ziberkan
Super Moderator
Türk yapı sanatı ve yaşantısı içerisinde Boğaziçi yalılarının ayrı bir yeri vardır. Bu yalıların önünde günün hemen her saatinde denizin renk değiştiren mavisi, arkasında da zengin bir yeşillik armonisi içerisinde sırtlar ve korular yer alır. Boğaziçi yalıları da bunların arasında beyaz bir inci dizisi gibi uzanır. Geçmiş yılların anılarını sayıklayan Türk’e has özellikleri olan bu yalıların benzerlerine başka ülkelerde kolay kolay rastlanmaz. Denize kıyısı olan pek çok ülkede yalı vardır. Ancak onların hiç birisi su ve yeşilin kucak kucağa olduğu Boğaziçi’ndekilere benzemez.
Eski, Türk evlerinde olduğu gibi bu yalılar da harem ve selamlık olmak üzere iki bölümden meydana gelmişlerdir. Harem ve selamlık bazen aynı yapıda, bazen de ortak bahçe içerisinde ayrı ayrı binalar olarak yapılmışlardır. Hepsinin ortak özelliği ise üst katların suya konmuşçasına direkler üzerinden denize uzanmış oluşlarıdır. Türk sivil mimarisinin tüm özelliklerini yansıtan bu yalıların alt katlarında Malta taşı veya mermer döşeli bir taşlık ile aydınlık odalar vardır. Buradan geniş ve yayvan ahşap merdivenlerle ikinci kata çıkılır. Merdivenler bazen iki kat arasında bir sahanlıktan ikiye ayrılır, bazen de çift yönlü başlayarak sahanlıktan sonra tek yönlü olarak devam ederler. Denizin üzerine çıkmışçasına duran üst katta geniş sofalar, yatak, kabul, oturma ve hazine odaları ile kütüphane yer alır. Son derece aydınlık olan bu odaların tavanlarına özel itina gösterilmiş, sanatkârane oymalar, nakışlar adeta bir minyatür gibi işlenmiştir. Pencereler de çiçekli bezemeli kapaklarla örtülürdü. Odaların içerisinde kullanışlarına göre yüklük, çubukluk, kavukluk, testilik, peşkirlik, lambalık denilen irili ufaklı dolaplar bulunurdu. Yerlere Mısır hasırları serilir, üzerlerine geniş halılar yayılır, kanepe, koltuk, sedir ve mermer konsollara oturtulmuş büyük aynalar yerleştirilirdi. Kristal avizeler, duvar saatleri, yağlı boya tablolar da bu kompozisyonu tamamlayan diğer öğelerdi.
Yerli ve yabancı kaynaklarda lebiderya diye isimlendirilen bu yalıların mimarları bir takım ince hesaplar ve her şeyden önce de uyum, estetik üzerinde durmuşlardır. Su sesinin daha yakından duyulabilmesi için odalara, sofalara küçük havuzlar ile fıskiyeler yerleştirilmiş böylece mistik bir ortam yaratılmıştır. Renkli görünümdeki yalıların her biri geniş bahçeler içerisinde yer almaktadır. Kayıkhaneler, deniz hamamları ve balıkhaneler de bu yalıları tamamlamaktadır. Hizmetlilere ait odalar, mutfaklar bahçenin bir köşesinde yapılmışlardı. Tarihi çağlarda her yalının birkaç kayığı bulunurdu ve bunlar yalı yaşantısının vaz geçilmez öğeleriydiler.
Yalıların tüm yaşantısı denizle bağlantılı olduğundan tarihi yalıların önünden yol geçmez, geçmiş olsa bile pek önemsenmezdi. Yalıda yaşayanlar denizden sandallarla geçen satıcılardan yararlanırdı. Geçmiş günlerde Boğaziçi kıyılarında hemen her çeşit satıcı, antikacı, kumaşçı ve elbiseci bile kayıklarla geçer, yalı halkı onlardan alış-veriş yapardı. Her biri küçük birer saraya benzeyen bu yalılar mülk sahibinin unvanı dikkate alınarak boyanırdı. Sultanların, devlet ricalinin yalıları kırmızı, yeşil ve beyaz; Gayrimüslimlerinki yalnızca kırmızı renkte olurdu. Geçmiş günlerin Boğaziçi’nde herkesin istediği yere yalı yaptırmasına izin verilmezdi. Lale Devri’nde devlet ricali, halk, tüccar ve Gayrimüslimler toplu halde ayrı ayrı yerlerde otururlardı. Sultanlar ile devlet ricali Beşiktaş, Ortaköy ve Kuruçeşme’yi tercih ederdi. Babıâli erkânı Bebek’e, İlmiye ricali Rumelihisarı’na, Gayrimüslimler de Arnavutköy’e yerleşirdi. Yeniköy, Tarabya, Büyükdere’de çoğunlukla yabancı uyrukluların, Kireçburnu-Büyükdere arasında sefaret tercümanlarının ve Rumların, Sarıyer’de ise orta halli Türk’lerin yalıları vardı.
Balkan Savaşı ardından I. Dünya Savaşı Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok yerinden, özellikle Mısır ve Balkanlardan gelen gelirlerin kesilmesine neden olmuştur. Bunlar Boğaziçi yaşantısını ve yeni yapılanmayı engellemiştir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise sosyal ve ekonomik koşulların değişmesi Boğaziçi’ni de etkilemiştir. Büyük ve zengin ailelerin oturduğu yalılar maddi güçlükler nedeni ile terk edilmiş, bir kısmı yanmış yıkılmış ve yerlerinde beton yapılar yükselmiştir.
İstanbul’da Boğaziçi yalılarının yanı sıra günümüze örnekleri gelememekle beraber Haliç’te, Eyüp çevresinde ve Kadıköy’den Bostancı’ya kadar uzanan güzergâhta da yalılar bulunuyordu. Ancak bu yalılardan hemen hemen hiçbir örnek günümüze gelememiştir.
Ahmet Fethi Paşa Yalısı (Pembe Yalı) (Üsküdar)
İstanbul Üsküdar ilçesi, Kuzguncuk Paşa Limanı Caddesi’nde bulunan bu yalının ne zaman yapıldığı konusunda kesin bir bilgi bulunmamakla beraber XIX. yüzyılda Fethi Ahmet Paşa’nın mülkiyetinde olduğu bilinmektedir. Fethi Ahmet Paşa’nın yalıyı İsmet Bey isimli bir kişiden satın aldığı da bilinmektedir. İsmet Bey’in kim olduğu konusunda kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Bununla beraber, Salah Birsel “Sergüzest-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi” isimli eserinde bu yalıyı Ahmet Fethi Paşa’nın Mihrimah Sultan’ın torunlarından birinin kocası olan ismini belirtmediği bir şeyhülislamdan aldığını yazmıştır. Buna dayanılarak yalının XVIII. yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılmaktadır.
Fethi Ahmet Paşa Eyüp İskelesi yakınındaki Abdullah Paşa Yalısı’nda 1801 yılında dünyaya gelmiş, Enderun’da yetişmiş, 1827’de Kolağası rütbesi ile Asakiri Mansure-i Şahane Taburu subaylarından olmuştur. Türk-Rus Savaşı’na katılmış, Aydos Savaşı sırasında yaralanmış ve gösterdiği yararlılıklardan ötürü de terfi etmiş, padişah yaverliği, Kurenağalığı, Çuhadarlık, Asakiri Harsa-i Şahane Beylerbeyliği, Viyana ve Moskova elçilikleri yapmış, Meclis-i Vâlâ Azalığı, Ticaret Nezareti Serasker Kaymakamlığı yaptıktan sonra Tophane Müşirliği’ne yükselmiştir. Aya İrini’de ilk Türk müzesini kurmuştur.
Sultan Abdülmecit’in kız kardeşi Atiye Sultan ile 1840 yılında evlenmiştir. Salah Birsel’den öğrenildiğine göre; Sakız dökümünde kalyoncuların getirdiği güzel bir kız çocuğunu yanına almış onu eğiterek büyütmüştür. Ne var ki, Şemsinur ismini verdiği bu kıza aşık olmuştur. Bu durum paşanın annesinin kıskançlığına neden olmuş, kızı Beylerbeyi’nde İstavroz Çayırı’nda bir eve taşımış ve annesine de Şemsinur’u Tunus Paşa’sına sattığını söylemiştir. Ancak paşanın annesi kıza karşı derin bir özlem duymuş, paşaya devamlı sorular yöneltmiş, paşa da kızın boğulduğunu söylemiş, annesinin çok üzüldüğünü görünce de Şemsinur’u tekrar yalıya getirmiştir. Abdülmecit kardeşini Fethi Paşa ile evlendirmek isteyince yeniden zor duruma düşmüştür. Atiye Sultan son derece kıskanç bir kadın olduğundan onun her davranışına kuşku ile bakm��ştır. Görevli olarak eve gelmediği akşamlarda, Kuzguncuktaki yalıya gizlice adamlar göndererek onu aratmıştır. Ahmet Fethi Paşa Şemsinur isimli gözdesini Kuzguncuk’taki bu yalıda saklamış ve Atiye Sultan’dan gizlemiştir.
Fethi Ahmet Paşa Pembe Yalı olarak da ismi geçen Kuzguncuk’taki yalısını zevkle döşemiş, zaman zaman da onarmıştır. Avrupa’da çeşitli görevlerde bulunan paşa yalıyı en nadide eserlerle süslemiştir. Bunda öylesine dikkat çekmiş ki Sultan Abdülmecit Dolmabahçe Sarayı’nın döşenmesini de ona bırakmıştır. Bu yüzden sarayda ismi Bezirgân Paşa’ya çıkmıştır. Pembe Yalı paşanın İstanbul’da kurdurduğu billur camlarla, çeşmibülbüllerle süslenmiştir. Atiye Sultan ile geçen on yıllık evliliğinden sonra sultan ölünce paşa Atiye Sultan’ın kasrını terk ederek tekrar yalıya taşınmış ve öldüğü 1854 yılına kadar bu yalıda yaşamıştır. Paşa’nın öldüğü gün yalıda yaşayan kalfalar, hizmetkârlar “Ah efendimiz, bunları ne kadar severdi. O gitti. Ondan sonra bunları görecek göz kimde var?” diyerek yalıda ne kadar sanat eseri ve ne kadar çeşmibülbül varsa denize atmışlardır.
Ahmet Fethi Paşa Yalısı mimari yönden incelendiğinde harem ve selamlık olmak üzere iki ayrı bölümden meydana geldiği görülür. Yalı taş temeller üzerine yer yer tuğlaların da kullanıldığı ahşap bir mimariye sahiptir. Ahmet Fethi Paşa yalının orijinalliğini bozmadan onarmıştır. Yalının cephe görünümü ve planı tipik bir Osmanlı sivil mimarisini yansıtmaktadır. İki katlı, on altı odalı ve çok büyük iki salondan meydana gelen yalının üst katı Beylerbeyi’ndeki Hasip Paşa Yalısında olduğu gibi hiçbir sütuna dayanmadan duvarlar üzerine oturtulmuştur. Üst kattaki iki uç ve ortadaki dörder büyük eli böğründe ile dışarıya taşırılmış ve böylece hareketli bir cephe görünümü sağlanmıştır.
Yalıda karnıyarık plan tipi uygulanmıştır. Buradaki salonların uçları denize ve koruya doğru yönelmemiş, sofalar kıyıya paralel yerleştirilmiştir. Biri büyük, diğeri küçük iki sofa uzunlamasına uç uca yerleştirilmiştir. Her ikisinin de deniz ve kara tarafına değişik büyüklükte odalar yerleştirilmiştir. Büyük sofanın Kuzguncuk İskelesine yönelik dar yüzüne merdiven oturtulmuştur. Bu yalıdaki en büyük özellik sofalarda içe dönük bir sistemin uygulanmış oluşudur. Bunun da nedeni kalabalık olan ailenin bir arada oturabilmelerini sağlamaktır. Bunda, Fethi Paşa’nın Avrupai düşüncede sosyal yaşamının da ileri düzeyde olmasının büyük payı vardır.
Yalının bahçesi selsebillerle süslenmiş olup, iki kademelidir. Yalının havuzu Roma’daki Barberini Sarayı’ndaki havuzun bir benzeri olduğu söylenmektedir. Yalının bahçesinde bulunan Arif Hikmet Bey’in babası İsmet İbrahim’e hayrat olarak yaptırdığı mermer çeşmeye ait bir kitabe bulunmaktadır. Bu çeşme kitabesi yalının karşısında yamaç duvarından buraya getirilmiştir.
Yalının Üsküdar tarafındaki harem dairesi ile uşak odaları 1922 veya 1923 yılında yanmıştır. Günümüze gelen bölüm yangından zarar görmemiş, 1927–1928 yıllarında onarılmıştır. Paşa’nın ölümünden sonra damadı İngiliz Sait Paşa’nın torunu olan avukat ve eski Demokrat Parti milletvekili Şevket Mocan’ın mülkiyetine geçmiştir. Şevket Mocan yalıyı pembe renge boyatmıştır. Şevket Mocan’ın ölümünden sonra yalının kuzey bölümü ikinci eşinden olan kızı Rüya Mocan’a, güney bölümü de ilk eşinden olan kızı Ayşe Şemsa’ya kalmıştır.
Yalı 1990 yılında İsmail Yalçın isimli bir kişiye satılmış ve 1973 yılında Y. Mimar Sinan Genim tarafından restorasyonu yapılan yalı iyi bir durumda günümüze kadar gelebilmiştir. Yalının arkasındaki çam, çınar ve köknar ağaçlarının çoğunluğunu oluşturduğu koru belediye tarafından kamulaştırılmıştır.
Cemil Molla Yalısı ve Köşkü (Üsküdar)
İstanbul Üsküdar ilçesi, Kuzguncuk ile Beylerbeyi arasında, Nakkaştepe Mezarlığı’nın sol tarafındaki korunun önündedir. Bu yalı Şeyhülislâm Üryanizâde Ahmet Esat Efendi’nin torunu Şair Süleyman Bey’in oğlu, kısa bir dönem Adliye Nazırlığı yapmış olan Mahmut Cemil Efendi tarafından 1885 yılında yaptırılmıştır. Bu yalının arkasındaki köşk 1930 yılında yanmıştır.
Köşk ve yalıyı İtalyan Mimar Sinyor Albeti yapmıştır. Her iki yapının da masif cevizden kapıları, fildişi kapı tokmakları bulunuyordu. Tavanları ve duvarları oymalarla bezeli idi. Yalı içerisinde yapılan kalorifer tesisatı İstanbul’da yapılan ilk örneklerdendi. Özel jeneratörden de elektriği sağlanıyordu. Bu arazi içerisinde bulunan üç ayrı köşkten hiçbir iz günümüze gelememiştir.
Cemil Molla Yalısının bulunduğu yerde daha önce Halil Haşim Bey Yalısı ile Kamil Paşa Yalısı isimli bir yapı bulunuyordu. Ancak bunlardan herhangi bir iz günümüze gelememiştir. Cemil Molla Yalısının olduğu yerde günümüzde Cemil Molla Yalısı isimli bir apartman bulunmaktadır.
Hasip Paşa Yalısı (Üsküdar)
İstanbul ili Üsküdar ilçesinde, Beylerbeyi ile Çengelköy arasında, Beylerbeyi Vapur İskelesi ve Beylerbeyi Camisi’nin yakınında yer alan Hasip Paşa Yalısı 1974 yılında yanmış ve tamamen yok olmuştur.
Beylerbeyi'ndeki Sadullah Paşa Yalısı'ndan sonra, yörenin en eski yapısı olan Hasip Paşa Yalısı ile ilgili XIX. yüzyılda İstanbullular arasında bir tekerleme bulunuyordu;
Dünyanın en güzel şehri neresidir? İstanbul.
İstanbul'un en güzel yeri neresidir? Boğaziçi.
Boğaziçi'nin en güzel yeri neresidir? Beylerbeyi.
Beylerbeyi'nin en güzel yeri neresidir? Hasip Paşa Yalısı.
Hasip Paşa Yalısını XIX. yüzyılın başlarında Vakıf gelirlerinden sorumlu Mehmet Emin Efendi’nin oğlu Mehmet Hasip Paşa yaptırmıştır. Hasip Paşa’nın ismi tarihte ilk kez Sultan II. Mahmut’un Tophane’de yaptırdığı Nusretiye Camisi’nin bina emininin yanında katip oluşu ile geçmiştir. Nusretiye Camisi’nin tamamlanmasından sonra buradaki başarısı sarayın dikkatini çekmiş ve Hacegânlık rütbesi ile taltif edilmiştir. Ardından Darphane Defterdarı ve sonra da Evkaf Nazırı olmuş ve bu arada Müşir payesi ile paşalık unvanı verilmiştir. Tarihi kaynaklar Hasip Paşa’nın beş defa Evkaf Nazırı, iki defa Maliye Nazırı olduğunu ve 1870 yılında Şeyhülislâm iken öldüğünden söz etmektedirler. Hasip Paşa’nın mezarı Üsküdar’da Selimiye Camisi haziresindedir.
Hasip Paşa Yalısı 900 m2’lik bir alanda iki katlı olarak yapılmıştır. Yalının içerisinde bulunduğu 4 dönümlük bahçede üç müştemilat binası ile mermer bir havuz ve kapalı bir deniz hamamı da bulunuyordu. Yalı Türk-Ampir üslubunda yapılmıştır. Mimarının kim olduğu bilinmemekle beraber İtalyan olduğu sanılmaktadır. İlk defa II. Mahmut zamanında yapılan yalının içerisine eşyalar döşeneceği sırada yanmış, bunun hemen ardından harem ve selamlık olarak iki ayrı bölüm halinde yeniden yaptırılmıştır. Yanan yalının ilk hali bilinmiyorsa da harem ve selamlığın birbirlerine kapalı bir geçitle bağlandığı söylenmektedir. Bunun ardından geniş bir bahçe içerisinde ikinci kez yapılan yalının arkasındaki sırtlarda koruluğu bulunuyordu.
Harem kısmı zamanla birkaç kez tadilat görmüş ve eski özelliğini yitirmiştir. Halk arasında Kuleli Yalı ismi ile tanınan harem bölümü bugün Kalkavanlar Yalısı olarak tanınmaktadır. Hasip Paşa Yalısının üzerinde durulması gereken asıl bölümü yanan selamlık bölümüdür. Bu bölümün planı elips bir sofa çevresinde yer alan mekânlardan meydana gelmiştir. Elipsin denize yönelik küçük ekseni üzerinde merdivenler denize dik olan büyük ekseninde de eyvanlara yer verilmiştir. Köşelerde kendilerine özgü iç sofaları olan, birbirlerinden bağımsız üçer ve dörder odalı küçük ayrı daireleri bulunuyordu. Yalının sekiz dairesi ve 26 odası vardı.
Yapının bütünü merkezi orta sofalı plan tipinde olup, elips şeklindeki sofanın uzunluğu 18 m. dir. Bu plan şekli ile Sadullah Paşa ve Prenses Rukiye Hanım yalılarına göre daha büyük ve daha organize edilmiş plan şekli göstermektedir. Üst kattaki sofa ahşap asma kubbe ile örtülmüştür.
Yalının ön ve arka cephelerindeki mimari eksenleri tamamen ortadaki beyzi sofaya göre uyarlanmıştır. Bu nedenle de yalı hafif kavisli olarak inşa edilmiştir. Deniz tarafından direk ve eli böğründelerle denize doğru taşırılmıştır. İki katlı yalının iki başındaki odalar temelden ileriye doğru uzatılmış, arada kalan cephe ise kavisli bir şekle dönüştürülmüştür. Bu yapı üslubu ile de deniz üzerindeki tüm odaların aynı yöne açılmaları sağlanmıştır. Yalının ortasındaki Mısır hasırları ile döşeli büyük beyzi sofa hiçbir yere dayanmadan doğrudan doğruya çatı ile bağlantılıdır.
Yalının iç süslemesi, banyo muslukları, çeşme aynaları barok-rokoko üslubunda idi. İç bezemesinin yanı sıra Venedik bohem avizeleri ile Üsküdar Çatması denilen sedirler ve hasırlar yalıya farklı bir görünüm vermiştir. Üst kattaki fayans döşeli hamam bahçedeki barok üsluptaki şadırvan ve balıkhane olarak kullanılan havuz da bu eski Türk yapısını tamamlayan elemanlar idi. Ayrıca Boğaziçi yalılarının çoğunda olduğu gibi Hasip Paşa Yalısı’nın da arkasında bulunan alandaki tepe üzerinde bir de köşkü vardı. Bu köşkün zarif pencereleri ve mimarisi ile kaynaklarda ismi geçmektedir. Yalının yanmadan önce Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi tarafından rölövesi yapılmıştır.
Hasip Paşa Yalısının varisi Hami Bey’in ölümünden sonra varisleri yalıda bir mezat düzenleyerek tavanlarındaki avizeleri, içerisindeki taban halıları, aynaları ve bezemelerinin büyük bir kısmı satılmıştır.
Yalı, Hasip Paşa'nın mirasçıları tarafından Nazım Kalkavan'a, Nazım Kalkavan tarafından Haydarabat Nizamı Muharrem Cay'ın eşine satılmış ve 1987'de de Özdemir Sabancı tarafından satın alınmıştır. Özdemir Sabancı’nın ölümünden sonra oğlu Demir Sabancı’nın mülkiyetine geçen yalı 1990’lı yıllarda restore edilmiştir.
Eski, Türk evlerinde olduğu gibi bu yalılar da harem ve selamlık olmak üzere iki bölümden meydana gelmişlerdir. Harem ve selamlık bazen aynı yapıda, bazen de ortak bahçe içerisinde ayrı ayrı binalar olarak yapılmışlardır. Hepsinin ortak özelliği ise üst katların suya konmuşçasına direkler üzerinden denize uzanmış oluşlarıdır. Türk sivil mimarisinin tüm özelliklerini yansıtan bu yalıların alt katlarında Malta taşı veya mermer döşeli bir taşlık ile aydınlık odalar vardır. Buradan geniş ve yayvan ahşap merdivenlerle ikinci kata çıkılır. Merdivenler bazen iki kat arasında bir sahanlıktan ikiye ayrılır, bazen de çift yönlü başlayarak sahanlıktan sonra tek yönlü olarak devam ederler. Denizin üzerine çıkmışçasına duran üst katta geniş sofalar, yatak, kabul, oturma ve hazine odaları ile kütüphane yer alır. Son derece aydınlık olan bu odaların tavanlarına özel itina gösterilmiş, sanatkârane oymalar, nakışlar adeta bir minyatür gibi işlenmiştir. Pencereler de çiçekli bezemeli kapaklarla örtülürdü. Odaların içerisinde kullanışlarına göre yüklük, çubukluk, kavukluk, testilik, peşkirlik, lambalık denilen irili ufaklı dolaplar bulunurdu. Yerlere Mısır hasırları serilir, üzerlerine geniş halılar yayılır, kanepe, koltuk, sedir ve mermer konsollara oturtulmuş büyük aynalar yerleştirilirdi. Kristal avizeler, duvar saatleri, yağlı boya tablolar da bu kompozisyonu tamamlayan diğer öğelerdi.
Yerli ve yabancı kaynaklarda lebiderya diye isimlendirilen bu yalıların mimarları bir takım ince hesaplar ve her şeyden önce de uyum, estetik üzerinde durmuşlardır. Su sesinin daha yakından duyulabilmesi için odalara, sofalara küçük havuzlar ile fıskiyeler yerleştirilmiş böylece mistik bir ortam yaratılmıştır. Renkli görünümdeki yalıların her biri geniş bahçeler içerisinde yer almaktadır. Kayıkhaneler, deniz hamamları ve balıkhaneler de bu yalıları tamamlamaktadır. Hizmetlilere ait odalar, mutfaklar bahçenin bir köşesinde yapılmışlardı. Tarihi çağlarda her yalının birkaç kayığı bulunurdu ve bunlar yalı yaşantısının vaz geçilmez öğeleriydiler.
Yalıların tüm yaşantısı denizle bağlantılı olduğundan tarihi yalıların önünden yol geçmez, geçmiş olsa bile pek önemsenmezdi. Yalıda yaşayanlar denizden sandallarla geçen satıcılardan yararlanırdı. Geçmiş günlerde Boğaziçi kıyılarında hemen her çeşit satıcı, antikacı, kumaşçı ve elbiseci bile kayıklarla geçer, yalı halkı onlardan alış-veriş yapardı. Her biri küçük birer saraya benzeyen bu yalılar mülk sahibinin unvanı dikkate alınarak boyanırdı. Sultanların, devlet ricalinin yalıları kırmızı, yeşil ve beyaz; Gayrimüslimlerinki yalnızca kırmızı renkte olurdu. Geçmiş günlerin Boğaziçi’nde herkesin istediği yere yalı yaptırmasına izin verilmezdi. Lale Devri’nde devlet ricali, halk, tüccar ve Gayrimüslimler toplu halde ayrı ayrı yerlerde otururlardı. Sultanlar ile devlet ricali Beşiktaş, Ortaköy ve Kuruçeşme’yi tercih ederdi. Babıâli erkânı Bebek’e, İlmiye ricali Rumelihisarı’na, Gayrimüslimler de Arnavutköy’e yerleşirdi. Yeniköy, Tarabya, Büyükdere’de çoğunlukla yabancı uyrukluların, Kireçburnu-Büyükdere arasında sefaret tercümanlarının ve Rumların, Sarıyer’de ise orta halli Türk’lerin yalıları vardı.
Balkan Savaşı ardından I. Dünya Savaşı Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok yerinden, özellikle Mısır ve Balkanlardan gelen gelirlerin kesilmesine neden olmuştur. Bunlar Boğaziçi yaşantısını ve yeni yapılanmayı engellemiştir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise sosyal ve ekonomik koşulların değişmesi Boğaziçi’ni de etkilemiştir. Büyük ve zengin ailelerin oturduğu yalılar maddi güçlükler nedeni ile terk edilmiş, bir kısmı yanmış yıkılmış ve yerlerinde beton yapılar yükselmiştir.
İstanbul’da Boğaziçi yalılarının yanı sıra günümüze örnekleri gelememekle beraber Haliç’te, Eyüp çevresinde ve Kadıköy’den Bostancı’ya kadar uzanan güzergâhta da yalılar bulunuyordu. Ancak bu yalılardan hemen hemen hiçbir örnek günümüze gelememiştir.
Ahmet Fethi Paşa Yalısı (Pembe Yalı) (Üsküdar)
İstanbul Üsküdar ilçesi, Kuzguncuk Paşa Limanı Caddesi’nde bulunan bu yalının ne zaman yapıldığı konusunda kesin bir bilgi bulunmamakla beraber XIX. yüzyılda Fethi Ahmet Paşa’nın mülkiyetinde olduğu bilinmektedir. Fethi Ahmet Paşa’nın yalıyı İsmet Bey isimli bir kişiden satın aldığı da bilinmektedir. İsmet Bey’in kim olduğu konusunda kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Bununla beraber, Salah Birsel “Sergüzest-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi” isimli eserinde bu yalıyı Ahmet Fethi Paşa’nın Mihrimah Sultan’ın torunlarından birinin kocası olan ismini belirtmediği bir şeyhülislamdan aldığını yazmıştır. Buna dayanılarak yalının XVIII. yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılmaktadır.
Fethi Ahmet Paşa Eyüp İskelesi yakınındaki Abdullah Paşa Yalısı’nda 1801 yılında dünyaya gelmiş, Enderun’da yetişmiş, 1827’de Kolağası rütbesi ile Asakiri Mansure-i Şahane Taburu subaylarından olmuştur. Türk-Rus Savaşı’na katılmış, Aydos Savaşı sırasında yaralanmış ve gösterdiği yararlılıklardan ötürü de terfi etmiş, padişah yaverliği, Kurenağalığı, Çuhadarlık, Asakiri Harsa-i Şahane Beylerbeyliği, Viyana ve Moskova elçilikleri yapmış, Meclis-i Vâlâ Azalığı, Ticaret Nezareti Serasker Kaymakamlığı yaptıktan sonra Tophane Müşirliği’ne yükselmiştir. Aya İrini’de ilk Türk müzesini kurmuştur.
Sultan Abdülmecit’in kız kardeşi Atiye Sultan ile 1840 yılında evlenmiştir. Salah Birsel’den öğrenildiğine göre; Sakız dökümünde kalyoncuların getirdiği güzel bir kız çocuğunu yanına almış onu eğiterek büyütmüştür. Ne var ki, Şemsinur ismini verdiği bu kıza aşık olmuştur. Bu durum paşanın annesinin kıskançlığına neden olmuş, kızı Beylerbeyi’nde İstavroz Çayırı’nda bir eve taşımış ve annesine de Şemsinur’u Tunus Paşa’sına sattığını söylemiştir. Ancak paşanın annesi kıza karşı derin bir özlem duymuş, paşaya devamlı sorular yöneltmiş, paşa da kızın boğulduğunu söylemiş, annesinin çok üzüldüğünü görünce de Şemsinur’u tekrar yalıya getirmiştir. Abdülmecit kardeşini Fethi Paşa ile evlendirmek isteyince yeniden zor duruma düşmüştür. Atiye Sultan son derece kıskanç bir kadın olduğundan onun her davranışına kuşku ile bakm��ştır. Görevli olarak eve gelmediği akşamlarda, Kuzguncuktaki yalıya gizlice adamlar göndererek onu aratmıştır. Ahmet Fethi Paşa Şemsinur isimli gözdesini Kuzguncuk’taki bu yalıda saklamış ve Atiye Sultan’dan gizlemiştir.
Fethi Ahmet Paşa Pembe Yalı olarak da ismi geçen Kuzguncuk’taki yalısını zevkle döşemiş, zaman zaman da onarmıştır. Avrupa’da çeşitli görevlerde bulunan paşa yalıyı en nadide eserlerle süslemiştir. Bunda öylesine dikkat çekmiş ki Sultan Abdülmecit Dolmabahçe Sarayı’nın döşenmesini de ona bırakmıştır. Bu yüzden sarayda ismi Bezirgân Paşa’ya çıkmıştır. Pembe Yalı paşanın İstanbul’da kurdurduğu billur camlarla, çeşmibülbüllerle süslenmiştir. Atiye Sultan ile geçen on yıllık evliliğinden sonra sultan ölünce paşa Atiye Sultan’ın kasrını terk ederek tekrar yalıya taşınmış ve öldüğü 1854 yılına kadar bu yalıda yaşamıştır. Paşa’nın öldüğü gün yalıda yaşayan kalfalar, hizmetkârlar “Ah efendimiz, bunları ne kadar severdi. O gitti. Ondan sonra bunları görecek göz kimde var?” diyerek yalıda ne kadar sanat eseri ve ne kadar çeşmibülbül varsa denize atmışlardır.
Ahmet Fethi Paşa Yalısı mimari yönden incelendiğinde harem ve selamlık olmak üzere iki ayrı bölümden meydana geldiği görülür. Yalı taş temeller üzerine yer yer tuğlaların da kullanıldığı ahşap bir mimariye sahiptir. Ahmet Fethi Paşa yalının orijinalliğini bozmadan onarmıştır. Yalının cephe görünümü ve planı tipik bir Osmanlı sivil mimarisini yansıtmaktadır. İki katlı, on altı odalı ve çok büyük iki salondan meydana gelen yalının üst katı Beylerbeyi’ndeki Hasip Paşa Yalısında olduğu gibi hiçbir sütuna dayanmadan duvarlar üzerine oturtulmuştur. Üst kattaki iki uç ve ortadaki dörder büyük eli böğründe ile dışarıya taşırılmış ve böylece hareketli bir cephe görünümü sağlanmıştır.
Yalıda karnıyarık plan tipi uygulanmıştır. Buradaki salonların uçları denize ve koruya doğru yönelmemiş, sofalar kıyıya paralel yerleştirilmiştir. Biri büyük, diğeri küçük iki sofa uzunlamasına uç uca yerleştirilmiştir. Her ikisinin de deniz ve kara tarafına değişik büyüklükte odalar yerleştirilmiştir. Büyük sofanın Kuzguncuk İskelesine yönelik dar yüzüne merdiven oturtulmuştur. Bu yalıdaki en büyük özellik sofalarda içe dönük bir sistemin uygulanmış oluşudur. Bunun da nedeni kalabalık olan ailenin bir arada oturabilmelerini sağlamaktır. Bunda, Fethi Paşa’nın Avrupai düşüncede sosyal yaşamının da ileri düzeyde olmasının büyük payı vardır.
Yalının bahçesi selsebillerle süslenmiş olup, iki kademelidir. Yalının havuzu Roma’daki Barberini Sarayı’ndaki havuzun bir benzeri olduğu söylenmektedir. Yalının bahçesinde bulunan Arif Hikmet Bey’in babası İsmet İbrahim’e hayrat olarak yaptırdığı mermer çeşmeye ait bir kitabe bulunmaktadır. Bu çeşme kitabesi yalının karşısında yamaç duvarından buraya getirilmiştir.
Yalının Üsküdar tarafındaki harem dairesi ile uşak odaları 1922 veya 1923 yılında yanmıştır. Günümüze gelen bölüm yangından zarar görmemiş, 1927–1928 yıllarında onarılmıştır. Paşa’nın ölümünden sonra damadı İngiliz Sait Paşa’nın torunu olan avukat ve eski Demokrat Parti milletvekili Şevket Mocan’ın mülkiyetine geçmiştir. Şevket Mocan yalıyı pembe renge boyatmıştır. Şevket Mocan’ın ölümünden sonra yalının kuzey bölümü ikinci eşinden olan kızı Rüya Mocan’a, güney bölümü de ilk eşinden olan kızı Ayşe Şemsa’ya kalmıştır.
Yalı 1990 yılında İsmail Yalçın isimli bir kişiye satılmış ve 1973 yılında Y. Mimar Sinan Genim tarafından restorasyonu yapılan yalı iyi bir durumda günümüze kadar gelebilmiştir. Yalının arkasındaki çam, çınar ve köknar ağaçlarının çoğunluğunu oluşturduğu koru belediye tarafından kamulaştırılmıştır.
Cemil Molla Yalısı ve Köşkü (Üsküdar)
İstanbul Üsküdar ilçesi, Kuzguncuk ile Beylerbeyi arasında, Nakkaştepe Mezarlığı’nın sol tarafındaki korunun önündedir. Bu yalı Şeyhülislâm Üryanizâde Ahmet Esat Efendi’nin torunu Şair Süleyman Bey’in oğlu, kısa bir dönem Adliye Nazırlığı yapmış olan Mahmut Cemil Efendi tarafından 1885 yılında yaptırılmıştır. Bu yalının arkasındaki köşk 1930 yılında yanmıştır.
Köşk ve yalıyı İtalyan Mimar Sinyor Albeti yapmıştır. Her iki yapının da masif cevizden kapıları, fildişi kapı tokmakları bulunuyordu. Tavanları ve duvarları oymalarla bezeli idi. Yalı içerisinde yapılan kalorifer tesisatı İstanbul’da yapılan ilk örneklerdendi. Özel jeneratörden de elektriği sağlanıyordu. Bu arazi içerisinde bulunan üç ayrı köşkten hiçbir iz günümüze gelememiştir.
Cemil Molla Yalısının bulunduğu yerde daha önce Halil Haşim Bey Yalısı ile Kamil Paşa Yalısı isimli bir yapı bulunuyordu. Ancak bunlardan herhangi bir iz günümüze gelememiştir. Cemil Molla Yalısının olduğu yerde günümüzde Cemil Molla Yalısı isimli bir apartman bulunmaktadır.
Hasip Paşa Yalısı (Üsküdar)
İstanbul ili Üsküdar ilçesinde, Beylerbeyi ile Çengelköy arasında, Beylerbeyi Vapur İskelesi ve Beylerbeyi Camisi’nin yakınında yer alan Hasip Paşa Yalısı 1974 yılında yanmış ve tamamen yok olmuştur.
Beylerbeyi'ndeki Sadullah Paşa Yalısı'ndan sonra, yörenin en eski yapısı olan Hasip Paşa Yalısı ile ilgili XIX. yüzyılda İstanbullular arasında bir tekerleme bulunuyordu;
Dünyanın en güzel şehri neresidir? İstanbul.
İstanbul'un en güzel yeri neresidir? Boğaziçi.
Boğaziçi'nin en güzel yeri neresidir? Beylerbeyi.
Beylerbeyi'nin en güzel yeri neresidir? Hasip Paşa Yalısı.
Hasip Paşa Yalısını XIX. yüzyılın başlarında Vakıf gelirlerinden sorumlu Mehmet Emin Efendi’nin oğlu Mehmet Hasip Paşa yaptırmıştır. Hasip Paşa’nın ismi tarihte ilk kez Sultan II. Mahmut’un Tophane’de yaptırdığı Nusretiye Camisi’nin bina emininin yanında katip oluşu ile geçmiştir. Nusretiye Camisi’nin tamamlanmasından sonra buradaki başarısı sarayın dikkatini çekmiş ve Hacegânlık rütbesi ile taltif edilmiştir. Ardından Darphane Defterdarı ve sonra da Evkaf Nazırı olmuş ve bu arada Müşir payesi ile paşalık unvanı verilmiştir. Tarihi kaynaklar Hasip Paşa’nın beş defa Evkaf Nazırı, iki defa Maliye Nazırı olduğunu ve 1870 yılında Şeyhülislâm iken öldüğünden söz etmektedirler. Hasip Paşa’nın mezarı Üsküdar’da Selimiye Camisi haziresindedir.
Hasip Paşa Yalısı 900 m2’lik bir alanda iki katlı olarak yapılmıştır. Yalının içerisinde bulunduğu 4 dönümlük bahçede üç müştemilat binası ile mermer bir havuz ve kapalı bir deniz hamamı da bulunuyordu. Yalı Türk-Ampir üslubunda yapılmıştır. Mimarının kim olduğu bilinmemekle beraber İtalyan olduğu sanılmaktadır. İlk defa II. Mahmut zamanında yapılan yalının içerisine eşyalar döşeneceği sırada yanmış, bunun hemen ardından harem ve selamlık olarak iki ayrı bölüm halinde yeniden yaptırılmıştır. Yanan yalının ilk hali bilinmiyorsa da harem ve selamlığın birbirlerine kapalı bir geçitle bağlandığı söylenmektedir. Bunun ardından geniş bir bahçe içerisinde ikinci kez yapılan yalının arkasındaki sırtlarda koruluğu bulunuyordu.
Harem kısmı zamanla birkaç kez tadilat görmüş ve eski özelliğini yitirmiştir. Halk arasında Kuleli Yalı ismi ile tanınan harem bölümü bugün Kalkavanlar Yalısı olarak tanınmaktadır. Hasip Paşa Yalısının üzerinde durulması gereken asıl bölümü yanan selamlık bölümüdür. Bu bölümün planı elips bir sofa çevresinde yer alan mekânlardan meydana gelmiştir. Elipsin denize yönelik küçük ekseni üzerinde merdivenler denize dik olan büyük ekseninde de eyvanlara yer verilmiştir. Köşelerde kendilerine özgü iç sofaları olan, birbirlerinden bağımsız üçer ve dörder odalı küçük ayrı daireleri bulunuyordu. Yalının sekiz dairesi ve 26 odası vardı.
Yapının bütünü merkezi orta sofalı plan tipinde olup, elips şeklindeki sofanın uzunluğu 18 m. dir. Bu plan şekli ile Sadullah Paşa ve Prenses Rukiye Hanım yalılarına göre daha büyük ve daha organize edilmiş plan şekli göstermektedir. Üst kattaki sofa ahşap asma kubbe ile örtülmüştür.
Yalının ön ve arka cephelerindeki mimari eksenleri tamamen ortadaki beyzi sofaya göre uyarlanmıştır. Bu nedenle de yalı hafif kavisli olarak inşa edilmiştir. Deniz tarafından direk ve eli böğründelerle denize doğru taşırılmıştır. İki katlı yalının iki başındaki odalar temelden ileriye doğru uzatılmış, arada kalan cephe ise kavisli bir şekle dönüştürülmüştür. Bu yapı üslubu ile de deniz üzerindeki tüm odaların aynı yöne açılmaları sağlanmıştır. Yalının ortasındaki Mısır hasırları ile döşeli büyük beyzi sofa hiçbir yere dayanmadan doğrudan doğruya çatı ile bağlantılıdır.
Yalının iç süslemesi, banyo muslukları, çeşme aynaları barok-rokoko üslubunda idi. İç bezemesinin yanı sıra Venedik bohem avizeleri ile Üsküdar Çatması denilen sedirler ve hasırlar yalıya farklı bir görünüm vermiştir. Üst kattaki fayans döşeli hamam bahçedeki barok üsluptaki şadırvan ve balıkhane olarak kullanılan havuz da bu eski Türk yapısını tamamlayan elemanlar idi. Ayrıca Boğaziçi yalılarının çoğunda olduğu gibi Hasip Paşa Yalısı’nın da arkasında bulunan alandaki tepe üzerinde bir de köşkü vardı. Bu köşkün zarif pencereleri ve mimarisi ile kaynaklarda ismi geçmektedir. Yalının yanmadan önce Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi tarafından rölövesi yapılmıştır.
Hasip Paşa Yalısının varisi Hami Bey’in ölümünden sonra varisleri yalıda bir mezat düzenleyerek tavanlarındaki avizeleri, içerisindeki taban halıları, aynaları ve bezemelerinin büyük bir kısmı satılmıştır.
Yalı, Hasip Paşa'nın mirasçıları tarafından Nazım Kalkavan'a, Nazım Kalkavan tarafından Haydarabat Nizamı Muharrem Cay'ın eşine satılmış ve 1987'de de Özdemir Sabancı tarafından satın alınmıştır. Özdemir Sabancı’nın ölümünden sonra oğlu Demir Sabancı’nın mülkiyetine geçen yalı 1990’lı yıllarda restore edilmiştir.