Amerikan toplumu
ABD’de, sosyologlar çalışanları beyaz yakalılar (doktorlar, avukatlar, öğretmenler, kamu sektörü ve özel sektörde çalışan memurlar, pazarlamacılar) ve mavi yakalılar (işçiler) olarak ikiye ayırırlar. Dolayısıyla, Amerikan toplumunun sınıfsız bir toplum olduğu söylenemez. Ancak 1950’li yıllarda, Amerikalıların gözünde hiç kimse toplumsal olarak doğduğu gibi kalmaya mahkûm değildi. Daha fazla para kazanmak ve belki de yeni bir Rockefeller olabilmek için, var gücüyle çalışmak, bir meslek eğitimi almak, biraz şans ve biraz da kararlılık yeterliydi. En azından çocukların ana-babalarından daha başarılı olacakları umuluyordu. Böyle bir yaklaşıma göre, toplumsal olarak yükselmek mümkündü ve herkes milyarder olma hayalleri kuruyordu.
Zenginler, özellikle de servetlerinin bir bölümünü vakıflar kurarak hemşehrilerine yardım etmek amacıyla kullananlar (örneğin, 1901’de kurulan Rockefeller Enstitüsü), birer başarı modeliydiler. Büyük şirketlerin yöneticileri teknik yönetim kadrolarını oluşturuyordu. Bu kadrolar, 1950’li yıllardan itibaren yavaş yavaş patronların yerini almaya başladı. Böylece, önemli üniversitelerde alman eğitimin, kişisel çabanın ve kazanca duyulan ilginin yeni bir sınıf yaratabileceğini ve seçkinleri yenileyebileceğini göstermiş oluyorlardı. Sınıf mücadelesine ise kimse inanmıyordu.
Orta sınıfın hakimiyetini simgeleyen Amerikan banliyöleri de bu dönemde gelişmeye başladı. Bu banliyöler, ekonomik düzeyleri farklı olsa da yarattıkları yaşam biçimiyle birbirlerine benziyorlardı. Bunlar, genellikle pis, gürültülü ve suça boğulmuş kent merkezlerinden uzakta, çoğunlukla ahşap ve çimenliklerle çevrili evleri, ağaçların gölgelediği sokaklarıyla, yalnızca sabahları ve akşamları canlanan birer huzur limanını andırıyorlardı. Öğrencilerin school buses, yani okul otobüsleriyle evlerinden toplanarak götürüldükleri okullar, sayısız Katolik kilisesi, yepyeni Protestan ibadethaneleri ve sinagoglar, dinsel cemaatlerin çeşitliliğine ve dinamikliğine tanıklık ediyordu.
"Bolluk toplumu"nun sınırları
Amerikalılar, yabancıların da hayallerini süsleyen 1950’li yılların "bolluk toplumumu öve öve bitiremezler. Oysa, bu toplumun bir de gizli yüzü vardı: Irk ayırımcılığı. Güney’de, ayırımcılığın içeriğini açıkça yasalar ve yönetmelikler belirtiyordu. Başka yerlerde ise, örf ve adetler bunu dayatıyordu. Siyahlar ve Beyazlar hastanelerde, okullarda, kamu binalarında, kısacası beşikten mezara ayrı yaşıyorlardı ve eşit değillerdi. Güney eyaletlerinin çoğunda "karışık" evlilikler yasaktı; bir Siyah kaldırımı süpürebilir, ama Beyaz bir müşteriye hizmet edemezdi; otobüste yerini Beyazlara bırakmak zorundaydı.
1954’te Yüksek Mahkeme okullardaki ırk ayırımcılığının anayasaya aykırı olduğuna karar verdi, zira ırkları ayırmak çocuklar, yani geleceğin vatandaşları arasında eşitsizlik yaratmak demekti. Kararın uygulanmasını sağlamak ise başlı başına bir işti. Liberal Siyahlar ve Beyazlar ayırımcılığa karşı çabalarını dernekler bünyesinde birleştirdiler. 1955’te, Siyah Protestan papazı Martin Luther King halkı ırk ayırımcılığı uygulayan otobüs şirketlerini boykot etmeye çağırdı.
1950’li yılların sonunda ABD, nüfusunun %20-25’inin yoksulluk içinde yaşadığını keşfetti. Dünyanın bu en zengin ülkesinde her ırktan 30-40 milyon insan, kendilerine yetecek yiyeceği bile bulamadan, derme çatma konutlarda devletten hiçbir yardım görmeden ve sağlık hizmetlerinden yararlanamadan yaşıyordu. Roosevelt’in 1930’larda kurduğu Refah Devleti, "bolluk toplumu'hun unuttuğu bu insanların sefaletine çare olamamıştı. 1960'lı yılların başında, demokrat başkanlardan Kennedy (1961-1963) ve Johnson (1963-1969), bu başarısızlıklarla mücadele etmeye giriştiler. Kennedy ekonomik güçlüklerden en fazla etkilenen bölgeler için yardım programları başlattı. Yoksullar için Medicaid, yaşlılar için de Medicare adıyla birer sağlık yardımı projesi geliştirdi. Johnson ise 1964, 1965 ve 1968’de, vatandaşlık hakları ve fırsat eşitliği ile ilgili yasaların oylanmasını sağladı. Bu yasalar, Siyahların siyasal ve toplumsal yaşama katılabilmelerini sağlama konusunda önemli adımı oluşturuyordu
ALINTIDIR
ABD’de, sosyologlar çalışanları beyaz yakalılar (doktorlar, avukatlar, öğretmenler, kamu sektörü ve özel sektörde çalışan memurlar, pazarlamacılar) ve mavi yakalılar (işçiler) olarak ikiye ayırırlar. Dolayısıyla, Amerikan toplumunun sınıfsız bir toplum olduğu söylenemez. Ancak 1950’li yıllarda, Amerikalıların gözünde hiç kimse toplumsal olarak doğduğu gibi kalmaya mahkûm değildi. Daha fazla para kazanmak ve belki de yeni bir Rockefeller olabilmek için, var gücüyle çalışmak, bir meslek eğitimi almak, biraz şans ve biraz da kararlılık yeterliydi. En azından çocukların ana-babalarından daha başarılı olacakları umuluyordu. Böyle bir yaklaşıma göre, toplumsal olarak yükselmek mümkündü ve herkes milyarder olma hayalleri kuruyordu.
Zenginler, özellikle de servetlerinin bir bölümünü vakıflar kurarak hemşehrilerine yardım etmek amacıyla kullananlar (örneğin, 1901’de kurulan Rockefeller Enstitüsü), birer başarı modeliydiler. Büyük şirketlerin yöneticileri teknik yönetim kadrolarını oluşturuyordu. Bu kadrolar, 1950’li yıllardan itibaren yavaş yavaş patronların yerini almaya başladı. Böylece, önemli üniversitelerde alman eğitimin, kişisel çabanın ve kazanca duyulan ilginin yeni bir sınıf yaratabileceğini ve seçkinleri yenileyebileceğini göstermiş oluyorlardı. Sınıf mücadelesine ise kimse inanmıyordu.
Orta sınıfın hakimiyetini simgeleyen Amerikan banliyöleri de bu dönemde gelişmeye başladı. Bu banliyöler, ekonomik düzeyleri farklı olsa da yarattıkları yaşam biçimiyle birbirlerine benziyorlardı. Bunlar, genellikle pis, gürültülü ve suça boğulmuş kent merkezlerinden uzakta, çoğunlukla ahşap ve çimenliklerle çevrili evleri, ağaçların gölgelediği sokaklarıyla, yalnızca sabahları ve akşamları canlanan birer huzur limanını andırıyorlardı. Öğrencilerin school buses, yani okul otobüsleriyle evlerinden toplanarak götürüldükleri okullar, sayısız Katolik kilisesi, yepyeni Protestan ibadethaneleri ve sinagoglar, dinsel cemaatlerin çeşitliliğine ve dinamikliğine tanıklık ediyordu.
"Bolluk toplumu"nun sınırları
Amerikalılar, yabancıların da hayallerini süsleyen 1950’li yılların "bolluk toplumumu öve öve bitiremezler. Oysa, bu toplumun bir de gizli yüzü vardı: Irk ayırımcılığı. Güney’de, ayırımcılığın içeriğini açıkça yasalar ve yönetmelikler belirtiyordu. Başka yerlerde ise, örf ve adetler bunu dayatıyordu. Siyahlar ve Beyazlar hastanelerde, okullarda, kamu binalarında, kısacası beşikten mezara ayrı yaşıyorlardı ve eşit değillerdi. Güney eyaletlerinin çoğunda "karışık" evlilikler yasaktı; bir Siyah kaldırımı süpürebilir, ama Beyaz bir müşteriye hizmet edemezdi; otobüste yerini Beyazlara bırakmak zorundaydı.
1954’te Yüksek Mahkeme okullardaki ırk ayırımcılığının anayasaya aykırı olduğuna karar verdi, zira ırkları ayırmak çocuklar, yani geleceğin vatandaşları arasında eşitsizlik yaratmak demekti. Kararın uygulanmasını sağlamak ise başlı başına bir işti. Liberal Siyahlar ve Beyazlar ayırımcılığa karşı çabalarını dernekler bünyesinde birleştirdiler. 1955’te, Siyah Protestan papazı Martin Luther King halkı ırk ayırımcılığı uygulayan otobüs şirketlerini boykot etmeye çağırdı.
1950’li yılların sonunda ABD, nüfusunun %20-25’inin yoksulluk içinde yaşadığını keşfetti. Dünyanın bu en zengin ülkesinde her ırktan 30-40 milyon insan, kendilerine yetecek yiyeceği bile bulamadan, derme çatma konutlarda devletten hiçbir yardım görmeden ve sağlık hizmetlerinden yararlanamadan yaşıyordu. Roosevelt’in 1930’larda kurduğu Refah Devleti, "bolluk toplumu'hun unuttuğu bu insanların sefaletine çare olamamıştı. 1960'lı yılların başında, demokrat başkanlardan Kennedy (1961-1963) ve Johnson (1963-1969), bu başarısızlıklarla mücadele etmeye giriştiler. Kennedy ekonomik güçlüklerden en fazla etkilenen bölgeler için yardım programları başlattı. Yoksullar için Medicaid, yaşlılar için de Medicare adıyla birer sağlık yardımı projesi geliştirdi. Johnson ise 1964, 1965 ve 1968’de, vatandaşlık hakları ve fırsat eşitliği ile ilgili yasaların oylanmasını sağladı. Bu yasalar, Siyahların siyasal ve toplumsal yaşama katılabilmelerini sağlama konusunda önemli adımı oluşturuyordu
ALINTIDIR