Misâk-ı Millî ve Lozan Barış Konferansı Belgelerinde Musul Meselesi
Giriş
Musul Bölgesi, I. Dünya Savaşı sonlarına kadar Batılı kaynaklarda genellikle, Irak"tan ayrı olarak, yukarı "El-Cezire" bölgesi içinde gösterilmiştir. I. Dünya Savaşı"ndan sonra ise bölge daha çok siyasî sebepler yüzünden Irak"ın parçası olarak kabul edilmiştir.
Musul, ilk olarak 1055-1056 yıllarında Selçuklu Devleti"ne bağlanmıştır. Bu tarihten itibaren Türkleşen Musul, I. Dünya Savaşı sonuna kadar değişik Türk devlet ve beyliklerinin hâkimiyet sahaları içerisinde yer almış, Türkler tarafından bir vatan toprağı olarak kabul görmüştür. Osmanlı Devleti öncesinde bölgede hüküm süren Türk devlet ve beylikleri sırayla şunlardır: Zengiler, Timurlular, Akkoyunlular ve Safeviler.
Musul, Osmanlı hâkimiyetine ilk olarak Yavuz Sultan Selim"in 1514 tarihli Çaldıran Seferi"yle girmiş, Kanuni Sultan Süleyman"ın 1534-1535 tarihinde gerçekleştirdiği Bağdat Seferi"yle bu hâkimiyet perçinlenmiştir. Osmanlı hâkimiyeti ile Musul, Süleymaniye, Kerkük ve Musul sancaklarından meydana gelen bir vilâyetin merkezi olmuştur. XX. yüzyılın başlarında vilâyetin nüfusu ise 350.000 civarındadır.
İtilaf Devletleri gerek Paris Barış Konferansında gerekse San Remo görüşmelerinde Musul"u aralarında pazarlık konusu yapmışlardır. 25 Nisan 1920 tarihinde San Remo"da imza edilen Musul petrolleri konusundaki anlaşma galip devletlerin petrol paylarını tespit etmekteydi. Buna göre, petrol şirketi devamlı olarak İngiliz yönetiminde kalacak, ayrıca İngiltere hisselerin %75"ine sahip olacak ve eski Alman hissesi olan % 25"lik pay ise Fransa"ya devredilecekti.(1)
Musul üzerindeki Osmanlı hâkimiyeti, I. Dünya Savaşı sonuna kadar sürmüştür. I. Dünya Savaşı ile İtilaf Devletleri"nin Musul üzerindeki siyasî emelleri Irak Cephesi"nin açılmasına sebep olmuş, savaşla birlikte Hindistan"dan gönderilen İngiliz kuvvetleri Basra"ya çıkarak kısa zamanda Bağdat"a kadar ilerlemişlerdi. Osmanlı Devleti Irak Cephesi"nde önemli başarılar elde etmesine rağmen, savaşın sonuna doğru diğer cephelerde olduğu gibi, Irak Cephesi"nde de geri çekilmek zorunda kalmıştır. 30 Ekim 1918"de Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada Ali İhsan (Sabis) Paşa 6. Ordu Kumandanı olarak Musul"da bulunmakta idi. Öte yandan İngilizler ise süratli bir işgal hareketi ile Musul"a hâkim olma çabası içerisindeydiler.
Musul meselesi, Mondros Mütarekesi"nin imzalanması ile başlayıp, 1926 yılı Haziran ayına kadar geçen süre içinde çeşitli safhalardan geçmiş ve yeni Türk Devleti"nin İngiltere"yle olan ilişkilerinin temel meselesini oluşturmuştur. Bu mesele zaman zaman Türk-İngiliz ilişkilerini savaş noktasına4ahi getirmiştir.
Türk Ordusu"nun 1915 yılı Kasım ayında İngilizler"i Kut"ul-Amare"de yenilgiye uğratmasına rağmen, bu zaferin olumlu neticeleri elde edilememiş, takviye edilen İngiliz birlikleri bölgede yavaş yavaş hâkimiyetlerini tesis etmeye başlamışlardı. Bağdat"ın Mart I917"de İngilizler"in eline geçmesiyle Türk ordusunun kuzeye çekilmesi hızlanmış, Musul vilâyeti ciddî bir işgal tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır.
Mondros Mütarekesi"nin imzalanmasından birkaç gün önce Musul"da 6. Ordu Komutanlığı"na getirilen Ali İhsan Paşa, Mütareke"nin imzalanmasına kadar Musul"un İngilizler"in eline geçmemesi için gayret sarfetmesine rağmen, bunda başarılı olamamıştır. 25 Ekim"de başlayan İngiliz taarruzu 30 Ekim"de önemli sayıda Türk birliğinin esir edilmesi ile sonuçlanmıştı.
Mütareke"nin yürürlüğe girdiği andan (31 Ekim 1918 günü, saat 12.00"de) itibaren, geri çekilmekte olan Ali İhsan Paşa"nın 6. Ordusu olduğu yerde durmuştu. Bu sırada 6. Ordu birlikleri batıdan doğuya doğru Rakka, Miyadin, Telâfer, Dibeke, Çemçemal, Süleymaniye hattı üzerinde idi. İngiliz kuvvetleri ise EI-Hazar, Gayyare, Altınkopru, Kerkük, Hanikin hattında bulunuyordu.(2) Yâni Mütareke"nin imzalandığı gün, Kerkük merkezi hariç, Musul ve Musul vilâyetinin büyük bir kısmı Osmanlı Ordusu"nun elinde idi.
Mütareke hükümlerine göre bölgede bulunan bütün kuvvetlerin yerlerinde kalmaları gerektiği hâlde, İngiliz kuvvetleri buna uymamışlardır. İlerlemeye devam eden İngilizler, l Kasım"da Hamamalil"e girmişler, buradan Musul"u işgal edeceklerini söyleyerek Türk kuvvetlerinin Musul şehrinden 5 km. kuzeye çekilmelerini istemişlerdir.
Ali İhsan Paşa, İngilizler"in bu talebini Sadrazam"a bildirmiş, bir seri telgraf görüşmeleri sonucunda Sadrazam, Ali İhsan Paşa"ya 8 Kasım tarihli telgrafı ile 15 Kasım günü şehrin boşaltılması talîmâtını vermiştir. Ali İhsan Paşa, bu talîmâta uygun olarak 10 Kasım"da Musul"u İngilizlere terk etmiş, ordu karargahı ile birlikte Nusaybin"e doğru çekilmiştir.(3)
Görüldüğü gibi Musul, Mütareke hükümlerine ve uluslararası savaş kaidelerine aykırı bir şekilde işgal edilmiştir. Burada 31 Ekim günü saat 12.00 itibariyle her iki tarafın kuvvetlerinin durumu üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmamızın temel sebebi; Misâk-ı Milli"ye göre güney sınırlarının tesbiti meselesinde Mütareke"nin yürürlüğe girdiği andaki ordumuzun fiili durumunun temel bir kıstas olarak dikkate alınmasından dolayıdır.
Bölünmez bir Türk yurdunun sınırlarını tespit eden ve 28 Ocak 1920 tarihli gizli oturumda son Osmanlı Meclis-i Mebusan"ı tarafından kararlaştırılan Misâk-ı Millî"nin birinci maddesi, Türkiye"nin güney sınırlarını tesbit etmektedir. Misâk"ın birinci maddesinde; "Osmanlı Devleti"nin özellikle Arap çoğunluğunun yerleşmiş olduğu (30 Ekim 1918 günkü Mütareke yapıldığı sırada) düşman ordularının işgali altında kalan bölgelerin geleceğinin, haklarını serbestçe açıklayacakları rey sonucu belirlenmesi gerekir; söz konusu mütareke çizgisi içinde din, soy ve amaç birliği bakımlarından birbirlerine bağlı olan, karşılıklı saygı ve özveri duyguları besleyen soy ve toplum ilişkileri ile çevrelerinin koşullarına saygılı Osmanlı-İslâm çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu kesimlerin tümü ister bir eylem, ister bir hükümle olsun, hiçbir nedenle birbirinden ayrılamayacak bir bütündür" şeklindeki yaklaşım açıktır. Buna göre mütareke hattı esas alındığında Musul, Kerkük ve Süleymaniye"nin ve diğer tarafta Hatay bölgesinin Anadolu"nun ayrılmaz bir parçası olduğu açıktır.
Mütareke anında Türk Ordusu"nun Gayyare"de bulunduğu tüm kaynaklarca kabul edilmektedir. Sadece Kerkük sancağı 31 Ekim tarihi itibariyle İngiliz kuvvetlerinin eline geçmiş olarak gösteriliyorsa da(4) Nejat Kaymaz, General Sedat Doğruer"in eserine dayanarak "Kerkük"ün de savaşın durması gereken saatten sonra İngilizler"in eline geçmiş olabileceği" ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğuna işaret etmektedir(5). Esâsında bu durumun ihtimal olmayıp kesin bir gerçeği ifâde ettiğini Mustafa Kemal Paşa"nın tespitlerinden anlamak mümkündür. Mustafa Kemal Paşa daha Misâk-ı Mîllî ilân edilmeden önce Ankara"ya gelişinin ertesi günü Ziraat Okulu"nda yaptığı 28 Aralık 1920 tarihli konuşmasında haksız işgali dile getirerek Musul"un Mütareke anında Türk Ordusu"nun hâkimiyetinde bulunduğunu ifâde etmiş, İngiliz işgalini İstanbul"un işgalinde olduğu gibi haksız ve Mütareke hükümlerine uymayan bir teşebbüs olarak değerlendirmiştir".(6)
Esâsında İngilizler"in Musul"u işgal etmeleri askerî anlamda bir statü değişikliğinden başka bir durumu ifâde etmemiştir. Musul"u işgal etmişler ancak bölgeye hâkim olamamışlardır. Bölgedeki aşiretleri kontrol altında tutma konusunda ciddî sıkıntıları olmuştur. Kerkük ve Süleymaniye halkı İngiliz himayesine sıcak bakmamışlar(7), tam aksine rahatsızlık duymuşlardır. Müslüman kabileler İngilizler"e vergi vermekte direnmişler, sık sık sokak kavgalarına girmişlerdir. Yöre halkının ekseriyeti kesinlikle Türk tarafında yer almıştır(8). Musul halkı, Ankara"da ilk B.M.M."nın açılmasıyla güçlenen Millî Mücâdele hareketine destek vermiştir. Hatta bölgede bulunan Araplar dahi İngilizler"e karşı Mustafa Kemal Paşa ile işbirliğini düşünmüşlerdir. M. Kemal Öke, İngiliz belgelerine dayanarak Musul"daki Arap ve Kürtler"in, İngiliz himayesindeki Faysal"a değil de Anadolu"ya dayanmayı tercih ettiklerini ifâde etmektedir"(9).
Musul halkının bu arzuları karşısında Ankara hükümeti duyarsız kalmamıştır. Mustafa Kemal Paşa"nın 1 Mayıs 1920 tarihinde B.M.M."nde yaptığı konuşma, Musul konusundaki düşüncesini ve uygulanması gereken politikayı açık bir şekilde ortaya koymaktadır:
"Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz, iskenderun"un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul"u, Süleymaniye"yi, Kerkük"ü ihtiva eder. İşte hudud-u millîmiz budur dedik!"(10)
M. Kemal Paşa ve Ankara hükümeti, ortaya koyduğu bu kararlılığını Lozan Konferansı"na kadar olan süre içinde çeşitli vesilelerle göstermiştir. İngilizler"in Ocak 1921"de Erbil ve Revanduz arasında bulunan ve Türkler"i destekleyen "Sürücü Aşireti"ne saldırmaları üzerine M. Kemal Paşa, Millî Müdâfaa Vekâleti"ne çektiği telgrafla Revanduz bölgesine asker gönderilmesini istemiştir"(11). Bu görev Kaymakam ve Milis Yarbay Özdemir Bey"e verilmiş, Özdemir Bey, kuvvetleriyle başlangıçta bölgede oldukça önemli başarılar elde etmiş ancak daha sonra çekilmek zorunda kalmıştır. Özdemir Bey"in Revanduz"da kazandığı başarı, bölgedeki halk ve aşiretlerle üzerindeki nüfuzu Türk Genelkurmayı"nı Musul"un kurtarılması için bâzı askerî tedbirlerin alınmasına sevk edecektir. Dönemin Genelkurmay Başkam Fevzi Paşa 7 Eylül 1922 tarihli yazıyla El-Cezire Cephesi Kumandanlığından, Musul"a taarruz için gerekli hazırlıkların yapılmasını dahi isteyecektir.(12)
Görüldüğü gibi Ankara Hükümeti, daha Lozan Konferansı"nın başlamasından önce Musul"un gerekirse silah yoluyla kurtarılması için İngilizler"e karşı bir harekâtı göze almıştır(13). Ancak Türk Kuvvetleri"nden bir kısmının Batı Cephesi"ne kaydırılmak zorunda kalınması ve daha sonra konferansın başlaması, bu isabetli düşüncenin gerçekleşmesine engel olacaktır.
Gerek Mütareke hükümlerine göre, gerekse Mütareke hattını esas alan Misâk-ı Millîye göre Musul vilâyeti Türk sınırları içerisindedir. Musul"un Misâk-ı Millîye dahil olması tarihî ve askerî bir hakikatin ifâdesinden başka bir şey değildir.
Lozan Konferansı"nda üzerinde çetin tartışmaların meydana geldiği konu "Musul Meselesi" olmuştur(14). Türkiye için hayatî bir öneme sahip olan Musul, müzakerelere ve müttefiklerine hâkim olan İngiltere için de gerek zengin "petrol kaynakları" ve gerekse "Hindistan yolunun emniyeti" bakımından ele geçirilmesi zorunlu görülen stratejik ve iktisadî öneme sahip bir bölgedir(15). Türkiye için ise asgari vatan sınırlarını ifâde eden Misâk-ı Millînin vazgeçilmez bir ilkesidir.
Lozan görüşmelerine, Dışişleri Vekili olan Yusuf Kemal Bey"in istifa(16) etmesi üzerine O"nun yerine seçilen İsmet Paşa heyet başkanı olarak katılmıştır. Maliye Vekili Hasan Bey ve Sağlık Vekili Rıza Nur Bey de heyet üyesi olarak Lozan görüşmelerinde Ankara Hükümeti"ni temsil etmişlerdir.
İsmet Paşa"nın gerek T.B.M.M."de yaptığı konuşmada gerekse Sapanca"da trende iken gazetecilere verdiği demecinde Türk heyetinin amacının Misâk-ı Millîyi gerçekleştirmek olduğunu ısrarla vurguladığı görülmektedir.(17)
Musul meselesi, ilk olarak Lozan Konferansı"nın 23 Ocak 1923 tarihli oturumunda ele alındı. İsmet Paşa Türk tezini siyasî, tarihî, etnografik, coğrafî, ekonomik ve askerî açılardan geniş bir şekilde ilmî ve aklî delillere dayanmak suretiyle izah etti.
İsmet Paşa"nın bu konuşması incelendiğinde Musul"un bir Türk toprağı olarak telakkî edilmesindeki gerekçelerin yanı sıra İngiltere"nin ortaya koymaya çalıştığı iddiaları da çürüttüğü görülür. Esasında Türk tezinin dayandığı temel nokta etnografik sebeplerdir. Musul vilâyetinde yerleşik nüfus, 503.000 kişi olarak gösterilmiş veTürk-Kürt ayrımı yapılmaksızın çoğunluğun Türk olduğu vurgulanmış ve bölgenin Anadolu"dan ayrılamayacağı belirtilmiştir.
Misâk-ı Millî ve Lozan Barış Konferansı Belgelerinde Musul Meselesi
Giriş
Musul Bölgesi, I. Dünya Savaşı sonlarına kadar Batılı kaynaklarda genellikle, Irak"tan ayrı olarak, yukarı "El-Cezire" bölgesi içinde gösterilmiştir. I. Dünya Savaşı"ndan sonra ise bölge daha çok siyasî sebepler yüzünden Irak"ın parçası olarak kabul edilmiştir.
Musul, ilk olarak 1055-1056 yıllarında Selçuklu Devleti"ne bağlanmıştır. Bu tarihten itibaren Türkleşen Musul, I. Dünya Savaşı sonuna kadar değişik Türk devlet ve beyliklerinin hâkimiyet sahaları içerisinde yer almış, Türkler tarafından bir vatan toprağı olarak kabul görmüştür. Osmanlı Devleti öncesinde bölgede hüküm süren Türk devlet ve beylikleri sırayla şunlardır: Zengiler, Timurlular, Akkoyunlular ve Safeviler.
Musul, Osmanlı hâkimiyetine ilk olarak Yavuz Sultan Selim"in 1514 tarihli Çaldıran Seferi"yle girmiş, Kanuni Sultan Süleyman"ın 1534-1535 tarihinde gerçekleştirdiği Bağdat Seferi"yle bu hâkimiyet perçinlenmiştir. Osmanlı hâkimiyeti ile Musul, Süleymaniye, Kerkük ve Musul sancaklarından meydana gelen bir vilâyetin merkezi olmuştur. XX. yüzyılın başlarında vilâyetin nüfusu ise 350.000 civarındadır.
İtilaf Devletleri gerek Paris Barış Konferansında gerekse San Remo görüşmelerinde Musul"u aralarında pazarlık konusu yapmışlardır. 25 Nisan 1920 tarihinde San Remo"da imza edilen Musul petrolleri konusundaki anlaşma galip devletlerin petrol paylarını tespit etmekteydi. Buna göre, petrol şirketi devamlı olarak İngiliz yönetiminde kalacak, ayrıca İngiltere hisselerin %75"ine sahip olacak ve eski Alman hissesi olan % 25"lik pay ise Fransa"ya devredilecekti.(1)
Musul üzerindeki Osmanlı hâkimiyeti, I. Dünya Savaşı sonuna kadar sürmüştür. I. Dünya Savaşı ile İtilaf Devletleri"nin Musul üzerindeki siyasî emelleri Irak Cephesi"nin açılmasına sebep olmuş, savaşla birlikte Hindistan"dan gönderilen İngiliz kuvvetleri Basra"ya çıkarak kısa zamanda Bağdat"a kadar ilerlemişlerdi. Osmanlı Devleti Irak Cephesi"nde önemli başarılar elde etmesine rağmen, savaşın sonuna doğru diğer cephelerde olduğu gibi, Irak Cephesi"nde de geri çekilmek zorunda kalmıştır. 30 Ekim 1918"de Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada Ali İhsan (Sabis) Paşa 6. Ordu Kumandanı olarak Musul"da bulunmakta idi. Öte yandan İngilizler ise süratli bir işgal hareketi ile Musul"a hâkim olma çabası içerisindeydiler.
Musul meselesi, Mondros Mütarekesi"nin imzalanması ile başlayıp, 1926 yılı Haziran ayına kadar geçen süre içinde çeşitli safhalardan geçmiş ve yeni Türk Devleti"nin İngiltere"yle olan ilişkilerinin temel meselesini oluşturmuştur. Bu mesele zaman zaman Türk-İngiliz ilişkilerini savaş noktasına4ahi getirmiştir.
Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı Sırasında Musul"un Durumu
Türk Ordusu"nun 1915 yılı Kasım ayında İngilizler"i Kut"ul-Amare"de yenilgiye uğratmasına rağmen, bu zaferin olumlu neticeleri elde edilememiş, takviye edilen İngiliz birlikleri bölgede yavaş yavaş hâkimiyetlerini tesis etmeye başlamışlardı. Bağdat"ın Mart I917"de İngilizler"in eline geçmesiyle Türk ordusunun kuzeye çekilmesi hızlanmış, Musul vilâyeti ciddî bir işgal tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır.
Mondros Mütarekesi"nin imzalanmasından birkaç gün önce Musul"da 6. Ordu Komutanlığı"na getirilen Ali İhsan Paşa, Mütareke"nin imzalanmasına kadar Musul"un İngilizler"in eline geçmemesi için gayret sarfetmesine rağmen, bunda başarılı olamamıştır. 25 Ekim"de başlayan İngiliz taarruzu 30 Ekim"de önemli sayıda Türk birliğinin esir edilmesi ile sonuçlanmıştı.
Mütareke"nin yürürlüğe girdiği andan (31 Ekim 1918 günü, saat 12.00"de) itibaren, geri çekilmekte olan Ali İhsan Paşa"nın 6. Ordusu olduğu yerde durmuştu. Bu sırada 6. Ordu birlikleri batıdan doğuya doğru Rakka, Miyadin, Telâfer, Dibeke, Çemçemal, Süleymaniye hattı üzerinde idi. İngiliz kuvvetleri ise EI-Hazar, Gayyare, Altınkopru, Kerkük, Hanikin hattında bulunuyordu.(2) Yâni Mütareke"nin imzalandığı gün, Kerkük merkezi hariç, Musul ve Musul vilâyetinin büyük bir kısmı Osmanlı Ordusu"nun elinde idi.
Mütareke hükümlerine göre bölgede bulunan bütün kuvvetlerin yerlerinde kalmaları gerektiği hâlde, İngiliz kuvvetleri buna uymamışlardır. İlerlemeye devam eden İngilizler, l Kasım"da Hamamalil"e girmişler, buradan Musul"u işgal edeceklerini söyleyerek Türk kuvvetlerinin Musul şehrinden 5 km. kuzeye çekilmelerini istemişlerdir.
Ali İhsan Paşa, İngilizler"in bu talebini Sadrazam"a bildirmiş, bir seri telgraf görüşmeleri sonucunda Sadrazam, Ali İhsan Paşa"ya 8 Kasım tarihli telgrafı ile 15 Kasım günü şehrin boşaltılması talîmâtını vermiştir. Ali İhsan Paşa, bu talîmâta uygun olarak 10 Kasım"da Musul"u İngilizlere terk etmiş, ordu karargahı ile birlikte Nusaybin"e doğru çekilmiştir.(3)
Misâk-ı Millî"ye Göre Musul"un Durumu
Görüldüğü gibi Musul, Mütareke hükümlerine ve uluslararası savaş kaidelerine aykırı bir şekilde işgal edilmiştir. Burada 31 Ekim günü saat 12.00 itibariyle her iki tarafın kuvvetlerinin durumu üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmamızın temel sebebi; Misâk-ı Milli"ye göre güney sınırlarının tesbiti meselesinde Mütareke"nin yürürlüğe girdiği andaki ordumuzun fiili durumunun temel bir kıstas olarak dikkate alınmasından dolayıdır.
Bölünmez bir Türk yurdunun sınırlarını tespit eden ve 28 Ocak 1920 tarihli gizli oturumda son Osmanlı Meclis-i Mebusan"ı tarafından kararlaştırılan Misâk-ı Millî"nin birinci maddesi, Türkiye"nin güney sınırlarını tesbit etmektedir. Misâk"ın birinci maddesinde; "Osmanlı Devleti"nin özellikle Arap çoğunluğunun yerleşmiş olduğu (30 Ekim 1918 günkü Mütareke yapıldığı sırada) düşman ordularının işgali altında kalan bölgelerin geleceğinin, haklarını serbestçe açıklayacakları rey sonucu belirlenmesi gerekir; söz konusu mütareke çizgisi içinde din, soy ve amaç birliği bakımlarından birbirlerine bağlı olan, karşılıklı saygı ve özveri duyguları besleyen soy ve toplum ilişkileri ile çevrelerinin koşullarına saygılı Osmanlı-İslâm çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu kesimlerin tümü ister bir eylem, ister bir hükümle olsun, hiçbir nedenle birbirinden ayrılamayacak bir bütündür" şeklindeki yaklaşım açıktır. Buna göre mütareke hattı esas alındığında Musul, Kerkük ve Süleymaniye"nin ve diğer tarafta Hatay bölgesinin Anadolu"nun ayrılmaz bir parçası olduğu açıktır.
Mütareke anında Türk Ordusu"nun Gayyare"de bulunduğu tüm kaynaklarca kabul edilmektedir. Sadece Kerkük sancağı 31 Ekim tarihi itibariyle İngiliz kuvvetlerinin eline geçmiş olarak gösteriliyorsa da(4) Nejat Kaymaz, General Sedat Doğruer"in eserine dayanarak "Kerkük"ün de savaşın durması gereken saatten sonra İngilizler"in eline geçmiş olabileceği" ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğuna işaret etmektedir(5). Esâsında bu durumun ihtimal olmayıp kesin bir gerçeği ifâde ettiğini Mustafa Kemal Paşa"nın tespitlerinden anlamak mümkündür. Mustafa Kemal Paşa daha Misâk-ı Mîllî ilân edilmeden önce Ankara"ya gelişinin ertesi günü Ziraat Okulu"nda yaptığı 28 Aralık 1920 tarihli konuşmasında haksız işgali dile getirerek Musul"un Mütareke anında Türk Ordusu"nun hâkimiyetinde bulunduğunu ifâde etmiş, İngiliz işgalini İstanbul"un işgalinde olduğu gibi haksız ve Mütareke hükümlerine uymayan bir teşebbüs olarak değerlendirmiştir".(6)
Esâsında İngilizler"in Musul"u işgal etmeleri askerî anlamda bir statü değişikliğinden başka bir durumu ifâde etmemiştir. Musul"u işgal etmişler ancak bölgeye hâkim olamamışlardır. Bölgedeki aşiretleri kontrol altında tutma konusunda ciddî sıkıntıları olmuştur. Kerkük ve Süleymaniye halkı İngiliz himayesine sıcak bakmamışlar(7), tam aksine rahatsızlık duymuşlardır. Müslüman kabileler İngilizler"e vergi vermekte direnmişler, sık sık sokak kavgalarına girmişlerdir. Yöre halkının ekseriyeti kesinlikle Türk tarafında yer almıştır(8). Musul halkı, Ankara"da ilk B.M.M."nın açılmasıyla güçlenen Millî Mücâdele hareketine destek vermiştir. Hatta bölgede bulunan Araplar dahi İngilizler"e karşı Mustafa Kemal Paşa ile işbirliğini düşünmüşlerdir. M. Kemal Öke, İngiliz belgelerine dayanarak Musul"daki Arap ve Kürtler"in, İngiliz himayesindeki Faysal"a değil de Anadolu"ya dayanmayı tercih ettiklerini ifâde etmektedir"(9).
Musul halkının bu arzuları karşısında Ankara hükümeti duyarsız kalmamıştır. Mustafa Kemal Paşa"nın 1 Mayıs 1920 tarihinde B.M.M."nde yaptığı konuşma, Musul konusundaki düşüncesini ve uygulanması gereken politikayı açık bir şekilde ortaya koymaktadır:
"Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz, iskenderun"un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul"u, Süleymaniye"yi, Kerkük"ü ihtiva eder. İşte hudud-u millîmiz budur dedik!"(10)
M. Kemal Paşa ve Ankara hükümeti, ortaya koyduğu bu kararlılığını Lozan Konferansı"na kadar olan süre içinde çeşitli vesilelerle göstermiştir. İngilizler"in Ocak 1921"de Erbil ve Revanduz arasında bulunan ve Türkler"i destekleyen "Sürücü Aşireti"ne saldırmaları üzerine M. Kemal Paşa, Millî Müdâfaa Vekâleti"ne çektiği telgrafla Revanduz bölgesine asker gönderilmesini istemiştir"(11). Bu görev Kaymakam ve Milis Yarbay Özdemir Bey"e verilmiş, Özdemir Bey, kuvvetleriyle başlangıçta bölgede oldukça önemli başarılar elde etmiş ancak daha sonra çekilmek zorunda kalmıştır. Özdemir Bey"in Revanduz"da kazandığı başarı, bölgedeki halk ve aşiretlerle üzerindeki nüfuzu Türk Genelkurmayı"nı Musul"un kurtarılması için bâzı askerî tedbirlerin alınmasına sevk edecektir. Dönemin Genelkurmay Başkam Fevzi Paşa 7 Eylül 1922 tarihli yazıyla El-Cezire Cephesi Kumandanlığından, Musul"a taarruz için gerekli hazırlıkların yapılmasını dahi isteyecektir.(12)
Görüldüğü gibi Ankara Hükümeti, daha Lozan Konferansı"nın başlamasından önce Musul"un gerekirse silah yoluyla kurtarılması için İngilizler"e karşı bir harekâtı göze almıştır(13). Ancak Türk Kuvvetleri"nden bir kısmının Batı Cephesi"ne kaydırılmak zorunda kalınması ve daha sonra konferansın başlaması, bu isabetli düşüncenin gerçekleşmesine engel olacaktır.
Gerek Mütareke hükümlerine göre, gerekse Mütareke hattını esas alan Misâk-ı Millîye göre Musul vilâyeti Türk sınırları içerisindedir. Musul"un Misâk-ı Millîye dahil olması tarihî ve askerî bir hakikatin ifâdesinden başka bir şey değildir.
Lozan Konferansı"nda Musul Meselesi
Lozan Konferansı"nda üzerinde çetin tartışmaların meydana geldiği konu "Musul Meselesi" olmuştur(14). Türkiye için hayatî bir öneme sahip olan Musul, müzakerelere ve müttefiklerine hâkim olan İngiltere için de gerek zengin "petrol kaynakları" ve gerekse "Hindistan yolunun emniyeti" bakımından ele geçirilmesi zorunlu görülen stratejik ve iktisadî öneme sahip bir bölgedir(15). Türkiye için ise asgari vatan sınırlarını ifâde eden Misâk-ı Millînin vazgeçilmez bir ilkesidir.
Lozan görüşmelerine, Dışişleri Vekili olan Yusuf Kemal Bey"in istifa(16) etmesi üzerine O"nun yerine seçilen İsmet Paşa heyet başkanı olarak katılmıştır. Maliye Vekili Hasan Bey ve Sağlık Vekili Rıza Nur Bey de heyet üyesi olarak Lozan görüşmelerinde Ankara Hükümeti"ni temsil etmişlerdir.
İsmet Paşa"nın gerek T.B.M.M."de yaptığı konuşmada gerekse Sapanca"da trende iken gazetecilere verdiği demecinde Türk heyetinin amacının Misâk-ı Millîyi gerçekleştirmek olduğunu ısrarla vurguladığı görülmektedir.(17)
Musul meselesi, ilk olarak Lozan Konferansı"nın 23 Ocak 1923 tarihli oturumunda ele alındı. İsmet Paşa Türk tezini siyasî, tarihî, etnografik, coğrafî, ekonomik ve askerî açılardan geniş bir şekilde ilmî ve aklî delillere dayanmak suretiyle izah etti.
İsmet Paşa"nın bu konuşması incelendiğinde Musul"un bir Türk toprağı olarak telakkî edilmesindeki gerekçelerin yanı sıra İngiltere"nin ortaya koymaya çalıştığı iddiaları da çürüttüğü görülür. Esasında Türk tezinin dayandığı temel nokta etnografik sebeplerdir. Musul vilâyetinde yerleşik nüfus, 503.000 kişi olarak gösterilmiş veTürk-Kürt ayrımı yapılmaksızın çoğunluğun Türk olduğu vurgulanmış ve bölgenin Anadolu"dan ayrılamayacağı belirtilmiştir.