umuro
Super Moderator
İkinci Dünya Savaşı Döneminde Adana Görüşmelerinin Siyasi Yönü
Prof. Dr. İzzet Öztoprak
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 46, Cilt: XVI, Mart 2000
İkinci Dünya savaşında, 1942 yılı kasımında başlayan Stalingrad çarpışmaları Müttefiklerin Türkiye üzerindeki baskısının artmaya başlamasında önemli bir etken olmuştur. Çünkü Müttefikler bu çarpışmaları kazanınca yeni askeri planlar hazırlamaya başlamışlardı. Bu planların uygulanmasında Türkiye’nin stratejik konumu daha çok önem kazanmaya başlamış, özellikle Almanya’nın Kuzey Afrika ve Doğu Avrupa’da yenilgiye uğramasıyla bu durum yani Türkiye faktörü özellikle İngilizler açısından yeni bir takım cepheler açılması düşüncesini öne çıkarmıştır. Bu yaklaşım Türkiye’yi de kapsayan politik düşünce ve mülahazaların güncelleşmesini sonuçlandırmıştır. Özellikle Türkiye üzerinden Balkanlara yö-nelinmesi Churchill açısından öncelikli bir konu olarak önem kazandı. Bunun somutlaştırılmış biçimdeki anlatımı, Türkiye’nin 1943 ilkbaharında geniş çapta silahlandırılmış olarak savaşa katılmasıydı. Bu durumda İngilizlerin Türk topraklarından yararlanarak - büyük ölçüde hava üslerini kullanarak - Romanya petrollerini bombalamaları sağlanmalı, Almanya’nın yakıt ikmali konusunda önemli bir sıkıntı ve darboğazla karşılaşması temin edilmeliydi.1
Bu planın uygulanmasına ilişkin Churchill ile Stalin arasında çeşitli yazışmalar yapıldı. 1942 yılı kasım sonlarında Roosevelt’in bilgisi dahilinde yapılan bu yazışmalara göre Stalin’in, Türkiye’nin 1943 ilkbaharında savaşa katılması gerektiği biçimindeki Churchill’in düşüncesini paylaştığı ortaya çıktı.2 Bu konu yani Türkiye’nin savaşa sokulması Casablanca konferansına kadar bekledi.
1943 Ocağında Churchill ile Roosevelt Casablanca’da bir görüşme yaptılar. Bu konferansta İngilizlerin, Onikiada ve Yunanistan’a doğru askeri harekat yapılmasını içeren önerilerini A.B.D. kabul etmedi. Yine kabul görmeyen bir başka öneri , Türkiye’nin savaşa girmesi ile Balkan cephesinin açılmasını öngören plan idi. Churchill ile Roosevelt arasındaki uzun görüşmeler bazı hususlarda anlaşma ile sonuçlandı. Bunlar; Sicilya adasına çıkartma yapmak ile Manş üzerinden harekete geçmekti. Bu arada Churchill, İngiltere’nin Türkiye ile ilgili hususlarda girişimde bulunabileceğine ilişkin A.B.D.’nin olurunu aldı. Fakat bu olurun sadece askeri sahayı kapsamasına karşın, ilginin niteliği konusunda kısa bir süre sonra İngiltere ile Birleşik Amerika arasında anlaşmazlık başgöstermiştir. İngiliz dışişleri bakanı Eden ile Washington’da yapılan görüşmeler sırasında Amerikalılar, İngilizlerin, Roosevelt’ten aldıkları Türkiye ile ilgilenmek konusundaki sözü askeri sorunların yanı sıra iktisadi ve siyasi sorunları da kapsayacak biçimde uygulamak istediklerini sezinlemişlerdi. Bu nedenle İngiliz dışişleri bakanının bir girişimine A.B.D. tarafından verilen yanıtta, Casablanca’da benimsenen ilginin sadece askeri sahaya münhasır olduğu yer almıştır.3
Öte yandan İngiltere ile Birleşik Amerika arasında Casablanca’da alınan bir karar da: Düşmanın kayıtsız şartsız teslim olması idi. Bu kararla ilgili olarak Winston Churchill, hatıralarında; Başkan Roosevelt’in ağzından basın konferansında “bundan böyle düşmanın kayıtsız, koşulsuz teslim olması” politikasını kabulünü işittiği anda duyduğu şaşkınlığı açıklıyor.4 Böyle bir kararın amacı şu noktalarda toplanmış olabilirdi; Mihver devletlerinin karşı koyma kararlılığını kırmak ve dünyayı saldırganların kötülüklerinden koruyarak, gelecek kuşakları kabul edilebilir barış ga-rantileriyle güvenliğe kavuşturmak için gerekli önlemleri almak. Öte yandan bu karar yani kayıtsız koşulsuz teslim formülü Avrupa için gelecekteki tehlike ve sıkıntıların tohumlarını taşıyordu. Bu politika Almanya’nın mağlubiyetini geciktirecek, savaştan sonra ekonomik kalkınmayı güçleştirecek ve daha da kötüsü Berlin, Almanya ve Avrupa’nın bölünmesine neden olmakla hür dünya için tehlikeli sorunlar oluşturacaktı.
Casablanca görüşmelerinin somut sonucu, Churchill’in İnönü’yü ziyareti olmuştur. Churchill, Roosevelt’in temsilcisi sıfatıyla hareket ederek, Türk yetkililerle görüşmelerde bulunma düşüncesini kendi savaş kabinesine açmış, savaş kabinesi bir takım askeri hazırlıklarda gelişmeler oluşmadan yapılacak bir görüşmeye yanaşmayarak bu görüşünde direnmek istemişse de başbakanlarının ısrarı karşısında kabullenmek durumunda kalmıştır.5
Gelişmeleri Churchill’in ve Roosevelt’in İnönü’ye gönderdikleri mesajlar takip etti. Toplantı yeri konusunda çeşitli seçenekler ortaya çıktıysa da 30 Ocak 1943’te Adana’da toplantının yapılması kararı benimsendi. Adana görüşmelerinde genel görüşme dışında askeri ve siyasi heyetler arasında ayrı ayrı olarak ikişer toplantı yapıldı. 30 Ocak 1943 günü yapılan ilk toplantı (genel) da Churchill görüşmelere temel oluşturmak amacıyla hazırlamış olduğu bir notu okuyarak bir örneğini de İnönü’ye verdi. İnönü bu notun askeri ve siyasi bir çalışmanın ürünü olduğunu gözlemlediğini, politik çerçevesinin Türkiye’nin bir saldırıya uğraması durumunda yapılacak yardımların organizasyonu ile ilgili olduğunu belirterek Türkiye’nin halihazırda tarafsız bir konumda bulunduğunu söyledi. Bu arada İnönü’nün değindiği bir husus da, ilgili notta yer aldığı üzere Balkanlarda çıkacak bir karışıklık sonucunda Türkiye’ye yönelik bir saldırının her zaman için mümkün olabileceği idi. Bunu Cumhurbaşkanı İnönü’nün yaptığı bir önerinin benimsenmesi izledi. Buna göre genel toplantı ertelenecek, askeri ve politik toplantılar heyetler arasında ayrı ayrı yapılacaktı.6
Genel toplantıyı takiben yapılan politik toplantının ilkinde görüşmeler, yukarıda belirttiğimiz gibi Churchill tarafından okunan ve bir örneği İnönü’ye sunulan doküman üzerinde yoğunlaşmıştır. O halde bu dokümanın içeriğinde neler vardı. Bunun üzerinde durmak gerekiyor. 8 maddeden meydana gelen dokümanda yer alan hususları kısaca belirtiyoruz: Churchill, başkanın (Roosevelt kast ediliyor) da kendisinin de Türkiye’nin güçlü bir konumda ve güvenlik içinde olmasını istediğini belirtiyor, bunun sadece içinde bulunulan dönemle değil savaş sonrası “İki büyük Batı Demokrasisi” oluşumu ile de büyük ölçüde ilişkili olduğunu vurguluyordu. Bir Alman hücumu neticesinde ya da Bulgaristan ve Balkanlarda bir anarşi durumunun ortaya çıkması durumunda ve Türk hükümetinin kendi çıkarlarını korumak çerçevesinde Türkiye’nin savaşa gireceği hipotezi söz konusu ediliyor, Türkiye’nin, savaş ne yönde gelişirse gelişsin etkin bir rol oynaması isteniyordu. Türkiye adımlarını tamamıyla özgür biçimde atabilecekti. Müttefiklerin niyeti; İtalya’nın imha edilmesi, bütünüyle parçalanması ve Tunus ile İngiltere’den yapılacak dehşetli bombalamalarla, denizden ağır saldırılarla savaşın dışına atılmasıydı. Böylece İtalya çökecek ve Batı Balkanlar ile bağların kurulması sağlanacaktı.
Yaz aylarında kriz termometresi çok yükseleceğinden bu aşamada Türkiye’nin güvenliği en önemli konu olarak ortaya çıkacaktı. Churchill’e göre Stalin, Türkiye’yi çok iyi silahlanmış ve gelecek saldırılara karşı kendini korumaya hazır oluşunu görme konusunda çok arzulu idi. Savaşı Müttefiklerin kazanacağı son derece kesin bir durumdu ve bu nedenledir ki Roosevelt, Casablanca konferansını “koşulsuz teslim konferansı” olarak isimlendirmekteydi. Gösterilen bütün çabalar aslında birlikte hareket ile barışçı insanların barış içinde olacağı ve tüm insanların birbirlerine yardım edebileceği yeni bir dünya düzenini kurmaya yönelikti.7
İnönü bu söz konusu dokümandaki hususlara katıldığını söyleyerek, şu anda iki tehlikenin göründüğünü, bunların da Almanların petrol ku- yularını elde etmek zorunda olmaları ile “Drang Nach Osten” politikasını sürdürmeleri idi. Bu durumda Churchill, Almanların Türkiye’ye saldırmaması halinde bile, Balkanlarda ortaya çıkabilecek bir kaosun Türkiye’nin tarafsız konumunu etkileyeceğini ileri sürerek, İnönü’nün işaret ettiği “Drang Nach Osten” tehlikesine katıldığını belirtiyordu. Bu noktada İnönü, Türkiye’nin herhangi bir aktif görev almamakla birlikte Büyük Britanya ile tam bir güven içinde olmayı arzu ettiğini ve bu güne değin de bunun başarıldığını söylüyor, ileriye dönük olarak da, savaş sonrasında Türkiye’nin, Büyük Britanya ile birlikteliğinin süreceğini vurgulatarak, Churchill’e şu soruyu yöneltiyordu: Türkiye’yi savaş sırasında ve sonrasında nasıl bir işbirliği içerisinde görmek istiyorsunuz? Kuşkusuz İngiliz başbakanına yöneltilen bu soru, Churchill’in şahsında Müttefiklerin Türkiye ile ilgili düşüncelerinin açık bir biçimde ifade edilmesine yol açmayı amaçlıyordu ve Türkiye’nin, konuların “alenilik” içinde ele alınmasından yana olduğunu da gösteriyordu.
Churchill, beklentilerini şöylece sıraladı: 1- Türkiye güçlü olmalıdır. 2- Türkiye hazır olmalıdır. Türkiye’nin güçlü ve hazır olmasını gerektirecek bir durumun ortaya çıkabileceğine dikkat çeken İngiliz Başbakanı, bu hususla ilgili olarak da Balkanlarda bir anarşinin oluşabileceğine işaret ederek, bunun da Türkiye’nin Almanlara karşı bir tavır almak “zorunluluğunu” doğurabileceğini belirtiyordu. Türkiye’nin tutum ve davranışına ilişkin olarak Churchill aynen şunları ifade ediyordu: Zamanı geldiğinde ve Türkiye’nin çıkarları söz konusu olduğunda Türkiye ağırlığını koyabilmelidir... Türkiye’nin muzafferler arasında olması büyük önem taşımaktadır. Savaş sonrasının tartışılacağı ve bir ülkenin diğerine saldırmasının önüne geçilmesi için kararların alınacağı Konsey’de Türkiye’nin de bir sandalyesi olmalıdır. İngiliz başbakanı bu düşüncelerini açıklarken, Adana görüşmeleri boyunca sık sık vurgulamak “ihtiyacını” duyduğu bir hususu ki bu husus, Türkiye’nin karar vermede tamamıyla özgür davranmasının kendisi için çok iyi bir şey olacağı ile kararını verme talebinin altı ayda da, on sekiz ayda da gelebileceği idi, bu sırada da bir kez daha belirtmekten geri durmamıştır.
İleriye dönük gelişmeler üzerinde görüşülürken İnönü, şu soruyu Churchill’e yönelterek Türkiye’nin tutumu konusunda İngiliz başbakanının düşüncelerini somutlaştırmaya sevk etmek istiyordu: Almanların yakın bir zamanda çökmesi halinde dahi Türkiye’nin işbirliğine ihtiyaç var mıdır? Churchill, Büyük Britanya’nın ya da Türkiye’nin çıkarları gerektirmedikçe Türkiye’nin savaşa dahil olmasını istemeyeceğini bir kez daha belirterek şunları ekler: Ancak gereken an gelecektir. Boğazlara yönelik bir tehdit Türkiye’yi harekete geçmeye zorlayacaktır. Ploesti petrol kuyularını imha etmek büyük önem taşımaktadır. Bu Almanlara karşı ölümcül bir darbe olacaktır. Dolayısı ile bir an gelecek Türkiye, hava alanlarını kullanmak veya benzin ikâmesi için sınırlarını koalisyon güçlerine açmak durumunda kalacaktır. Churchill’in siyasi ilk toplantıda çok sık vurguladığı bir başka husus Rusya’nın hem savaş içindeki hem de savaş sonrasındaki tutum ve davranışlarının nasıl olacağı idi. Bununla ilgili olarak da O, Rusya’nın yaptıklarına müteşekkir olduğunu ve bu devletin savaştan çok güçlü olarak çıkacağını sık sık dile getiriyordu. O böylece bir yandan dolaylı da olsa Türkiye üzerinde Rus kartını oynuyor, bir yandan da son kararın Türkiye’ye ait olduğunu belirtse de Balkanların konumunu ve Almanya faktörünü öne çıkararak Türkiye’nin yakın bir zaman içinde kendisini savaş alanı içinde bulacağını ileri sürüyor, bu durumun da, onun hazırlıklı bulunmasını gerektirdiğini bunun da Müttefiklerin yanında eylemsel olarak yer almasını kaçınılmaz kıldığına işaret ediyordu. O halde Churchill’e göre Türkiye için en iyi koruma Türkiye’nin uluslararası anlaşmalar içinde yer alması ve özel garantilerle donatılmasıdır. Rusya bu garantileri vermeye hazırdır. A.B.D. de muhtemelen bu görüşü benimsemektedir. Türkiye kesinlikle genel güvenlik organizasyonuna dahil edilecektir. Churchill’in görüşlerini açıklamasını takiben Saraçoğlu, yaptığı konuşmaya Türk - Rus ilişkilerinin yakın tarihinin özetinden bahsederek başlar, 1939 Eylülü’nde Moskova’ya yaptığı ziyaretin sonuçlarını anlatır ve Rusya’nın, Birleşik Krallık ile olan ilişkilerinde uyumlu olma politikasını terk etmesinin mümkün olduğunu belirterek, bu durumda Büyük Britanya’nın nasıl bir çizgi izleyeceği sorusunu yöneltir.
İngiliz bakanı ekonomik olarak Rusya’ya, Büyük Britanya ve A.B.D’nin verebilecekleri çok şeyin olduğunu ve Rusya’nın kayıplarının karşılanacağını, Rusya ile 20 yıllık bir anlaşma yapacaklarını belirterek yöneltilen soruyu cevaplamaya başlar. O, böylece Rusya’nın Müttefiklerle var olan ilişkilerinde çok önemli bir aykırılığa yönelineceği inancında olduğunu olasılık dahilinde örtülü bir biçimde ifade etmiş oluyordu. Churchill, belirli bir dönemin sakin geçebileceğini de A.B.D.’nin Büyük Britanya ile birlikte hareket ederek kuvvetli bir hava gücünün oluşturulabilmesine bağlıyordu ve Rusya bu şekilde hareket edildiğinde kazanılabilecekti.
Saraçoğlu’nun, Rusya’nın çok güçleneceğinin ifade edildiğini, bu durumda Türkiye’nin çok daha fazla ihtiyatlı olması gerektiğini söylemesi karşısında Churchill, var olan Uluslar Topluluğu’ndan (Cemiyet-i Akvam’ı kastediyor) çok daha güçlü bir uluslararası organizasyonun kurulacağı üzerinde durarak, komünizmden de korkmadığını ekler. İngiliz başbakanının ileriye dönük oluşumlar konusundaki bu açıklamaları karşısında tatmin olmadığı anlaşılan Saraçoğlu bu kez düşüncelerini somutlaştırarak, tüm Avrupa’nın Slavlar ve komünistler ile dolu olduğunu, Almanya’nın yenilmesi durumunda bu devletin vurduğu tüm ülkelerin Bolşevik ve Slav olacaklarını ileri sürer. Bu sav karşısında Churchill, Türkiye’nin güçlü olması gerektiğini ve bunun için de Birleşik Krallık ile, A.B.D. ile yakın ilişkiler içinde bulunmasına ihtiyaç olduğunu belirtir. Bunun hemen ardından İngiliz Başbakanı, Türkiye’nin hazır olmadığı sürece savaşa girmemesi düşüncesinde olduğunu bir kez daha belirterek, Ploesti’nin vurulmasında Türk hava alanlarının açılması hususunu eklemekten de geri durmaz. Bu nokta Menemencioğlu’nun Churchill’e yönelttiği soru, Türkiye’nin bir Sovyet eylemine uğraması karşısında İngiltere’nin nasıl davranacağının açık olarak bilinmesine yönelikti. Türk Dışişleri Bakanı şunu soruyordu:... Bir Sovyet hareketinde majestelerinin hükümeti nasıl bir tavır alacaktır? Churchill’in yanıtı oldukça açıktı: Tecavüz içinde olan her güce karşı ortak savunma ve güvenlik içinde hareket edilecektir.... Avrupa da düzen yeniden kurulacaktır ve Türkiye bu düzen içerisinde yerini alacaktır. İngiliz başbakanı ortak çıkarlar dışında Türkiye’den hiçbir talepte bulunulmayacağını yinelerken, Ploesti’ye gitmek için uçaklarının Türkiye’den geçmesini isteyebileceklerini bir kez daha vurgular. Bu varsayım, Türk heyetini oluşturan delegeler arasında bir tartışma konusuna yol açar. İnönü, Türkiye’nin son üç buçuk yıldır teçhizat istediğini, ödeme ile ilgili bir kaydın bulunmadığını, bu nedenle Birleşik Krallık ile A.B.D’nin asıl amacının herhangi bir ödeme olmaksızın Türkiye’yi güçlendirmek olduğunu belirterek, bunun amacı nedir? sorusunu yönelttiğinde Churchill, amacın üç hususu içerdiğini söyleyerek bunları şöylece sıralamıştır:
1- Alman kuvvetlerinin gelmesi durumunda Türkiye’nin savunma gü venliğini arttırmak
2- Mümkün olan en fazla sayıda güç toplayarak birlik ve beraberliği güven altına almak
3- Bir fırsat olur, çok masraflı ve tehlikeli olmadığı takdirde Türkiye’nin Bulgaristan’a Balkanlara girmesini ve Almanlara karşı olan genel savunmaya destek vermesini sağlamak
Menemencioğlu’nun Türkiye’nin, Büyük Britanya ile ortak hareket ederek Müttefikleri desteklemek için elinden geleni yaptığında Sovyet Rusya, Müttefikler ile işbirliği yapmazsa, bu durumda, Türkiye’nin Müttefiklere katılmasıyla güvenliğinin nasıl artmış olacağı sorusunu yönelttiği görüldü. Bu soru, Türk heyetinde yerleşik bir konum kazanmış olan Rusya’ya karşı duyulan güvensizliğin bir kez daha ortaya konulduğunu gösteriyordu. Churchill, bu soruyu, daha önce kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevaplarda yer alan düşüncelerini bir kez daha tekrar ederek yanıtladı. O da; savaş sonrası garantilerin sadece Türkiye için değil, tüm Avrupa için farklı olacağı ile Rusya’ya gerektiğinde mümkün olan en iyi kombinasyonla karşılık verileceği ve bunu da Stalin’e söylemekten bir an bile tereddüt etmeyeceği biçimindeydi. Çünkü, ona göre Rusya, bu güne değin hiçbir anlaşma hilafına davranışlar içinde olmamıştı.
Adana görüşmeleri ile ilgili bu ilk siyasi oturumun en çok konuşulan hususları kuşkusuz Türkiye’nin savaşa girip girmeyeceği, gelişmelere göre girmesi durumunda güvenlik ve güvence unsurlarının nasıl tezahür edeceği ile Türk - Sovyet ilişkilerinin ne tür bir gelişme seyredebilirliği oluşturmuştur. Türk cumhurbaşkanı İnönü, Başbakan Saraçoğlu ve Dışişleri Bakanı Menemencioğlu’nun yönelttikleri sorular bu hususlar ile ilgili olmuştur. Churchill’in yukarıdaki açıklamasının ardından İnönü’nün: Türkiye’nin Sovyetlere oranla Büyük Britanya ile çok daha fazla dostane ilişkiler içerisinde olduğunu anımsatarak başladığı konuşmasında, Sovyetler ile ilgili olarak burada söylenen her şey sır olarak kalmalı ve bu konferans odasının dışına hiçbir biçimde çıkmamalıdır, biçimindeki cümleleri bir çeşit uyarı niteliğindeydi ve duyulan bir ihtiyacın sonucu olarak ortaya konan bu istem, çok büyük olasılıkla Stalin ve Molotov ile görüştüğünü söylemiş olan Churchill’e yönelikti. İnönü, Sovyetlere güvenmemesinin nedenlerini esas itibariyle şu şekilde açıklamaktaydı:
1- Anglo-Türk ittifakı sırasında Sovyet hükümeti ile yapılan görüşmelerde, Sovyet hükümeti bu ittifakı tanımayacağını ifade etti. Türkiye, Büyük Britanya ile ittifak yaptıktan sonra artık bizi enterese etmemektedir demiştir.
2- Fransa düştükten sonra Almanlar M.Molotov’u Berlin’e davet etmişlerdir, sonrasında da Sovyetlerin tutumu tamamen değişmiştir.
3- Kasım 1940’da M.Soboleff in Sofya’yı ziyaretinde, Bulgar hükümetine bir ortak yardımlaşma anlaşması teklif ve Sovyet hükümetinin de katılmasıyla üçlü bir paket anlaşması öngörülmüştür.
İngiliz Başbakanı, İnönü’nün Sovyetlere karşı duyulan güvensizlikle ilgili olan düşüncelerine verdiği cevapta, Rusların Atlantik Antlaşması’nı imzaladıkları ve bu anlaşmayla daha önce Rusya’ya ait olan alanların dışlandığı şeklinde de bir görüş içinde olmadıkları, yer alıyordu. Churchill bununla kalmayarak, İnönü’nün Türkiye’nin bağımsızlığı ile çıkarlarının riske edilip edilmeyeceği hususuna ilişkin sorusu üzerine de “Majestelerinin hükümetinin bir garanti vermeye hazır olduğunu, Rusya’nın da bu şekilde düşünmesi yönünde gerekenlerin yapılabileceğini” söyledi. Ona göre garanti konusunda belki de en önemli oluşum kurulacak uluslararası organizasyon idi. Ve bu organizasyon askeri temele dayandırılacak, Türkiye’de buna katılacaktı. Görüşmelerin ilk toplantısının sonlarına doğru Churchill, İnönü’ye şu soruyu yöneltti: Almanların bu toplantıyla ilgili reaksiyonları ne olabilir? Türk Cumhurbaşkanı’nın cevabında şu cümleler yer aldı: Almanlara, Türkiye’nin her yerden silah aradığını, Majestelerinin hükümetinin oldukça fazla miktarda silah teklifi içinde olduklarını, söylerim.8
Adana görüşmelerinin ikinci politik toplantısı 31 Ocak 1943 de yapıldı. Toplantının başlangıcında İngiliz başbakanı Cumhurbaşkanı’na yeni bir doküman vereceğini, bunda yer alan görüşlerin kendisinin kişisel görüşleri olduğunu söyledi.9 Churchill’in bu dokümanının, içeriği kısaca şöyleydi: Barış konferansında, yenik duruma düşen saldırgan ülkeler galip ülkelerin direktiflerini kabul edeceklerdir. Bu direktiflerin amacı Avrupa’da iki kez tekerrür eden bu korkunç savaşlara neden olan saldırgan davranışların mümkün olduğu ölçülerde etkin bir biçimde önlenmesi içindir. Bu ulusların silahsızlandırılması için tazyik yapılacaktır. Atlantik Antlaşması çerçevesinde Rusya ve Büyük Britanya, birbirine yardımcı olma hususunda bir anlaşma yapmış bulunmaktadır. Bu anlaşmanın süresi yirmi yıldır. Bu iki anlaşma çerçevesinde her iki ülke de tüm toprak kazanma düşüncelerini reddetmektedir. Savaş sonrasında Türkiye için en yüksek güvenlik; zaferi kazanmış bir ülke olarak yerini almasına ve Büyük Britanya, A.B.D ve Rusya ile ittifak halinde olmasına bağlıdır. Nazi gücünün umutsuz çırpınışları sırasında yapacağı bir hücum ile Türkiye savaşa girebilir veya çıkarları Balkanlarda çıkacak bir anarşiyi önlemeyi gerektirdiğinde ya da modern Türkiye’nin çok hassas olarak üzerinde durduğu bir çok husus, Atlantik Antlaşması’nın kapsadığı büyük düşüncelerle benzerlik ve uyum gösterdiğinden dolayı Türkiye savaşa girebilir. Bu nedenledir ki Türkiye’nin de bu savaşa gireceğini dikkate almalıyız. Türkiye’nin saldırıya uğramadığı halde savaşa girmesi yanlış olacaktır, felaket getirecektir. Türkiye nötür ve savaş dışı bir davranış içinde olmayı arzu edebilir. Bu bağlamda İngiliz ve Amerikan uçakları Romanya’daki petrol alanlarını imha için Türkiye’nin havaalanlarını kullanabilir ya da Türkiyede yakıt ikmali yapabilir. Bunun sonucu olarak da Almanya yakıt sıkıntısına düşebilir ve bu da savaşın bir an önce bitmesini sağlayabilir. Yine aynı şekilde, Türkiye’deki havaalanlarının kullanımı ya da Türkiye’de ikmal yapılması İngiltere’nin Dodecanese (On iki ada)’ye ve daha sonra da Girit’e hücumunda büyük yarar sağlayacaktır. Son derece önemli bir sorun da Boğazların Müttefiklere açılması, Mihver ülkelerine kapatılmasıdır. Türkiye’nin saldırgan bir biçimde savaşa girmesi ya da saldırıya uğrayarak savaşa girmesi halinde Müttefiklerden en yüksek düzeyde yardım alacağı tabiidir. Buna ek olarak, bir takım ilave risklere maruz kalmaması, sınır güvenliğini koruyabilmesi ve savaş sonrasında haklarını alabilmesi için de doğru olan savaşa girmesidir. İngiltere ne zaman isterse Türkiye’ye bir anlaşma çerçevesinde bu garantileri vermeye hazırdır. Rusya da bir anlaşma çerçevesinde Türkiye’nin Büyük Britanya’ya katılarak ya da bağlantısız olarak savaşa katılmasını arzu etmektedir. Bu dokümanla Churchill özellikle şu konuları gündeme getiriyordu: Barış Konferansı neler yapacak; Türkiye, savaş sonrası oluşturulacak uluslararası örgüt ve uluslar arası anlaşmalar çerçevesinde nasıl bir konumda bulunacak Türkiye açısından Alman tehlikesi Türkiye’nin savaşa girmesiyle ilgili gelişmeler neler olabilir, gerektiğinde Müttefiklerin Türkiye’den neler talep edebilecekleri ve bunların Türkiye’nin savaşa girmesi hususundaki etkilerinin ne yönde oluşabileceği.
Churchill’in görüşlerine göre üç muhtemel seçenek vardı. Birincisi, Türkiye’nin gücünün artırılmasıydı. İkincisi; birkaç ay içinde düşman son derece güçsüz bir duruma düşebilirdi ve Türkiye gücünü belirli ölçüde arttırmış olacağından tarafsız kalma zorunluluğundan sıyrılma isteğinde bulunabilirdi. Buna kuşkusuz Türk hükümeti karar verecekti. Bu durumda bilmek istediği husus şu idi: Türkiye, Romanya’daki havaalanlarının bombalanması için İngiliz ve Amerikan uçaklarına Türk üslerini açmak gibi bir kolaylık gösterecek miydi. Ayrıca, Dodecanese (Onikiada)ye bir operasyon başlatıldığında Türkiye bize destek verecek miydi? Türkiye, Boğazları Müttefiklere açıp, buna karşılık Mihver ülkelere kapatmak suretiyle desteğini yine sürdürebilirdi. Bu adımlar savaşa girmek anlamına gelmezdi.
Bu tür davranışlar içine girmeden önce Türkiye garanti talebi içinde olabilirdi.
Üçüncü seçenek ise Türkiye’nin tamamıyla savaşa girmesidir.10 Bu arada İngiliz başbakanı 24 kasım 1942 tarihinde Stalin’e gönderdiği telgraf ile Stalin’den gelen cevabi telgrafta yer alan Türkiye ile ilgili kısımları Cumhurbaşkanı’na okumuştur.11
Görüşmelerin bu aşamasında yukarıda söz konusu ettiğimiz doküman Churchill tarafından İnönü’ye verilmiş ve toplantının bundan sonraki akışı bu dokümanın içerdiği hususlar bağlamında gelişmiştir. İnönü, dokümanın içeriğine genel olarak katıldığını belirterek, Türkiye’nin güçlendirilmesinde muhtemelen dört beş ay sürecek bir kritik dönemin söz konusu olacağını söylemiştir. Churchill, bunun üzerine Avrupa sahnesinde esas itibariyle üç ana grubun varlığının gözlendiğini, Türkiye’nin gönüllü olarak savaşa girmesinin dördüncü gücü oluşturacağını, bunu büyük bir fırsat olduğunu öne sürerek, bunun da Türkiye’nin Barış Konferansın’da zayıf konumda olmayan dört güçten birisini oluşturma imkanını sağlayacağını savunmuştur.12
Bu sırada Saraçoğlu her zaman bir İngiliz zaferini görmeyi arzu ettiğini ve olanaklar ölçüsünde de bunun gerçekleştirilmesine çalıştıklarını belirterek, Boğazlar konusuyla ilgili olarak açık bir biçimde şunları ifade eder; Boğazlar konusu gibi direkt aktivite içine girmek gibi çok ileri gitme konusunda ise şu an bir şey söylememiz mümkün değildir. Churchill’in cevabı ise genel niteliklidir: Hiçbir zaman Türkiye’nin bir risk almasını istemiyoruz... Boğazlar diğer hususlardan farklı olarak düşünülmelidir. İnönü, Alman faktörünü bir kez daha öne çıkararak Türkiye’nin A.B.D’den silah almasına Almanya’nın karşı çıkacağını, bir Alman saldırısı olursa Türkiye’nin bu duruma karşı koyacağından kuşku duyulmaması gerektiğini belirtti. Ayrıca, durumun Müttefik ülkeler için daha iyiye gitmesi halinde Türkiye’nin değişik seçenekleri görebilme imkanına kavuşacağını ileri sürdü. Bu yaklaşım, savaş durumunun Müttefikler lehine gelişme kaydetmesi halinde bile doğabilecek seçeneklerin değerlendirilmesi hususuyla ilgili irade serdinin ve inisiyatif almanın Türkiye’ye ait olacağının göstergesi olarak kabul edilebilir. İnönü’den hemen sonra konuşan başbakan Saraçoğlu, bu hususu daha açık bir biçimde ifade etti: Bu konuda ki anahtar karar Türk hükümetine bırakılmalıdır.
Türk heyetinin Almanya’nın tutumuna ilişkin yukarıda belirttiğimiz görüşler karşısında Churchill, Kuzey Afrika’da ki operasyonlar için hayati öneme sahip olan Gibraltar (Cebelitarık)’da bir çok şeyler yapıldığını, İspanya’nın tarafsızlığının muhtemel bir tehlikeye düşmesine karşın, Almanya’nın beklenen bir reaksiyonda bulunmadığını belirterek, Türkiye’nin pozisyonunun bu bir yıl önce olanlardan çok farklı olduğuna dikkat çekiyor, böylece Balkanlarda Türkiye’nin de yer alabileceği sıcak gelişmeler nedeniyle Alman faktöründen pek çekinilmemesi gerektiğini örtülü bir biçimde savunuyordu.13
Görüşmelerin hemen ardından Churhill, Adana toplantısında Türk heyetine de söylediği gibi Stalin’i bilgilendirmek yoluna gitti. 1 Şubat 1943 tarihini taşıyan telgrafta Türkiye’nin savaşa katılmasıyla ilgili olarak Türklerden siyasal taahhüt ya da vaatte bulunmadığını, alacakları kararda diledikleri gibi davranmakta serbest olduklarını söylediğini belirtmiştir. Bu arada O, Sovyetlerin konumu ile Türkiye’nin Sovyetlere bakışına ilişkin olarak da şu cümlelere yer vermişti: Sovyetler Birliğinin büyük gücü açısından savaş sonrası konumlarından doğal olarak endişe duymaktalar. Kendi deneyimlerime dayanarak, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Bir-liği’nin şimdiye kadar hiçbir antlaşma ya da taahhüdünü bozmamış olduğunu kendilerine söyledim; İyi bir anlaşma yapmanın zamanının şimdi olduğunu ve Türkiye için en emin yerin barış masasında bir muharip gibi muzafferler ile oturması olduğunu belirttim. Bütün bunları bağlaşıklığımıza uygun bir biçimde ortak çıkarımız için söyledim. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nden gelecek her hangi bir dostça davranışa eminim ki, cevap vermeye hazır olacaklardır.14 Churchill’in bu telgrafını Stalin, 6 Şubat 1943 tarihinde cevapladı. Bu telgrafta Türk-Sovyet ilişkileriyle ve hem de Türkiye’nin Müttefikler ve Almanya karşısındaki tutum ve davranışıyla ilgili olarak şu cümleler yer almıştı: Türkiye’nin uluslararası konumu oldukça nazik kalmaktadır. Bir yandan Sovyetler Birliğine dostluk ve tarafsızlık antlaşması, İngiltere’ye karşılık yardım ve saldırıya karşı koyma antlaşması ile bağlıdır; öte yandan, Almanya’nın Sovyetlere saldırısından üç gün önce tamamlanan dostluk antlaşmasıyla Almanya’ya bağlıdır. Şimdiki koşullarda, Türkiye’nin Sovyetler Birliği ve İngiltere’ye olan yükümlülüklerini yerine getirmesiyle Almanya’ya olan yükümlülüklerini yerine getirmeyi nasıl bağdaştırmayı düşündüğünü bilemiyorum. Buna rağmen, Türkler Sovyetler Birliği ile daha yakın ve dostça ilişkiler istiyorlarsa Sovyetler Birliği onları yarı yolda karşılayacaktır.15 Stalin’in bu telgrafı mağrur ve soğuk bir eda taşıyordu. Çünkü bu cümleler Türkiye’nin dış politikasında barış ve hürriyet prensiplerinin egemen olduğunu, 1939 ilkbaharından beri aynı ilkeleri savunmaya kararlı devletlerin yanında yer aldığını ve savaşın en karanlık günlerinde dahi ittifakına bağlı kaldığını bilmemezlikten gelmeyle ilgiliydi. Yine dikkati çeken husus, S.S.CB’nin Türkiye’ye savaşa katılma telkininde bulunmaktan itina ile kaçınması idi. Bu nedenle faal müdahale tavsiyeleri, Ankara’ya, bir Rus hatta Müttefikler arası bir telkin olarak değil, ittifak antlaşmasından doğan bir İngiliz talebi olarak doğrudan doğruya Londra tarafından tebliğ olunuyordu. Stalin tarafından gösterilen bu tepki, Adana görüşmelerinin Sovyet lideri katında şüphe ve kuşku uyandırdığını açıkça göstermiştir. Çünkü Stalin söz konusu telgrafında şu cümlelere de yer ver-misti: İngiliz-Türk toplantısı hakkında bana bilgi verdiğinizi söylemenize kesinlikle itirazım yok, ancak aldığım bilginin tam olduğunu söyleyemem.16
Türk -Sovyet bağlantılarının geliştirilmesi için Türk hükümetinin müzakerelere girişmek istediğine ilişkin haberin 2 Mart 1943 tarihli Stalin1 in Churchill’e gönderdiği mesajda yer aldığını görüyoruz. Bu müzakereler Molotov ile Açıkalın arasında 1943 Mart ve Nisanın da çok sayıda yapılan görüşmelerle sürdürülmüştür.17 Buna paralel olarak da Türkiye’nin savaşa girmesi hususundaki İngiliz istemleri 1943 yılı ilkbaharında ısrarlı bir biçimde yinelenmiştir. Türkiye, İngiltere’nin Türkiye’den “üs” almak konusundaki taleplerini hep geri çevirdi. Çünkü bu Türkiye’nin savaşa girmesi, Sovyetlerin tahrik edilmesi ve Romanya petrollerinin bombalanması anlamına geliyordu. Churchill, Sovyetlerin tutum ve davranışlarından kaynaklanan Türkiye’nin endişelerini, kullanmaya kalkışmıştır. Bu kullanım girişimleri Adana toplantısı sonrasındaki aylar içinde de kendisini devamlı göstermiştir. Oysa Türkiye’nin dış politikasının hedefleri bellidir: Türkiye savaş sonrası dönemde muhtemel bir Sovyet saldırısına karşı hazırlıklı olmak için ordusunun silahlanmasından başka bir şey düşünmemektedir. Bunun bir sonucu olarak da çok zorunlu nedenler oluşmadıkça savaşa girmekten yana değildir. Aynı zamanda Almanya’nın Rusya’ya karşı bir güç olarak yaşamasını isteyen Türkiye, bu nedenle Almanya’nın topyekün mağlup olmasından bir çıkar ummamaktaydı. Bu yaklaşım ise İngilizlerin savaş hedefleri ile örtüşmemektedir. Öte yandan Saraçoğlu-Menemencioğlu ikilisi olabildiğince İngiliz-Alman çıkar çatışmasından yararlanmayı gözetmişlerdir. Çünkü Türkiye, Yakındoğu’da İngiltere’nin bir “üssü” olmaktan daha farklı bir konumda olmak istiyordu. Bu nedenle ancak toprakla ilgili çıkarları söz konusu olursa savaşa girmesi gündeme gelebilirdi.ıs Bu gerçeği Adana toplantısına katılanlardan İngiliz Dışişleri Daimi Müsteşarı Cadogan şöyle değerlendirmişti: Türk liderler içerisinde savaşa girilmesi yanında ikna edilebilen bir kişi bile yoktu. Oysa İngiliz başbakanı Churchill doktoru Sır Charles Wilson’a Adana’da elde ettiği sonuçlardan memnuniyet duyduğunu şöylece belirtmişti: Türkiye’yi savaşa dahil edeceğime bütün kalbimle inanıyorum. Bu güne kadar hayatımda yaşadığım en iyi gün19 Onun Adana toplantısını düzenlemesinden Türkiye’yi savaşa sokmayı arzuladığı çok açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Bu durumu, Adana toplantısı sonrasındaki diplomatik gelişmeler kanıtlamaktadır. Adana görüşmelerine katılmış olan Erkin, bu hususla ilgili şu kaydı düşmüştür: Churchill Adana’ya, başkan İnönü’yü ve diğer Türk devlet adamlarını incitmeden ve lüzumsuz şüpheler uyandırmadan Türkiye’nin savaşa girmesini hazırlamak gizli amacıyla gelmiştir.20 Adana görüşmelerinin siyasi yönünün kamu oyunda karşılanış ve yorumuna gelince;
Ayın Tarihi’nde Adana görüşmeleriyle ilişkin olarak 1 Şubat 1943 tarihi itibariyle yayınlanan resmi tebliğ, toplantıya katılan iki ülkenin heyetlerinde bulunanlarla ilgili listeyle başlıyor, ardından da diplomasi diliyle klasik nitelikli açıklamalara değinilerek siyasi yöne ilişkin oldukça kısa olan şu cümleler yer alıyordu. Türk devlet adamları Türk politikasının cereyan şeklini izah etmişler ve başvekil Churchill majeste kral hükümetinin bu politikayı sempati ve tam bir anlayışla takip ettiğini kendilerine temin eylemiştir... Türkiye’nin menfaati bulunan mıntıkalarda vaziyeti birlikte incelemişler ve görüş birliğine varmışlardır.... Harp sonunda zuhur edebilecek olan meseleler de incelenmiş ve bu noktalar üzerinde de aynı görüş birliği müşahade edilmiştir.21 İngiliz başbakanı Churchill, Adana görüşmelerinden sonra basına ilk demecini Kahire’de verdi. Bu demecinde siyasi yön ile ilgili olarak “Türkiye ile İngiltere arasında mevcut olan ve geçen harp faciasıyla (Birinci Dünya Harbi’ni kastediyor) zedelenen eski dostluk bütün manasıyla ve en samimi bir tarzda yeniden tes-süs etmiştir....” diyerek yukarıda belirttiğimiz resmi tebliğe hakim olan diplomatik açıklamanın ve genel bir uzlaşının varlığına ilişkin anlayışı yinelemiş oluyordu. Churchill’in bu tür anlayışı yansıtan açıklamalarına ilişkin bir başka demecini de Lefkoşe’de verdiğini görüyoruz. Roosevelt’in “Müttefiklerin gayesi düşmanın kayıtsız şartsız teslim olmasıdır” sözünü tekrarlayan İngiliz başvekili, Türklerin görüşleri bizim görüşlerimizin aynıdır. Türkiye ile münasebetlerimiz son derece dostanedir. Türkiye’ye umumi müdafaa emniyetleri için iktidarımız dahilinde olan bütün vasıtalarla yardım etmek niyetindeyiz” biçimindeki açıklamalarıyla Adana görüşmelerinden çok olumlu izlenimlerle ayrıldığını belirtiyordu.22
İngiliz başvekilinin yaptığı en önemli açıklama 11 Şubat 1943 tarihli Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmadır. Churchill bu konuşmasına Adana görüşmeleri hakkında yayınlanan resmi tebliğin dışında bir şey söylemeyeceğini belirterek başlıyor, siyasi yöne ilişkin olarak Türkiye topraklarının, haklarının ve menfaatlerinin tesirli bir biçimde korunmasını ve bilhassa Türkiye ile Rusya arasında hararetli ve dostane münasebetlerin tesisini temenni ediyoruz, diyerek Türk-Rus ilişkilerindeki gerginliğin yumuşamaya dönüşmesi dileğini örtülü olarak ifade ediyordu.23
Adana görüşmelerinin İngiliz basınındaki etkilerine ve yapılan yorumlara gelince: Savaş sonrası sorunlarla ilgili bir anlaşmaya varıldığını ileri süren Daily Telegraph, Rusya’nın Adana konferansını iyi karşılayacağını savunuyor, Türkiye’nin yansızlığına bütünüyle güvenebilecek bir durumda bulunmanın Stalin açısından da yararlı olduğunu belirtiyordu. Türkiye’nin yansızlığını örnek olacak bir dürüstlükle koruduğu üzerinde duran Dail Mail, Türkiye’nin Almanya ile olan ilişkilerinin üstünde Büyük Britanya ile olan dostluğuna büyük değer verdiğini vurguluyor ve Adana görüşmelerinde siyasi sorunların oluşturduğu konuların aşıldığını ileri sürüyordu. İngilizlerin ünlü gazetesi Times ise, bir yazısında; Güneydoğu Avrupa’nın geleceğine ilişkin olarak her iki ülkenin bu bölge konusundaki ilgilerinin paralellik gösterdiğine işaret ediyor, İngiliz ve Türk devlet adamlarının, Mihver tarafından ele geçirilmesi İngiltere ve Türkiye için daima tehlike oluşturacak olan Yunanistan ile adaların “mukadderatına karşı lakayıt” kalamayacaklarını savunuyordu. News Chronicle gazetesi başyazısında Adana görüşmelerinden söz ederek Adana da özellikle şu iki sorunun düşünüldüğü üzerinde duruyordu: 1- Türk-Rus ilişkileri. Bu hususla ilgili olarak Churchill, Rusya’nın Türkiye’ye karşı tecavüz niyetleri gütmediği hakkında Türkiye’ye güvence vermiştir. 2- Savaş sonrası Av-rupası’nda Türkiye’nin rolü ve Akdeniz devleti sıfatıyla coğrafi konumu. Türkler özellikle Balkanlar ve Doğu Avrupa’nın alacağı durumla yakından ilgilenmektedirler.24
Görüldüğü üzere İngiliz gazeteleri Adana görüşmelerine ilişkin olarak benzer konuları farklı bir anlatım biçimiyle aktarıyorlar, değerlendirmeleri de olumlu bir nitelik taşıyordu. Özellikle Türkiye’nin güvenilecek bir dost olduğuna işaret ediyorlar, tarafsızlığını samimi buluyorlar ve Türklerin barış sonrası statüko ve Sovyetlerin tutumuyla yakından ilgilendiklerini de belirtiyorlar. Öte yandan Adana görüşmelerinin siyasi yönüne ilişkin olarak New York Times bir yazısında Churchill’in bu ziyaretinin, girişimin Birleşmiş Milletlerin eline geçtiğinin parlak bir görüntüsü olduğunu, bu olayın devletlerarası dengenin Müttefikler lehine seyretmeye başladığını gösterdiğini ileri sürerken, bir başka Amerikan gazetesi New York Herald Tribune ise Adana toplantısıyla ilgili olarak, terazinin korkunç bir süratle Almanya aleyhine ağır bastığını ve Alman hezimetinin başlamış olduğuna delâlet eden bir olay olarak göstermektedir, diyordu.25
Adana toplantılarının Alman basınındaki yankı ve değerlendirmelerine gelince:
Berlin’de yayınlanan gazetelerin görüşlerine göre, İnönü ile Churchill arasında Adana’da yapılan görüşmelerde takip edilen başlıca gaye, Roosevelt tarafından ikinci plana atılmış olan İngiliz başvekilini tekrar ön plana getirmekten ibaret idi. Örneğin Berliner Böser Zeitung gazetesi Adana görüşmelerinde Churchill’in Türkiye’yi yansızlıktan ve ölçülü davranıştan ayırmak için yaptığı girişimlerde başarılı olamadığını ileri sürüyor, Müttefikler arasında özellikle de Anglosakson devletleri ile Sovyetler Birliği arasında gerçek bir birliğin meydana getirilemeyeceğini, Almanlar gibi Türklerin de pekala bildiklerini savunarak, Türkiye’nin Müttefikler ile olan ilişkilerini olumsuz yönde ve Almanya’nın istemine uygun olacak biçimde etkilemeye çalıştığı gözlenmektedir. Bu duruma ilişkin olarak da Stalin’in Casablanca görüşmelerine katılmamasından onun her türlü uzlaşmadan yana olmadığı sonucunu çıkarmaktaydı. Bir başka Alman gazetesi Berliner Nacht Ausgabe ise Almanya ile Türkiye arasında ulusal savunmaya harcanacak 100 milyon marklık bir kredi anlaşmasının bulunduğuna dikkati çekmekte ve Türkiye’nin karşısında bir tek sorunun var olduğunu ileri sürmekteydi. Gazete bu sorunu, Bolşevikliğin güneye yayılma gücüne sahip olduğu gün Türkiye’nin ne yapacağı meselesi, olarak ortaya koyuyordu. Donauzeitung ise Churchill’in Türkiye’yi ziyaretiyle ilgili olarak yaptığı değerlendirmede tek bir konuyu ele alıyor; Türkiye’yi yönetenlerin ülkenin menfaatlerini bugüne değin koruduklarını belirterek, Türk tarafsızlığının sağ duyuya dayandığını da ekliyordu.26
İtalya’nın etkin gazetelerinden Giornale d’italia Adana görüşmeleriyle ilgili bir yayınında Türkiye ile İngiltere arasında bir ittifak antlaşmasının bulunduğunu anımsatarak, bunun Türk hükümetinin tarafsızlığını ko-rumasına bir engel oluşturmadığına, yayınlanan tebliğde de bu hususta bir değişikliğin yer almadığına işaret ediyor ve Mihver devletlerinin de Türkiye’nin izlediği tarafsızlık politikası üzerinde etkisini gösterecek yeni koşullar önermemiş olduklarını belirterek, Londra’nın tutumuna ilişkin şunları ileri sürüyordu: Londra, yakın doğu ülkelerini genel bir politik manevraya sürüklemek amacıyla kendi niyetlerinden daha fazla taahhüt altına sokmak ve müşgül duruma düşürmek için her fırsattan yararlanarak, girişiminde ısrar etmektedir.27 Adana görüşmelerinin Türk basınındaki yankı ve yorumlarına gelince; hükümetin sözcüsü konumunda bulunan Ulus gazetesi Churchill ile ilgili övücü cümlelerin ardından yapılan görüşmeleri Türk-İngiliz ittifakının güzel bir eseri olarak niteliyor, Türkiye’nin kendi güç ve kuvvetine dayanarak bir “nizam ve sulh âmili olarak kalmayı hedefleyen politikasının” Britanya hükümetince tamamıyla onaylandığını göstermesi bakımından da güzel bir eser olduğunu savunuyordu. Vakit gazetesinin 3 ve 5 Şubat 1943 tarihli sayılarında yayınlanan başyazılar Adana görüşmeleri ile ilgiliydi. Bu görüşmelerin yakın doğu barışının temeli olan Türk-İngiliz ittifakını bir kez daha doğruladığı ile savaş sonrası dönemin sorunları üzerinde tam bir görüş birliği bulunduğunun anlaşıldığı vurgulanıyor, bu toplantının yankılarının Türkiye’nin tarafsızlığı konusunda İngiliz kamuoyunda en küçük bir şüphe ve duraksamaya yer vermediği ileri sürülerek, bununla ilgili olarak Daily Telegraph’da yer alan şu cümleler gösteriliyordu: Türk tarafsızlığını teyit etmenin Müttefikler davasına vereceği faydalar üzerinde durmak lüzumsuzdur. Dünyanın bu kısmında esasen akim kalacak olan ümitsiz bir teşebbüse karşı emniyetin korunmuş olması, Afrika’da zaferi tamamlamak üzere bulunan kuvvetlere daha büyük bir hareket serbestliği anlamına geldiğini ifade eder. Hüseyin Cahit Yalçın, Yeni Sabah’ın 3 Şubat 1943 tarihli sayısında İnönü-Churchill görüşmesinde savaş sonrası dönemle ilgili hususların da ele alınmış olabileceğini belirterek bir Akdeniz devleti olan Türkiye’nin önemli bir Balkan devleti de olduğuna işaret ediyor, onun aynı zamanda Asya devleti konumunda bulunması nedeniyle “Yakın doğunun bir kilit taşını teşkil etmesinin” Sadabat Paktı dolayısıyla bu nazik ve hassas bölgede senelerden beri bir “emniyet ve istikrar âmili” rolünü oynamasını sağladığını vurguluyor, bu nedenle de özellikle yakın doğunun savaş sonrası durumunu yakından ilgilendiren bazı hususlar hakkında fikir alışverişinde bulunmasının doğal karşılanması gerektiğinin altını çiziyordu. Yazar, Kahire radyosunun Adana görüşmelerinden Roosevelt ve Stalin’in tamamıyla bilgilendirildiklerini duyurmasını “ülkemiz hakkındaki iyi niyetlerini dostumuz Rusların tekrar teyid etmiş olmalarının” bir delili olarak niteliyordu. Adana görüşmeleriyle ilgili olarak yayınlandığını belirtmiş olduğumuz resmi tebliği esas alarak yorum ve değerlendirmelerde bulunan İzzet Benice; İngiliz hükümetinin Türk ulusal politikasını tam bir anlayış ve sempati ile takip ettiğini, Türkiye’nin, çıkarlarıyla ilgili gördüğü bölgeler hakkındaki düşüncelerinde bir görüş birliği sağlandığını, savaş sonrasında ortaya çıkabilecek sorunlar üzerinde tarafların müşahade birliği içinde olduklarını ileri sürüyor, sonuç olarak şunları belirtiyordu: “Adana konferansı Türk milli siyasetinde hiçbir değişiklik sebebi olmamıştır. Türkiye tarafsız, sulhsever, ahidlerine ve ittifaklarına vefalı yolunda ve tam rey serbestisi ve istiklalini mahfuz tutarak yürümekte devam edecektir. Adana mülakatı bu gidişi tahkim eden... bir görüşme ve toplanma olmuştur.”28
Türk basınının Adana görüşmeleriyle ilgili değerlendirmelerinde yer alan bir husus da, İngiltere’nin Türkiye üzerinde “tazyik” yaptığına ilişkin yabancı kimi gazete ve radyolarda söz konusu edilmiş olan haberlerdi. Times gazetesinin Ankara muhabirince Matbuat Umum Müdürü Selim Sarper’e yöneltilen soru İngiltere’nin Türkiye üzerinde “tazyik” yaptığı konusunda yabancı radyolarca çıkarılan söylentiler ile ilgiliydi. Selim Sarper, kısa ve kestirme bir cevap vererek, İngiltere’nin her hangi bir talepte bulunmadığını ve Türkiye’nin her hangi bir taahhüde girmediğini, söylemişti.29
kaynak:www.atam.gov.tr
Prof. Dr. İzzet Öztoprak
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 46, Cilt: XVI, Mart 2000
İkinci Dünya savaşında, 1942 yılı kasımında başlayan Stalingrad çarpışmaları Müttefiklerin Türkiye üzerindeki baskısının artmaya başlamasında önemli bir etken olmuştur. Çünkü Müttefikler bu çarpışmaları kazanınca yeni askeri planlar hazırlamaya başlamışlardı. Bu planların uygulanmasında Türkiye’nin stratejik konumu daha çok önem kazanmaya başlamış, özellikle Almanya’nın Kuzey Afrika ve Doğu Avrupa’da yenilgiye uğramasıyla bu durum yani Türkiye faktörü özellikle İngilizler açısından yeni bir takım cepheler açılması düşüncesini öne çıkarmıştır. Bu yaklaşım Türkiye’yi de kapsayan politik düşünce ve mülahazaların güncelleşmesini sonuçlandırmıştır. Özellikle Türkiye üzerinden Balkanlara yö-nelinmesi Churchill açısından öncelikli bir konu olarak önem kazandı. Bunun somutlaştırılmış biçimdeki anlatımı, Türkiye’nin 1943 ilkbaharında geniş çapta silahlandırılmış olarak savaşa katılmasıydı. Bu durumda İngilizlerin Türk topraklarından yararlanarak - büyük ölçüde hava üslerini kullanarak - Romanya petrollerini bombalamaları sağlanmalı, Almanya’nın yakıt ikmali konusunda önemli bir sıkıntı ve darboğazla karşılaşması temin edilmeliydi.1
Bu planın uygulanmasına ilişkin Churchill ile Stalin arasında çeşitli yazışmalar yapıldı. 1942 yılı kasım sonlarında Roosevelt’in bilgisi dahilinde yapılan bu yazışmalara göre Stalin’in, Türkiye’nin 1943 ilkbaharında savaşa katılması gerektiği biçimindeki Churchill’in düşüncesini paylaştığı ortaya çıktı.2 Bu konu yani Türkiye’nin savaşa sokulması Casablanca konferansına kadar bekledi.
1943 Ocağında Churchill ile Roosevelt Casablanca’da bir görüşme yaptılar. Bu konferansta İngilizlerin, Onikiada ve Yunanistan’a doğru askeri harekat yapılmasını içeren önerilerini A.B.D. kabul etmedi. Yine kabul görmeyen bir başka öneri , Türkiye’nin savaşa girmesi ile Balkan cephesinin açılmasını öngören plan idi. Churchill ile Roosevelt arasındaki uzun görüşmeler bazı hususlarda anlaşma ile sonuçlandı. Bunlar; Sicilya adasına çıkartma yapmak ile Manş üzerinden harekete geçmekti. Bu arada Churchill, İngiltere’nin Türkiye ile ilgili hususlarda girişimde bulunabileceğine ilişkin A.B.D.’nin olurunu aldı. Fakat bu olurun sadece askeri sahayı kapsamasına karşın, ilginin niteliği konusunda kısa bir süre sonra İngiltere ile Birleşik Amerika arasında anlaşmazlık başgöstermiştir. İngiliz dışişleri bakanı Eden ile Washington’da yapılan görüşmeler sırasında Amerikalılar, İngilizlerin, Roosevelt’ten aldıkları Türkiye ile ilgilenmek konusundaki sözü askeri sorunların yanı sıra iktisadi ve siyasi sorunları da kapsayacak biçimde uygulamak istediklerini sezinlemişlerdi. Bu nedenle İngiliz dışişleri bakanının bir girişimine A.B.D. tarafından verilen yanıtta, Casablanca’da benimsenen ilginin sadece askeri sahaya münhasır olduğu yer almıştır.3
Öte yandan İngiltere ile Birleşik Amerika arasında Casablanca’da alınan bir karar da: Düşmanın kayıtsız şartsız teslim olması idi. Bu kararla ilgili olarak Winston Churchill, hatıralarında; Başkan Roosevelt’in ağzından basın konferansında “bundan böyle düşmanın kayıtsız, koşulsuz teslim olması” politikasını kabulünü işittiği anda duyduğu şaşkınlığı açıklıyor.4 Böyle bir kararın amacı şu noktalarda toplanmış olabilirdi; Mihver devletlerinin karşı koyma kararlılığını kırmak ve dünyayı saldırganların kötülüklerinden koruyarak, gelecek kuşakları kabul edilebilir barış ga-rantileriyle güvenliğe kavuşturmak için gerekli önlemleri almak. Öte yandan bu karar yani kayıtsız koşulsuz teslim formülü Avrupa için gelecekteki tehlike ve sıkıntıların tohumlarını taşıyordu. Bu politika Almanya’nın mağlubiyetini geciktirecek, savaştan sonra ekonomik kalkınmayı güçleştirecek ve daha da kötüsü Berlin, Almanya ve Avrupa’nın bölünmesine neden olmakla hür dünya için tehlikeli sorunlar oluşturacaktı.
Casablanca görüşmelerinin somut sonucu, Churchill’in İnönü’yü ziyareti olmuştur. Churchill, Roosevelt’in temsilcisi sıfatıyla hareket ederek, Türk yetkililerle görüşmelerde bulunma düşüncesini kendi savaş kabinesine açmış, savaş kabinesi bir takım askeri hazırlıklarda gelişmeler oluşmadan yapılacak bir görüşmeye yanaşmayarak bu görüşünde direnmek istemişse de başbakanlarının ısrarı karşısında kabullenmek durumunda kalmıştır.5
Gelişmeleri Churchill’in ve Roosevelt’in İnönü’ye gönderdikleri mesajlar takip etti. Toplantı yeri konusunda çeşitli seçenekler ortaya çıktıysa da 30 Ocak 1943’te Adana’da toplantının yapılması kararı benimsendi. Adana görüşmelerinde genel görüşme dışında askeri ve siyasi heyetler arasında ayrı ayrı olarak ikişer toplantı yapıldı. 30 Ocak 1943 günü yapılan ilk toplantı (genel) da Churchill görüşmelere temel oluşturmak amacıyla hazırlamış olduğu bir notu okuyarak bir örneğini de İnönü’ye verdi. İnönü bu notun askeri ve siyasi bir çalışmanın ürünü olduğunu gözlemlediğini, politik çerçevesinin Türkiye’nin bir saldırıya uğraması durumunda yapılacak yardımların organizasyonu ile ilgili olduğunu belirterek Türkiye’nin halihazırda tarafsız bir konumda bulunduğunu söyledi. Bu arada İnönü’nün değindiği bir husus da, ilgili notta yer aldığı üzere Balkanlarda çıkacak bir karışıklık sonucunda Türkiye’ye yönelik bir saldırının her zaman için mümkün olabileceği idi. Bunu Cumhurbaşkanı İnönü’nün yaptığı bir önerinin benimsenmesi izledi. Buna göre genel toplantı ertelenecek, askeri ve politik toplantılar heyetler arasında ayrı ayrı yapılacaktı.6
Genel toplantıyı takiben yapılan politik toplantının ilkinde görüşmeler, yukarıda belirttiğimiz gibi Churchill tarafından okunan ve bir örneği İnönü’ye sunulan doküman üzerinde yoğunlaşmıştır. O halde bu dokümanın içeriğinde neler vardı. Bunun üzerinde durmak gerekiyor. 8 maddeden meydana gelen dokümanda yer alan hususları kısaca belirtiyoruz: Churchill, başkanın (Roosevelt kast ediliyor) da kendisinin de Türkiye’nin güçlü bir konumda ve güvenlik içinde olmasını istediğini belirtiyor, bunun sadece içinde bulunulan dönemle değil savaş sonrası “İki büyük Batı Demokrasisi” oluşumu ile de büyük ölçüde ilişkili olduğunu vurguluyordu. Bir Alman hücumu neticesinde ya da Bulgaristan ve Balkanlarda bir anarşi durumunun ortaya çıkması durumunda ve Türk hükümetinin kendi çıkarlarını korumak çerçevesinde Türkiye’nin savaşa gireceği hipotezi söz konusu ediliyor, Türkiye’nin, savaş ne yönde gelişirse gelişsin etkin bir rol oynaması isteniyordu. Türkiye adımlarını tamamıyla özgür biçimde atabilecekti. Müttefiklerin niyeti; İtalya’nın imha edilmesi, bütünüyle parçalanması ve Tunus ile İngiltere’den yapılacak dehşetli bombalamalarla, denizden ağır saldırılarla savaşın dışına atılmasıydı. Böylece İtalya çökecek ve Batı Balkanlar ile bağların kurulması sağlanacaktı.
Yaz aylarında kriz termometresi çok yükseleceğinden bu aşamada Türkiye’nin güvenliği en önemli konu olarak ortaya çıkacaktı. Churchill’e göre Stalin, Türkiye’yi çok iyi silahlanmış ve gelecek saldırılara karşı kendini korumaya hazır oluşunu görme konusunda çok arzulu idi. Savaşı Müttefiklerin kazanacağı son derece kesin bir durumdu ve bu nedenledir ki Roosevelt, Casablanca konferansını “koşulsuz teslim konferansı” olarak isimlendirmekteydi. Gösterilen bütün çabalar aslında birlikte hareket ile barışçı insanların barış içinde olacağı ve tüm insanların birbirlerine yardım edebileceği yeni bir dünya düzenini kurmaya yönelikti.7
İnönü bu söz konusu dokümandaki hususlara katıldığını söyleyerek, şu anda iki tehlikenin göründüğünü, bunların da Almanların petrol ku- yularını elde etmek zorunda olmaları ile “Drang Nach Osten” politikasını sürdürmeleri idi. Bu durumda Churchill, Almanların Türkiye’ye saldırmaması halinde bile, Balkanlarda ortaya çıkabilecek bir kaosun Türkiye’nin tarafsız konumunu etkileyeceğini ileri sürerek, İnönü’nün işaret ettiği “Drang Nach Osten” tehlikesine katıldığını belirtiyordu. Bu noktada İnönü, Türkiye’nin herhangi bir aktif görev almamakla birlikte Büyük Britanya ile tam bir güven içinde olmayı arzu ettiğini ve bu güne değin de bunun başarıldığını söylüyor, ileriye dönük olarak da, savaş sonrasında Türkiye’nin, Büyük Britanya ile birlikteliğinin süreceğini vurgulatarak, Churchill’e şu soruyu yöneltiyordu: Türkiye’yi savaş sırasında ve sonrasında nasıl bir işbirliği içerisinde görmek istiyorsunuz? Kuşkusuz İngiliz başbakanına yöneltilen bu soru, Churchill’in şahsında Müttefiklerin Türkiye ile ilgili düşüncelerinin açık bir biçimde ifade edilmesine yol açmayı amaçlıyordu ve Türkiye’nin, konuların “alenilik” içinde ele alınmasından yana olduğunu da gösteriyordu.
Churchill, beklentilerini şöylece sıraladı: 1- Türkiye güçlü olmalıdır. 2- Türkiye hazır olmalıdır. Türkiye’nin güçlü ve hazır olmasını gerektirecek bir durumun ortaya çıkabileceğine dikkat çeken İngiliz Başbakanı, bu hususla ilgili olarak da Balkanlarda bir anarşinin oluşabileceğine işaret ederek, bunun da Türkiye’nin Almanlara karşı bir tavır almak “zorunluluğunu” doğurabileceğini belirtiyordu. Türkiye’nin tutum ve davranışına ilişkin olarak Churchill aynen şunları ifade ediyordu: Zamanı geldiğinde ve Türkiye’nin çıkarları söz konusu olduğunda Türkiye ağırlığını koyabilmelidir... Türkiye’nin muzafferler arasında olması büyük önem taşımaktadır. Savaş sonrasının tartışılacağı ve bir ülkenin diğerine saldırmasının önüne geçilmesi için kararların alınacağı Konsey’de Türkiye’nin de bir sandalyesi olmalıdır. İngiliz başbakanı bu düşüncelerini açıklarken, Adana görüşmeleri boyunca sık sık vurgulamak “ihtiyacını” duyduğu bir hususu ki bu husus, Türkiye’nin karar vermede tamamıyla özgür davranmasının kendisi için çok iyi bir şey olacağı ile kararını verme talebinin altı ayda da, on sekiz ayda da gelebileceği idi, bu sırada da bir kez daha belirtmekten geri durmamıştır.
İleriye dönük gelişmeler üzerinde görüşülürken İnönü, şu soruyu Churchill’e yönelterek Türkiye’nin tutumu konusunda İngiliz başbakanının düşüncelerini somutlaştırmaya sevk etmek istiyordu: Almanların yakın bir zamanda çökmesi halinde dahi Türkiye’nin işbirliğine ihtiyaç var mıdır? Churchill, Büyük Britanya’nın ya da Türkiye’nin çıkarları gerektirmedikçe Türkiye’nin savaşa dahil olmasını istemeyeceğini bir kez daha belirterek şunları ekler: Ancak gereken an gelecektir. Boğazlara yönelik bir tehdit Türkiye’yi harekete geçmeye zorlayacaktır. Ploesti petrol kuyularını imha etmek büyük önem taşımaktadır. Bu Almanlara karşı ölümcül bir darbe olacaktır. Dolayısı ile bir an gelecek Türkiye, hava alanlarını kullanmak veya benzin ikâmesi için sınırlarını koalisyon güçlerine açmak durumunda kalacaktır. Churchill’in siyasi ilk toplantıda çok sık vurguladığı bir başka husus Rusya’nın hem savaş içindeki hem de savaş sonrasındaki tutum ve davranışlarının nasıl olacağı idi. Bununla ilgili olarak da O, Rusya’nın yaptıklarına müteşekkir olduğunu ve bu devletin savaştan çok güçlü olarak çıkacağını sık sık dile getiriyordu. O böylece bir yandan dolaylı da olsa Türkiye üzerinde Rus kartını oynuyor, bir yandan da son kararın Türkiye’ye ait olduğunu belirtse de Balkanların konumunu ve Almanya faktörünü öne çıkararak Türkiye’nin yakın bir zaman içinde kendisini savaş alanı içinde bulacağını ileri sürüyor, bu durumun da, onun hazırlıklı bulunmasını gerektirdiğini bunun da Müttefiklerin yanında eylemsel olarak yer almasını kaçınılmaz kıldığına işaret ediyordu. O halde Churchill’e göre Türkiye için en iyi koruma Türkiye’nin uluslararası anlaşmalar içinde yer alması ve özel garantilerle donatılmasıdır. Rusya bu garantileri vermeye hazırdır. A.B.D. de muhtemelen bu görüşü benimsemektedir. Türkiye kesinlikle genel güvenlik organizasyonuna dahil edilecektir. Churchill’in görüşlerini açıklamasını takiben Saraçoğlu, yaptığı konuşmaya Türk - Rus ilişkilerinin yakın tarihinin özetinden bahsederek başlar, 1939 Eylülü’nde Moskova’ya yaptığı ziyaretin sonuçlarını anlatır ve Rusya’nın, Birleşik Krallık ile olan ilişkilerinde uyumlu olma politikasını terk etmesinin mümkün olduğunu belirterek, bu durumda Büyük Britanya’nın nasıl bir çizgi izleyeceği sorusunu yöneltir.
İngiliz bakanı ekonomik olarak Rusya’ya, Büyük Britanya ve A.B.D’nin verebilecekleri çok şeyin olduğunu ve Rusya’nın kayıplarının karşılanacağını, Rusya ile 20 yıllık bir anlaşma yapacaklarını belirterek yöneltilen soruyu cevaplamaya başlar. O, böylece Rusya’nın Müttefiklerle var olan ilişkilerinde çok önemli bir aykırılığa yönelineceği inancında olduğunu olasılık dahilinde örtülü bir biçimde ifade etmiş oluyordu. Churchill, belirli bir dönemin sakin geçebileceğini de A.B.D.’nin Büyük Britanya ile birlikte hareket ederek kuvvetli bir hava gücünün oluşturulabilmesine bağlıyordu ve Rusya bu şekilde hareket edildiğinde kazanılabilecekti.
Saraçoğlu’nun, Rusya’nın çok güçleneceğinin ifade edildiğini, bu durumda Türkiye’nin çok daha fazla ihtiyatlı olması gerektiğini söylemesi karşısında Churchill, var olan Uluslar Topluluğu’ndan (Cemiyet-i Akvam’ı kastediyor) çok daha güçlü bir uluslararası organizasyonun kurulacağı üzerinde durarak, komünizmden de korkmadığını ekler. İngiliz başbakanının ileriye dönük oluşumlar konusundaki bu açıklamaları karşısında tatmin olmadığı anlaşılan Saraçoğlu bu kez düşüncelerini somutlaştırarak, tüm Avrupa’nın Slavlar ve komünistler ile dolu olduğunu, Almanya’nın yenilmesi durumunda bu devletin vurduğu tüm ülkelerin Bolşevik ve Slav olacaklarını ileri sürer. Bu sav karşısında Churchill, Türkiye’nin güçlü olması gerektiğini ve bunun için de Birleşik Krallık ile, A.B.D. ile yakın ilişkiler içinde bulunmasına ihtiyaç olduğunu belirtir. Bunun hemen ardından İngiliz Başbakanı, Türkiye’nin hazır olmadığı sürece savaşa girmemesi düşüncesinde olduğunu bir kez daha belirterek, Ploesti’nin vurulmasında Türk hava alanlarının açılması hususunu eklemekten de geri durmaz. Bu nokta Menemencioğlu’nun Churchill’e yönelttiği soru, Türkiye’nin bir Sovyet eylemine uğraması karşısında İngiltere’nin nasıl davranacağının açık olarak bilinmesine yönelikti. Türk Dışişleri Bakanı şunu soruyordu:... Bir Sovyet hareketinde majestelerinin hükümeti nasıl bir tavır alacaktır? Churchill’in yanıtı oldukça açıktı: Tecavüz içinde olan her güce karşı ortak savunma ve güvenlik içinde hareket edilecektir.... Avrupa da düzen yeniden kurulacaktır ve Türkiye bu düzen içerisinde yerini alacaktır. İngiliz başbakanı ortak çıkarlar dışında Türkiye’den hiçbir talepte bulunulmayacağını yinelerken, Ploesti’ye gitmek için uçaklarının Türkiye’den geçmesini isteyebileceklerini bir kez daha vurgular. Bu varsayım, Türk heyetini oluşturan delegeler arasında bir tartışma konusuna yol açar. İnönü, Türkiye’nin son üç buçuk yıldır teçhizat istediğini, ödeme ile ilgili bir kaydın bulunmadığını, bu nedenle Birleşik Krallık ile A.B.D’nin asıl amacının herhangi bir ödeme olmaksızın Türkiye’yi güçlendirmek olduğunu belirterek, bunun amacı nedir? sorusunu yönelttiğinde Churchill, amacın üç hususu içerdiğini söyleyerek bunları şöylece sıralamıştır:
1- Alman kuvvetlerinin gelmesi durumunda Türkiye’nin savunma gü venliğini arttırmak
2- Mümkün olan en fazla sayıda güç toplayarak birlik ve beraberliği güven altına almak
3- Bir fırsat olur, çok masraflı ve tehlikeli olmadığı takdirde Türkiye’nin Bulgaristan’a Balkanlara girmesini ve Almanlara karşı olan genel savunmaya destek vermesini sağlamak
Menemencioğlu’nun Türkiye’nin, Büyük Britanya ile ortak hareket ederek Müttefikleri desteklemek için elinden geleni yaptığında Sovyet Rusya, Müttefikler ile işbirliği yapmazsa, bu durumda, Türkiye’nin Müttefiklere katılmasıyla güvenliğinin nasıl artmış olacağı sorusunu yönelttiği görüldü. Bu soru, Türk heyetinde yerleşik bir konum kazanmış olan Rusya’ya karşı duyulan güvensizliğin bir kez daha ortaya konulduğunu gösteriyordu. Churchill, bu soruyu, daha önce kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevaplarda yer alan düşüncelerini bir kez daha tekrar ederek yanıtladı. O da; savaş sonrası garantilerin sadece Türkiye için değil, tüm Avrupa için farklı olacağı ile Rusya’ya gerektiğinde mümkün olan en iyi kombinasyonla karşılık verileceği ve bunu da Stalin’e söylemekten bir an bile tereddüt etmeyeceği biçimindeydi. Çünkü, ona göre Rusya, bu güne değin hiçbir anlaşma hilafına davranışlar içinde olmamıştı.
Adana görüşmeleri ile ilgili bu ilk siyasi oturumun en çok konuşulan hususları kuşkusuz Türkiye’nin savaşa girip girmeyeceği, gelişmelere göre girmesi durumunda güvenlik ve güvence unsurlarının nasıl tezahür edeceği ile Türk - Sovyet ilişkilerinin ne tür bir gelişme seyredebilirliği oluşturmuştur. Türk cumhurbaşkanı İnönü, Başbakan Saraçoğlu ve Dışişleri Bakanı Menemencioğlu’nun yönelttikleri sorular bu hususlar ile ilgili olmuştur. Churchill’in yukarıdaki açıklamasının ardından İnönü’nün: Türkiye’nin Sovyetlere oranla Büyük Britanya ile çok daha fazla dostane ilişkiler içerisinde olduğunu anımsatarak başladığı konuşmasında, Sovyetler ile ilgili olarak burada söylenen her şey sır olarak kalmalı ve bu konferans odasının dışına hiçbir biçimde çıkmamalıdır, biçimindeki cümleleri bir çeşit uyarı niteliğindeydi ve duyulan bir ihtiyacın sonucu olarak ortaya konan bu istem, çok büyük olasılıkla Stalin ve Molotov ile görüştüğünü söylemiş olan Churchill’e yönelikti. İnönü, Sovyetlere güvenmemesinin nedenlerini esas itibariyle şu şekilde açıklamaktaydı:
1- Anglo-Türk ittifakı sırasında Sovyet hükümeti ile yapılan görüşmelerde, Sovyet hükümeti bu ittifakı tanımayacağını ifade etti. Türkiye, Büyük Britanya ile ittifak yaptıktan sonra artık bizi enterese etmemektedir demiştir.
2- Fransa düştükten sonra Almanlar M.Molotov’u Berlin’e davet etmişlerdir, sonrasında da Sovyetlerin tutumu tamamen değişmiştir.
3- Kasım 1940’da M.Soboleff in Sofya’yı ziyaretinde, Bulgar hükümetine bir ortak yardımlaşma anlaşması teklif ve Sovyet hükümetinin de katılmasıyla üçlü bir paket anlaşması öngörülmüştür.
İngiliz Başbakanı, İnönü’nün Sovyetlere karşı duyulan güvensizlikle ilgili olan düşüncelerine verdiği cevapta, Rusların Atlantik Antlaşması’nı imzaladıkları ve bu anlaşmayla daha önce Rusya’ya ait olan alanların dışlandığı şeklinde de bir görüş içinde olmadıkları, yer alıyordu. Churchill bununla kalmayarak, İnönü’nün Türkiye’nin bağımsızlığı ile çıkarlarının riske edilip edilmeyeceği hususuna ilişkin sorusu üzerine de “Majestelerinin hükümetinin bir garanti vermeye hazır olduğunu, Rusya’nın da bu şekilde düşünmesi yönünde gerekenlerin yapılabileceğini” söyledi. Ona göre garanti konusunda belki de en önemli oluşum kurulacak uluslararası organizasyon idi. Ve bu organizasyon askeri temele dayandırılacak, Türkiye’de buna katılacaktı. Görüşmelerin ilk toplantısının sonlarına doğru Churchill, İnönü’ye şu soruyu yöneltti: Almanların bu toplantıyla ilgili reaksiyonları ne olabilir? Türk Cumhurbaşkanı’nın cevabında şu cümleler yer aldı: Almanlara, Türkiye’nin her yerden silah aradığını, Majestelerinin hükümetinin oldukça fazla miktarda silah teklifi içinde olduklarını, söylerim.8
Adana görüşmelerinin ikinci politik toplantısı 31 Ocak 1943 de yapıldı. Toplantının başlangıcında İngiliz başbakanı Cumhurbaşkanı’na yeni bir doküman vereceğini, bunda yer alan görüşlerin kendisinin kişisel görüşleri olduğunu söyledi.9 Churchill’in bu dokümanının, içeriği kısaca şöyleydi: Barış konferansında, yenik duruma düşen saldırgan ülkeler galip ülkelerin direktiflerini kabul edeceklerdir. Bu direktiflerin amacı Avrupa’da iki kez tekerrür eden bu korkunç savaşlara neden olan saldırgan davranışların mümkün olduğu ölçülerde etkin bir biçimde önlenmesi içindir. Bu ulusların silahsızlandırılması için tazyik yapılacaktır. Atlantik Antlaşması çerçevesinde Rusya ve Büyük Britanya, birbirine yardımcı olma hususunda bir anlaşma yapmış bulunmaktadır. Bu anlaşmanın süresi yirmi yıldır. Bu iki anlaşma çerçevesinde her iki ülke de tüm toprak kazanma düşüncelerini reddetmektedir. Savaş sonrasında Türkiye için en yüksek güvenlik; zaferi kazanmış bir ülke olarak yerini almasına ve Büyük Britanya, A.B.D ve Rusya ile ittifak halinde olmasına bağlıdır. Nazi gücünün umutsuz çırpınışları sırasında yapacağı bir hücum ile Türkiye savaşa girebilir veya çıkarları Balkanlarda çıkacak bir anarşiyi önlemeyi gerektirdiğinde ya da modern Türkiye’nin çok hassas olarak üzerinde durduğu bir çok husus, Atlantik Antlaşması’nın kapsadığı büyük düşüncelerle benzerlik ve uyum gösterdiğinden dolayı Türkiye savaşa girebilir. Bu nedenledir ki Türkiye’nin de bu savaşa gireceğini dikkate almalıyız. Türkiye’nin saldırıya uğramadığı halde savaşa girmesi yanlış olacaktır, felaket getirecektir. Türkiye nötür ve savaş dışı bir davranış içinde olmayı arzu edebilir. Bu bağlamda İngiliz ve Amerikan uçakları Romanya’daki petrol alanlarını imha için Türkiye’nin havaalanlarını kullanabilir ya da Türkiyede yakıt ikmali yapabilir. Bunun sonucu olarak da Almanya yakıt sıkıntısına düşebilir ve bu da savaşın bir an önce bitmesini sağlayabilir. Yine aynı şekilde, Türkiye’deki havaalanlarının kullanımı ya da Türkiye’de ikmal yapılması İngiltere’nin Dodecanese (On iki ada)’ye ve daha sonra da Girit’e hücumunda büyük yarar sağlayacaktır. Son derece önemli bir sorun da Boğazların Müttefiklere açılması, Mihver ülkelerine kapatılmasıdır. Türkiye’nin saldırgan bir biçimde savaşa girmesi ya da saldırıya uğrayarak savaşa girmesi halinde Müttefiklerden en yüksek düzeyde yardım alacağı tabiidir. Buna ek olarak, bir takım ilave risklere maruz kalmaması, sınır güvenliğini koruyabilmesi ve savaş sonrasında haklarını alabilmesi için de doğru olan savaşa girmesidir. İngiltere ne zaman isterse Türkiye’ye bir anlaşma çerçevesinde bu garantileri vermeye hazırdır. Rusya da bir anlaşma çerçevesinde Türkiye’nin Büyük Britanya’ya katılarak ya da bağlantısız olarak savaşa katılmasını arzu etmektedir. Bu dokümanla Churchill özellikle şu konuları gündeme getiriyordu: Barış Konferansı neler yapacak; Türkiye, savaş sonrası oluşturulacak uluslararası örgüt ve uluslar arası anlaşmalar çerçevesinde nasıl bir konumda bulunacak Türkiye açısından Alman tehlikesi Türkiye’nin savaşa girmesiyle ilgili gelişmeler neler olabilir, gerektiğinde Müttefiklerin Türkiye’den neler talep edebilecekleri ve bunların Türkiye’nin savaşa girmesi hususundaki etkilerinin ne yönde oluşabileceği.
Churchill’in görüşlerine göre üç muhtemel seçenek vardı. Birincisi, Türkiye’nin gücünün artırılmasıydı. İkincisi; birkaç ay içinde düşman son derece güçsüz bir duruma düşebilirdi ve Türkiye gücünü belirli ölçüde arttırmış olacağından tarafsız kalma zorunluluğundan sıyrılma isteğinde bulunabilirdi. Buna kuşkusuz Türk hükümeti karar verecekti. Bu durumda bilmek istediği husus şu idi: Türkiye, Romanya’daki havaalanlarının bombalanması için İngiliz ve Amerikan uçaklarına Türk üslerini açmak gibi bir kolaylık gösterecek miydi. Ayrıca, Dodecanese (Onikiada)ye bir operasyon başlatıldığında Türkiye bize destek verecek miydi? Türkiye, Boğazları Müttefiklere açıp, buna karşılık Mihver ülkelere kapatmak suretiyle desteğini yine sürdürebilirdi. Bu adımlar savaşa girmek anlamına gelmezdi.
Bu tür davranışlar içine girmeden önce Türkiye garanti talebi içinde olabilirdi.
Üçüncü seçenek ise Türkiye’nin tamamıyla savaşa girmesidir.10 Bu arada İngiliz başbakanı 24 kasım 1942 tarihinde Stalin’e gönderdiği telgraf ile Stalin’den gelen cevabi telgrafta yer alan Türkiye ile ilgili kısımları Cumhurbaşkanı’na okumuştur.11
Görüşmelerin bu aşamasında yukarıda söz konusu ettiğimiz doküman Churchill tarafından İnönü’ye verilmiş ve toplantının bundan sonraki akışı bu dokümanın içerdiği hususlar bağlamında gelişmiştir. İnönü, dokümanın içeriğine genel olarak katıldığını belirterek, Türkiye’nin güçlendirilmesinde muhtemelen dört beş ay sürecek bir kritik dönemin söz konusu olacağını söylemiştir. Churchill, bunun üzerine Avrupa sahnesinde esas itibariyle üç ana grubun varlığının gözlendiğini, Türkiye’nin gönüllü olarak savaşa girmesinin dördüncü gücü oluşturacağını, bunu büyük bir fırsat olduğunu öne sürerek, bunun da Türkiye’nin Barış Konferansın’da zayıf konumda olmayan dört güçten birisini oluşturma imkanını sağlayacağını savunmuştur.12
Bu sırada Saraçoğlu her zaman bir İngiliz zaferini görmeyi arzu ettiğini ve olanaklar ölçüsünde de bunun gerçekleştirilmesine çalıştıklarını belirterek, Boğazlar konusuyla ilgili olarak açık bir biçimde şunları ifade eder; Boğazlar konusu gibi direkt aktivite içine girmek gibi çok ileri gitme konusunda ise şu an bir şey söylememiz mümkün değildir. Churchill’in cevabı ise genel niteliklidir: Hiçbir zaman Türkiye’nin bir risk almasını istemiyoruz... Boğazlar diğer hususlardan farklı olarak düşünülmelidir. İnönü, Alman faktörünü bir kez daha öne çıkararak Türkiye’nin A.B.D’den silah almasına Almanya’nın karşı çıkacağını, bir Alman saldırısı olursa Türkiye’nin bu duruma karşı koyacağından kuşku duyulmaması gerektiğini belirtti. Ayrıca, durumun Müttefik ülkeler için daha iyiye gitmesi halinde Türkiye’nin değişik seçenekleri görebilme imkanına kavuşacağını ileri sürdü. Bu yaklaşım, savaş durumunun Müttefikler lehine gelişme kaydetmesi halinde bile doğabilecek seçeneklerin değerlendirilmesi hususuyla ilgili irade serdinin ve inisiyatif almanın Türkiye’ye ait olacağının göstergesi olarak kabul edilebilir. İnönü’den hemen sonra konuşan başbakan Saraçoğlu, bu hususu daha açık bir biçimde ifade etti: Bu konuda ki anahtar karar Türk hükümetine bırakılmalıdır.
Türk heyetinin Almanya’nın tutumuna ilişkin yukarıda belirttiğimiz görüşler karşısında Churchill, Kuzey Afrika’da ki operasyonlar için hayati öneme sahip olan Gibraltar (Cebelitarık)’da bir çok şeyler yapıldığını, İspanya’nın tarafsızlığının muhtemel bir tehlikeye düşmesine karşın, Almanya’nın beklenen bir reaksiyonda bulunmadığını belirterek, Türkiye’nin pozisyonunun bu bir yıl önce olanlardan çok farklı olduğuna dikkat çekiyor, böylece Balkanlarda Türkiye’nin de yer alabileceği sıcak gelişmeler nedeniyle Alman faktöründen pek çekinilmemesi gerektiğini örtülü bir biçimde savunuyordu.13
Görüşmelerin hemen ardından Churhill, Adana toplantısında Türk heyetine de söylediği gibi Stalin’i bilgilendirmek yoluna gitti. 1 Şubat 1943 tarihini taşıyan telgrafta Türkiye’nin savaşa katılmasıyla ilgili olarak Türklerden siyasal taahhüt ya da vaatte bulunmadığını, alacakları kararda diledikleri gibi davranmakta serbest olduklarını söylediğini belirtmiştir. Bu arada O, Sovyetlerin konumu ile Türkiye’nin Sovyetlere bakışına ilişkin olarak da şu cümlelere yer vermişti: Sovyetler Birliğinin büyük gücü açısından savaş sonrası konumlarından doğal olarak endişe duymaktalar. Kendi deneyimlerime dayanarak, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Bir-liği’nin şimdiye kadar hiçbir antlaşma ya da taahhüdünü bozmamış olduğunu kendilerine söyledim; İyi bir anlaşma yapmanın zamanının şimdi olduğunu ve Türkiye için en emin yerin barış masasında bir muharip gibi muzafferler ile oturması olduğunu belirttim. Bütün bunları bağlaşıklığımıza uygun bir biçimde ortak çıkarımız için söyledim. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nden gelecek her hangi bir dostça davranışa eminim ki, cevap vermeye hazır olacaklardır.14 Churchill’in bu telgrafını Stalin, 6 Şubat 1943 tarihinde cevapladı. Bu telgrafta Türk-Sovyet ilişkileriyle ve hem de Türkiye’nin Müttefikler ve Almanya karşısındaki tutum ve davranışıyla ilgili olarak şu cümleler yer almıştı: Türkiye’nin uluslararası konumu oldukça nazik kalmaktadır. Bir yandan Sovyetler Birliğine dostluk ve tarafsızlık antlaşması, İngiltere’ye karşılık yardım ve saldırıya karşı koyma antlaşması ile bağlıdır; öte yandan, Almanya’nın Sovyetlere saldırısından üç gün önce tamamlanan dostluk antlaşmasıyla Almanya’ya bağlıdır. Şimdiki koşullarda, Türkiye’nin Sovyetler Birliği ve İngiltere’ye olan yükümlülüklerini yerine getirmesiyle Almanya’ya olan yükümlülüklerini yerine getirmeyi nasıl bağdaştırmayı düşündüğünü bilemiyorum. Buna rağmen, Türkler Sovyetler Birliği ile daha yakın ve dostça ilişkiler istiyorlarsa Sovyetler Birliği onları yarı yolda karşılayacaktır.15 Stalin’in bu telgrafı mağrur ve soğuk bir eda taşıyordu. Çünkü bu cümleler Türkiye’nin dış politikasında barış ve hürriyet prensiplerinin egemen olduğunu, 1939 ilkbaharından beri aynı ilkeleri savunmaya kararlı devletlerin yanında yer aldığını ve savaşın en karanlık günlerinde dahi ittifakına bağlı kaldığını bilmemezlikten gelmeyle ilgiliydi. Yine dikkati çeken husus, S.S.CB’nin Türkiye’ye savaşa katılma telkininde bulunmaktan itina ile kaçınması idi. Bu nedenle faal müdahale tavsiyeleri, Ankara’ya, bir Rus hatta Müttefikler arası bir telkin olarak değil, ittifak antlaşmasından doğan bir İngiliz talebi olarak doğrudan doğruya Londra tarafından tebliğ olunuyordu. Stalin tarafından gösterilen bu tepki, Adana görüşmelerinin Sovyet lideri katında şüphe ve kuşku uyandırdığını açıkça göstermiştir. Çünkü Stalin söz konusu telgrafında şu cümlelere de yer ver-misti: İngiliz-Türk toplantısı hakkında bana bilgi verdiğinizi söylemenize kesinlikle itirazım yok, ancak aldığım bilginin tam olduğunu söyleyemem.16
Türk -Sovyet bağlantılarının geliştirilmesi için Türk hükümetinin müzakerelere girişmek istediğine ilişkin haberin 2 Mart 1943 tarihli Stalin1 in Churchill’e gönderdiği mesajda yer aldığını görüyoruz. Bu müzakereler Molotov ile Açıkalın arasında 1943 Mart ve Nisanın da çok sayıda yapılan görüşmelerle sürdürülmüştür.17 Buna paralel olarak da Türkiye’nin savaşa girmesi hususundaki İngiliz istemleri 1943 yılı ilkbaharında ısrarlı bir biçimde yinelenmiştir. Türkiye, İngiltere’nin Türkiye’den “üs” almak konusundaki taleplerini hep geri çevirdi. Çünkü bu Türkiye’nin savaşa girmesi, Sovyetlerin tahrik edilmesi ve Romanya petrollerinin bombalanması anlamına geliyordu. Churchill, Sovyetlerin tutum ve davranışlarından kaynaklanan Türkiye’nin endişelerini, kullanmaya kalkışmıştır. Bu kullanım girişimleri Adana toplantısı sonrasındaki aylar içinde de kendisini devamlı göstermiştir. Oysa Türkiye’nin dış politikasının hedefleri bellidir: Türkiye savaş sonrası dönemde muhtemel bir Sovyet saldırısına karşı hazırlıklı olmak için ordusunun silahlanmasından başka bir şey düşünmemektedir. Bunun bir sonucu olarak da çok zorunlu nedenler oluşmadıkça savaşa girmekten yana değildir. Aynı zamanda Almanya’nın Rusya’ya karşı bir güç olarak yaşamasını isteyen Türkiye, bu nedenle Almanya’nın topyekün mağlup olmasından bir çıkar ummamaktaydı. Bu yaklaşım ise İngilizlerin savaş hedefleri ile örtüşmemektedir. Öte yandan Saraçoğlu-Menemencioğlu ikilisi olabildiğince İngiliz-Alman çıkar çatışmasından yararlanmayı gözetmişlerdir. Çünkü Türkiye, Yakındoğu’da İngiltere’nin bir “üssü” olmaktan daha farklı bir konumda olmak istiyordu. Bu nedenle ancak toprakla ilgili çıkarları söz konusu olursa savaşa girmesi gündeme gelebilirdi.ıs Bu gerçeği Adana toplantısına katılanlardan İngiliz Dışişleri Daimi Müsteşarı Cadogan şöyle değerlendirmişti: Türk liderler içerisinde savaşa girilmesi yanında ikna edilebilen bir kişi bile yoktu. Oysa İngiliz başbakanı Churchill doktoru Sır Charles Wilson’a Adana’da elde ettiği sonuçlardan memnuniyet duyduğunu şöylece belirtmişti: Türkiye’yi savaşa dahil edeceğime bütün kalbimle inanıyorum. Bu güne kadar hayatımda yaşadığım en iyi gün19 Onun Adana toplantısını düzenlemesinden Türkiye’yi savaşa sokmayı arzuladığı çok açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Bu durumu, Adana toplantısı sonrasındaki diplomatik gelişmeler kanıtlamaktadır. Adana görüşmelerine katılmış olan Erkin, bu hususla ilgili şu kaydı düşmüştür: Churchill Adana’ya, başkan İnönü’yü ve diğer Türk devlet adamlarını incitmeden ve lüzumsuz şüpheler uyandırmadan Türkiye’nin savaşa girmesini hazırlamak gizli amacıyla gelmiştir.20 Adana görüşmelerinin siyasi yönünün kamu oyunda karşılanış ve yorumuna gelince;
Ayın Tarihi’nde Adana görüşmeleriyle ilişkin olarak 1 Şubat 1943 tarihi itibariyle yayınlanan resmi tebliğ, toplantıya katılan iki ülkenin heyetlerinde bulunanlarla ilgili listeyle başlıyor, ardından da diplomasi diliyle klasik nitelikli açıklamalara değinilerek siyasi yöne ilişkin oldukça kısa olan şu cümleler yer alıyordu. Türk devlet adamları Türk politikasının cereyan şeklini izah etmişler ve başvekil Churchill majeste kral hükümetinin bu politikayı sempati ve tam bir anlayışla takip ettiğini kendilerine temin eylemiştir... Türkiye’nin menfaati bulunan mıntıkalarda vaziyeti birlikte incelemişler ve görüş birliğine varmışlardır.... Harp sonunda zuhur edebilecek olan meseleler de incelenmiş ve bu noktalar üzerinde de aynı görüş birliği müşahade edilmiştir.21 İngiliz başbakanı Churchill, Adana görüşmelerinden sonra basına ilk demecini Kahire’de verdi. Bu demecinde siyasi yön ile ilgili olarak “Türkiye ile İngiltere arasında mevcut olan ve geçen harp faciasıyla (Birinci Dünya Harbi’ni kastediyor) zedelenen eski dostluk bütün manasıyla ve en samimi bir tarzda yeniden tes-süs etmiştir....” diyerek yukarıda belirttiğimiz resmi tebliğe hakim olan diplomatik açıklamanın ve genel bir uzlaşının varlığına ilişkin anlayışı yinelemiş oluyordu. Churchill’in bu tür anlayışı yansıtan açıklamalarına ilişkin bir başka demecini de Lefkoşe’de verdiğini görüyoruz. Roosevelt’in “Müttefiklerin gayesi düşmanın kayıtsız şartsız teslim olmasıdır” sözünü tekrarlayan İngiliz başvekili, Türklerin görüşleri bizim görüşlerimizin aynıdır. Türkiye ile münasebetlerimiz son derece dostanedir. Türkiye’ye umumi müdafaa emniyetleri için iktidarımız dahilinde olan bütün vasıtalarla yardım etmek niyetindeyiz” biçimindeki açıklamalarıyla Adana görüşmelerinden çok olumlu izlenimlerle ayrıldığını belirtiyordu.22
İngiliz başvekilinin yaptığı en önemli açıklama 11 Şubat 1943 tarihli Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmadır. Churchill bu konuşmasına Adana görüşmeleri hakkında yayınlanan resmi tebliğin dışında bir şey söylemeyeceğini belirterek başlıyor, siyasi yöne ilişkin olarak Türkiye topraklarının, haklarının ve menfaatlerinin tesirli bir biçimde korunmasını ve bilhassa Türkiye ile Rusya arasında hararetli ve dostane münasebetlerin tesisini temenni ediyoruz, diyerek Türk-Rus ilişkilerindeki gerginliğin yumuşamaya dönüşmesi dileğini örtülü olarak ifade ediyordu.23
Adana görüşmelerinin İngiliz basınındaki etkilerine ve yapılan yorumlara gelince: Savaş sonrası sorunlarla ilgili bir anlaşmaya varıldığını ileri süren Daily Telegraph, Rusya’nın Adana konferansını iyi karşılayacağını savunuyor, Türkiye’nin yansızlığına bütünüyle güvenebilecek bir durumda bulunmanın Stalin açısından da yararlı olduğunu belirtiyordu. Türkiye’nin yansızlığını örnek olacak bir dürüstlükle koruduğu üzerinde duran Dail Mail, Türkiye’nin Almanya ile olan ilişkilerinin üstünde Büyük Britanya ile olan dostluğuna büyük değer verdiğini vurguluyor ve Adana görüşmelerinde siyasi sorunların oluşturduğu konuların aşıldığını ileri sürüyordu. İngilizlerin ünlü gazetesi Times ise, bir yazısında; Güneydoğu Avrupa’nın geleceğine ilişkin olarak her iki ülkenin bu bölge konusundaki ilgilerinin paralellik gösterdiğine işaret ediyor, İngiliz ve Türk devlet adamlarının, Mihver tarafından ele geçirilmesi İngiltere ve Türkiye için daima tehlike oluşturacak olan Yunanistan ile adaların “mukadderatına karşı lakayıt” kalamayacaklarını savunuyordu. News Chronicle gazetesi başyazısında Adana görüşmelerinden söz ederek Adana da özellikle şu iki sorunun düşünüldüğü üzerinde duruyordu: 1- Türk-Rus ilişkileri. Bu hususla ilgili olarak Churchill, Rusya’nın Türkiye’ye karşı tecavüz niyetleri gütmediği hakkında Türkiye’ye güvence vermiştir. 2- Savaş sonrası Av-rupası’nda Türkiye’nin rolü ve Akdeniz devleti sıfatıyla coğrafi konumu. Türkler özellikle Balkanlar ve Doğu Avrupa’nın alacağı durumla yakından ilgilenmektedirler.24
Görüldüğü üzere İngiliz gazeteleri Adana görüşmelerine ilişkin olarak benzer konuları farklı bir anlatım biçimiyle aktarıyorlar, değerlendirmeleri de olumlu bir nitelik taşıyordu. Özellikle Türkiye’nin güvenilecek bir dost olduğuna işaret ediyorlar, tarafsızlığını samimi buluyorlar ve Türklerin barış sonrası statüko ve Sovyetlerin tutumuyla yakından ilgilendiklerini de belirtiyorlar. Öte yandan Adana görüşmelerinin siyasi yönüne ilişkin olarak New York Times bir yazısında Churchill’in bu ziyaretinin, girişimin Birleşmiş Milletlerin eline geçtiğinin parlak bir görüntüsü olduğunu, bu olayın devletlerarası dengenin Müttefikler lehine seyretmeye başladığını gösterdiğini ileri sürerken, bir başka Amerikan gazetesi New York Herald Tribune ise Adana toplantısıyla ilgili olarak, terazinin korkunç bir süratle Almanya aleyhine ağır bastığını ve Alman hezimetinin başlamış olduğuna delâlet eden bir olay olarak göstermektedir, diyordu.25
Adana toplantılarının Alman basınındaki yankı ve değerlendirmelerine gelince:
Berlin’de yayınlanan gazetelerin görüşlerine göre, İnönü ile Churchill arasında Adana’da yapılan görüşmelerde takip edilen başlıca gaye, Roosevelt tarafından ikinci plana atılmış olan İngiliz başvekilini tekrar ön plana getirmekten ibaret idi. Örneğin Berliner Böser Zeitung gazetesi Adana görüşmelerinde Churchill’in Türkiye’yi yansızlıktan ve ölçülü davranıştan ayırmak için yaptığı girişimlerde başarılı olamadığını ileri sürüyor, Müttefikler arasında özellikle de Anglosakson devletleri ile Sovyetler Birliği arasında gerçek bir birliğin meydana getirilemeyeceğini, Almanlar gibi Türklerin de pekala bildiklerini savunarak, Türkiye’nin Müttefikler ile olan ilişkilerini olumsuz yönde ve Almanya’nın istemine uygun olacak biçimde etkilemeye çalıştığı gözlenmektedir. Bu duruma ilişkin olarak da Stalin’in Casablanca görüşmelerine katılmamasından onun her türlü uzlaşmadan yana olmadığı sonucunu çıkarmaktaydı. Bir başka Alman gazetesi Berliner Nacht Ausgabe ise Almanya ile Türkiye arasında ulusal savunmaya harcanacak 100 milyon marklık bir kredi anlaşmasının bulunduğuna dikkati çekmekte ve Türkiye’nin karşısında bir tek sorunun var olduğunu ileri sürmekteydi. Gazete bu sorunu, Bolşevikliğin güneye yayılma gücüne sahip olduğu gün Türkiye’nin ne yapacağı meselesi, olarak ortaya koyuyordu. Donauzeitung ise Churchill’in Türkiye’yi ziyaretiyle ilgili olarak yaptığı değerlendirmede tek bir konuyu ele alıyor; Türkiye’yi yönetenlerin ülkenin menfaatlerini bugüne değin koruduklarını belirterek, Türk tarafsızlığının sağ duyuya dayandığını da ekliyordu.26
İtalya’nın etkin gazetelerinden Giornale d’italia Adana görüşmeleriyle ilgili bir yayınında Türkiye ile İngiltere arasında bir ittifak antlaşmasının bulunduğunu anımsatarak, bunun Türk hükümetinin tarafsızlığını ko-rumasına bir engel oluşturmadığına, yayınlanan tebliğde de bu hususta bir değişikliğin yer almadığına işaret ediyor ve Mihver devletlerinin de Türkiye’nin izlediği tarafsızlık politikası üzerinde etkisini gösterecek yeni koşullar önermemiş olduklarını belirterek, Londra’nın tutumuna ilişkin şunları ileri sürüyordu: Londra, yakın doğu ülkelerini genel bir politik manevraya sürüklemek amacıyla kendi niyetlerinden daha fazla taahhüt altına sokmak ve müşgül duruma düşürmek için her fırsattan yararlanarak, girişiminde ısrar etmektedir.27 Adana görüşmelerinin Türk basınındaki yankı ve yorumlarına gelince; hükümetin sözcüsü konumunda bulunan Ulus gazetesi Churchill ile ilgili övücü cümlelerin ardından yapılan görüşmeleri Türk-İngiliz ittifakının güzel bir eseri olarak niteliyor, Türkiye’nin kendi güç ve kuvvetine dayanarak bir “nizam ve sulh âmili olarak kalmayı hedefleyen politikasının” Britanya hükümetince tamamıyla onaylandığını göstermesi bakımından da güzel bir eser olduğunu savunuyordu. Vakit gazetesinin 3 ve 5 Şubat 1943 tarihli sayılarında yayınlanan başyazılar Adana görüşmeleri ile ilgiliydi. Bu görüşmelerin yakın doğu barışının temeli olan Türk-İngiliz ittifakını bir kez daha doğruladığı ile savaş sonrası dönemin sorunları üzerinde tam bir görüş birliği bulunduğunun anlaşıldığı vurgulanıyor, bu toplantının yankılarının Türkiye’nin tarafsızlığı konusunda İngiliz kamuoyunda en küçük bir şüphe ve duraksamaya yer vermediği ileri sürülerek, bununla ilgili olarak Daily Telegraph’da yer alan şu cümleler gösteriliyordu: Türk tarafsızlığını teyit etmenin Müttefikler davasına vereceği faydalar üzerinde durmak lüzumsuzdur. Dünyanın bu kısmında esasen akim kalacak olan ümitsiz bir teşebbüse karşı emniyetin korunmuş olması, Afrika’da zaferi tamamlamak üzere bulunan kuvvetlere daha büyük bir hareket serbestliği anlamına geldiğini ifade eder. Hüseyin Cahit Yalçın, Yeni Sabah’ın 3 Şubat 1943 tarihli sayısında İnönü-Churchill görüşmesinde savaş sonrası dönemle ilgili hususların da ele alınmış olabileceğini belirterek bir Akdeniz devleti olan Türkiye’nin önemli bir Balkan devleti de olduğuna işaret ediyor, onun aynı zamanda Asya devleti konumunda bulunması nedeniyle “Yakın doğunun bir kilit taşını teşkil etmesinin” Sadabat Paktı dolayısıyla bu nazik ve hassas bölgede senelerden beri bir “emniyet ve istikrar âmili” rolünü oynamasını sağladığını vurguluyor, bu nedenle de özellikle yakın doğunun savaş sonrası durumunu yakından ilgilendiren bazı hususlar hakkında fikir alışverişinde bulunmasının doğal karşılanması gerektiğinin altını çiziyordu. Yazar, Kahire radyosunun Adana görüşmelerinden Roosevelt ve Stalin’in tamamıyla bilgilendirildiklerini duyurmasını “ülkemiz hakkındaki iyi niyetlerini dostumuz Rusların tekrar teyid etmiş olmalarının” bir delili olarak niteliyordu. Adana görüşmeleriyle ilgili olarak yayınlandığını belirtmiş olduğumuz resmi tebliği esas alarak yorum ve değerlendirmelerde bulunan İzzet Benice; İngiliz hükümetinin Türk ulusal politikasını tam bir anlayış ve sempati ile takip ettiğini, Türkiye’nin, çıkarlarıyla ilgili gördüğü bölgeler hakkındaki düşüncelerinde bir görüş birliği sağlandığını, savaş sonrasında ortaya çıkabilecek sorunlar üzerinde tarafların müşahade birliği içinde olduklarını ileri sürüyor, sonuç olarak şunları belirtiyordu: “Adana konferansı Türk milli siyasetinde hiçbir değişiklik sebebi olmamıştır. Türkiye tarafsız, sulhsever, ahidlerine ve ittifaklarına vefalı yolunda ve tam rey serbestisi ve istiklalini mahfuz tutarak yürümekte devam edecektir. Adana mülakatı bu gidişi tahkim eden... bir görüşme ve toplanma olmuştur.”28
Türk basınının Adana görüşmeleriyle ilgili değerlendirmelerinde yer alan bir husus da, İngiltere’nin Türkiye üzerinde “tazyik” yaptığına ilişkin yabancı kimi gazete ve radyolarda söz konusu edilmiş olan haberlerdi. Times gazetesinin Ankara muhabirince Matbuat Umum Müdürü Selim Sarper’e yöneltilen soru İngiltere’nin Türkiye üzerinde “tazyik” yaptığı konusunda yabancı radyolarca çıkarılan söylentiler ile ilgiliydi. Selim Sarper, kısa ve kestirme bir cevap vererek, İngiltere’nin her hangi bir talepte bulunmadığını ve Türkiye’nin her hangi bir taahhüde girmediğini, söylemişti.29
kaynak:www.atam.gov.tr