OSMANLI DİPLOMASİSİ VE ELÇİLER

Karşılıklı temsil ve sürekli elçilik anlayışı III. Selim’e kadar Osmanlı diplomasisine yabancı olmakla beraber gerekli durumlarda “fevkalade elçi” unvanıyla yabancı devletlere elçiler gönderilmekteydi. Bu elçiler Osmanlı Devleti’nin Batıyla haber ağını oluşturan Kırım hanları,Eflak-Boğdan voyvodoları, Dubrovnik Cumhuriyeti ve Erdel beyleriyle birlikte Osmanlı’nın dış iletişimini sağlıyorlardı. Osmanlı diplomasinin önemli bir ayağını oluşturan ve yabancı elçilere titizlikle uygulanan protokol kurallarına El-Kadimu Yüzaru denilmekteydi.

18. yüzyılda elçiler temsil görevlerinin yanısıra Batıyı tanıma ve algılamada aracı rol üstlenmişlerdi.Şüphesiz elçilerin öneminin artmasında 17. yüzyılla birlikte yaşanan gelişmelerin önemli etkisi olmuştu. Osmanlı diplomasisinde karşılıklı eşitlik ilkesinin uygulanmaya başladığı dönem olması nedeniyle III. Murat’ın saltanatı önemli bir yere sahipti. Osmanlı idaresinin Lehistan ve Fas üzerindeki etkinliğinin genişlediği, İngilizlerle ticari ilişkilerin geliştirildiği bu dönemde Batı’da
Avusturya, Doğuda İran ile girişilen mücadele mali ve sosyal yapıda sarsıntıya yol açtı. 14 yıl süren savaş sonunda 1606 Kasımında imza edilen Zitvatoruk Antlaşması barışı getirdiği gibi yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Budin Valisi Ali Paşa’nın temsil ettiği Türk tarafıyla Komorin Valisi Molar’ın temsil ettiği Avusturya arasında yapılan antlaşmaya göre o tarihe kadar Osmanlı padişahlarıyla aynı düzeyde kabul edilmeyen ve kendisine ‘kral’ diye hitap edilen imparatora bundan böyle ‘çesar’ denilmek suretiyle eşitlik ilkesi kabul ediliyordu. Zitvatoruk sonrası Osmanlı Devleti’nin uyguladığı ofansif savaş politikasını defansif savaş politikasına dönüştüren ikinci gelişme 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşmasıyla yaşanmıştı. Bundan sonra dış politikada dengeler göz önünde tutulmaya çalışılmış, rakip devletlerin tarafsızlığını sağlayabilmek için dışarıya elçiler gönderilmişti. Örneğin 1711’de Avusturya’ya Prens Eugen’e gönderilen elçi Seyfullah Ağa’nın görevi Osmanlı Prusya ilişkilerinin gerginleştiği ve savaş aşamasına gelindiği bir noktada Avusturya’nın tarafsızlığını sağlamaktı. Karlofça ve Pasarofça (1718) antlaşmalarını izleyen bir dizi ticaret,seyr-i sefain antlaşmalarıyla Avusturya, İngiltere, Fransa ve 1730 Belgrad Antlaşması’ndan sonra Rusya elçilikler konusunda Osmanlı Devleti’nde çağın diplomatik ayrıcalık ve güvencesini elde ettiler. Rusya Kaynarca Antlaşması’ndan sonra konsolosluk haklarını genişletti. Böylece bir İslam devleti ilk defa olarak Hıristiyan devletlerle eşit düzeyde diplomatik ilişki sistemine giriyor ve Westfalya esaslarına tabii oluyordu. 1718 sonrası ağırlık kazanan Batıyı tanıma çabaları elçilerin öneminin artmasını sağladı. Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın Paris’e yolladığı Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’ye verdiği talimatta yer alan “vesaiti ümrana ve maarifine dahi layıkıyla kesbi ittila ederek kabili tatbik olanları takriri” ifadesi bu anlayışın sonucuydu

Diplomasi sahasında 6 Şubat 1836’da Hariciye Nezareti kuruluşuna kadar elçilerle ilgili yapılan en önemli girişim III. Selim döneminde yoğunluk kazanan ıslahat çabalarına paralel olarak Avrupa’nın büyük merkezlerinde daimi temsilciliklerin kurulması oldu. 1793 yılında Yusuf Agah Efendi’nin Londra’ya büyükelçi olarak tayin edilmesinin ardından Paris, Viyana ve Berlin gibi Avrupa siyasetinin belirlendiği büyük merkezlerde elçilikler kurulmuş ve bunlar 1821’e kadar görev yapmıştı. Ancak daimi görevle gönderilen elçilerin büyük bölümünün yabancı dil bilmemesi,Rum tercümanların, maslahatgüzarların etkisinde kalmaları kimi zaman sorunlar çıkarıyordu.Nitekim Yunan ayaklanmasının başladığı dönemde Rum maslahatgüzarların Babıâli’ye yanlış bilgiler aktarmaları sonucunda II. Mahmut bu görevlilerin hepsini birden azletti.

Böylece Osmanlı ikamet elçilikleri muvakkaten ortadan kalkmış oldu. On üç yıl süren kesintinin ardından 1834’de aynı başkentlerde açılan daimi elçilikler son dönem Osmanlı diplomasisini belirleyen klasik denge politikasının uygulanmasında etkili oldular. Gerek özel görevlerle gönderilen fevkalade elçiler gerekse 1793 sonrasında daimi statüde görev
yapan elçiler edindikleri izlenimlerle Batı imajının yeniden oluşumunda etkili olmuşlardır. Bu etkileşim Osmanlı cephesinde Batılılaşma hareketini gündeme getirirken, Fransa ve İngiltere başta olmak üzere Batı’da Turguerie akımının doğmasına yol açmıştır. 1665’de IV. Mehmet’in Alman İmparatoru I. Leopold’e gönderdiği Elçi Kara Mehmet Ağa(ö. 1683) ve yaklaşık 150 kişiden oluşan elçilik heyetinin burada yarattığı etkiyi Batı kaynaklarında saptamak mümkündür. Evliya Çelebi Mehmet Ağa’nın sefareti sebebiyle bulunduğu Viyana’nın havasından çok etkilenmiş ve bölge insanlarının güzelliğini bu sihirli havaya bağlamıştır. Kadınların kılık kıyafetleri ve toplum içindeki saygınlıkları da onu etkileyen unsurlar arasındadır. Anlattığına göre “yolda bir kadın giderken, kral o kadına rast gelse eğer at üstünde ise kral, atın başını çekip durur ve kadın önünden geçer. Eğer kral yaya ise el kavuşturup durur ve kadın kralı selamlar, kral da başından şapkasını çıkarıp, kadına saygı gösterir ve kadın geçtikten sonra kral geçer. Bu diyarda ve diğer kafir ülkelerinde söz kadının olup, Meryem aşkına kadına saygılı olurlar”

Elçilerin Batı’da yarattığı olumlu izlenimlerin yanısıra olumlusuz kimi davranışlarına da rastlanmaktadır. Süleyman Ağa’nın 4 Ağustos 1666’da Fransa’ya ayak basıp bir Türk töreniyle karşılanışı, kurumlu ağanın Fransız dışişlerini küçük düşürücü davranışları, Kral XIV. Louis’i ayağa kaldırmak istemesi, kralın debdebesinin en aşağı Türk padişahının atında bile bulunduğunu söylemesi Fransızların tepkisini çekmiştir. Moliere’nin le Bourgeois Gentilhomme’undaki Türk töreninin yazılmasında elçinin olumsuz davranışlarının etkili olduğu bilinmektedir. Türk- Fransız ticaretini geliştirme düşüncesiyle Fransa’ya gönderilen ve diplomatik nezakete aykırı davranışlarıyla Fransızları kızdıran Müteferrika Süleyman Ağa her şeye rağmen yazdığı sefaretnamede Fransa’da ilgisini çeken şeyleri aktarmaktan geri kalmamıştır. Çoğu kendi kültürüne ve sosyal yapısına yabancı gelmekle birlikte elçinin gördüklerinden etkilendiği anlaşılmaktadır.

Şüphesiz Osmanlı sefirleri içinde gerek Batılı gerekse Türk tarihçilerin en çok ilgisini çeken şahsiyet Yirmisekiz Mehmet Çelebi’dir. III. Ahmet döneminde Fransa’ya gönderilen elçiyi çekici kılan yönü, seyahatinin gerçekleştiği dönemin Osmanlı’nın bir başka gözle Batıyı tanımaya çalıştığı ve Batı’nın yaşam normlarıyla tanıştığı çağ olmasıdır. Mehmet Çelebi Fransa dönüşü yazdığı ve III. Ahmet’e sunduğu sefaretnamesinde devlet ricalinin Batıyla ilgili düşüncelerinin olgunlaşmasını sağlamıştır. 7 Ekim 1720’de 400 kişilik bir heyetle Fransa’ya hareket eden Mehmet Çelebi 16 Mart 1720’de ulaştığı Fransa’da görevinin siyasi boyutu itibariyle başarılı olmasa da kültürel ilişkilerin geliştirilmesi bağlamında etkili olmuştur. Sefaretnamesini son derece zarif bir üslupla kaleme alan ve zengin betimlemelerle okuru cezbeden elçi Paris’e ulaşıncaya kadar konakladıkları her yerin özelliğini kaydetmiştir. Montpellier kentinde tacirlere ve seyyahlara kolaylık sağlamak amacıyla açılan ulaşım kanalları ve köprüler ona göre bölgede ticaretin gelişmesinin ve ekonomik zenginliğin başlıca sebebidir. Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin yolculuk güzergahında ve Paris’te dikkatini çekenler arasında kadınların toplumsal yaşamdaki konumları da bulunmaktadır. Aslında elçinin çevresinde bulunan kadınların büyük bölümü sosyal statüleri itibariyle yüksek zümreye dahil aristokrat kadınlardı ve bunların durumları taşra kadınlarından çok farklıydı. Yine de kadınların erkeklerle aynı mecliste kaçgöç olmaksızın yer almaları karşısında duyduğu şaşkınlık 10. yüzyılda Türkler arasında bulunan Arap seyyah İbn Fadlan’ın Türk kadınının Arap kadınından daha özgür olması karşısında duyduğu şaşkınlıktan farklı değildir.