Çocuklar Gençler Tartışıyor: Neyi, Nasıl, Niye Öğreniyoruz?
Prof.Dr.Ayşegül ATAMAN
GAZİ ÜNİVERSİTESİ GAZİ EĞİTİM FAKÜLTESİ ÖZEL EĞİTİM BÖLÜMÜ
Sayın Bakanım, Talim Terbiye Kurulu’nun Sayın Başkanı, saygıdeğer bilim insanları, sevgili gençler; “Öğrenmeyi Öğrenme” etkinliklerinin düzenlendiği bu iki günde, düzenleme kurulu benim de bir tebliğim olsun istedi. Bana geldikleri zaman şöyle bir öneride bulundum; hep biz ülkemizde yapmış olduğumuz toplantılarda, çocukların adına konuşuyoruz, çocuklar nasıl öğrenir, öğrenme stilleri nedir ve neyi, ne yaparlar; ama, biz hiç dönüp de, çocuklara bunu sormuyoruz; yani, “siz nasıl öğrenirsiniz” diye.
Bu düşünü şöylece oluştu: Bundan epeyce yıl önce üstün zekalılarla ilgili yaptığım bir çalışmada, kaynak taramasında, Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri’nin Kuzey Denizi’nde balık avlamayla ilgili bir sorun yaşadıklarını, bu sorunla ilgili de ne düşünüldüğünü bir bilim adamına sorulduklarında; bilim adamının “ne Sovyetlerin ne de Amerikalıların görüşü beni ilgilendirmiyor, ben balıklar açısından olaya bakıyorum. Balıklar her iki tarafa da yakalanmak istemiyorlar” demiştir. Bu noktadan hareketle, biz hep çocuklar adına konuştuk; acaba, çocuklar bu işe ne diyor, önce onlardan bir duysak ve ondan sonra biz tebliğlerimizi oluştursak teklifinde bulundum. Düzenleme komitesi teklif benden gittiği için bu işin moderatörlüğünü bana verdi, teşekkür ediyorum.
Şimdi, farklı yaşta ve farklı okullardan gençlerimizle bu konuyu ana hatlarıyla tartışacağız. Ben, şimdi, bu söyleşide bana eşlik edecek, pırıl pırıl gençleri tanıtmak istiyorum. Azra Kahvecioğlu (Maya Koleji, ikinci sınıf), Babür Bahçıvan (Hasan Ali Yücel İlköğretim Okulu, üçüncü sınıf), Ece Özbilgiç (Erken Başarı Okulları, yedinci sınıf), Burçin Tefor (Namık Kemal İlköğretim Okulu, sekizinci sınıf), Meriç Can Usta (TED Ankara Koleji Özel Lisesi), Serkan Emirzeoğlu (Üniversite hazırlık)
Efendim, şimdi, gençlerle konuşmadan önce bazı noktalarda sizleri bilgilendirmek istiyorum. Bu konuyu tartışırken bazı okullarda da kabaca bir ‘Çocuklar buna ne diyorlar?’ sorusuna baktık. Nasıl bir eğitim ortamı istersiniz, nasıl olsun sınıfınız, yeni bir şey öğrenirken neler yapmamız gerekir, öğretmenleriniz ne şekilde öğretir, ne şekilde öğretirse daha iyi öğreniyorsunuz? sorularını yönelttik bir grup öğrencimize.
Öğrenciler sınıfta ders işlenirken, yeni bir şey öğrenirken öncelikli ihtiyaçlarını şöylece belirlemişler: sessiz bir ortam istiyoruz, iyi bir eğitim-öğretim alanı istiyoruz, kural ve dikkatimizi yönlendirebileceğimiz bir mekan olsun istiyoruz, her şeyin nedenini öğrenme ihtiyacı vardır, bunu istiyoruz, anlamlı konular bize öğretilsin istiyoruz, tekrar yapılsın istiyoruz, ders araç ve gereçlerini tam olarak istiyoruz şeklinde. Bir de küçük yaş gruplarını dikkate alacak olursak, gerekli ve yeterli oyuncaklarımız da yoktur. Genellikle Batıda üçüncü sınıfın sonuna kadar çocuklar oyun çağı çocuğu kabul edildikleri için öncelikle oynayarak öğrenmeleri esas alınır.
“Nasıl daha iyi öğrenirsiniz?” diye sorulduğunda; eğlenerek; ancak, dersin kuralı ve ciddiyeti de olmalı. Araştırma ve örnek tartışmalar yaparak ve deneyerek, çağdaş öğretimle ancak öğrenebiliriz, disiplinli öğretmen, sosyal imkanlar, laboratuvar, sosyal imkanlar, teneffüs ve de bahçe. Evde de tekrar yaparız; ama, drama, resim, müzik, yazı, beyin fırtınası ve proje ile öğrenmek isteriz diyorlar.
Peki, “Öğretmeniniz nasıl olsun?” dediğimizde de, öğrenciler anlayana kadar dersi tekrarlayan bir öğretmen olsun. Her şekilde iyi öğretmeye çalışsın, uzman öğretmen olsun, disiplinli ve kuralcı bir öğretmen olsun; ama, bize annemiz babamız gibi davranıp, bizi sevsin, güler yüzlü, şakacı ve mümkünse bütün dilleri bilsin diyorlar. “Okulunuzda neler olsun?” denildiğinde, bahçe olsun, çiçek olsun, ağaç olsun, laboratuvar olsun, spor sahaları, yaratıcı eğitim veren bir okul, yöneticiler bile öğrencileri ismen tanımalı, hey! diye hitap etmemeli diyorlar. Derslerin az olduğu, bir sürü eğlenceli yerlerin bulunduğu bir okul olsun, kaliteli öğretmenlerden oluşsun, okul duvarları da renkli olsun, bilgisayarlar geniş kapasiteli olsun, küçük bilgisayarlar değil, yemekler güzel çıksın, içinde mutlaka kanepeler de olsun ki rahatlıkla oturabilelim diyorlar.
Öğrencilerimizin bir kısmı öğretmenlerinden çok mutlu, okullarından çok mutlu, bir kısmının da yoğun eleştirileri var. Şimdi, bunların neler olduğunu göreceğiz; ama, bir şeyi paylaşmadan söyleşiye geçmek istemiyorum. Bir sorumuz vardı “Sınıfta ders işlenirken en iyi ve en kolay nasıl öğreniyorsunuz, dersleri de dikkate alarak açıklayınız” diye sormuştuk. Öğrencimizin bir tanesi, Türkçe dersinde, kelime oyunları ve değişik hikayeler yazarak ‘sen olsaydın’ şeklinde ders işlenmesini istediğini söyledi. Matematik dersinde hesaplamalarla ilgili zeka oyunlarıyla pekiştirmeler yapılsın istiyor. Fen bilgisi dersinde hayvan ve bitki yetiştirme sorumluluğu ve gözlem evi gezileriyle ders yapılsın istiyor. Sosyal bilgiler dersinde dramalar ve bulmacalarla ders yapılsın istiyoruz şeklinde öğrenciler ana hatlarıyla derslerin nasıl yapılması gerektiğini de bize söylüyorlar. Bakalım buradaki gençler ne söyleyecekler.
Öğrencilerimize sırasıyla söz vereceğim:
Azra bize kendini tanıtır mısın? Kaç yaşındasın, kaçıncı sınıfın yeni bir şey öğrenirken, sence, bizim neye ihtiyacımız var? Öğretmen sana yeni bir konu anlatırken nasıl öğreniyorsun?
AZRA – Adım Azra, soyadım Kahvecioğlu. 7 yaşındayım. Özel Ankara Maya İlköğretim Okuluna gidiyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Azra’cım sana sorsam biraz önce okudum, ablaların söylediği yanıtları. Yeni bişey öğrenirken neye ihtiyacımız var bizim sence?
AZRA – Efendim?
AYŞEGÜL ATAMAN – Yeni bir şey öğrenirken ne yapıyosun, yeni bir konuyu öğretmen sana söylediği zaman nasıl öğreniyorsun?
AYŞEGÜL ATAMAN – Öğretmen sana söylediği zaman?
AZRA - Hem dinleyerek hem de okuyarak öğreniyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Bütün arkadaşların da böyle mi öğreniyor?
AZRA – Sanmıyorum...
AYŞEGÜL ATAMAN – Nasıl öğreniyorlar?
AZRA – Çoğunlukla onlar dinleyerek öğreniyorlar.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sen ne yapıyorsun öğretmenin yeni bir konuyu sana verdiği zaman?
AZRA – Öğretmenim yeni bir konuyu bana verdiği zaman, eğer öğretmenim anlatırsa dinlerim. Önünüzdeki şeyi okuyun derse de okurum. Ne derse de yaparım.
AYŞEGÜL ATAMAN – Ne derse yaparsın, peki... Babür’cüm sen ne yapıyosun?
yeni bir şey öğrenirken öncelikle.
BABÜR – Biz yeni bir şey öğrenirken, öğretmen genelde ilk önce okutuyor, ondan sonra da anlatıyor ve bize de anlattırıyor. Böylece herkes dersi daha iyi anlamış oluyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sen iyi anlıyor musun bunları yaptığın zaman?
BABÜR – Evet
AYŞEGÜL ATAMAN – Başka bişey yapıyor musun?
BABÜR – Başka birşey...genelde okuma ve öğretmen anlatma yaptırıyor, derste ilk önce bunu yapıyoruz. Biraz daha ilerlediğimizde de onun hakkında öğretmen bize sorular soruyor, yani sözlü sınav gibi. Derslerde bunları işliyoruz.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki...Ece senin için sorsam aynı şeyi; yani, yeni bir şey öğrenirken öncelikle ihtiyacımız nedir?
ECE – Biz konuyu öğrenmeden önce, öncelikle bizim fikrimiz sorulmalıdır, bizim ne düşündüğümüz sorulmalıdır, biz, o konu hakkında neler biliyoruz. Bunu da beyin fırtınasıyla halledebiliriz, yapabiliriz. Bizim fikirlerimizi öğrenmeliler, biz okul hakkında neler düşünüyoruz, neler öğrenmek istiyoruz. Bunları ilk önce kendimiz tartışırız, daha sonra öğretmenin etkili anlatımıyla, bizim de katılımımızla, konuyu işleriz.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki, sen dersin buna?
BURÇİN – Bence de beyin fırtınası yoluyla öğrenme gerçekleştirilmelidir, bu yöntemle konu kavranmalıdır; yani, daha çok bizim ne düşündüğümüzün öğrenilmesi önemlidir. Daha sonra hocalar bize bilgiyi verdikten sonra, o verilen bilgiyi ne kadar alabilmişiz, tekrar dersin sonunda veya konunun sonunda o bilgiden neler alabilmişiz, nerelerden ve nasıl yararlanabiliriz şeklinde çeşitli diyaloglar kurulması gereklidir. Ben bu şekilde öğrenirim.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki, Meriç Can sen nasıl yapıyorsun bu işi?
MERİÇ CAN – Şimdi, yeni bir bilgi aldığımızda; bizim önce ‘bu bilgiyi bir şekilde nasıl kullanabilirim’ veya ‘bununla nasıl bir mantıksal, bazı tutarlı şeyler elde edebilirim’, ‘ben bunu günlük yaşamımda veya daha önce bildiklerimle veya daha önce sorguladıklarımla nasıl bağdaştırabilirim’ önce bu sorulara cevap vermemiz gerekiyor. Ondan sonra bizim burada almamız gereken eğitim, belirli bir yerde neyi öğreneceğimizin bize tek tek kalıplar halinde verildiği değil, ama öğrenciye bu şeyi öğrenme merakının verildiği etkin bir öğretim biçimi olmalı veya da ben bunu böyle öğrendiğim için böyle bir genellemeye gidiyorum. Bana sorarsınız, eğitimde eğer yeni bir şey öğretiliyorsa, bununla ilgili kaynaklar ve bizi meraka yönlendirebilecek, günlük yaşamdaki bazı problemlerin çözümlerine bu yoldan ulaşabilmemizi sağlayabilecek belirli noktalar verilmeli ve biz çağrışımlar yoluyla, özellikle de bu çağrışımlara çok dikkat çekiyorum; çünkü, bu bizi formel kalıpları direkt ezberlememizden uzak tutuyor, ezberlemekten kastım, burada kayıt etmek, belirli bir dayanak olmadan, bize bir dayanak sağlıyor ve bu bilgileri belirli bir yerde öğrenmeye devam edebiliyorum. Tabii, şöyle bir sorun da var. Şimdi, yeni bir bilgi öğrenmek diyoruz ama, bu yeni bilginin nasıl öğrenileceği belirli bir yerde kurallara tutunmuş durumda. Müfredat diye bir şey ortada ve bu müfredat sonuç olarak görünmeli; çünkü, bireylerin kendi ekonomik ortamında neler yapacağını sağlayabilmek için de, yani belirli bazı kalitelerini öğrenebilmek için de bunlar verilmek zorunda. O zaman, eğer bu bilgiler, kalıp halinde bize, yani nelerin verildiği bize kalıp halinde verilecekse, bari bunları bir mantıksal sıra içerisinde, yani kolaydan zora doğru giderek ve insanın sorgulama sürecine önem vererek, katılımcı bir eğitimle verilmelidir.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki, Serkan sen ne diyorsun? Serkan biraz kendisinden bahsetsin, O üniversiteye hazırlanıyor. Bütün öğretimini bitirdi.
SERKAN – Kanunu Lisesi öğrencisiydim, iki yıl önce öğretimi tamamladım, şu anda üniversiteye hazırlanıyorum. Benim ilk istediğim şey, bu devlet okulu mezunu olmamdan kaynaklanıyor; az önce arkadaşlarımızın sıraladığı şeyleri bize verebilecek öğretmenler istiyorum ben. Bu kapasiteye sahip öğretmenler istiyorum. İlk gereken bu; çünkü, size ne verilirse, onu alırsınız, yani sadece bu yeterli benim için. İlk önce iyi bir öğretmen, daha sonrasını ben yaparım.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Serkan öğretmene döndü, şimdi hepinize teker teker soruyorum; öğretmenlerinizden memnun musunuz? Babür senden başlayalım. En sevdiğin yanı ne, pek de hoşuna gitmeyen yanı ne?
BABÜR – Öğretmenimizin en sevdiğim yanı dersleri anlatırken hep bizi güldürerek anlatıyor, bu benim çok hoşuma gidiyor, sınıftaki birçok arkadaşımızın da hoşuna gidiyor. Öğretmenimizin her şeyi iyi, sevmediğim bir yanı yok. Diğer arkadaşlarımın düşüncelerini bilemem ama, gördüğüme göre herkes seviyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Azra, sen?
AZRA – Öğretmenimin dersi anlatarak ve iyice akla getirerek öğretmesi benim çok hoşuma gidiyor, benim de sevmediğim bir yanı yok.
AYŞEGÜL ATAMAN – Neler yapıyor öğretmenin derste, ders anlatırken?
AZRA – Ders anlatırken, bize bazen canlandırma yaptırıyor, bazen de yapraklar hazırlayarak, anlatarak işletiyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sevmediğin yanı yok mu yani?
AZRA – Yok
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sırayla gidelim....öğretmenlerinizden, beğendiğiniz özellikler beğenmediğiniz özellikler...
ECE – Ben önce öğretmenlerimden çok memnunum. Benim en beğendiğim özellikleri yeniliklere açık olmaları. Hep böyle eski sistemde değiller, kuralcı, ezberci, bunlar hiç hoşuma gitmiyor, yani bunları hiç yaşamadım, iyi ki yaşamadım; ama, öğretmenlerim sayesinde, onlar yeniliklere açıklar. Yeni çağın eğitim sistemini araştırıyorlar, biliyorlar ve bize gösteriyorlar. Bunlar nasıl olabilir? Mesela bizim aktif olarak katılabileceğimiz derslerle, bizim canlandıracağımız dramalarla bu daha iyi pekişebilir. Ben böyle düşünüyorum.
BURÇİN – Ben açıkçası bazı öğretmenlerimden memnun değilim; çünkü, bazı öğretmenler gerçekten yaşları doğrultusunda değil, evet, belli bir yaşı geçtikten sonra, herkeste olduğu gibi, kendi gelişimini bitirdiğine inanıyor, benim artık bundan sonra bir şey öğrenmeme gerek yok, ben zaten bilgileri veriyorum diye düşünüyor. Fakat, bazıları ileri yaşlarda bulunsalar bile, yeniliklere açık, öğretmeyi yeni çeşitlerle yapmaya çalışıyorlar. Ama, bence, bu yeniliklere açık olmayan, gelişimini tam olarak tamamladığını düşünen hocaları denetlemekle ilgili problemler olduğunu düşünüyorum. En azından, yani bir hoca gelişimini tamamladığını, öğrenciye bir şey veremediğini öğrenciye hissettiriyorsa, o hocanın devam etmemesi gerekiyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki neler yapıyor bu hocalar? Neden bu kanıya varıyorsun?
BURÇİN – Bu tür hocalar şunu yapıyorlar; mesela, yeni bir fikir ortaya sunuyoruz, fikre karşı çıkmıyor fakat bizim görüşlerimize pek fazla önem vermiyor veya sadece bazı konulardaki görüşlerimize önem veriyor. Mesela beyin fırtınası yöntemini kullanmıyorlar ki, bu bizim en çok öğrenmemizi sağlayacak yöntem olduğuna inanıyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Zannediyorum sen dershaneye de gidiyordun. Orada farklı bir şey mi yapılıyor?
BURÇİN – Evet aynı zamanda dershaneye gidiyorum. Orada farklı bir şey yapılıyor. Çünkü, kendilerini denetleyen bir insan var her zaman, daha disiplinli ve daha sıkı bir yönetim var, o yüzden hocalar ne olursa olsun, sizin görüşlerinize çok önem veriyorlar. Ayrıca, hocalar kendilerini sürekli geliştirmek zorunda olduklarının farkındalar. Dershanede yeniliklere daha açık oluyorsunuz; fakat, okulda da yeniliklere açık öğretmenler tabii ki, var. Bunlar farklı zaten ve bunları seviyorsunuz. Bence eğitim sisteminden dolayı yeniliklerin kendini bitirdiğini düşünen öğretmenler çok fazla.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sen ne düşünüyosun bu konuda?
MERİÇ CAN – Şimdi, burada bazı hocalarımı seviyorum, bazılarını sevmiyorum diyeyim; ama, öğretmenlik mesleğine biraz baktığımız zaman, yani onlarla empati kurmaya çalıştığımda; gerçekten, öğretmenlik biraz zor bir iş. Benim için ideal öğretmen fikri, her öğrencinin kendi öğrenim stiliyle ve kendi kişiliğine göre davranan bir öğretmen biçimi. Tabii ki, her öğretmenin üzerinden geçen ve hele de bu ekonomik durumda ve büyük sınıflarda, kalabalık sınıflarla, her öğrenci ile teker teker ilgilenmesi, oturup, işte derslerini hazırlaması, ondan sonra bunları aktarması, anlamayanlarla bir daha uğraşması, sınıfın tümüyle ilerleyebilecek bir program getirmesi, bu programda geri kalan insanları ileriye çıkarmaya çalışırken, diğerinin programdan memnuniyetsiz kalışını telafi etmeye çalışması gerçekten çok zor bir durum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Kaç kişi sınıfınız?
MERİÇ CAN - Bizim sınıf 26 kişi, ama ben daha önce devlet okulundan geldim, 71 kişilik bir sınıf idi. Bir de şu var; ben öğretmenlerimizin açıkçası dogmalardan uzak olmasını tercih ederim. Ama, şöyle bir durum da var; kitaplarla verilen bir de doğrular var ve siz bu doğrulara göre notlanıyorsunuz ve bu doğrulara göre toplumda belirli bazı sınıflara getiriliyorsunuz. Ben, eğer kendi sürecimde -ne cevap bulursam bulayım- eğer orada verilen cevabı, eğer ben veremiyorsam, o zaman, toplum beni belirli bir yerde doğruları bilmiyor şeklinde, beni uzaklaştırmış oluyor ve beni ona göre düşük bir seviyeye koyuyor. Bu nedenle, insanın belirli bir yerde sorgulama mekanizmasını bitiriyorsunuz. Burada hem ekonomik zorluklar var hem öğretmenin vermek zorunda olduğu belirli bazı doğrular var. Öğretmenlerimin, ben genellikle çağrışımlar yoluyla bunları öğretmesini ve bana merak edeceğim sorular vermesini, en azından, kendimce sorular bulmayı istiyorum; çünkü, kendimi ben meraklı biri olarak görüyorum; ama, kendi okuduğum sınıfta, böyle düşünmeyen ve belirli bir yerde iyi not alabilmek için veya bu eğitim sistemiyle toplum beni bir şekilde iyi bir yere koysun, ondan sonra ben kendimi ilerletirim diyen insanlar da var. Şimdi, ben eğitimimle tatmin olurken, o insanlar ne yapacaklar? Her insanın özel değerlendirilmesinde bir sorun olduğu kanısındayım.
AYŞEGÜL ATAMAN – Serkan senin sınıfın kaç kişilikti, mezun olduğun okulda?
SERKAN – Pek hatırlamıyorum ama 30 - 35 kişilikti sanırım.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki bir konuyu öğrenirken neyi tercih ediyosunuz, okunmasını mı istiyorsunuz, siz mi okumak istiyosunuz, mutlaka görmeniz mi lazım yoksa materyali elinize aldığınız zaman dolanır mısınız, ne yaparsınız, nasıl öğrenirsiniz? Okuyarak mı, yazarak mı, resim yaparak mı, müzik dinleyerek mi? Babür sen nasıl öğreniyorsun?
BABÜR – Biz, az önce de söylediğim gibi anlatarak öğreniyoruz.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sen kendin öğrenirken, öğretmen anlatırken değil. Bişey öğrenmen gerektiği zaman, anlatıldığında mı daha iyi öğreniyosun?
BABÜR – Evet, genelde işlediğimiz konunun sonlarına doğru, biz mesela resim derslerinde, o konu hakkında resimler yapıyoruz, bu da bizi bilgiye götürüyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Kaç kişiydi sizin sınıfınız?
BABÜR – Yaklaşık 41-42 kişi vardır. Ondan sonra, öğretmen genelde bir ödev verince, o konu hakkında şu konuyu araştırın diye veriyor genelde, araştırmalar yapıyoruz ve o konu hakkında bulduğumuz bilgileri yazarak öğretmenimize gösteriyoruz.
AYŞEGÜL ATAMAN – Çok mu yazıyosunuz, yazılı ödeviniz çok mu?
BABÜR – Ödevlerimiz baş günlerde çok fazla değildi, ortalama idi, ama son günlere doğru bayağı ödevlerimiz düşüyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Artıyor mu, azalıyor mu?
BABÜR – Artmıyor, iniyor, azalıyor gittikçe azalıyor? Öğretmen bazen zor şeyler verse de yapabiliyoruz.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Azra sen nasıl öğreniyorsun, daha kolay. Yazarak mı, okuyarak mı?
AZRA – Dinleyerek...
AYŞEGÜL ATAMAN – Dinleyerek, canlandırarak, resim yaparak, müzik?
AZRA – Dinleyerek ve canlandırarak öğreniyorum daha iyi. Canlandırmada kendini o kişinin yerine koyarak empati kurabiliyorsun.
AYŞEGÜL ATAMAN – Başka ne yapıyosun?
AZRA – Bazen de dinliyorsun. Dinleyince de daha kolay öğreniyosun.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki en çok hangi dersten ödevlerde sıkıntın var? Ödev var mı?
AZRA – Ödev var.
AYŞEGÜL ATAMAN – Hangi dersten daha çok ödevin var?
AZRA – İngilizce.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki aran nasıl İngilizceyle?
AZRA – İyi.
AYŞEGÜL ATAMAN – Yazması çok mu?
AZRA – Yazması çoğunlukla var.
AYŞEGÜL ATAMAN – Daha önce konuştuğumuzda pek yazılı ödevden hoşlanmıyordunuz değil mi? Aynı fikirde misiniz hala? Babür sen de sevmiyordun yazmayı.
BABÜR – Ben yazmayı çok fazla sevmiyorum, ama kaptırdım mı, bir sayfa yazıyorum, yine de bir satır yazmış gibi oluyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki, mesele kaptırman da di mi?
BABÜR – Evet
AYŞEGÜL ATAMAN – Azra sen canlandırıyorsun? Yazma?
AZRA – Yazmayı seviyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sizler nasıl öğreniyorsunuz? Sizler daha yetişkinsiniz?
ECE – Bence öğretmenin hangi öğrencisinin nasıl öğrendiğini bilmeli öğretmen ki öğrencisine ona göre ders verebilsin. Her okulda, her şekilde mümkün olmayabilir. Bizim sınıf 15 kişi ve bu mümkün olabiliyor. En azından gruplarla, yani hangi grubun nasıl öğrendiği, yani ben anlattığım zaman mı öğreniyor, okuduğu zaman mı öğreniyor, canlandırdığı zaman mı öğreniyor, müzikle ilgilendiği zaman mı öğreniyor, bunu bilmeli. Ben açıkçası, her şekilde öğreniyorum, ama bence en önemli olan; bizim katılımımız ve bizim canlandırmamız; çünkü, öğrendiğimiz konuları canlandırdığımız zaman hem kendimiz o anı yaşamış oluyoruz hem biz canlandırmış oluyoruz. Bence bu çok önemli. Ve de ödev olarak projeler bence çok gerekli; çünkü, bizim kendimiz seçtiğimiz konuyu, kendimiz evde araştırarak, kendimiz bularak, keşfederek öğrenmemiz çok önemli. Ayrıca, bu proje illa bilgi olmayabilir, bunun yanında o konuyla ilgili fıkra bulunur, oyun, öykü, fıkra gibi bunlarla birlikte projemizi daha da zenginleştirebiliriz ve bunu arkadaşlarımıza sunarken, arkadaşlarımız sıkılmaz, hem bilgi edinirler hem de eğleniriz. Ayrıca, ödevlerde bizim fikrimizin sorulması çok önemlidir. ‘Sence bu nasıl olmalı?’ diye katılımımız olmalı. Bizim fikrimiz çok önemli, çünkü öğrenen biziz. Hedef olan biziz, bizim karar vermemiz gerekiyor bence. Dolayısıyla, bu tür ödevler bizim ne düşündüğümüzü anlatır hem de öğretmenin bizim hakkımızda ne düşündüğünü daha iyi anlamasını sağlarız.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Burçin, sen?
BURÇİN – Ben araştırarak daha rahat ve daha kolay öğrenebiliyorum. Ödevler meselesinde bence de araştırarak öğretilmelidir. Ödevler araştırma konusunda olmalıdır. Ders kitaplarını veya herhangi bir kitabı açtığımız zaman, onun tanımını yazmak olmamalı sadece ödev.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki ödevler araştırma türü mü oluyor, sana gelen ödevler?
BURÇİN – Bazı derslerde evet ama sosyal bilgilerdeki ödevler fazla öyle olmuyorlar. Bunlar daha çok ezbere dayalı oluyor; yani, bizim düşünce gücümüzü kullanmamıza, araştırma gücümüzü kullanmamıza yönelik ödevler olmuyor. Daha çok fen bilimlerindeki ödevler bizim araştırmamıza dayalı oluyorlar.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sen fen’i de seviyodun di mi?
BURÇİN – Evet, bence öğretmenler de bu konuya özen göstermelidirler. Çünkü, araştırmada, bizim hayal gücümüzü, bizim ne yapabileceğimizi belirler. Ben öyle olduğuna inanıyorum en azından. Bizim hayal gücümüzü sadece -mesela- elektriğin nerelerde kullanıldığı yönünde olmalı, sadece ısıtmada kullanılıyor olmamalı, bize bunu bırakmalıdırlar. Elektriğin nerelerde kullanılacağını biz araştırmalıyız. Belki farklı yerlerde kullanım alanları da bulabiliriz. Bence herşey bize bırakılmalı, araştırmamıza.
AYŞEGÜL ATAMAN – Evet...
MERİÇ CAN – Verilenlere karşı benim onlara düşüncelerimi katabiilmem ve o düşüncelerimin sonuçlarına göre, onu bir şekilde yapmalıyım. Mesela elektrik konusu verildiği zaman ben bunu işte oradaki elektron denizindeki hareketten başlarım, ondan sonra ona göre belirli bazı yorum ve sonuçlara giderim, yani araştırarak yorum yaparım.
AYŞEGÜL ATAMAN – Araştırarak, yoruma doğru giderek.
MERİÇ CAN – Ödevler konusuna gelince, benim bulunduğum müfredatta biraz daha farklı bir ödev sistemi işleniyor. Sürekli öğrencinin düşünme yetisine yönelik ödevler veriliyor. Örneğin, 4 000 kelimelik uzun bir tez yazıyorsunuz veya 1 000 kelimelik mesela dünya edebiyatına yönelik 3 tane kitap arasında eleştiren, düşünmeye dayalı tezler yazıyorsunuz. Fakat, benim ödevlerle ilgili şöyle bir sorunum var. Ben yazmaktan nefret eden bir insanım ve düşüncelerimi yazmaktan ziyade kendim sorgulayarak ve sözel bir şekilde kendim de tartışarak cevap vermeyi yeğliyorum. Hatta yazmak benim için o kadar şey bir şey ki, buna daha önce koşullanmışım, buna cevap bulamadım, defter bile tutmuyorum ve önüme sınav geldiğinde, bunun neden olduğunu açıklayınız deyince, açıkçası üşeniyorum. Yani, kalkıp da, sözlü bir şey olsa, öğretmenin karşısına geçsem, ben bunu sözlü bir şekilde anlatsam, o da beni anlasa, çok daha iyi olur.
AYŞEGÜL ATAMAN – Bitecek heralde bütün sorunlar, o zaman?
MERİÇ CAN – Bir de şu var; ben öğrendiğimde, öğrendiğimi tekrarlamaktan ziyade öğrendiğimi uygulamaya daha çok önem vermeliyim. Öğrendiğimle etrafımdaki diğer merak ettiklerimle bağ kurabilmeliyim; yani, onlardan bazı felsefi sonuçlar çıkarabilmeliyim mesela. Onları sadece bir fen bilgisi olarak veya bir sosyal bilgisi olarak şeyi olarak değil, ne bileyim, herhangi bir siyasi olayla da bunun bir bağlantısı kurabilirim. Tamam çok komik görünebilir; ama, belirli bir yerde bir bağlantısı kurulabilir.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Serkan sen ne düşünüyosun?
SERKAN – Ben daha çok tartışarak öğrenmeyi çok seviyorum; çünkü, tartıştığımız zaman nerelerde yanıldığımızı veya sizin doğrularınızın üstünde ne kadar doğru olduğunu daha iyi anlayabiliyorsunuz. Ben bunu dershanede öğrendim. Okulda çok fazla böyle tartışma ortamı bulamıyorsunuz. Hoca geliyor oturuyor, kitabı önünüze açtırıyor ve okumanızı istiyor. 45 dakikayı dolduruyor, kapıyı çekip gidiyor. Ödev konusunda ise, ben lisede 3 sene boyunca, benim ödevim sadece, misal sayfa 69, konuyu okuyun ve konunun sonundaki değerlendirme sonuçlarını okuyun oldu. Sadece bu kadar. Başka bir ödev şekli görmedim. İlköğretimde ise, sayfa sayısı değişiyordu bu hususta, o kadar.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki, okul nasıl olmalı, sınıf nasıl olmalı? Mevcut okulunuzdan, sınıfınızdan memnun musunuz? Okulun içinde neler bulunmalı? Babür okulunda mutlu musun?
BABÜR – Okulumdan çok mutluyum, okulumda bir değişiklik olmasını istemiyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Bahçeniz var mı okulunuzda?
BABÜR – Bahçemiz var, çok büyük bir bahçemiz var, bir tören alanımız var.
AYŞEGÜL ATAMAN – Spor alanınız var mı?
BABÜR – Spor alanımız...bahçede yapıyoruz ama salonumuz ayrı bir yerde.
AYŞEGÜL ATAMAN – Başka..? Laboratuvarlarınız? Çiçekleriniz?
BABÜR – Genelde çok fazla bir yeşillik yok, ama arka tarafta biraz ağaç var. Yeşillikler yok, çok az bir durumda yeşillik var. Okulumuz çok güzel bir yer, ama okulumuza biraz daha ağaç ve çim ekilmesini isterdim.
AYŞEGÜL ATAMAN – Daha fazla ağaç olsun istiyosun...
BABÜR – Evet aslında çim ekildi ama daha çıkmadılar. Ondan sonra okulun içi çok güzel ve sorun yok.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sandalyelerin, sıraların rahat mı?
BABÜR – Evet rahat, bazıları kırık. Ama bu bizi rahatsız etmiyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Kırıklar seni rahatsız etmiyor?
BABÜR – Evet, bir çoğu sırada çok fazla kırık vardı ve alt yerleri yoktu. Onlar değiştirildi ve şu anda depoda bekletiliyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sınıfınızda neler var, sınıfın içinde?
BABÜR – Sınıfımızın içinde öğretmen masası, dolap, resim şeridi, 3 tane panomuz var.
AYŞEGÜL ATAMAN – Neler var panoda?
BABÜR – Genelde yazı ve resim kağıtları vardı ama yazılar biraz arttığı için resimleri tamamen çıkardık. Bir tanesini ortaklaşa kullanıyoruz.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sen sabahleyin mi gidiyordun okula, öğleden sonra mı?
BABÜR – Öğleden sonra.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sabahleyin ne yapıyordun?
BABÜR – Sabahleyin etüde gidiyordum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Saat kaçta gidiyordun, yedi buçukta mı?
BABÜR – Yedi buçukta değil de yedi gibi etütde oluyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Okula ne zaman gidiyorsun?
BABÜR – Okula da on iki buçuk gibi gidiyoruz.
AYŞEGÜL ATAMAN – Oradan eve ne zaman geliyordun Babür?
BABÜR – Oradan eve altı gibi...altıyı on geçe evde oluyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sonra ne yapıyorsun, altıyı on geçeden sonra?
BABÜR – Altıyı on geçeden sonra annem çalıştığı için genelde geç geliyor, yedinin üzerinde.
AYŞEGÜL ATAMAN – O zamana kadar ne yapıyorsun?
BABÜR – Oturuyorum, televizyon seyrediyorum, bazen de uyuya kalıyorum, sonra uyanıyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Ödevler etütde mi yapılıyor?
BABÜR – Ödevler etütde yapılıyor ve ödevlerde hiçbir zorlanma olmuyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sana kolay geliyor.
BABÜR – Evet. Genelde ben ödevlerime çok düşkün biriyim, ödevimi yapamaz olduğum zaman, çok üzülürüm ve yapabileceğim bir şey ise, okulda yapabilirim, şiir ezberlemem varsa, evde yapamazsam, genelde okulda ezberliyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Azra, sen memnun musun okulundan, neler istiyosun?
AZRA – Okulumun içi çok güzel, ben içinden memnunum da bahçede fazla katılık var yani çok yeşillik yok. Ben daha çok yeşillik olmasını isterim.
AYŞEGÜL ATAMAN – Ağaç ve yeşillik istiyorsun...başka neler olsun istiyorsun okulda?
AZRA – Okulda daha teknolojik şeyler olsun istiyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Mesela?
AZRA – Mesela televizyon var, ama her katta yok, her katta olsa daha iyi olur.
AYŞEGÜL ATAMAN – Bilgisayarlar nasıl, yeterli mi? Çok çalışıyor musun orada?
AZRA – Bilgisayar yeterli. Bilgisayarda ben çok çalışmıyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki başka ne istiyorsun?
AZRA – Başka bir şey istemiyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sınıfınızda neler var?
AZRA – Sınıfımızda üç tane pano var, birisinde Atatürk ile işlediklerimiz var, birisinde etkinlikler olarak yaptığımız şeyler var, üçüncüyü de ortaklaşa kullanıyoruz.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sen tam gün gidiyorsun değil mi okula? Sabahleyin kaçta gidiyorsun?
AZRA – Evet, sabah 08.35’te derslerimiz başlıyor, saat 16.10’da bitiyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Ondan sonra ne yapıyorsun?
AZRA – Sonra ödevim varsa ödevlerimi yapıyorum, ödevim yoksa da evde oynuyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Neler oynuyorsun mesela?
AZRA – Evde atarim var.
Prof.Dr.Ayşegül ATAMAN
GAZİ ÜNİVERSİTESİ GAZİ EĞİTİM FAKÜLTESİ ÖZEL EĞİTİM BÖLÜMÜ
Sayın Bakanım, Talim Terbiye Kurulu’nun Sayın Başkanı, saygıdeğer bilim insanları, sevgili gençler; “Öğrenmeyi Öğrenme” etkinliklerinin düzenlendiği bu iki günde, düzenleme kurulu benim de bir tebliğim olsun istedi. Bana geldikleri zaman şöyle bir öneride bulundum; hep biz ülkemizde yapmış olduğumuz toplantılarda, çocukların adına konuşuyoruz, çocuklar nasıl öğrenir, öğrenme stilleri nedir ve neyi, ne yaparlar; ama, biz hiç dönüp de, çocuklara bunu sormuyoruz; yani, “siz nasıl öğrenirsiniz” diye.
Bu düşünü şöylece oluştu: Bundan epeyce yıl önce üstün zekalılarla ilgili yaptığım bir çalışmada, kaynak taramasında, Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri’nin Kuzey Denizi’nde balık avlamayla ilgili bir sorun yaşadıklarını, bu sorunla ilgili de ne düşünüldüğünü bir bilim adamına sorulduklarında; bilim adamının “ne Sovyetlerin ne de Amerikalıların görüşü beni ilgilendirmiyor, ben balıklar açısından olaya bakıyorum. Balıklar her iki tarafa da yakalanmak istemiyorlar” demiştir. Bu noktadan hareketle, biz hep çocuklar adına konuştuk; acaba, çocuklar bu işe ne diyor, önce onlardan bir duysak ve ondan sonra biz tebliğlerimizi oluştursak teklifinde bulundum. Düzenleme komitesi teklif benden gittiği için bu işin moderatörlüğünü bana verdi, teşekkür ediyorum.
Şimdi, farklı yaşta ve farklı okullardan gençlerimizle bu konuyu ana hatlarıyla tartışacağız. Ben, şimdi, bu söyleşide bana eşlik edecek, pırıl pırıl gençleri tanıtmak istiyorum. Azra Kahvecioğlu (Maya Koleji, ikinci sınıf), Babür Bahçıvan (Hasan Ali Yücel İlköğretim Okulu, üçüncü sınıf), Ece Özbilgiç (Erken Başarı Okulları, yedinci sınıf), Burçin Tefor (Namık Kemal İlköğretim Okulu, sekizinci sınıf), Meriç Can Usta (TED Ankara Koleji Özel Lisesi), Serkan Emirzeoğlu (Üniversite hazırlık)
Efendim, şimdi, gençlerle konuşmadan önce bazı noktalarda sizleri bilgilendirmek istiyorum. Bu konuyu tartışırken bazı okullarda da kabaca bir ‘Çocuklar buna ne diyorlar?’ sorusuna baktık. Nasıl bir eğitim ortamı istersiniz, nasıl olsun sınıfınız, yeni bir şey öğrenirken neler yapmamız gerekir, öğretmenleriniz ne şekilde öğretir, ne şekilde öğretirse daha iyi öğreniyorsunuz? sorularını yönelttik bir grup öğrencimize.
Öğrenciler sınıfta ders işlenirken, yeni bir şey öğrenirken öncelikli ihtiyaçlarını şöylece belirlemişler: sessiz bir ortam istiyoruz, iyi bir eğitim-öğretim alanı istiyoruz, kural ve dikkatimizi yönlendirebileceğimiz bir mekan olsun istiyoruz, her şeyin nedenini öğrenme ihtiyacı vardır, bunu istiyoruz, anlamlı konular bize öğretilsin istiyoruz, tekrar yapılsın istiyoruz, ders araç ve gereçlerini tam olarak istiyoruz şeklinde. Bir de küçük yaş gruplarını dikkate alacak olursak, gerekli ve yeterli oyuncaklarımız da yoktur. Genellikle Batıda üçüncü sınıfın sonuna kadar çocuklar oyun çağı çocuğu kabul edildikleri için öncelikle oynayarak öğrenmeleri esas alınır.
“Nasıl daha iyi öğrenirsiniz?” diye sorulduğunda; eğlenerek; ancak, dersin kuralı ve ciddiyeti de olmalı. Araştırma ve örnek tartışmalar yaparak ve deneyerek, çağdaş öğretimle ancak öğrenebiliriz, disiplinli öğretmen, sosyal imkanlar, laboratuvar, sosyal imkanlar, teneffüs ve de bahçe. Evde de tekrar yaparız; ama, drama, resim, müzik, yazı, beyin fırtınası ve proje ile öğrenmek isteriz diyorlar.
Peki, “Öğretmeniniz nasıl olsun?” dediğimizde de, öğrenciler anlayana kadar dersi tekrarlayan bir öğretmen olsun. Her şekilde iyi öğretmeye çalışsın, uzman öğretmen olsun, disiplinli ve kuralcı bir öğretmen olsun; ama, bize annemiz babamız gibi davranıp, bizi sevsin, güler yüzlü, şakacı ve mümkünse bütün dilleri bilsin diyorlar. “Okulunuzda neler olsun?” denildiğinde, bahçe olsun, çiçek olsun, ağaç olsun, laboratuvar olsun, spor sahaları, yaratıcı eğitim veren bir okul, yöneticiler bile öğrencileri ismen tanımalı, hey! diye hitap etmemeli diyorlar. Derslerin az olduğu, bir sürü eğlenceli yerlerin bulunduğu bir okul olsun, kaliteli öğretmenlerden oluşsun, okul duvarları da renkli olsun, bilgisayarlar geniş kapasiteli olsun, küçük bilgisayarlar değil, yemekler güzel çıksın, içinde mutlaka kanepeler de olsun ki rahatlıkla oturabilelim diyorlar.
Öğrencilerimizin bir kısmı öğretmenlerinden çok mutlu, okullarından çok mutlu, bir kısmının da yoğun eleştirileri var. Şimdi, bunların neler olduğunu göreceğiz; ama, bir şeyi paylaşmadan söyleşiye geçmek istemiyorum. Bir sorumuz vardı “Sınıfta ders işlenirken en iyi ve en kolay nasıl öğreniyorsunuz, dersleri de dikkate alarak açıklayınız” diye sormuştuk. Öğrencimizin bir tanesi, Türkçe dersinde, kelime oyunları ve değişik hikayeler yazarak ‘sen olsaydın’ şeklinde ders işlenmesini istediğini söyledi. Matematik dersinde hesaplamalarla ilgili zeka oyunlarıyla pekiştirmeler yapılsın istiyor. Fen bilgisi dersinde hayvan ve bitki yetiştirme sorumluluğu ve gözlem evi gezileriyle ders yapılsın istiyor. Sosyal bilgiler dersinde dramalar ve bulmacalarla ders yapılsın istiyoruz şeklinde öğrenciler ana hatlarıyla derslerin nasıl yapılması gerektiğini de bize söylüyorlar. Bakalım buradaki gençler ne söyleyecekler.
Öğrencilerimize sırasıyla söz vereceğim:
Azra bize kendini tanıtır mısın? Kaç yaşındasın, kaçıncı sınıfın yeni bir şey öğrenirken, sence, bizim neye ihtiyacımız var? Öğretmen sana yeni bir konu anlatırken nasıl öğreniyorsun?
AZRA – Adım Azra, soyadım Kahvecioğlu. 7 yaşındayım. Özel Ankara Maya İlköğretim Okuluna gidiyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Azra’cım sana sorsam biraz önce okudum, ablaların söylediği yanıtları. Yeni bişey öğrenirken neye ihtiyacımız var bizim sence?
AZRA – Efendim?
AYŞEGÜL ATAMAN – Yeni bir şey öğrenirken ne yapıyosun, yeni bir konuyu öğretmen sana söylediği zaman nasıl öğreniyorsun?
AYŞEGÜL ATAMAN – Öğretmen sana söylediği zaman?
AZRA - Hem dinleyerek hem de okuyarak öğreniyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Bütün arkadaşların da böyle mi öğreniyor?
AZRA – Sanmıyorum...
AYŞEGÜL ATAMAN – Nasıl öğreniyorlar?
AZRA – Çoğunlukla onlar dinleyerek öğreniyorlar.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sen ne yapıyorsun öğretmenin yeni bir konuyu sana verdiği zaman?
AZRA – Öğretmenim yeni bir konuyu bana verdiği zaman, eğer öğretmenim anlatırsa dinlerim. Önünüzdeki şeyi okuyun derse de okurum. Ne derse de yaparım.
AYŞEGÜL ATAMAN – Ne derse yaparsın, peki... Babür’cüm sen ne yapıyosun?
yeni bir şey öğrenirken öncelikle.
BABÜR – Biz yeni bir şey öğrenirken, öğretmen genelde ilk önce okutuyor, ondan sonra da anlatıyor ve bize de anlattırıyor. Böylece herkes dersi daha iyi anlamış oluyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sen iyi anlıyor musun bunları yaptığın zaman?
BABÜR – Evet
AYŞEGÜL ATAMAN – Başka bişey yapıyor musun?
BABÜR – Başka birşey...genelde okuma ve öğretmen anlatma yaptırıyor, derste ilk önce bunu yapıyoruz. Biraz daha ilerlediğimizde de onun hakkında öğretmen bize sorular soruyor, yani sözlü sınav gibi. Derslerde bunları işliyoruz.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki...Ece senin için sorsam aynı şeyi; yani, yeni bir şey öğrenirken öncelikle ihtiyacımız nedir?
ECE – Biz konuyu öğrenmeden önce, öncelikle bizim fikrimiz sorulmalıdır, bizim ne düşündüğümüz sorulmalıdır, biz, o konu hakkında neler biliyoruz. Bunu da beyin fırtınasıyla halledebiliriz, yapabiliriz. Bizim fikirlerimizi öğrenmeliler, biz okul hakkında neler düşünüyoruz, neler öğrenmek istiyoruz. Bunları ilk önce kendimiz tartışırız, daha sonra öğretmenin etkili anlatımıyla, bizim de katılımımızla, konuyu işleriz.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki, sen dersin buna?
BURÇİN – Bence de beyin fırtınası yoluyla öğrenme gerçekleştirilmelidir, bu yöntemle konu kavranmalıdır; yani, daha çok bizim ne düşündüğümüzün öğrenilmesi önemlidir. Daha sonra hocalar bize bilgiyi verdikten sonra, o verilen bilgiyi ne kadar alabilmişiz, tekrar dersin sonunda veya konunun sonunda o bilgiden neler alabilmişiz, nerelerden ve nasıl yararlanabiliriz şeklinde çeşitli diyaloglar kurulması gereklidir. Ben bu şekilde öğrenirim.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki, Meriç Can sen nasıl yapıyorsun bu işi?
MERİÇ CAN – Şimdi, yeni bir bilgi aldığımızda; bizim önce ‘bu bilgiyi bir şekilde nasıl kullanabilirim’ veya ‘bununla nasıl bir mantıksal, bazı tutarlı şeyler elde edebilirim’, ‘ben bunu günlük yaşamımda veya daha önce bildiklerimle veya daha önce sorguladıklarımla nasıl bağdaştırabilirim’ önce bu sorulara cevap vermemiz gerekiyor. Ondan sonra bizim burada almamız gereken eğitim, belirli bir yerde neyi öğreneceğimizin bize tek tek kalıplar halinde verildiği değil, ama öğrenciye bu şeyi öğrenme merakının verildiği etkin bir öğretim biçimi olmalı veya da ben bunu böyle öğrendiğim için böyle bir genellemeye gidiyorum. Bana sorarsınız, eğitimde eğer yeni bir şey öğretiliyorsa, bununla ilgili kaynaklar ve bizi meraka yönlendirebilecek, günlük yaşamdaki bazı problemlerin çözümlerine bu yoldan ulaşabilmemizi sağlayabilecek belirli noktalar verilmeli ve biz çağrışımlar yoluyla, özellikle de bu çağrışımlara çok dikkat çekiyorum; çünkü, bu bizi formel kalıpları direkt ezberlememizden uzak tutuyor, ezberlemekten kastım, burada kayıt etmek, belirli bir dayanak olmadan, bize bir dayanak sağlıyor ve bu bilgileri belirli bir yerde öğrenmeye devam edebiliyorum. Tabii, şöyle bir sorun da var. Şimdi, yeni bir bilgi öğrenmek diyoruz ama, bu yeni bilginin nasıl öğrenileceği belirli bir yerde kurallara tutunmuş durumda. Müfredat diye bir şey ortada ve bu müfredat sonuç olarak görünmeli; çünkü, bireylerin kendi ekonomik ortamında neler yapacağını sağlayabilmek için de, yani belirli bazı kalitelerini öğrenebilmek için de bunlar verilmek zorunda. O zaman, eğer bu bilgiler, kalıp halinde bize, yani nelerin verildiği bize kalıp halinde verilecekse, bari bunları bir mantıksal sıra içerisinde, yani kolaydan zora doğru giderek ve insanın sorgulama sürecine önem vererek, katılımcı bir eğitimle verilmelidir.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki, Serkan sen ne diyorsun? Serkan biraz kendisinden bahsetsin, O üniversiteye hazırlanıyor. Bütün öğretimini bitirdi.
SERKAN – Kanunu Lisesi öğrencisiydim, iki yıl önce öğretimi tamamladım, şu anda üniversiteye hazırlanıyorum. Benim ilk istediğim şey, bu devlet okulu mezunu olmamdan kaynaklanıyor; az önce arkadaşlarımızın sıraladığı şeyleri bize verebilecek öğretmenler istiyorum ben. Bu kapasiteye sahip öğretmenler istiyorum. İlk gereken bu; çünkü, size ne verilirse, onu alırsınız, yani sadece bu yeterli benim için. İlk önce iyi bir öğretmen, daha sonrasını ben yaparım.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Serkan öğretmene döndü, şimdi hepinize teker teker soruyorum; öğretmenlerinizden memnun musunuz? Babür senden başlayalım. En sevdiğin yanı ne, pek de hoşuna gitmeyen yanı ne?
BABÜR – Öğretmenimizin en sevdiğim yanı dersleri anlatırken hep bizi güldürerek anlatıyor, bu benim çok hoşuma gidiyor, sınıftaki birçok arkadaşımızın da hoşuna gidiyor. Öğretmenimizin her şeyi iyi, sevmediğim bir yanı yok. Diğer arkadaşlarımın düşüncelerini bilemem ama, gördüğüme göre herkes seviyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Azra, sen?
AZRA – Öğretmenimin dersi anlatarak ve iyice akla getirerek öğretmesi benim çok hoşuma gidiyor, benim de sevmediğim bir yanı yok.
AYŞEGÜL ATAMAN – Neler yapıyor öğretmenin derste, ders anlatırken?
AZRA – Ders anlatırken, bize bazen canlandırma yaptırıyor, bazen de yapraklar hazırlayarak, anlatarak işletiyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sevmediğin yanı yok mu yani?
AZRA – Yok
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sırayla gidelim....öğretmenlerinizden, beğendiğiniz özellikler beğenmediğiniz özellikler...
ECE – Ben önce öğretmenlerimden çok memnunum. Benim en beğendiğim özellikleri yeniliklere açık olmaları. Hep böyle eski sistemde değiller, kuralcı, ezberci, bunlar hiç hoşuma gitmiyor, yani bunları hiç yaşamadım, iyi ki yaşamadım; ama, öğretmenlerim sayesinde, onlar yeniliklere açıklar. Yeni çağın eğitim sistemini araştırıyorlar, biliyorlar ve bize gösteriyorlar. Bunlar nasıl olabilir? Mesela bizim aktif olarak katılabileceğimiz derslerle, bizim canlandıracağımız dramalarla bu daha iyi pekişebilir. Ben böyle düşünüyorum.
BURÇİN – Ben açıkçası bazı öğretmenlerimden memnun değilim; çünkü, bazı öğretmenler gerçekten yaşları doğrultusunda değil, evet, belli bir yaşı geçtikten sonra, herkeste olduğu gibi, kendi gelişimini bitirdiğine inanıyor, benim artık bundan sonra bir şey öğrenmeme gerek yok, ben zaten bilgileri veriyorum diye düşünüyor. Fakat, bazıları ileri yaşlarda bulunsalar bile, yeniliklere açık, öğretmeyi yeni çeşitlerle yapmaya çalışıyorlar. Ama, bence, bu yeniliklere açık olmayan, gelişimini tam olarak tamamladığını düşünen hocaları denetlemekle ilgili problemler olduğunu düşünüyorum. En azından, yani bir hoca gelişimini tamamladığını, öğrenciye bir şey veremediğini öğrenciye hissettiriyorsa, o hocanın devam etmemesi gerekiyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki neler yapıyor bu hocalar? Neden bu kanıya varıyorsun?
BURÇİN – Bu tür hocalar şunu yapıyorlar; mesela, yeni bir fikir ortaya sunuyoruz, fikre karşı çıkmıyor fakat bizim görüşlerimize pek fazla önem vermiyor veya sadece bazı konulardaki görüşlerimize önem veriyor. Mesela beyin fırtınası yöntemini kullanmıyorlar ki, bu bizim en çok öğrenmemizi sağlayacak yöntem olduğuna inanıyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Zannediyorum sen dershaneye de gidiyordun. Orada farklı bir şey mi yapılıyor?
BURÇİN – Evet aynı zamanda dershaneye gidiyorum. Orada farklı bir şey yapılıyor. Çünkü, kendilerini denetleyen bir insan var her zaman, daha disiplinli ve daha sıkı bir yönetim var, o yüzden hocalar ne olursa olsun, sizin görüşlerinize çok önem veriyorlar. Ayrıca, hocalar kendilerini sürekli geliştirmek zorunda olduklarının farkındalar. Dershanede yeniliklere daha açık oluyorsunuz; fakat, okulda da yeniliklere açık öğretmenler tabii ki, var. Bunlar farklı zaten ve bunları seviyorsunuz. Bence eğitim sisteminden dolayı yeniliklerin kendini bitirdiğini düşünen öğretmenler çok fazla.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sen ne düşünüyosun bu konuda?
MERİÇ CAN – Şimdi, burada bazı hocalarımı seviyorum, bazılarını sevmiyorum diyeyim; ama, öğretmenlik mesleğine biraz baktığımız zaman, yani onlarla empati kurmaya çalıştığımda; gerçekten, öğretmenlik biraz zor bir iş. Benim için ideal öğretmen fikri, her öğrencinin kendi öğrenim stiliyle ve kendi kişiliğine göre davranan bir öğretmen biçimi. Tabii ki, her öğretmenin üzerinden geçen ve hele de bu ekonomik durumda ve büyük sınıflarda, kalabalık sınıflarla, her öğrenci ile teker teker ilgilenmesi, oturup, işte derslerini hazırlaması, ondan sonra bunları aktarması, anlamayanlarla bir daha uğraşması, sınıfın tümüyle ilerleyebilecek bir program getirmesi, bu programda geri kalan insanları ileriye çıkarmaya çalışırken, diğerinin programdan memnuniyetsiz kalışını telafi etmeye çalışması gerçekten çok zor bir durum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Kaç kişi sınıfınız?
MERİÇ CAN - Bizim sınıf 26 kişi, ama ben daha önce devlet okulundan geldim, 71 kişilik bir sınıf idi. Bir de şu var; ben öğretmenlerimizin açıkçası dogmalardan uzak olmasını tercih ederim. Ama, şöyle bir durum da var; kitaplarla verilen bir de doğrular var ve siz bu doğrulara göre notlanıyorsunuz ve bu doğrulara göre toplumda belirli bazı sınıflara getiriliyorsunuz. Ben, eğer kendi sürecimde -ne cevap bulursam bulayım- eğer orada verilen cevabı, eğer ben veremiyorsam, o zaman, toplum beni belirli bir yerde doğruları bilmiyor şeklinde, beni uzaklaştırmış oluyor ve beni ona göre düşük bir seviyeye koyuyor. Bu nedenle, insanın belirli bir yerde sorgulama mekanizmasını bitiriyorsunuz. Burada hem ekonomik zorluklar var hem öğretmenin vermek zorunda olduğu belirli bazı doğrular var. Öğretmenlerimin, ben genellikle çağrışımlar yoluyla bunları öğretmesini ve bana merak edeceğim sorular vermesini, en azından, kendimce sorular bulmayı istiyorum; çünkü, kendimi ben meraklı biri olarak görüyorum; ama, kendi okuduğum sınıfta, böyle düşünmeyen ve belirli bir yerde iyi not alabilmek için veya bu eğitim sistemiyle toplum beni bir şekilde iyi bir yere koysun, ondan sonra ben kendimi ilerletirim diyen insanlar da var. Şimdi, ben eğitimimle tatmin olurken, o insanlar ne yapacaklar? Her insanın özel değerlendirilmesinde bir sorun olduğu kanısındayım.
AYŞEGÜL ATAMAN – Serkan senin sınıfın kaç kişilikti, mezun olduğun okulda?
SERKAN – Pek hatırlamıyorum ama 30 - 35 kişilikti sanırım.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki bir konuyu öğrenirken neyi tercih ediyosunuz, okunmasını mı istiyorsunuz, siz mi okumak istiyosunuz, mutlaka görmeniz mi lazım yoksa materyali elinize aldığınız zaman dolanır mısınız, ne yaparsınız, nasıl öğrenirsiniz? Okuyarak mı, yazarak mı, resim yaparak mı, müzik dinleyerek mi? Babür sen nasıl öğreniyorsun?
BABÜR – Biz, az önce de söylediğim gibi anlatarak öğreniyoruz.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sen kendin öğrenirken, öğretmen anlatırken değil. Bişey öğrenmen gerektiği zaman, anlatıldığında mı daha iyi öğreniyosun?
BABÜR – Evet, genelde işlediğimiz konunun sonlarına doğru, biz mesela resim derslerinde, o konu hakkında resimler yapıyoruz, bu da bizi bilgiye götürüyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Kaç kişiydi sizin sınıfınız?
BABÜR – Yaklaşık 41-42 kişi vardır. Ondan sonra, öğretmen genelde bir ödev verince, o konu hakkında şu konuyu araştırın diye veriyor genelde, araştırmalar yapıyoruz ve o konu hakkında bulduğumuz bilgileri yazarak öğretmenimize gösteriyoruz.
AYŞEGÜL ATAMAN – Çok mu yazıyosunuz, yazılı ödeviniz çok mu?
BABÜR – Ödevlerimiz baş günlerde çok fazla değildi, ortalama idi, ama son günlere doğru bayağı ödevlerimiz düşüyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Artıyor mu, azalıyor mu?
BABÜR – Artmıyor, iniyor, azalıyor gittikçe azalıyor? Öğretmen bazen zor şeyler verse de yapabiliyoruz.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Azra sen nasıl öğreniyorsun, daha kolay. Yazarak mı, okuyarak mı?
AZRA – Dinleyerek...
AYŞEGÜL ATAMAN – Dinleyerek, canlandırarak, resim yaparak, müzik?
AZRA – Dinleyerek ve canlandırarak öğreniyorum daha iyi. Canlandırmada kendini o kişinin yerine koyarak empati kurabiliyorsun.
AYŞEGÜL ATAMAN – Başka ne yapıyosun?
AZRA – Bazen de dinliyorsun. Dinleyince de daha kolay öğreniyosun.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki en çok hangi dersten ödevlerde sıkıntın var? Ödev var mı?
AZRA – Ödev var.
AYŞEGÜL ATAMAN – Hangi dersten daha çok ödevin var?
AZRA – İngilizce.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki aran nasıl İngilizceyle?
AZRA – İyi.
AYŞEGÜL ATAMAN – Yazması çok mu?
AZRA – Yazması çoğunlukla var.
AYŞEGÜL ATAMAN – Daha önce konuştuğumuzda pek yazılı ödevden hoşlanmıyordunuz değil mi? Aynı fikirde misiniz hala? Babür sen de sevmiyordun yazmayı.
BABÜR – Ben yazmayı çok fazla sevmiyorum, ama kaptırdım mı, bir sayfa yazıyorum, yine de bir satır yazmış gibi oluyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki, mesele kaptırman da di mi?
BABÜR – Evet
AYŞEGÜL ATAMAN – Azra sen canlandırıyorsun? Yazma?
AZRA – Yazmayı seviyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sizler nasıl öğreniyorsunuz? Sizler daha yetişkinsiniz?
ECE – Bence öğretmenin hangi öğrencisinin nasıl öğrendiğini bilmeli öğretmen ki öğrencisine ona göre ders verebilsin. Her okulda, her şekilde mümkün olmayabilir. Bizim sınıf 15 kişi ve bu mümkün olabiliyor. En azından gruplarla, yani hangi grubun nasıl öğrendiği, yani ben anlattığım zaman mı öğreniyor, okuduğu zaman mı öğreniyor, canlandırdığı zaman mı öğreniyor, müzikle ilgilendiği zaman mı öğreniyor, bunu bilmeli. Ben açıkçası, her şekilde öğreniyorum, ama bence en önemli olan; bizim katılımımız ve bizim canlandırmamız; çünkü, öğrendiğimiz konuları canlandırdığımız zaman hem kendimiz o anı yaşamış oluyoruz hem biz canlandırmış oluyoruz. Bence bu çok önemli. Ve de ödev olarak projeler bence çok gerekli; çünkü, bizim kendimiz seçtiğimiz konuyu, kendimiz evde araştırarak, kendimiz bularak, keşfederek öğrenmemiz çok önemli. Ayrıca, bu proje illa bilgi olmayabilir, bunun yanında o konuyla ilgili fıkra bulunur, oyun, öykü, fıkra gibi bunlarla birlikte projemizi daha da zenginleştirebiliriz ve bunu arkadaşlarımıza sunarken, arkadaşlarımız sıkılmaz, hem bilgi edinirler hem de eğleniriz. Ayrıca, ödevlerde bizim fikrimizin sorulması çok önemlidir. ‘Sence bu nasıl olmalı?’ diye katılımımız olmalı. Bizim fikrimiz çok önemli, çünkü öğrenen biziz. Hedef olan biziz, bizim karar vermemiz gerekiyor bence. Dolayısıyla, bu tür ödevler bizim ne düşündüğümüzü anlatır hem de öğretmenin bizim hakkımızda ne düşündüğünü daha iyi anlamasını sağlarız.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Burçin, sen?
BURÇİN – Ben araştırarak daha rahat ve daha kolay öğrenebiliyorum. Ödevler meselesinde bence de araştırarak öğretilmelidir. Ödevler araştırma konusunda olmalıdır. Ders kitaplarını veya herhangi bir kitabı açtığımız zaman, onun tanımını yazmak olmamalı sadece ödev.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki ödevler araştırma türü mü oluyor, sana gelen ödevler?
BURÇİN – Bazı derslerde evet ama sosyal bilgilerdeki ödevler fazla öyle olmuyorlar. Bunlar daha çok ezbere dayalı oluyor; yani, bizim düşünce gücümüzü kullanmamıza, araştırma gücümüzü kullanmamıza yönelik ödevler olmuyor. Daha çok fen bilimlerindeki ödevler bizim araştırmamıza dayalı oluyorlar.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sen fen’i de seviyodun di mi?
BURÇİN – Evet, bence öğretmenler de bu konuya özen göstermelidirler. Çünkü, araştırmada, bizim hayal gücümüzü, bizim ne yapabileceğimizi belirler. Ben öyle olduğuna inanıyorum en azından. Bizim hayal gücümüzü sadece -mesela- elektriğin nerelerde kullanıldığı yönünde olmalı, sadece ısıtmada kullanılıyor olmamalı, bize bunu bırakmalıdırlar. Elektriğin nerelerde kullanılacağını biz araştırmalıyız. Belki farklı yerlerde kullanım alanları da bulabiliriz. Bence herşey bize bırakılmalı, araştırmamıza.
AYŞEGÜL ATAMAN – Evet...
MERİÇ CAN – Verilenlere karşı benim onlara düşüncelerimi katabiilmem ve o düşüncelerimin sonuçlarına göre, onu bir şekilde yapmalıyım. Mesela elektrik konusu verildiği zaman ben bunu işte oradaki elektron denizindeki hareketten başlarım, ondan sonra ona göre belirli bazı yorum ve sonuçlara giderim, yani araştırarak yorum yaparım.
AYŞEGÜL ATAMAN – Araştırarak, yoruma doğru giderek.
MERİÇ CAN – Ödevler konusuna gelince, benim bulunduğum müfredatta biraz daha farklı bir ödev sistemi işleniyor. Sürekli öğrencinin düşünme yetisine yönelik ödevler veriliyor. Örneğin, 4 000 kelimelik uzun bir tez yazıyorsunuz veya 1 000 kelimelik mesela dünya edebiyatına yönelik 3 tane kitap arasında eleştiren, düşünmeye dayalı tezler yazıyorsunuz. Fakat, benim ödevlerle ilgili şöyle bir sorunum var. Ben yazmaktan nefret eden bir insanım ve düşüncelerimi yazmaktan ziyade kendim sorgulayarak ve sözel bir şekilde kendim de tartışarak cevap vermeyi yeğliyorum. Hatta yazmak benim için o kadar şey bir şey ki, buna daha önce koşullanmışım, buna cevap bulamadım, defter bile tutmuyorum ve önüme sınav geldiğinde, bunun neden olduğunu açıklayınız deyince, açıkçası üşeniyorum. Yani, kalkıp da, sözlü bir şey olsa, öğretmenin karşısına geçsem, ben bunu sözlü bir şekilde anlatsam, o da beni anlasa, çok daha iyi olur.
AYŞEGÜL ATAMAN – Bitecek heralde bütün sorunlar, o zaman?
MERİÇ CAN – Bir de şu var; ben öğrendiğimde, öğrendiğimi tekrarlamaktan ziyade öğrendiğimi uygulamaya daha çok önem vermeliyim. Öğrendiğimle etrafımdaki diğer merak ettiklerimle bağ kurabilmeliyim; yani, onlardan bazı felsefi sonuçlar çıkarabilmeliyim mesela. Onları sadece bir fen bilgisi olarak veya bir sosyal bilgisi olarak şeyi olarak değil, ne bileyim, herhangi bir siyasi olayla da bunun bir bağlantısı kurabilirim. Tamam çok komik görünebilir; ama, belirli bir yerde bir bağlantısı kurulabilir.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Serkan sen ne düşünüyosun?
SERKAN – Ben daha çok tartışarak öğrenmeyi çok seviyorum; çünkü, tartıştığımız zaman nerelerde yanıldığımızı veya sizin doğrularınızın üstünde ne kadar doğru olduğunu daha iyi anlayabiliyorsunuz. Ben bunu dershanede öğrendim. Okulda çok fazla böyle tartışma ortamı bulamıyorsunuz. Hoca geliyor oturuyor, kitabı önünüze açtırıyor ve okumanızı istiyor. 45 dakikayı dolduruyor, kapıyı çekip gidiyor. Ödev konusunda ise, ben lisede 3 sene boyunca, benim ödevim sadece, misal sayfa 69, konuyu okuyun ve konunun sonundaki değerlendirme sonuçlarını okuyun oldu. Sadece bu kadar. Başka bir ödev şekli görmedim. İlköğretimde ise, sayfa sayısı değişiyordu bu hususta, o kadar.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki, okul nasıl olmalı, sınıf nasıl olmalı? Mevcut okulunuzdan, sınıfınızdan memnun musunuz? Okulun içinde neler bulunmalı? Babür okulunda mutlu musun?
BABÜR – Okulumdan çok mutluyum, okulumda bir değişiklik olmasını istemiyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Bahçeniz var mı okulunuzda?
BABÜR – Bahçemiz var, çok büyük bir bahçemiz var, bir tören alanımız var.
AYŞEGÜL ATAMAN – Spor alanınız var mı?
BABÜR – Spor alanımız...bahçede yapıyoruz ama salonumuz ayrı bir yerde.
AYŞEGÜL ATAMAN – Başka..? Laboratuvarlarınız? Çiçekleriniz?
BABÜR – Genelde çok fazla bir yeşillik yok, ama arka tarafta biraz ağaç var. Yeşillikler yok, çok az bir durumda yeşillik var. Okulumuz çok güzel bir yer, ama okulumuza biraz daha ağaç ve çim ekilmesini isterdim.
AYŞEGÜL ATAMAN – Daha fazla ağaç olsun istiyosun...
BABÜR – Evet aslında çim ekildi ama daha çıkmadılar. Ondan sonra okulun içi çok güzel ve sorun yok.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sandalyelerin, sıraların rahat mı?
BABÜR – Evet rahat, bazıları kırık. Ama bu bizi rahatsız etmiyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Kırıklar seni rahatsız etmiyor?
BABÜR – Evet, bir çoğu sırada çok fazla kırık vardı ve alt yerleri yoktu. Onlar değiştirildi ve şu anda depoda bekletiliyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sınıfınızda neler var, sınıfın içinde?
BABÜR – Sınıfımızın içinde öğretmen masası, dolap, resim şeridi, 3 tane panomuz var.
AYŞEGÜL ATAMAN – Neler var panoda?
BABÜR – Genelde yazı ve resim kağıtları vardı ama yazılar biraz arttığı için resimleri tamamen çıkardık. Bir tanesini ortaklaşa kullanıyoruz.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sen sabahleyin mi gidiyordun okula, öğleden sonra mı?
BABÜR – Öğleden sonra.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sabahleyin ne yapıyordun?
BABÜR – Sabahleyin etüde gidiyordum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Saat kaçta gidiyordun, yedi buçukta mı?
BABÜR – Yedi buçukta değil de yedi gibi etütde oluyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Okula ne zaman gidiyorsun?
BABÜR – Okula da on iki buçuk gibi gidiyoruz.
AYŞEGÜL ATAMAN – Oradan eve ne zaman geliyordun Babür?
BABÜR – Oradan eve altı gibi...altıyı on geçe evde oluyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sonra ne yapıyorsun, altıyı on geçeden sonra?
BABÜR – Altıyı on geçeden sonra annem çalıştığı için genelde geç geliyor, yedinin üzerinde.
AYŞEGÜL ATAMAN – O zamana kadar ne yapıyorsun?
BABÜR – Oturuyorum, televizyon seyrediyorum, bazen de uyuya kalıyorum, sonra uyanıyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Ödevler etütde mi yapılıyor?
BABÜR – Ödevler etütde yapılıyor ve ödevlerde hiçbir zorlanma olmuyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sana kolay geliyor.
BABÜR – Evet. Genelde ben ödevlerime çok düşkün biriyim, ödevimi yapamaz olduğum zaman, çok üzülürüm ve yapabileceğim bir şey ise, okulda yapabilirim, şiir ezberlemem varsa, evde yapamazsam, genelde okulda ezberliyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Azra, sen memnun musun okulundan, neler istiyosun?
AZRA – Okulumun içi çok güzel, ben içinden memnunum da bahçede fazla katılık var yani çok yeşillik yok. Ben daha çok yeşillik olmasını isterim.
AYŞEGÜL ATAMAN – Ağaç ve yeşillik istiyorsun...başka neler olsun istiyorsun okulda?
AZRA – Okulda daha teknolojik şeyler olsun istiyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Mesela?
AZRA – Mesela televizyon var, ama her katta yok, her katta olsa daha iyi olur.
AYŞEGÜL ATAMAN – Bilgisayarlar nasıl, yeterli mi? Çok çalışıyor musun orada?
AZRA – Bilgisayar yeterli. Bilgisayarda ben çok çalışmıyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Peki başka ne istiyorsun?
AZRA – Başka bir şey istemiyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sınıfınızda neler var?
AZRA – Sınıfımızda üç tane pano var, birisinde Atatürk ile işlediklerimiz var, birisinde etkinlikler olarak yaptığımız şeyler var, üçüncüyü de ortaklaşa kullanıyoruz.
AYŞEGÜL ATAMAN – Sen tam gün gidiyorsun değil mi okula? Sabahleyin kaçta gidiyorsun?
AZRA – Evet, sabah 08.35’te derslerimiz başlıyor, saat 16.10’da bitiyor.
AYŞEGÜL ATAMAN – Ondan sonra ne yapıyorsun?
AZRA – Sonra ödevim varsa ödevlerimi yapıyorum, ödevim yoksa da evde oynuyorum.
AYŞEGÜL ATAMAN – Neler oynuyorsun mesela?
AZRA – Evde atarim var.