baskı altına almak üzere yapılan manevralar olarak değerlendirilmiştir.
    Yunanistan devlet adamları ve Yunan-Rum basını, son yıllarda Megali İdea'ya yeni bir yorum getirmişlerdir. Bu yorumun içerisinde; başta Güney Kıbrıs Rum kesimi olmak üzere, Türkiye'yi çevreleyen üçüncü ülkelerle yapılan "savunma ve askeri işbirliği" antlaşmaları, Balkanlar'da Sırplar ve Rusya ile oluşturulan "Ortodoks İttifakı" Pontus meselesini canlı tutma gayretleri ve bölücü terör örgütü PK.k'ya verilen destek konuları girmektedir. 43
    Yunan emperyalizmini veya modern Megali îdea'yı anlamak bakımından ortaya koymasının gereken bir başka konu da; Aiıdreas Papandreau'nun partisi PASOK'un seçimlerde kullandığı şu slogandır: "Ege Savaşı Kürdistan dağlarından başlar." 44 Bu sloganla ifade edilen yeni strateji Papandreu'nun tekrar işbaşına gelmesiyle canlanmış ve Yunan devlet politikası olarak uygulamaya konulmuştur.
    Batılarca uygulanan taktiklerden biri Türkleri çeşitli meseleler, sunî problemler çıkararak yıpratmak, meşgul ederek zayıf düşürmek. Türk imajını yıpratmaya çalışmaktadırlar. Ne zaman Anadolu'da bir azınlık problemi çıkarsa Yunanlılar hemen işbirliği veya paralel faaliyet göstererek karışıklık çıkartmaya çalışmışlardır Yunanistan'da Megali İdea fikri canlı bir şekilde yaşamaktadır.
    Kurulduğu 1830 yılından itibaren Megali İdea olarak adlandırılan ve bütün zamanlar için geçerlilik gösteren bir felsefeyle yönetilen Yunanistan'da hangi görüşte kişi, kadro veya partiler iş başına gelirse gelsin, bunlar bölge ve dünya konjonktürünü de kullanarak Megali İdea'nın öngördüğü "Büyük Yunanistan" hedefine ulaşmak için çaba harcamışlardır. İki kılalı Büyük Yunanistan'ın kurulabilmesi için tasarlanan bu yayılma politikasına göre Karadeniz, Marmara Denizi, Ege Denizi, Akdeniz ve İyon Denizini gören ve Yunanistan Anakarası ile Anadolu'yu içeren "Büyük Yunanistan" projesinin bir hamlede gerçekleşmesi mümkün olamayacağından, bu yolda adım adım Enosis (birleşme/ilhak) hamleleri öngörülmüş ve Enosis Yunanlıların toprak kazanma yöntemlerinin adı olmuştur.45
    Yunanistan dış politikasının en önde ve devamlı ana hedefi Megali İdea'dır. Megali İdea, söz edildiği devre göre bağımsız bir Yunanistan'ın, Büyük Yunanistan'ın, Yunan İmparatorluğunun, Bizans İmparatorluğunun, Yunan adı altında bir Kültür İmparatorluğunun kurulmasını öngören bir anlamda kullanılmıştır.46
    Yunanistan Kurulduğu tarihten itibaren Megali İdea'da tespit ettiği hedeflerine bilinçli bir şekilde ulaşmayı kendisine düstur edinmiştir. Bu amaçla öncelikle kendisini koruyan devletlerin sempatisini sıcak tutmayı ve onlara çoğunlukla şirin görünmeyi ve din, kilise, Helenizm gibi batılılar için değişik duygular çağrıştıran söylemleri dile getirmeyi sürdürmektedir.
    Yunanistan, kurulduğu tarihten itibaren Megali İdea'sını gerçekleştirmek için uzun vadeli bir projeye soyunmuştur. On maddelik bu yayılmacı faaliyet programının yarısını bugüne kadar gerçekleştirmiştir. Diğer yarısından vazgeçtiğine dair herhangi bir irade beyanı bulunmamaktadır. Megali İdea'sını çoğu zaman sinsice maskelemeyi başaran Yunanistan'ın uzun vadede yine Türkiye Cumhuriyeti için bir tehdit unsuru olmaya devam edeceği muhakkaktır.
    Yunanistan ile halen gündemde olan sorunlarımız, hukuki nitelikleri itibarıyla ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, birbirinden bağımsız olarak değerlendirilmemelidir. Bunlardan her biri, Yunan yayılmacı siyasetinin, "Megali İdea"nm, birbirini tamamlayan basamak taşları gibidirler.47
    Megali İdea sayesinde Türkiye Cumhuriyeti topraklarında gözü olan ve hasmane duygular besleyen Yunanistan'a karşı politikamızı iyi belirlemek zorundayız. Her zaman Türkiye'nin zayıf anını kollayan ve istismar edebileceği konularda " temkinli iyimserlik" rolünü benimseyen, güçlü olduğu dönemlerde ise inisiyatifi elde tutarak "kontrollü tırmanma" stratejisi ile kazançlarını muhafaza etmeyi başaran Yunanistan'a karşı realist politikalar uygulanmalıdır. Bu politikalarda askeri güç devamlı daima üstün durumda devam ettirilmeli, rejim ve sosyal sorunlar açısından hiçbir zaman zaafa düşülmemeli ve antlaşmalarla bize verilmiş olan hak ve menfaatlerimizi korumadaki kararlılığımız uluslar arası arenada ısrarla duyurulmalıdır.
    Dipnotlar:
    1) KUMKALE Tamer, Türkiye ve Yunanistan Arasındaki Problemler, istanbul, 1984, s.49
    2) KÜRŞAD Fikret ve ark. ALTAN Mustafa Haşim, EGELİ Sabahaddin, Belgelerle
    Kıbrıs'ta Yunan Emperyalizmi, Kutsun Yayınevi, istanbul,1978, s. 28-29
    3) KÜRŞAD Fikret ve ark. ALTAN Mustafa Haşim, EGELİ Sabahaddin, a.g.e., s. 29
    4) KITSIKIS Dimitri, I. Singritiki istoratis Elladoske Turkiastan, 20 Atina, 1978'denözet çeviri. DEDE Abdürrahim, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Yıl: 2, Cilt: 2, Sayı: 8, Ekim 1980, s.97-1445) BİLGE A.Suat, Büyük Düş Türk-Yunan Siyasi ilişkileri, 21. Yüzyıl Yayınlan, Ankara, 2000, s. 15
    6) Konstantinopolis: İstanbul
    7) KÜRŞAT F. Ve ark. ALTAN M., EGELİ S., Belgelerle Kıbrıs'ta Yunan Emperyalizmi, 1978, s.28-29
    8) PSOMIADES Harry J., The Eastem Ouestion, Selanik 1968, s. 18
    9) HERACLİDES Alexis, Yunanistan ve Doğudan Gelen Tehlike Türkiye: iletişim
    Yayınları, istanbul, 2003, s.60
    10) HERACLİDES Alexis, a.g.e., s.60-61
    11) BALKAÇ Zerrin, Batı Trakya Türkleri, Türkler Ansiklopedisi C.20, Yeni Türkiye Yayınları,
    Ankara, 2002, s.477
    12) KAYAS Panayolis, Megali idea
    13) ERKSAN Metin. Mare Nostrum Bizim Deniz Yunan Sorunu, Hil Yayın, istanbul, 1999,3.109
    14) AKTAR Yücel. Yunanistan'ın Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti'ne Yönelik Geleneksel Politikasında Temel Yaklaşımlar, Türk-Yunan ilişkileri, Üçüncü Askeri Tarih Semineri,
    Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1986. s. 315) MACMİLLAN Margaret. Paris 1919: 1919 Paris Barış Konferansı ve DünyayıDeğiştiren Altı Ayın Hikayesi. ODTÜ Yayıncılık, Ankara 2004, s.342
    16) AKTAR Yücel, a.g.e., s.11
    17) BİLGE A.Suat, Büyük Düş, Türk Yunan Siyasi ilişkileri, s. 14.
    18) MARKIDES K.C., The Rise and Fail of The Cyprus Republic, s. 10
    19) SARINAY Yusuf, a.g.e., s.5
    20) TURSAN Nurettin, Yunan Sorunu, Ankara, s.28
    21) ŞAHİN M. Süreyya, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, istanbul, 1980, s. 124-184
    22) ATATÜRK M.Kemal "Nutuk'' 1973 Cilt 2 s. 626
    23) Derneğin üyelerinin %54'ü tüccar, %13'ü doktor, avukat gibi profesyoneller, %12'si esnaf, %10'u papazlar, %9'u kleft veya armatolar (eşkıya veya kolcu), %2'si ise köylü ve zanaatkarlardan oluşuyordu.
    24) KARAL Enver Ziya, Osmanlı Tarihi Cilt 5 (Nizam-ı Cedit ve Tanzimat Devirleri), Türk Tarih
    Kurumu Yayınları, Ankara, 1947, s.11325) APATAY Çetinkaya, Yaşadıklarım ve Ege'de Olup Bitenler, Kazancı Kitap Ticaret A.Ş., istanbul, 1995, s.35326) KOHN Hans, Panislavizm ve Rus Milliyetçiliği, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınlan, istanbul, 1991, s.7
    27) BELEN Necdet, Ege Denizi ve Ege Adaları, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, istanbul, 1995, s.93
    28) Bazı kaynaklarda bu kişinin ismi Capo d'istria olarak da geçmektedir. Korfu'lu bir Rum ailesinden gelmesine karşılık Rusya'nın hizmetine girerek yüksek görevleredek gelmiş olan Capo d'istria, Rus heyeti içinde katıldığı Viyana Kongresi sırasında, cemiyet için önemli ölçüde bağış toplamayı başarmıştı.
    29) www.devletarsivleri.gov.tr/yayin/osmanli/yunan/ll-2-FilikiEterya.htm, 10.06.2006
    30) BELEN Necdet, a.g.e., s. 93
    31) AKSİN Sina, Türkiye Tarihi 3. Cilt, Cem Yayınevi, İstanbul, 2005, s.105
    32) www.devletarsivleri.gov.tr/yayin/osmanli/yunan/ll-2-FilikiEterya.htm, 10.06.2006
    33) BELEN Necdet, a.g.e.. s.93
    34) ATEŞ Toktamış, Siyasal Tarih, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2004, s.292
    35) BELEN Necdet, a.g.e., s.94
    36) APATAY Çetinkaya, a.g.e. s.353
    37) BELEN Necdet, a.g.e., s.95
    38) SMİTH M.UevelIyn, Yunan Düşü, Ayraç Yayınları, Çev. İNAL Halim, 2002, s. 17
    39) TURSAN Nurettin, Yunan Sorunu, Ankara, 1987, s. 35-36
    40) Fener Rum Patrikhanesi Dünü Bugünü Yarını, s.25
    41) TARAKÇI Nejat, Yunanistan-Patrikhane-Helenizm Üçgeninde Türk-Yunan Dostluğu Mümkün mü?, www.tasam.org, 17 Nisan 2005
    42) TURSAN Nurettin, Yunan Sorunu, Ankara, 1987, s.40-41
    43) SABAHATTİN İsmail, Kıbrıs Sorununun Kökleri (İngiliz Yönetiminde Türk-Rum ilişkileri ve ilk Türk-Rum Kavgaları), Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, İstanbul 2000, S.5-12
    44) TARAKÇI Nejat, Yunanistan-Patrikhane-Helenizm Üçgeninde Türk-Yunan Dostluğu Mümkün mü?, www.tasam.org, 17 Nisan 2005
    45) GÜLER Ali, Dünden Bugüne Yunan-Rum Terörü, Ankara, 1999. Ocak Yayınları, s. 14
    46) MEGOLAMMATIS A., Sabah Gazetesi. 18 Mart 1995
    47) LÜTEM Ö. Engin ve DEMİRTAŞ COŞKUN Birgül, Balkan Diplomasisi Ankara,2001, s. 35
    48) BİLGE Suat, a.g.e. s.13
    49) TOLUNER Sevin, Türkiye'nin Bazı Dış Politika Sorunları. Beta Basım Yayım, 2000. s.52
    Kaynak:GÜZEL Ahmet, Dünden Bugüne Yunanistan 'm Pontus Hedefi, Syf:101-121
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  6. #6
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    Doç.Dr.İbrahim TELLİOĞLU
    Türkiye Cumhuriyeti ve Yunanistan, 9 Şubat 1934’te imzalanan Balkan antantıyla başlayan ortak menfaate dayalı işbirliğini günümüzde de NATO ve AB çerçevesinde sürdürmeye çalışan iki komşu devlettir. İki taraf arasındaki ilişkiler Kıbrıs, Ege kıta sahanlığı ve Batı Trakya meselesi gibi çözüme kavuşturulmayı bekleyen konular sebebiyle hassas bir zemin üzerinde devam etmektedir. Diğer taraftan Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik “Megali İdea” olarak bilinen tarihî emelleri, münasebetleri dostluk çizgisinden uzaklaştırarak zaten var olan hassasiyeti daha da artırmaktadır.
    Yunanistan’ın “Megali İdea” faaliyetleri içerisinde Doğu Karadeniz bölgesine yönelik çeşitli iddia ve talepleri söz konusudur. Yunanistan’daki belirli çevreler tarafından dile getirilen bu iddialara göre bölgede bugün bile varlığını devam ettiren bir Rum ahali bulunmaktadır.

    Bunların bir kısmının gizliden dinlerini devam ettirdiği, ancak önemli bir kısmının asimile olarak İslamiyet’i benimsediği, bununla birlikte her iki grubun da Grek etnisitesinin özelliklerini muhafaza ettiği savunulmaktadır. Bununla birlikte Yunanistan’dan yoğun bir şekilde propagandası yapılan bu iddialarla ilgili olarak bugüne kadar herhangi bir somut sonuca ulaşılamamıştır. Yıllardır sürdürülen saha çalışmaları sonucunda Karadeniz bölgesinde yaşadığı iddia edilen Grek kökenli bir topluluğa bugüne kadar rastlanılamamıştır.

    Yunanistan’daki Pontusçu çevreler bu faaliyetlerinden bir netice alamasa da iddialarını uluslar arası camiaya kabul ettirmek suretiyle Türkiye Cumhuriyeti aleyhine bir baskı unsuru haline getirmeye çalışmaktadırlar. Meseleyi tarihî ya da kültürel bir konu olmaktan çıkaran bu gruplar Yunanistan’ın yanı sıra ABD ve AB ülkeleri başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde kurulan Pontus dernekleri ve internet siteleri vasıtasıyla uluslar arası kamuoyunda Türkiye ve Türklük aleyhine açıktan faaliyet yürütmektedirler.

    Yunanistan’daki belirli çevreler tarafından Karadeniz bölgesine yönelik olarak yürütülen bu faaliyetler henüz resmî bir nitelik kazanmamıştır. Ancak Yunanistan’ın devlet tezi haline getirdiği “Pontus Soykırımı” iddiaları bu ülkede ve dünyada yeniden Türkiye aleyhtarı bir gündem oluşturmaktadır.

    Yunanistan’ın “Pontus Soykırımı” iddialarının temelinde XIX. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’ne karşı başlatılan ayrılıkçı faaliyetler ve neticesinde meydana gelen olaylar yatmaktadır. XIX. yüzyılın başlarından itibaren, Rum Ortodoks kilisesi ve üst düzey Rum tebaanın gayretleriyle Anadolu’daki Ortodoks Hıristiyanlar Yunan toplumunun bir parçası olduklarına inanmaya başlamış, bunun neticesinde gelişen Yunanlılık şuuru, Karadeniz bölgesini de Megali İdea’nın hedeflerinden birisi haline getirmişti. Nihayet 1870’den sonra Yunanistan’dan gönderilen önemli miktardaki Grek nüfusuyla güçlenen ve bilinen adıyla Pontusçuluk olarak ifade edilen hareket, Samsun merkez olacak şekilde bölgede bir Rum Devleti kurma amacı taşımaktaydı. Balkan Savaşları sırasında Müslüman köylere saldırılması ile alevlenmeye başlayan bu ayrılıkçı çalışmalar, I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele döneminde de devam etmiştir. Başlangıçta Müslüman ahalinin kendi çabasıyla üstesinden gelmeye çalıştığı bu isyan, Müdafaa-i Hukuk teşkilatlarının ortaya çıkmasıyla duraklamış, düzenli orduların kurulup bölgeye birlikler sevk edilmesiyle de 6 Şubat 1923’te bastırılmıştır. Yunanistan’da bugün dile getirilen soykırım iddialarında gerek ahali arasındaki karşılıklı çatışmalar gerekse düzenli orduların isyanı bastırması sırasında bölgedeki 350.000 Rum’un sistemli bir şekilde yok edildiği ileri sürülmektedir.

    İlk defa Paris Konferansı sırasında uluslar arası kamuoyunun gündemine taşınan Pontus meselesi, isyan bastırıldıktan sonra da yine Yunanlılar tarafından Lozan Barış Konferansına taşınmıştır. İki ülke arasında önemli bir anlaşmazlık konusu olan bu meseleyi çözüme kavuşturabilmek için konferansın 1 Aralık 1922 tarihli oturumunda gündeme getirilen nüfus mübadelesi, 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan sözleşme ile resmiyet kazanmış, 1 Mayıs 1923’ten başlayarak, Doğu Karadeniz bölgesindeki Rum-Ortodoks ahali Yunanistan’a göç ettirilmiştir.

    Yunanistan’ın bugün yeniden gündeme getirdiği “Pontus Soykırımı” iddiaları iki temel sebebe dayandırılabilir: İlk olarak nüfusunun yaklaşık üçte ikisi göçmenlerden oluşan bir ülke olarak karşılaştığı kimlik problemlerini örtebilmek için Türk düşmanlığına dayalı bir politika takip ettiği ve halkını bu yolla bir arada tutabilme amacı güttüğü söylenebilir. Bahse konu iddiaların mübadele ile Karadeniz bölgesinden Yunanistan’a göç eden Rumların bu ülke topraklarına ayak bastığı andan itibaren başlayıp günümüze kadar sürmesi bu amaca hizmet etmektedir. İkinci olarak Yunanistan’ın Türklerle tarihî anlaşmazlık konularında soykırım iddialarını bir baskı unsuru olarak kullanmak suretiyle uluslar arası kamuoyunda Türkiye’yi haksız duruma düşürme politikasının etkili olduğu anlaşılmaktadır.

    Yunanistan’ın “Pontus Soykırımı” iddialarını devlet tezi haline getirmesi, iki taraf arasındaki ilişkilerin geleceğini belirleyecek en önemli konuların başında yer alacaktır. Zira 24 Şubat 1994’te Yunan Parlamentosunda alınan bir kararla Pontus’ta Greklere soykırım yapıldığına dair bir kanun tasarısını kabul edilmesinden sonra Yunanistan, Pontus Soykırımının ülke ve dünya gündemine taşınması için faaliyetlere hız vermiş, her yıl 19 Mayısta “Pontus Soykırımını” anma törenleri düzenlenerek mesele sürekli gündemde tutulmuştur. Bu günlerde mesaj yayınlayan parlamento başkanı gibi resmî sıfat taşıyan kişiler açıktan Türkiye’yi suçlayıcı konuşmalar yapmaktadırlar. Ancak bundan daha önemlisi dünyanın pek çok ülkesinde “Pontus Soykırımının” tanınması için lobi faaliyetleri yürütülmektedir. Bu çalışmaların bir neticesi olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin New Jersey ve Güney Caroline eyaleti senatoları 2002 yılında Türklerin Doğu Karadeniz’de Rumlara soykırım yaptığına dair birer tasarıyı kabul etmişlerdir.

    Yunanistan’ın dünya gündemine taşımaya çalıştığı “Pontus Soykırımı” iddiaları Türkiye’de yapılan pek çok çalışmayla ayrıntılı olarak incelenmiş ve bunların tarihî temellerden yoksun olduğu açık bir biçimde ortaya konmuştur. Buna rağmen Yunanistan, uluslar arası kamuoyunda başarıyla yürüttüğü lobi ve propaganda faaliyetleriyle tarihî gerçekleri alt edebilecek bir psikolojik üstünlüğe ulaşmaya çalışmaktadır. Bu üstünlüğünü bugüne kadar kısmen kullanan Yunanistan, güçlü lobisi sayesinde Türkleri ve Türkiye’yi uluslar arası camiada yeni bir soykırım suçlamasıyla mahkum edecek şekilde çalışmalarını aralıksız sürdürmektedir.

    Bu bilgilerden anlaşılacağı üzere Yunanistan, millî birliğini sağlayabilmek ve iki ülke arasındaki ihtilaflı meselelerde uluslar arası kamuoyunda Türkiye’ye üstünlük kurabilmek için “Pontus Soykırımı” iddialarını gündeme getirmektedir. Bu iddiaların tarihî gerçeklerle bağdaşmadığı bilim adamlarının çalışmalarıyla açıkça ortaya konmuştur. Buna rağmen Yunanistan, güçlü lobi faaliyetleri neticesinde uluslar arası kamuoyunda “soykırım” iddialarına taraftar bulmaya başlamıştır. Hal böyleyken Türkiye’nin bu iddialara karşı ciddi bir hazırlığı olmadığı ortaya çıkmıştır. Gelecekte, tıpkı Ermeni meselesinde olduğu gibi istenilmeyen durumlarla karşılaşılmaması için, mesele ilmî zeminde tartışılırken Pontus meselesi ya da Karadeniz bölgesinin Milli Mücadele dönemindeki tarihiyle ilgili yapılan çalışmalar bir an önce batı dillerine çevirerek dünya kamuoyunun dikkatine sunulmalıdır. Ayrıca güçlü Yunan lobisinin dünyada oluşturduğu Türklük aleyhtarı havaya karşı diplomatik ve psikolojik tedbirler alınmalıdır.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  7. #7
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    Anadolu'nun Karadeniz kıyılarında bir Pontus-Rum Devleti'nin kurulması tasarısı XIX. yüzyılın ilk yarısına kadar uzanmaktadır. Filik-i Eteryanın doğuşu, Yunan Ayaklanması ve ardından bir Yunan Devleti'nin kurulması, bu tasarının başlangıç yıllarını oluşturur.
    Pontus Derneği'nin amacı, Trabzon, Ordu, Giresun ve Samsun vilayetleri ile Amasya ve Sivas'ın bir bölümünü içine alan yerleri Yunanlılaştırmaktı. Böylece ilk çağda Pont bölgesinde yaşayan ve Yunanlılıkla ilgisi bulunmayan bir devlet, Yunanistan'ın yayılmacı emelleri için yeniden kurulacaktı.

    Kurulması düşünülen Pontus Rum Devleti'nin sınırları; Paris'te basılıp, Samsun'da ele geçirilen bir haritaya göre, eski Pontus Devleti'nin sınırlarından, batıya doğru taşıyordu. Diğer bir anlatımla Batum'dan İnebolu'ya kadar, yani bütün Karadeniz boyunca uzanıyordu. Saymak gerekirse; Rize, Trabzon, Giresun, Samsun ve Sinop ile birlikte Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Şebinkarahisar, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve kısmen Erzincan'ı içine alıyordu.

    Pontus-Rum Devleti'ne merkez olarak da Samsun ili düşünülüyordu. Buradan da anlaşılacağı üzere aslında, Pontus Devleti'nin, daha sonra aynı bölgede kurulan Trabzon Devleti'nin ve Pontus-Rum Devleti'nin birbirleriyle ilgisi yoktur. Doğu Karadeniz; Türk topraklarına katılışından sonraki yüzyıllar boyunca, Türk ve Rum halkın, aralarında hiçbir sorun olmadan yaşadığı bir bölge olmuştur. Bu bölgede yer alan Trabzon kenti, ekonomik yönden önemli merkezlerden biri olma özelliğini her dönemde sürdürmüştür.

    Trabzon; Birinci Dünya Savaşı öncesinde de ticaret hayatı, zengin yerüstü ve yeraltı kaynaklarıyla en fazla ekonomik canlılık gösteren kentlerimizdendir. Ancak savaş öncesinde Trabzon'u önemli kılan asıl faktör, askeri ve stratejik açıdan çok önemli bir konumda bulunmasıydı. Çünkü Anadolu'nun içlerini İstanbul'a bağlayan demiryolları olmadığından Trabzon, III. Ordu için askerlik açısından büyük önem taşımaktaydı.

    Deniz yoluyla sağlanan, İstanbul - Erzurum arasındaki en kısa yol üzerinde bulunuyordu. Pontus-Rum Devleti ile ilgili çalışmalar, 1908 Devrimi'nden sonra uygulamaya konulacaktır. 1912 Balkan Savaşı ile artan bu çalışmalar, Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte, uluslar arası bir gündem konusu olacaktır. Yunanlılar, Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmesi üzerine, bu bölgeyi ele geçirmek için tarihsel bir fırsat yakaladıklarına inanıyorlardı. Ama bu türlü hayalci politik çıkarların, Türkiye topraklar üzerinde gerçekleşemeyeceğini ve Anadolu'nun 1.000 yıllık Türk Yurdu olduğunu unutmuş görünüyorlardı.

    Yunanlılar, Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmesi üzerine, bu bölgeyi ele geçirmek için tarihsel bir fırsat yakaladıklarına inanıyorlardı. Ama bu türlü hayalci politik çıkarların, Türkiye topraklar üzerinde gerçekleşemeyeceğini ve Anadolu'nun 1.000 yıllık Türk Yurdu olduğunu unutmuş görünüyorlardı.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

Benzer Konular

  1. Dört Mevsim Masalı
    Konu Sahibi Türk-Oğlu Forum Hikayeler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 02.Mart.2011, 22:07
  2. Karadeniz'de Göktürk izleri
    Konu Sahibi naydin81 Forum Tarih Haberleri
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 01.Eylül.2010, 17:46
  3. Çırpınırdı Karadeniz'in Öyküsü
    Konu Sahibi mehtap-gez Forum Serbest Kürsü
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 24.Nisan.2009, 17:29
  4. Doğu Karadeniz'de Pontus ırkı yok
    Konu Sahibi umuro Forum Pontus Meselesi
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 10.Mayıs.2008, 00:16
  5. Karadeniz'de Bir Kurtarma Operasyonu
    Konu Sahibi *SüRgÜn* Forum Kırık Linkler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 29.Ekim.2007, 15:42

Bu Konu için Etiketler

Giriş