ziberkan
Super Moderator
TÜRKLERDE MADENCİLİK
Türkler dünya üzerinde en geniş alana yayılmış ve gittikleri bölgelerde uzun süre devlet kurmuş millettir. Bu kadar geniş alana dağılmalarına ve bazen azınlıkta kalmalarına rağmen hem kültürlerini korumuşlar, hem de geliştirmişlerdir. Birbirinden uzaktaki Türk boylarında altın, gümüş, bakır, demir, kurşun gibi önemli maden isimleri aynıdır. Demek ki Türkler, dünyaya yayılmadan önce bütün bu madenleri işleyen güçlü bir uygarlığa sahiptiler.
Alma Ata’nın 50 km. Doğusunda Esik kurganında 2500 yıl öncesinden kalma altın elbiseli genç bir Hun Türkünün mezarı bulundu. Mezarda 4.000 kadar altın plaka vardı. Türk gencinin altından elbisesi pantolon ve ceket şeklindeydi. Bu eserler Türklerin maden işleme sanatında çok ileri olduklarını göstermektedir. Bazı tarihçiler Romalıların pantolonu Hun Türklerinden aldıklarını söylerler. 2500 yıl önceki Türk prensinin elbisesi bunu doğrulamaktadır. Bazı tarihçiler de mezardaki gencin Türk olmadığını iddia ederler. Ama hangi halktan olduğunu söylemezler. Bu durumda akla bazı sorular gelmektedir. Bu genç Türk değilse ve uzaydan da gelmediğine göre, böylesine uygarlığa ulaşmış bir halk nasıl hiçbir iz bırakmadan tarihten silinebilir. Diğer taraftan geçmişi olmadığı ileri sürülen ve sadece ata hükmeden Türkler, nasıl binlerce yıl çağdaşlarından daha güzel bir uygarlık kurabilmiştir.
TÜRKLERDE BİLİM, SANAT, MİMARLIK
Türkler henüz müslüman olmadan önce 674 yılında Basra’ya getirildiler. Köle ya da paralı asker olarak getirilen bu Türkler, İslam mimari sanatında ilk yenilikleri oluşturdular. Sarayların ve evlerin alçı süslemelerine eğri kesim tekniğini bu Türkler getirdi. Ayrıca yaş sıva üzerine yapılan bezemeleri (güzel süsler) de İslam sanatına Türkler kazandırdılar. Türkler bu konuda Çinlilerden etkilenmiş olabilir. Ancak Türkler kendi zevklerine uygun bezeme sanatını geliştirdiler. Araplarda olmayan bu uygulama, Türk bezeme sanatı olarak, bölgedeki asker Türkler aracılığıyla kullanılmaya başlandı. Türklerin ilk belirgin uygulamaları Basra bölgesinde yaptıkları Samarra ve Ebudülef Camilerinde görülür.
Basra bölgesindeki bu Türklerden bir kısmı Mısır’a göç etti. Bir süre sonra Türk asıllı Ahmet Bin Tolun Mısır’da devlet kurdu. Başkenti Kahire’de kendi adına bir cami yaptırdı (877-879). Türkler, Caminin dış duvarına pencereler açtırdı ve dış görünüşü hafifletti.. Böylece Abbasi camilerinin kaleyi andıran görüntüsünden ayrılındı. Aslında bu değişiklik, yeni bir anlayışın hayata yansımasıdır. Türklerin, Müslümanlığı, insanı koruyor gibi görünürken tutsak eden bir kale olarak değil, aydınlığa ulaştıran bir din olarak algıladıklarını gösterdiler.
Türklerin kendi başlarına yaptıkları bu ilk caminin harim bölümü (ibadetin yapıldığı salon) Türk üslubundaki sivri kemerlerle kıble duvarına paralel beş nefe ayrılır. Sivri kemer sistemi Türklerin çadırlarının (oba) şeklidir. Türklerin ilk camisinin minaresi caminin dışındadır. Birinci katı köşelidir. İkinci katı yuvarlaktır. Üst bölümü ise, sekiz köşelidir.
Türk-İslam sanatının geniş uygulamaları Karahanlılar döneminde görüldü. Oğuz ve Karluk Türklerinin kurduğu Karahanlılar Türk Devletinin hanlarından Saltuk Buğra iki yüz bin çadırıyla birlikte İslamiyet’e girdi (944). Müslümanlığı daha önce kabul eden (921) İdil Bulgar Türk devleti’nin hakanı Almış ya da Almas Silgi’den farklı olarak Müslümanlığı devlet dini olarak ilan etti. Böylece Türklerin İslamiyet’e katılımları hızlandı. Dolayısıyla Türk Mimari sanatının İslam Sanatını etkilemesi de hızlandı.
Türklerin mimari alandaki üstünlüklerinin bir başka sebebi daha var. Arapların uyguladığı şeriat hükümleri, mezar yapımını yasaklamıştı. Ama Türkler, Tevbe Suresi 84. ayeti uygun bir şekilde yorumladıklarından atalarının mezarlarına ciddi önem verdiler. Böylece Türklerin kurgan adı verilen mezar sanatları Müslümanlıktan sonra da devam etti. Böylece Müslüman-Türk mimari dehası biçimlendi.
Karahanlı Türklerinin mimari sesrlerinde geometrik motifli kuşaklar, birbirini kesen sekizgenler hakimdir. Türk mimarlığındaki eyvanlı (üç yönü kapalı ve genellikle tonoz örtülü mekan) medreselerin, türbelerin ve kervansarayların ilk örneklerine Karahanlı Türklerinde rastlanır.
Türk mimarisinde dört köşe plandan kubbeye geçiş, üçgen tromplarla (köşe binisi) sağlanmıştır. Böylece kubbenin etkisi pratik bir şekilde sağlanmıştır. Bu köşe binilerine mimaride “Türk üçgeni” denilir. Karahanlılar Müslüman olmadan önce kerpiç binalar yapıyorlardı. Ancak İslamiyet’e girdikten sonra tuğladan yapmaya başladılar. Bu uygulama da Türklerin İslam sanatından yararlanmaları şeklinde değerlendirilmelidir.
Türkler bugünkü İran bölgesine geldiklerinde (11. yüzyılın başları), yöredeki mimari eserlerde Arap planı uygulanmaktaydı. Çünkü bölge genel olarak Arap egemenliğindeydi. Bölgede karşılaştırma yapabilmek için, Türklerin gelişinin öncesinden kalma ciddi bir eser malesef yoktur. Çünkü, Abbasilerin yaptıkları eserler; ahşap, kerpiç ve tuğladan yapıldığından çabuk harap oldular. Günümüzde İran’ın övündüğü eserlerin hemen tamamı Türkler tarafından yapıldı. Zaten bölgeye gelen Türkler 1926 yılına kadar, kısa süren Moğol egemenliği dışında, kendi devletlerini sürdürdüler.
Türkler dünya üzerinde en geniş alana yayılmış ve gittikleri bölgelerde uzun süre devlet kurmuş millettir. Bu kadar geniş alana dağılmalarına ve bazen azınlıkta kalmalarına rağmen hem kültürlerini korumuşlar, hem de geliştirmişlerdir. Birbirinden uzaktaki Türk boylarında altın, gümüş, bakır, demir, kurşun gibi önemli maden isimleri aynıdır. Demek ki Türkler, dünyaya yayılmadan önce bütün bu madenleri işleyen güçlü bir uygarlığa sahiptiler.
Alma Ata’nın 50 km. Doğusunda Esik kurganında 2500 yıl öncesinden kalma altın elbiseli genç bir Hun Türkünün mezarı bulundu. Mezarda 4.000 kadar altın plaka vardı. Türk gencinin altından elbisesi pantolon ve ceket şeklindeydi. Bu eserler Türklerin maden işleme sanatında çok ileri olduklarını göstermektedir. Bazı tarihçiler Romalıların pantolonu Hun Türklerinden aldıklarını söylerler. 2500 yıl önceki Türk prensinin elbisesi bunu doğrulamaktadır. Bazı tarihçiler de mezardaki gencin Türk olmadığını iddia ederler. Ama hangi halktan olduğunu söylemezler. Bu durumda akla bazı sorular gelmektedir. Bu genç Türk değilse ve uzaydan da gelmediğine göre, böylesine uygarlığa ulaşmış bir halk nasıl hiçbir iz bırakmadan tarihten silinebilir. Diğer taraftan geçmişi olmadığı ileri sürülen ve sadece ata hükmeden Türkler, nasıl binlerce yıl çağdaşlarından daha güzel bir uygarlık kurabilmiştir.
TÜRKLERDE BİLİM, SANAT, MİMARLIK
Türkler henüz müslüman olmadan önce 674 yılında Basra’ya getirildiler. Köle ya da paralı asker olarak getirilen bu Türkler, İslam mimari sanatında ilk yenilikleri oluşturdular. Sarayların ve evlerin alçı süslemelerine eğri kesim tekniğini bu Türkler getirdi. Ayrıca yaş sıva üzerine yapılan bezemeleri (güzel süsler) de İslam sanatına Türkler kazandırdılar. Türkler bu konuda Çinlilerden etkilenmiş olabilir. Ancak Türkler kendi zevklerine uygun bezeme sanatını geliştirdiler. Araplarda olmayan bu uygulama, Türk bezeme sanatı olarak, bölgedeki asker Türkler aracılığıyla kullanılmaya başlandı. Türklerin ilk belirgin uygulamaları Basra bölgesinde yaptıkları Samarra ve Ebudülef Camilerinde görülür.
Basra bölgesindeki bu Türklerden bir kısmı Mısır’a göç etti. Bir süre sonra Türk asıllı Ahmet Bin Tolun Mısır’da devlet kurdu. Başkenti Kahire’de kendi adına bir cami yaptırdı (877-879). Türkler, Caminin dış duvarına pencereler açtırdı ve dış görünüşü hafifletti.. Böylece Abbasi camilerinin kaleyi andıran görüntüsünden ayrılındı. Aslında bu değişiklik, yeni bir anlayışın hayata yansımasıdır. Türklerin, Müslümanlığı, insanı koruyor gibi görünürken tutsak eden bir kale olarak değil, aydınlığa ulaştıran bir din olarak algıladıklarını gösterdiler.
Türklerin kendi başlarına yaptıkları bu ilk caminin harim bölümü (ibadetin yapıldığı salon) Türk üslubundaki sivri kemerlerle kıble duvarına paralel beş nefe ayrılır. Sivri kemer sistemi Türklerin çadırlarının (oba) şeklidir. Türklerin ilk camisinin minaresi caminin dışındadır. Birinci katı köşelidir. İkinci katı yuvarlaktır. Üst bölümü ise, sekiz köşelidir.
Türk-İslam sanatının geniş uygulamaları Karahanlılar döneminde görüldü. Oğuz ve Karluk Türklerinin kurduğu Karahanlılar Türk Devletinin hanlarından Saltuk Buğra iki yüz bin çadırıyla birlikte İslamiyet’e girdi (944). Müslümanlığı daha önce kabul eden (921) İdil Bulgar Türk devleti’nin hakanı Almış ya da Almas Silgi’den farklı olarak Müslümanlığı devlet dini olarak ilan etti. Böylece Türklerin İslamiyet’e katılımları hızlandı. Dolayısıyla Türk Mimari sanatının İslam Sanatını etkilemesi de hızlandı.
Türklerin mimari alandaki üstünlüklerinin bir başka sebebi daha var. Arapların uyguladığı şeriat hükümleri, mezar yapımını yasaklamıştı. Ama Türkler, Tevbe Suresi 84. ayeti uygun bir şekilde yorumladıklarından atalarının mezarlarına ciddi önem verdiler. Böylece Türklerin kurgan adı verilen mezar sanatları Müslümanlıktan sonra da devam etti. Böylece Müslüman-Türk mimari dehası biçimlendi.
Karahanlı Türklerinin mimari sesrlerinde geometrik motifli kuşaklar, birbirini kesen sekizgenler hakimdir. Türk mimarlığındaki eyvanlı (üç yönü kapalı ve genellikle tonoz örtülü mekan) medreselerin, türbelerin ve kervansarayların ilk örneklerine Karahanlı Türklerinde rastlanır.
Türk mimarisinde dört köşe plandan kubbeye geçiş, üçgen tromplarla (köşe binisi) sağlanmıştır. Böylece kubbenin etkisi pratik bir şekilde sağlanmıştır. Bu köşe binilerine mimaride “Türk üçgeni” denilir. Karahanlılar Müslüman olmadan önce kerpiç binalar yapıyorlardı. Ancak İslamiyet’e girdikten sonra tuğladan yapmaya başladılar. Bu uygulama da Türklerin İslam sanatından yararlanmaları şeklinde değerlendirilmelidir.
Türkler bugünkü İran bölgesine geldiklerinde (11. yüzyılın başları), yöredeki mimari eserlerde Arap planı uygulanmaktaydı. Çünkü bölge genel olarak Arap egemenliğindeydi. Bölgede karşılaştırma yapabilmek için, Türklerin gelişinin öncesinden kalma ciddi bir eser malesef yoktur. Çünkü, Abbasilerin yaptıkları eserler; ahşap, kerpiç ve tuğladan yapıldığından çabuk harap oldular. Günümüzde İran’ın övündüğü eserlerin hemen tamamı Türkler tarafından yapıldı. Zaten bölgeye gelen Türkler 1926 yılına kadar, kısa süren Moğol egemenliği dışında, kendi devletlerini sürdürdüler.