Ynt: Osmanlı Amerikan İlişkileri Tarihi Seyri
Bütün bunlara rağmen Birleşik Devletlerin yoğun çabası semeresini vermiş ve 1830`da Osmanlı Devleti ile ABD arasında bir ticaret ve seyr ü sefayin antlaşması imzalanmıştır. Dokuz maddelik antlaşmanın en önemli maddesi; Osmanlı Devleti´nin ABD`yi en ayrıcalıklı devletler” statüsü verdiğine dairdir. Buna göre ABD Osmanlı Devleti`nde ticaret yaparken imtiyazlı devletler oranında vergi ödeyecek bunun dışında vergi istenmeyecekti.[7] İki devlet arasındaki münasebetler bu antlaşma ile resmî zemine kavuşmuştur. Antlaşmayla ABD temsilcilik açma hakkını elde etmiştir.[8] Bunu ekonomik imtiyazlar izlemiştir. Aynı zamanda bu sözleşme 1820`lerden itibaren Osmanlı topraklarına gelmeye başlayan Amerikalı Protestan misyonerlerin sayılarının artmasına neden olmuştur. Zira bir çok şehirde misyonerler yasal zeminden yararlanarak Amerikan konsoloslarıyla birlikte çalışma imkânını elde etmişlerdir.
1830`larda hâlâ önemli bir güç olan Osmanlı Devleti`nin ABD gibi dünya siyasetinde etkinliği olmayan bir devletle antlaşma imzalamasındaki temel nedeni Osmanlı dış siyasetine farklı alternatifler getirme çabası olarak açıklamak mümkündür.
Türk-Amerikan ilişkilerinde resmî temaslar kurulması teklifinin Osmanlı Devleti`nden geldiği yönünde görüşler vardır.[9] Ancak arşiv belgelerinde bu iddiaları kanıtlayacak argümanlar bulunmamaktadır. Hatta belgeler tartışmalara son noktayı koyacak niteliktedir. 1795 yılına ait bir hatt-ı hümâyûnda ABD`nin bağımsızlığını elde ettikten sonra dünyanın çeşitli devletlerine elçiler yolladığı ve Osmanlı Devleti`ne de elçi göndermek istediği yönünde bilgiler mevcuttur. Antlaşma metninin yer aldığı Amerika Nişan Defteri`nde antlaşmanın girizgâh kısmında “... Devlet-i aliyye-i dâimi´l-karârımla Memâlik-i Müctemia-i Amerika Devleti beyninde şimdiye kadar bir gûne muâhede-i resmiyye cereyân etmemek hasebiyle bu defa devlet-i müşârun-ileyhâ tarafından Devlet-i aliyye-i sermediyyi´l-kıyâm ile ticâret ve muâmelât mevâddını mutazammın muâhede akdine kemâl-i hâhiş ve arzu zuhûruyla...” şeklinde geçen ifadeler antlaşma için talebin ABD hükûmetinden geldiğini ortaya koymaktadır.[10]
ABD antlaşmaya dayanarak Osmanlı Devleti`nin bir çok şehrinde konsolosluk açmıştır. Gayri resmî olarak ilk kez İzmir`de açılan Amerikan konsolosluğunu Beyrut ve İstanbul konsoloslukları izlemiştir. 2 Mart 1831`de David Porter resmen İstanbul maslahatgüzarı olarak atanmıştır.[11] Konsoloslukların sayısında ise 1840`lardan sonra önemli bir artış vardır. Amerika Birleşik Devletlerin`de ilk Osmanlı konsolosluğu tesisi ise 1845`te Zapçıoğlu Abraham adlı şahsın şehbender olarak gönderilmesiyle gerçekleşmiştir. Ancak şehbenderler daha çok ticarî faaliyetleri yürütmek amacıyla gönderildiğinden siyasî alanlarla ilgilenmemekteydiler. Mehmed Ali Paşa meselesi ve Yunan isyanı gibi siyasî sorunların zamanla Osmanlı Devleti aleyhinde bir kamuoyu oluşturmaya yönelik olarak kullanılması Bâbıâli`nin dış temsilciliklere özel önem atfederek şehbenderliklerin yanı sıra konsolosluk açılmasına hız vermesine neden olmuştur. Washington`a Osmanlı konsolosu gönderilmesine 1866`da karar verilmiş[12] olmasına rağmen 1867`de Fransız asıllı Edme Blacque (Bulak/Blak) Bey Washington elçisi olarak göreve başlamıştır.
XIX. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı-Amerikan ilişkileri daha çok tesis aşamasındadır. ABD`nin Osmanlı Devleti`ndeki ekonomik ve siyasî çıkarları iki devlet arasındaki ilişkilerin yönünü belirleyen önemli sebepler arasındadır. Bu yıllarda ABD`nin Osmanlı Devleti`ne karşı tutumu günümüzde Türkiye Cumhuriyeti`nin Amerikan hükûmeti karşısındaki tavrıyla benzerlik göstermektedir. Bütün dünyadaki güçlü Osmanlı imajı Amerikan hükûmeti için de geçerlidir. 1850`de resmî ziyaretle Amerika Birleşik Devletleri`ne giden Bahriye Mektebi Hocası, Binbaşı Emin Efendi`ye gösterilen itibar bunun somut örneğidir. Binbaşı Emin Efendi Washington`da üst düzey devlet erkânı gibi karşılanmıştır. İkametine tahsis edilen binanın önünde tören yapılmış ve Amerikan Kongresi tarafından resmen kabul edilmiştir. Daha sonra Beyaz Saray`da başkan tarafından ağırlanmıştır. Gösterilen bu itibar Emin Efendi`nin yanı sıra diğer yabancı temsilcileri de şaşırtmıştır. Emin Efendi Bâbıâli`ye göndermiş olduğu raporda “Bu misillü iltifât ve ikrâm sâir devletler tarafından gelenlere bir vakitte vukū‘ bulmuş değil ve bu tarafta Nemçe maslahatgüzârı ziyâdesiyle hayrette kalup acaba sebep nedir? bu tarafta bu derecelerde iltifat olunmak deyü tecessüs etmekte bulunduğu...” şeklinde hayretini dile getirmiştir.[13] Bu karşılama sanırız Osmanlı Devleti`nin dünya siyasetindeki konumunu göstermesi açısından önem taşımaktadır.[14]
Türk-Amerikan İlişkilerinde Farklılaşma Süreci: ABD'nin Etkinliği Artıyor
1850`den sonra Osmanlı Devleti`nin içinde bulunduğu siyasî ve ekonomik konjonktür Osmanlı-Amerikan ilişkilerinin farklılaşmasında belirleyici olmuştur. ABD`nin açtığı siyasî temsilcilikler ve misyonerler Amerikan nüfûzunun oluşmasını sağlamıştır. Osmanlı Devleti`nin Protestanları ayrı bir millet olarak 1850`de tanımasıyla Amerikan misyonerlik çalışmaları ivme kazanmıştır. Bu süre zarfında kurumsallaşan misyonerlik çalışmaları Amerikan eğitim kurumları şekline bürünmüştür. Bu kurumlar Amerikan hükûmeti ve temsilcilerinin işlerini kolaylaştıran siyasî ve kültürel zemini oluşturmuştur. Tabii ekonomik faktörleri de göz ardı etmek mümkün değildir. 1830 Antlaşmasıyla Amerikan tüccarlarının sayısı artmış ve ticaret hacmi büyüme trendini girmiştir. Fakat Osmanlı-Amerikan ilişkilerinde ticaret hiçbir zaman büyük boyutlarda gerçekleşmemiştir.[15] Başbakanlık Osmanlı Arşivi`nde yaptığım araştırma sonucunda ticaretle ilgili belgelerin sayısının az olduğu görülmüştür. Bu açıdan iki devlet arasındaki ilişkilerde ticarî hedeflerin belirleyici olduğunu öne sürmek güçtür. Nitekim XIX. yüzyıl ekonomik ve siyasî açıdan-1880`lere kadar- İngiltere hegemonyası asrıdır. Osmanlı-Amerikan ilişkilerini diğer devletlerle olan ilişkiden farklılaştıran esas unsur siyasî faktörlerdir. ABD XIX. yüzyıl boyunca izlediği izolasyon siyasetine rağmen misyonerlik faaliyetleriyle her zaman siyasî etki alanı oluşturma gayreti içinde olmuştur. Bunun temel dayanağı Amerikan felsefesiyle izah ilgilidir. Amerikan düşüncesine hâkim olan görüşlerden biri olan Amerikan düşünce tarzını dünyaya yayma gerektiği fikrî, izolasyonla misyonerlik gibi birbirine çelişen görüşlerin aynı anda uygulanmasına imkân tanımıştır.
Kırım Savaşı`ndan sonra Osmanlı ekonomisinin açmazlarının artması ve bunun iç/dış siyasete yansımaları ABD ile olan ilişkilerin de boyutunu farklı zemine taşımıştır. Osmanlı Devleti`nin yabancı ülkelere olan bağımlılığının artması bir ölçüde dış politikada manevra alanını daraltmıştır. Buna rağmen Osmanlı-Amerikan ilişkileri “iyi” olarak nitelendirilebilecek çerçevede sürmüştür. Amerikan İç Savaşı (1861-1865) sonunda güç toplayan ABD dünya siyaset sahnesinde etkin olma sürecine girmiştir.
Osmanlı-Amerikan ilişkilerinde ikinci bir dönüm noktası 1862 antlaşmasıdır. Avrupalı büyük güçlere aynı dönemde yapılan antlaşmalarla verilen imtiyazlar sonucu ABD de yeni imtiyazlar kazanmıştır. İmzalandığı tarihten itibaren yedi yıl yürüklükte kalacak olan yirmi üç maddelik bu yeni antlaşmayla ABD verilen hakların sınırları genişletilmiş ticarî konulara ilişkin imtiyazlar ayrıntılarıyla ortaya konmuştur. En önemlisi de gümrük vergisi oranının yüzde 3`ten kademeli olarak yüzde 1`e indirilmesidir. Ayrıca 1830 antlaşmasındaki silah ticaretiyle ilgili yasak kaldırılmıştır.
1862 yılından sonra getirilen ekonomik kolaylıklar siyasî alanda da etkisini göstermeye başlamıştır. Amerikan eğitim kurumları bu tarihten sonra sayısal olarak büyük artış göstermektedir. 20 yüzyılın başında 500´e yakın Amerikan kurumunun Osmanlı topraklarında varlığı bilinmektedir. Örneğin Robert Kolej 1863 yılında açılmıştır. Bu dönemde dikkati çeken bir diğer önemli husus da silah ticaretidir. 1830 antlaşmasındaki yasağın 1862`de kaldırılmasıyla 1870`ten itibaren ABD`den silah satın alımı başlamıştır. Amerikan İç Savaşı`ndan sonra elde kalan silahlar büyük ölçüde Osmanlı pazarına satılmıştır. 1880-82 arasında silah ticareti iki devlet arasındaki ticarî ilişkilerin yüzde 30`nu oluşturmuştur.[16] Özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı döneminde ABD`den büyük miktarlarda silah satın alınmıştır. Ancak savaşın mağlubiyetle sonuçlanması Osmanlı ekonomisini olumsuz yönde etkilemiş ve diğer sorunlarla birlikte ekonomi zora girmiştir. Bu nedenle de ABD`den satın alınan silahların bedeli güç ödenmiş ve çoğu zaman zamanında ödeme gerçekleştirilemediğinden iki devlet arasında sorunlar çıkmıştır. Ancak arşiv belgelerinde görüldüğü üzere ekonomik problemler karşılıklı ilişkilerde büyük sorunlara yol açmamış sorunların merkezini siyasî anlaşmazlıklar teşkil etmiştir.
Yeni Bir Dönem: Gerilim Tırmanıyor
1877-78 Savaşı, Osmanlı tarihinde bir çok açıdan dönüm noktası olduğu gibi Osmanlı-Amerikan ilişkilerinde de önemli bir milattır. Bu tarihten sonra Osmanlı siyasetinin içinde barındırdığı bunalımlar artmış ve bir çok Avrupalı büyük gücün yanı sıra ABD de Ermeni sorununu bahane ederek Osmanlı iç işlerine karışma sürecine katılmıştır. Dış markajın daraltılmasıyla birlikte Osmanlı Devleti`nin pazarlık gücü önemli ölçüde zayıflamıştır. ABD dış konjonktüre uygun hareket ederek Bâbıâli`yi Ermenilere kötü muamele yapmakla suçlamıştır. Özellikle Amerikan basını Ermenileri destekler yönde yayın yapmıştır. Bu yayınlarla Ermenilere Osmanlı topraklarında baskı yapıldığı iddia edilmiştir. Ancak II. Abdülhamid yönetimi bu yayınları çok iyi düzeyde takip ederek tekzip etmiştir.[17]
Türk-Amerikan ilişkileri farklı bir dönemece girince Amerikan hükûmetini yanı sıra misyonerler ve konsoloslar da Osmanlı Devleti`nin iç işlerine karışmaya başlamıştır. Bunu yeni Amerikan konsoloslukları açılması meselesinde görmek mümkündür. Örneğin ABD Erzurum (1895) ve Harput`ta konsolosluk açmak istemiş ancak bu istek Bâbıâli tarafından kabul edilmemiştir.[18] Ermeni nüfusun yoğun olduğu bölgelerde, Ermeni meselesinin uluslararası boyut kazandırıldığı günlerde, Amerikan konsolosluğu açılması Bâbıâli tarafından uygun görülmemiştir. Bu mesele iki devlet arasında büyük siyasî sorunlara neden olmuştur. Çünkü 1830 antlaşmasına göre ABD`nin istediği yerde konsolosluk açma hakkı vardır. Bunun yanında bir devletin yabancı bir ülkenin toprağında konsolosluk tesis etmesinde başka bir meselede o bölgede kendi vatandaşının bulunması zorunluluğudur. Amerika Birleşik Devletleri`nin Erzurum ve Harput`ta ise hiç vatandaşı yoktur. Amerikan hükümeti tayin ettiği Erzurum konsolosunun resmen tanınmadığı takdirde Amerikan Kongresi`nde Osmanlı aleyhinde konuşmalar yapılmasının kaçınılmaz olduğu şeklinde tehditte bulunmuştur. Bunun üzerine ABD´nin Erzurum konsolosu kerhen tanınmıştır.
Konsolosluklarla ilgili meseleler ve Amerikan okullarına resmî izin talepleri iki devlet arasındaki ilişkilerin zaman zaman gerginleşmesine neden olmuştur. 1892`de Amerikan Dışişleri tarafından çıkarılan bir bildiride Osmanlı-Amerikan ilişkileri kapsamında Amerikan hükûmeti için öncelikli husus şu satırlarda açıklanmaktadır: “Zuhûr eden müşkilâtın ekserisi tüccâr ve seyyâhinden ziyâde misyoner ve muallimlere müteallikdir”.[19] Amerikan hükûmeti bu meseleyle bağlantılı sorunlarda sert beyanatta bulunmuştur. Örneğin yabancıların satın aldıkları emlâkin okul olarak kullanılamayacağı yönünde getirilen yasağın kabul edilemez olduğu bildirilerek “Ecnebilerin hukûk ve imtiyâzâtını kasr ve tahdîde çalışmak ve kuvve-i cebriyye isti‘mâliyle taleb ve iddiâ edilemeyecek şeyleri tedrîcen nez‘ ile ref‘ etmek Devlet-i Aliyye politikasına mahsûs gibi görünüyor” şeklinde Bâbıâli`nin izlediği siyaset eleştirilmiştir.[20]
Osmanlı Devleti ile ABD arasındaki ilişkileri diğer devletlerden farklı kılan unsurlarda Amerikan misyonerleri ve onların kurumsallaşma çabaları önemli bir yer tutmaktadır. Her ne kadar Fransa, İngiltere, İtalya gibi devletler benzer çalışmalarda bulunmuşlar ise de uzun vadede hiçbiri Amerikalılar kadar etkili olmamıştır. Bu açıdan “Amerikan hükûmeti Osmanlı Devleti tarafından her zaman farklı değerlendirilmiştir” saptaması yapılabilir. Burada psikolojik faktörlerde etkili olmuştur. Özellikle iki devlet arasında savaş yapılmamış olması ve Avrupalı devletlerde olduğu üzere Haçlı seferleri benzeri kötü bir tarihî geçmişin izleri bulunmaması Osmanlı yöneticileri ve halkı üzerinde olumlu etkiler yapmıştır. Aynı zamanda XIX. yüzyılda ABD`nin dünya ve Osmanlı siyasetinde İngiltere gibi doğrudan müdahaleci bir tavır sergilememesi de önemli sebepler arasındadır. Bu açıdan Amerikan hükûmeti görünürde izlediği tarafsızlık politikasının yararlarını görmüştür.
İki devlet arasındaki siyasî ve ekonomik münasebetleri Avrupalı devletlerden ayıran bir diğer etken de ABD`nin bulunduğu coğrafyadır. Denizaşırı mesafenin verdiği güven ikili ilişkilerde yakın tehdit algılanmasının fazla yaşanmamasına neden olmuştur.
Misyonerlikle Müslümanları Hıristiyanlaştıramayan Amerikalı misyonerler sözde Ermeni soykırımı yapıldığını iddia ederek özellikle Amerikan basınını kullanarak ABD ve dünyada olumsuz Osmanlı/ Türk imajının oluşmasına sebep olmuşlardır.
Osmanlı-Amerikan ilişkilerinin daha iyi değerlendirilmesinde XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti`nin dış temsilciliklerinin bulunduğu şehirlerin yerleri önemli ip uçları verecek niteliktedir. 1889`da Viyana, Londra, Paris, Berlin, Tahran, Petersburg, Roma, Tahran, büyük elçilik statüsünde iken Washington, Atina, Brüksel, Bükreş, Belgrad, Lahey ve Madrid orta elçilik statüsündeydi.[21] Böylelikle ABD`nin Osmanlı dış siyasetinde Belçika gibi ikinci derecede önemli devletler arasında yer aldığı görülmektedir. Siyasî temsilciliklerin bulunduğu ülke ve şehirler aynı zamanda XIX. yüzyıl dünya büyük güçler haritasını oluşturmamızı sağlamaktadır. ABD ancak XX. yüzyılda (1906) Washington ve İstanbul elçiliklerinin büyük elçilik statüsüne çıkarılmasını yoğun diplomatik çabalar sonucu ve biraz da zorlamayla elde etmiştir. [22]
1890`lardan itibaren İstanbul elçiliğini büyük elçilik derecesine çıkarmak isteyen ABD bu konuda Osmanlı Devleti´nden talepte bulunmuş ancak bu talep Washington`daki elçiliğine de aynı paye verilmesi gerektiği ve bunun da Osmanlı ekonomisine ayrı bir yük getireceği ileri sürülerek reddedilmiştir. [23] Ekonomik mazeretler geçerli olmakla birlikte aslında Bâbıâli`nin temel endişesi Amerikan hükûmetinin Osmanlı Devleti üzerinde nüfûzunu arttırma çabasından ileri gelmekteydi. Bu da ABD`nin Bâbıâli`nin iç işlerine alenen karışacağı ihtimalini kuvvetlendirdiğinden Osmanlı yöneticileri tarafından uygun görülmemekteydi.
1862 yılında 1830 Antlaşması`nın genişletilmesinden oluşan yeni bir ticaret sözleşmesi imzalanmıştır. ABD`ye verilen ekonomik imtiyazlar arttırılarak gümrük vergisi kademeli olarak yüzde 1`e indirilmiştir. Bu iki antlaşma, Osmanlı Devleti`ndeki Amerikan faaliyetlerini kolaylaştıran önemli hamlelerdir. Nitekim Osmanlı-Amerikan ilişkilerinde dönüm noktası niteliğindeki uygulamaların tarihleri iki devlet arasındaki ilişkilerin yapısı hakkında fikir verecek niteliktedir. 1830 Antlaşması`ndan hemen sonra, Amerikan varlığı özellikle misyonerlik ve eğitim sektöründe kendisini hissettirmeye başlamıştır. Zira ekonomik imtiyazlar aynı zamanda siyasî hayat alanları kazanılmasına neden olmuştur. 1830-1862 ticaret antlaşmalarının imzalandığı yıllar ise Osmanlı Devleti`ndeki misyonerlik hareketinin genişleyerek yerleştiği döneme tekabül etmektedir. Özellikle 1862 sözleşmesinden bir yıl sonra Robert Koleji`ne (1863) resmî izin verilmiştir. Bu tarihten sonra Amerikan okulları büyük bir artış göstermiştir. Aynı şekilde misyonerlik faaliyetleri kurumsallaşmıştır.
II. Mahmud (1808-1839) döneminde resmî olarak başlayan Osmanlı-Amerikan ilişkileri, II. Abdülhamid (1876-1909) devrinde zirveye ulaşmıştır. ABD`den silah satın alınması[24], bazı Amerikan eğitim kurumlarına resmî izin verilmesi hep bu döneme rastlamaktadır. Bütün bunlara rağmen II. Abdülhamid`in otoriter idaresinin sona ermesi ABD tarafından memnuniyetle karşılanmıştır.[25]
Osmanlı-ABD diplomatik ilişkileri, 1917`de kesilmiştir. ABD`nin Almanya`ya savaş ilan etmesi ve Osmanlı Devleti`nin müttefiki olan Avusturya-Macaristan hükûmetiyle aralarındaki ilişkinin kesilmesi üzerine Bâbıâli, Meclis-i Vükelâ kararıyla siyasî ilişkilere son vermiştir. Ancak bu kararın diplomatik ilişkilerin noktalanmasından ibaret olduğu ve ABD vatandaşlarına iyi muameleye devam edilmesi gerekliliği bildirilmiştir.[26] Bir çok belgede ABD kurumlarına ve vatandaşlarına kötü davranıştan kaçınılması lüzumu tekrarlanmaktadır.[27] Osmanlı Devleti siyasî ilişkilere son verince ABD`deki Osmanlı çıkarlarının korunması görevi İsveç sefaretine bırakılmıştır.[28]
SONUÇ
Amerika Birleşik Devletleri`nin Akdeniz ticaretinde etkin olmak için, Osmanlı Devleti ile resmî temasa geçme zorunluluğundan başlayan Türk-Amerikan ilişkileri Osmanlı Devleti`nin iç ve dış siyasetteki gücüyle doğru orantılı olarak değişim göstermiştir. Osmanlı Devleti ile ticaret antlaşması imzalamak için yoğun çaba harcayan ABD`nin 1830`a kadar ki durumu bugün AB kapısında bekleyen Türkiye`nin durumuna benzetilebilir. Zira ABD Osmanlı Devleti ile ticaret antlaşması yapmak için yaklaşık otuz yıl uğraş vermiştir. Bu süre zarfında iki devlet arasındaki siyasî ve ticarî ilişkiler 1830 Ticaret Antlaşması`na kadar resmî düzlemde yürümediğinden kayda değer değildir.1830 antlaşmasına kadar Osmanlı Devleti etkin ve özne konumundadır. Karşı taraf yani ABD, Osmanlı Devleti ile resmî ilişki kurmak isteyen talepkâr ve pasif bir devlet pozisyonundadır.
Osmanlı Devleti ile ticaret antlaşması imzalamak için yoğun çaba harcayan Amerikan hükûmeti, 1830 ve 1862 antlaşmaları ile elde ettiği ekonomik ve siyasî imtiyazlarla, tutumunu değiştirmeye başlamıştır.
Osmanlı-Amerikan ilişkilerinde XIX. yüzyılın son yarısında yaşanmaya başlanan problemler genellikle misyonerler ve Amerikan okullarından kaynaklanmıştır. Verilen imtiyazların sınırlarını kendileri genişletmeye başlayan Amerikalılar, Osmanlı Devleti ile anlaşmazlığa düşmüşlerdir. İlk yıllarda Osmanlı Devleti tarafından çok fazla önemsenmeyen misyonerlik, Osmanlı-Amerikan ilişkilerinin bazen gerginleşmesine neden olmuştur. Misyonerlik faaliyetiyle Ermeni milletini hedef kitle seçen Amerikalılar, Ermeni isyanlarının çıkmasında başka pek çok faktörle birlikte rol oynamışlardır. Nitekim Osmanlı-Amerikan ilişkilerine dair arşiv belgelerinin büyük kısmı, misyonerlik ve Amerikan okulları nedeniyle çıkan anlaşmazlıklara ilişkindir. Bütün bunlara rağmen İngiltere ve Rusya gibi devletlerin tutumlarına göre ABD, Osmanlı Devleti tarafından her zaman daha ehven bir Batılı devlet olarak görülmüştür.
1880`den sonra Osmanlı-Amerikan münasebetleri, ABD`nin özellikle Amerikan okullarına resmî izin isteği gibi meselelerde tehditle yürür hale gelmiştir. Çoğu zaman Amerikan Hükûmeti, istediği imtiyazlara izin verilmediği takdirde, Amerikan Kongresi`nde Osmanlı Hükümeti aleyhinde sert konuşma yapmaya mecbur kalacakları tehdidini tekrarlamıştır. Ermeni meselesi bahane edilerek Osmanlı Devleti`ni markaja almaya çalışan bu çabalar, genellikle ABD`nin istediği şekilde sonuçlanmıştır. Yine Amerikan Hükûmeti Osmanlı Devleti`nden taleplerine karşılık bulamadığında Akdeniz`e savaş gemisi göndermiştir. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Amerikan savaş gemileri İstanbul limanına gelmiş ve her ziyaret sonunda ABD isteklerinin karşılığını almıştır.
Osmanlı-Amerikan ilişkileri, karşılıklı yakın tehdit endişesi bulunmaması ve denizaşırı mesafeden kaynaklanan güven sebebiyle genellikle dostluk çerçevesinde gelişmiştir. Tabii, iki devlet arasında savaş yapılmaması da önemli bir husustur. Devletler arasındaki dostluk çıkarlar devam ettiği sürece var olagelmiştir. Osmanlı döneminde, Türk-Amerikan ilişkileri özellikle 1890´dan sonra, 21. yüzyılla benzer bir şekilde, daha çok ABD`nin yararlandığı ekonomik ve siyasî tavizlerle sürmüştür denebilir.